Soru 1: Avlanma dairesinin ve bölgedeki çiftçilerin, otlak
ve tarlaları korumak için avladıkları yabani domuzları, etlerini konserve
yaparak Müslüman olmayan ülkelere ihraç etmek amacıyla satın almak caiz midir?
Cevap: Müşteri Müslüman olmasa da domuz
etinin insanların gıda olarak yararlanması amacıyla alım satımı haramdır. Fakat
bunun hayvan yemi veya yağının sabun yapımında kullanılması gibi insanlarca
makul görülen helâl ve ciddî bir menfaati varsa, bu durumda alım satımının
sakıncası yoktur.
Soru 2: Domuz eti konservesi
hazırlanan iş yerlerinde, gece eğlence kulüplerinde veya fesat ve fuhuş
yuvalarında çalışmak caiz midir? Bu yolla elde edilen gelirin hükmü nedir?
Cevap: Domuz eti ve içki satmak, gece kulüpleri,
fesat ve fuhuş yuvaları, kumarhane ve meyhane açmak ve çalıştırmak ve bunun
gibi haram işlerle iştigal etmek caiz değildir. Bu işlerden kazanç elde etmek
haramdır ve şer'an insan bu işlerde çalışarak aldığı ücretin sahibi değildir.
Soru 3: Domuz etini, içkiyi veya
yenilmesi ve içilmesi haram olan herhangi bir şeyi, bunları helâl bilen birine
satmak veya hediye etmek sahih midir?
Cevap: İnsanın müşteri helâl bilse dahi,
yenilmesi ve içilmesi haram olan bir şeyi, yenmesi veya içilmesi amacıyla veya
müşterinin bunları yeme ve içmede kullanacağını bildiği hâlde satması veya
hediye etmesi caiz değildir.
Soru 4: Gıda ve tüketim maddeleri satan bir kooperatif şirketimiz var; bu
gıda maddelerinden bazılarının murdardan[1] veya
yenilmesi haram olan şeylerden olduğunu göz önünde bulundurarak, bu mallardan
elde edilen ve kooperatif üyelerine dağıtılan yıllık gelirin hükmü nedir?
Cevap: Yenilmesi haram olan gıda maddelerinin
alım satımı haramdır ve yapılan muamele batıldır; bundan elde edilen para ve
gelirler de haramdır ve bu gelirleri kooperatif üyelerine dağıtmak caiz
değildir. Kooperatif malları eğer bu haram mala karışmış ise bunların durumu,
kısımları, ayrıntıları ilmihâl kitaplarında kaydedilen, haram mala karışmış mal
hükmündedir.
Soru 5: Müslüman biri, Müslüman olmayan bir ülkede bir otel işletmeye açar
ve bazı içki türlerini ve haram yiyecekleri satmak zorunda kalırsa, -çünkü
bunları satmayacak olursa büyük çoğunluğu Hıristiyan olan o ülke insanları
yemeğin yanında içki içtiklerinden içki sunmayan otele gitmeyeceklerdir- otel
sahibinin bu haram şeylerden elde ettiği bütün gelirleri şer'î hâkime vermek
niyetinde olduğu göz önünde bulundurularak bu işin onun için caiz olduğu
söylenebilir mi?
Cevap: Müslüman olmayan ülkelerde otel ve lokanta
açmanın bir sakıncası yoktur. Fakat içki ve haram yemekler satmak, müşteri
bunları helâl bilse bile haramdır. Şer'î hâkime[2] vermek
kastıyla olsa bile, içki ve haram yemek karşılığında para almak caiz değildir.
Soru 6: Yenilmesi haram olan su hayvanları sudan canlı olarak dışarı
çıkarılırsa murdar hükmünde midirler ve bunların alım satımları haram mıdır?
Acaba bunların insan yiyeceği dışında -kuş ve hayvan yemi olarak veya sanayi
alanlarında kullanılması amacıyla- alım satımı caiz midir?
Cevap: Sudan diri olarak
dışarı çıkarılan ve karada can veren deniz hayvanları, balık türünden iseler
murdar sayılmaz. Genel olarak, yenilmesi haram olan bir şeyi, müşteri,
yenilmesini helâl bilse bile, yenilmesi için satmak caiz değildir. Fakat
yemenin dışında bunlardan tıp, sanayi, kuşları ve diğer hayvanları beslemek vb.
işlerde yararlanılması gibi insanlarca makul görülen helâl menfaatleri olursa,
bu amaçla alım satımlarının sakıncası yoktur.
Soru 7: Aralarında
şer'î usullere göre kesilmeyen hay-vanın eti de bulunan gıda maddelerini
taşımak caiz midir? Bu yiyecekleri, yenilmesini helâl bilen bir kimseye
taşımakla helâl bilmeyen bir kimseye taşımak arasında herhangi bir fark var
mıdır?
Cevap: Şer'î usullere göre kesilmeyen hayvanın
etini yemekte kullanmak isteyen birine taşımak caiz değildir; bu konuda
müşterinin onun yenmesini helâl bilmesiyle helâl bilmemesi arasında herhangi
bir fark yoktur.
Soru 8: Kandan kazanç elde eden kimseye kan satmak caiz midir?
Cevap: İnsanlarca makul görülen meşru bir yarar
için kan satmanın sakıncası yoktur.
Soru 9: Müslüman birinin, küfür beldelerinde, gayrimüslimlere domuz eti
veya murdar et gibi yenilmesi haram olan şeyler ihtiva eden yiyecekler veya
alkollü içkiler sunması caiz midir? Bunun aşağıdaki durumlarda
hükmü nedir?
a) Bu gıda maddeleri ve alkollü içkiler kendisine ait değilse ve bunların
satımından da kendine herhangi bir kâr sağlamıyorsa ve bu adamın işi sadece
onları helâl yiyecek maddeleriyle birlikte müşteriye sunmak olursa.
b) Müslüman olmayan biriyle o iş yerine ortak ise, Müslüman ortak helâl
şeylere ve gayrimüslim ortak da alkollü içkilere ve haram yiyeceklere sahip ise
ve her biri ayrı ayrı kendi malının kârını alıyorsa.
c) Sahibi Müslüman veya gayrimüslim olan, haram yiyecekler ve alkollü
içkiler satılan yerde sadece sabit bir ücretle çalışırsa.
d) Haram yiyecek ve alkollü içkiler satılan yerde işçi veya ortak olarak
çalışıyor, fakat şahsen bunların alım satımıyla uğraşmıyorsa ve mallar da
kendisine ait değilse ve orada sadece gıda maddelerinin hazırlanıp satılmasına
katkıda bulunuyorsa; müşteriler de alkollü içkileri satış yerinde içmiyorlarsa,
bu durumda onun işinin hükmü nedir?
Cevap: Sarhoş edici alkollü içkileri ve haram
yiyecekleri sunmak ve satmak, bunların satıldığı yerlerde çalışmak, bunların
yapımına, alım satımına katkıda bulunmak ve bu konuda başkasının emrini yerine
getirmek şer'an haramdır. Bunda o kimse ister günlük işçi olarak çalışsın,
ister sermayeye ortak olsun, haram gıda maddeleri ve alkollü içecekler ister
tek başına sunulsun veya satılsın, ister helâl olan yiyeceklerle birlikte
satılsın ve yine o kimsenin işi ister kâr payı veya ücret almak suretiyle
olsun, ister bedava çalışsın, aralarında fark yoktur ve şer'an haramdır. Bu
durumda iş sahibi veya ortağının Müslüman veya gayrimüslim olması, Müslüman veya
gayrimüslim müşteriye sunulması veya satılması arasında hiçbir fark yoktur.
Genel olarak her Müslüman'a, yenilmesi haram olan yiyeceklerin yenilmesi
amacıyla ve sarhoş edici alkollü içkilerin içilmesi amacıyla yapımından, alım
satımından ve bunlardan gelir sağlamaktan sakınması farzdır.
Soru 10: İçki taşıyan kamyonları tamir etmek suretiyle gelir elde etmek
caiz midir?
Cevap: Kamyonlar sadece içki taşımak için
kullanılıyorsa, onların tamiriyle uğraşmak caiz değildir.
Soru 11: Bir ticaret
şirketinin gıda maddesi satan şubeleri var; fakat gıda maddelerinden
bazılarının yenilmesi şer'an haramdır (ithal edilen murdar etleri gibi);
dolayısıyla şirketin mallarından bir bölümü şer'î açıdan haram mal sayılır.
Sorum şudur: İhtiyaçlarımızı, malının bir kısmı helâl, diğer bir kısmı haram
olan bu şirketin şubelerinden almamız caiz midir? Eğer caizse, meçhul'ül-malik
olması nedeniyle bu satıcıya verdiğimiz paranın bakiyesini alabilmek için şer'î
hâkimden izin almaya gerek var mı? Eğer izin almaya gerek varsa, acaba ihtiyaçlarını
bu gibi yerlerden satın alan kimselere, paralarının bakiyesini almalarına
müsaade ediyor musunuz?
Cevap: Şirketin malları arasında haram mal
olduğu genel olarak biliniyorsa, bir kimse şirketin bütün mallarını satın
almadığı sürece, ihtiyacı kadarını o şirketten karşılamasının bir sakıncası
yoktur. Buna göre bütün halkın ihtiyaç duyduğu malları bu şirketten satın
almasında bir sakınca yoktur. Bunun gibi müşteri, şirketin malının tamamını
satın almadığı ve satın aldığı eşyanın içerisinde haram mal olduğunu bilmediği
durumda, şirkete verdiği paranın bakiyesini almasının sakıncası yoktur.
Şirketten aldığı malı ve para bakiyesini kullanmada şer'î hâkimden izin
almasına gerek yoktur.
Soru 12: Gayrimüslim
ölülerin cesetlerini yakmakla uğraşmak ve bunun karşılığında ücret almak caiz
midir?
Cevap: Gayrimüslimlerin cesetlerini yakmak haram
değildir; dolayısıyla bu işle uğraşmanın ve bunun karşılığında ücret almanın
sakıncası yoktur.
Soru 13: Çalışacak gücü ve imkânı olan birisinin, insanlardan dilenmesi ve
onların verdikleriyle geçinmesi caiz midir?
Cevap: Dilencilikle iştigal etmesi uygun
değildir.
BAZI KAZANÇLARLA İLGİLİ HÜKÜMLER
Soru 14: Kadınların kuyumcular çarşısı ve başka yerlerde mücevher satarak
gelir elde etmesi caiz midir?
Cevap: Şer'î sınırları gözetirse, sakıncası
yoktur.
Soru 15: Haram işlerde kullanılacak olan evleri, özellikle putlara tapmak
için kullanılan bazı odaları süslemenin (dekorasyonunu yapmanın) hükmü nedir?
Acaba dans etmede vb. şeylerde kullanılma ihtimali olan salonlar inşa etmek caiz
midir?
Cevap: Şer'an haram olan işlerde
kullanmamak şartıyla evlerin süslenmesinin, kendi başına bir sakıncası yoktur.
Ama puta tapılan odanın dekorasyonunu yapmak; örneğin eşyalarını dizmek, putun
bırakılması için yer hazırlamak vb. işler şer'an caiz değildir. Şer'an haram
olan işlerde kullanılan bir yer inşa etmek caiz değildir; fakat haram işlerde
kullanılacağına sadece ihtimal vermek o salonu inşa etmeye engel oluşturmaz.
Soru 16: Hapis ve polis karakolu içeren belediye binası inşa edip zalim
devlete teslim etmek caiz midir? Acaba bu inşaatlarda çalışmak caiz midir?
Cevap: Belediye için özellikleri sıralanan
bina inşa etmenin sakıncası yoktur. Yeter ki, orada zulüm mahkemelerinin
düzenlenmesi ve suçsuz insanların hapsedilmesi için bir ceza evi kurulması
amacını taşımasın. Orayı inşa edene göre de orasının normalde bu işler için
kullanılma ihtimali söz konusu değilse, bu durumda binanın inşası için ücret
almanın da sakıncası yoktur.
Soru 17: Ben seyircilerin karşısında boğa güreşi yapıyorum. Güreşi seyreden
müşteriler de bana hediye olarak bir miktar para veriyorlar; acaba bu iş caiz
midir?
Cevap: Bu iş, şer'an yerilen ve kınanan bir
fiildir; fakat seyircilerin verdikleri hediyeleri, herhangi bir şart koşulmadan
onların istek ve rızalarıyla verilmişse, almanın sakıncası yoktur.
Soru 18: Bazıları orduya ait olan askerî elbiseler satıyorlar, onlardan bu
elbiseleri satın almak ve bu elbiselerden yararlanmak caiz midir?
Cevap: Onların bu
elbiseleri yasal bir yoldan elde ettiklerine veya bu elbiseleri satmaya izinli
olduklarına ihtimal verilirse, bu elbiseleri satın almanın ve kanunlara aykırı
olmayan yerlerde kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 19: Halkın asayişini bozsun veya bozmasın pat-layıcı maddeler
kullanmanın, üretmenin ve alış verişini yapmanın hükmü nedir?
Cevap: Başkalarına rahatsızlık ve zarar verirse
veya malı boşuna harcamak (israf) sayılırsa ya da İslâm Cumhuriyeti nizamının
kanunlarına aykırı olursa, caiz değildir.
Soru 20: İran İslâm Cumhuriyeti'nde polis, trafik polisi, gümrük memuru ve
maliye memuru olmanın hükmü nedir? Acaba bazı rivayetlerde geçen,
"İnsanların işlerini devlete rapor eden (istihbaratçı) ve vergi tahsil
eden maliye ve gümrük memurlarının duası kabul olmaz." rivayeti bunları da
kapsar mı?
Cevap: Kanunlara, kurallara uygun olduğu
takdirde onların yaptığı işin herhangi bir sakıncası yoktur. Zahiren rivayette
geçen "memur ve vergi tahsil edenler" sözünden zalim ve tağutî
rejimlerin hizmetinde görev yapanlar kastedilmiştir.
Soru 21: Bazı kadınlar ailelerinin geçimlerini sağlamak için kuaförlerde
çalışıyorlar; acaba bu iffetsizliğin yayılmasına bir sebep veya İslâm
toplumunun iffetini tehdit eden bir iş değil mi?
Cevap: Kuaförlük yapmanın, kadınları
süslemenin ve bunun için ücret almanın herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak
süslenen kadınlar süslerini namahrem erkeklere göstermek amacı gütmemelidirler.
Soru 22: Şirketlerin aracılık yapmak, iş sahipleriyle işçileri ve ustaları
uzlaştırmak karşılığında ücret almalarının hükmü nedir?
Cevap: Mubah bir iş karşılığında ücret almanın
sakıncası yoktur.
Soru 23: Tellallın aldığı ücret helâl midir?
Cevap: Tellallık mubah bir iş karşılığında ve
birinin isteği üzere yapılırsa, ücret almanın sakıncası yoktur.
FARZ AMELLER KARŞISINDA ÜCRET ALMAK
Soru 24: İlahiyat fakültesinde fıkıh ve usul dersi veren hocaların
aldıkları maaşın hükmü nedir?
Cevap: -Özellikle fakültede bulunmak ve sınıfı
idare etmek- karşılığında maaş almanın sakıncası yoktur. Çünkü bunları öğretmek
farz-ı kifayedir ve farz-ı kifaye de maaş almaya engel oluşturmaz.
Soru 25: Şer'î hükümleri öğretmenin hükmü nedir? İnsanlara şer'î hükümleri
öğreten din adamlarının bu iş karşısında ücret almaları caiz midir?
Cevap: Helâl ve haram hükümleri öğretmek
özü itibariyle farz olduğu için buna karşılık ücret almak caiz değilse de,
(öğretim için) belli bir yere gitmek gibi öğretimin aslından sayılmayan ve
şer'an insana farz olmayan ön hazırlıklar için ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 26: Devlet dairelerinde ve müesseselerde cemaat namazı kıldırmak,
dinî irşad ve tebliğde bulunmak karşısında aylık maaş almak caiz midir?
Cevap: Gidiş geliş masrafları veya mükellefe
şer'an farz olmayan hizmetler karşısında ücret almasının şer'an sakıncası
yoktur.
Soru 27: Cenazeyi yıkamak karşılığında ücret almak caiz midir?
Cevap: Müslümanın cenazesini yıkamak ibadettir
ve farz-ı kifayedir. Yıkamanın kendisi karşılığında ücret almak caiz değildir.
Soru 28: Nikâh akdini okumak karşılığında ücret al-mak caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 29: Çoğu okullarda yaygın bir şekilde satranç oynandığı dikkate
alındığında acaba satranç oynamak veya satranç oynamayı öğretmek için kurs
vermek caiz midir?
Cevap: Satranç eğer mükellefe göre günümüzde
ku-mar aletlerinden sayılmıyorsa, ortada bir bahis yoksa, oynanmasında sakınca
yoktur.
Soru 30: İnsanı eğlendiren şeylerle oynamanın ve bu cümleden iskambil
oynamanın hükmü nedir? Acaba ortada bahis olmadan eğlenmek için iskambil
kağıdıyla oynamak caiz midir?
Cevap: Örfen (halk arasında) kumar aleti sayılan
şeylerle oynamak, ortada bahis olmasa ve sırf eğlenmek için bile olsa mutlak
suretle haramdır.
Soru 31: Aşağıdaki hususlar baz alınarak satrancın hükmü nedir?
a) Satranç taşlarının yapımı ve alım satımı.
b) Bahisli ve bahissiz olarak satranç oynamak.
c) Satranç öğretmek için merkezler açmak, umumî yerlerde veya özel yerlerde
oynamak ve insanları satranç oynamaya teşvik etmek.
Cevap: Mükellefe göre satranç taşları günümüzde
kumar aleti olarak kabul edilmiyorsa, bu durumda şer'-an satranç malzemeleri
yapmanın, alım ve satımının, bahis olmadan oynamanın sakıncası yoktur; bu
durumda satranç öğretmenin de sakıncası yoktur.
Soru 32: Matematik Öğretim Müdürlüğü tarafından satranç yarışmalarının
onaylanması, satrancın kumar aletlerinden olmadığını gösterir mi? Ve acaba
mükellef buna güvenebilir mi?
Cevap: Ahkâm mevzularını belirlemede ölçü,
mükellefin kendisinin teşhisi veya o konuda kendisi için şer'î bir delilin
bulunmasıdır.
Soru 33: Dış ülkelerde, gayrimüslimlerle satranç ve bilardo gibi aletlerle
oyunlar oynamanın hükmü nedir? Ve ortada bahis olmaksızın bu aletleri kullanma
ücreti olarak para vermenin hükmü nedir?
Cevap: Önceki hükümlerde satranç ve kumar
aletleriyle oynamanın hükmü açıklandı. Bu aletlerle İslâmî ve gayri İslâmî
ülkelerde oynamak ve yine bu aletlerle Müslüman veya kâfir biriyle oynamak arasında
hiçbir fark yoktur. Kumar aletlerinin alım satımı ve bunlar için para harcamak
da caiz değildir.
Soru 34: Bazıları, bir gelir elde etmek, kazanmak, kaybetmek, kumar kastı
ve ortada hiçbir bahis olmaksızın sırf vakit geçirmek ve eğlence için kağıt
(iskambil) oynuyorlar; acaba bu kişiler haram işlemiş sayılırlar mı? Eğlenmek
için kağıt oynanan yerlere gitmenin hükmü nedir?
Cevap: Örfen kumar aleti sayılan iskambil
kağıdı oyunu mutlak olarak haramdır. İnsanın kendi iradesiyle kumar veya kumar
aletleri ile oynanan toplantılara katılması caiz değildir.
Soru 35: İskambil kağıtlarını ortada bahis olmadan, sırf ilmî ve dinî
anlamlar içeren düşünce oyunlarında kullanmak caiz midir? Yarışma ve bahislerde
de kullanılabilecek ve özel bir şekilde dizildiğinde motosiklet, araba vb. bazı
şekiller oluşturulan kağıtlarla oynamanın hükmü nedir?
Cevap: Halk arasında kumar aletlerinden
sayılan kartlarla oynamak hiçbir durumda caiz değildir. Ama ortada bahis
olmadan örfen kumar aletlerinden sayılmayan kartlarla oynamanın sakıncası
yoktur.
Genel olarak, mükellefin kumar
aletlerinden olduğunu teşhis ettiği veya içinde bahis olan herhangi bir şeyle
oynamak hiçbir durumda caiz değildir. Kumar aletlerinden sayılmayan
herhangi bir şeyle ortada bahis olmaksızın oynamanın sakıncası yoktur.
Soru 36: Ceviz, yumurta ve şer'an malî bir değeri olan diğer şeylerle
oynamanın hükmü nedir? Acaba çocukların bu gibi şeylerle oynaması caiz midir?
Cevap: Kumar olarak oynanırsa ve ortada bahis
olursa şer'an haramdır. Bu durumda kazanan, kazandığı ve karşı taraftan aldığı
şeye sahip olamaz. Fakat oynayanlar bulûğ çağına erişmemişlerse, şer'an
mükellef değillerdir ve kazandıkları şeyi karşı taraftan almaya hakları
olmamakla birlikte onlar için hiçbir mükellefiyet yoktur.
Soru 37: Kumar aleti olmayan şeylerle oynarken nakit para ve diğer şeyler
üzerine bahse girmek caiz midir?
Cevap: Kumar aletleriyle olmasa bile, oyunda
bahse girmek caiz değildir.
Soru 38: Bilgisayarda iskambil kâğıdı vb. kumar a-letleriyle oynamanın
hükmü nedir?
Cevap: Kumar aletleriyle oynamak hükmündedir.
Soru 39: Bazı bölgelerde kumar aleti sayılan ve bazı bölgelerde ise kumar
aleti sayılmayan şeylerle oynamak caiz midir?
Cevap: Her iki bölgede de örfün görüşünü gözetmek
gerekir; yani eğer bir şey daha önce her iki bölgede kumar aleti sayılıyor
idiyse ve günümüzde sadece bir bölgede kumar aleti sayılıyorsa, o şeyle oynamak
şimdi de haramdır.
Soru 40: Helâl müziği haram müzikten ayıran şey nedir? Acaba klasik müzik
helâl midir? Bu konuda bize bir ölçü verebilir misiniz?
Cevap: Örfe göre günah ve eğlence meclislerine
uygun olan eğlendirici ve coşturucu müzik haramdır. Bu alanda klasik müzikle diğer müzikler arasında
hiçbir fark yoktur. Mevzunun teşhisi mükellefin örfî görüşüne bırakılmıştır.
Böyle olmayan müziğin bir sakıncası yoktur.
Soru 41: Dinî kurum ve müesseselerce sakıncasız olduğu söylenen kasetleri
dinlemenin hükmü nedir? Keman, viyola ve ney gibi müzik aletlerini kullanmanın
hükmü nedir?
Cevap: Söz konusu kasetleri dinlemenin caiz
olması, mükellefin kendi teşhisine bağlıdır; mükellef eğer kasetin, eğlence
meclislerine uygun neşelendirici müziği içermediği ve içinde batıl sözler de
olmadığı sonucuna varırsa, onu dinlemesinin sakıncası yoktur. Dolayısıyla, sırf
bir dinî kurum ve müessese tarafından sakıncasız olduğunun söylenmesi, onun
mubah olması için şer'î bir delil teşkil etmez. Müzik aletlerini, eğlence ve
günah meclislerine uygun olan coşturucu ve eğlendirici müziklerde kullanmak
caiz değildir; ama bu aletlerden makul amaçlar için helâl olarak yararlanmanın
sakıncası yoktur. Örneklerin teşhisinde ölçü, mükellefin kendi görüşüdür.
Soru 42: Neşelendirici ve eğlendirici müzikten maksat nedir? Neşelendirici
ve eğlendirici müziklerle diğer müzikleri ayırt etmenin yolu nedir?
Cevap: Neşelendirici ve eğlendirici müzik, sahip
olduğu özellikleri nedeniyle insanı Allah Tealâ'dan ve ahlâkî erdemlerden
uzaklaştıran, lâubalîliğe ve günaha sürükleyen müziktir. Mevzunun teşhisinde
örfe baş vurulması gerekir.
Soru 43: Müzik hakkında hüküm verirken çalgıcın kişiliğinin, çalgı yerinin
ve amacının etkisi var mıdır?
Cevap: Haram müzik, eğlence ve günah meclislerine
uygun olan, olumsuz yönde insanı etkileyen, coşturan ve neşelendiren müziktir;
bazen çalgıcın kişiliği veya çalgıyla söylenen söz, çalgı yeri ve diğer
şartlar, müziğin, haram olan eğlendirici ve coşturucu müziğin veya bir başka
haramın kapsamına girmesinde etkili olabilir; örneğin bu özellikler, fesadın
bunu izlemesi sonucunu doğurabilir.
Soru 44: Müziğin haram oluşundaki ölçü, onun sadece coşturucu ve
neşelendirici oluşu mudur, yoksa bunun yanında tahrik edici ve heyecanlandırıcı
oluşunun da etkisi var mıdır? Eğer müzik, dinleyenleri kederlendirir veya
ağlatırsa hüküm nedir? Müzik ve çalgı aletlerinin eşliğinde gazel okumanın ve
dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Bunda ölçü, müziğin çalınmasının niteliği
ile birlikte onun bütün özelliklerinin dikkate alınması; eğlence ve günah
meclislerine uygun olan coşturucu ve eğlendirici müziklerden olup olmadığıdır.
Bu durumda, tabiatı gereğince eğlendirici ve neşelendirici türden müzik, ister
heyecanlandırıcı olsun, ister olmasın, ister dinleyiciyi kederlendirsin ve
ister ağlatsın böyle bir müzik haramdır. Müzik aletleri eşliğinde okunan
gazeller, günah ve fesat meclislerine uygun olan müzik hâlini alırlarsa, onları
söylemek ve dinlemek haramdır.
Soru 45: İslâm fıkhına göre haram olan teganni nedir? Acaba sadece insan
sesiyle sınırlı mıdır, yoksa müzik aletlerinden çıkan sesleri de içerir mi?
Cevap: Teganni, insanın, dalgalandırarak
gırtlaktan çıkardığı, günah ve fesat meclislerine uygun coşturucu sesidir. Sesi
bu şekilde gırtlakta dalgalandırarak çıkarmak ve onu dinlemek haramdır.
Soru 46: Düğün törenlerinde kadınların müzik aletlerinden olmayan kaplara
ve diğer araçlara ritimle vurmaları caiz midir? Ses, meclisten dışarı çıkar ve
erkekler de duyarsa hüküm nedir?
Cevap: Bunların caiz olması nasıl
kullanıldıklarına bağlıdır. Eğer geleneksel düğün törenlerinde yaygın olduğu
şekilde kullanılır, tahrik edici-coşturucu olmaz ve herhangi bir fesada ve
günaha yol açmazsa sakıncası yoktur.
Soru 47: Kadınların, düğün törenlerinde tef çalmasının hükmü nedir?
Cevap: Eğlendirici ve neşelendirici makamlar
çalmak amacıyla müzik aletlerini kullanmak caiz değildir. Fakat düğün
törenlerinde kadınların kendi aralarında şarkı-türkü söylemelerinin caiz olması
uzak bir ihtimal değildir.
Soru 48: Haram nitelikli teganni ile okunan müziği evde dinlemek caiz
midir? Eğer insan bundan etkilen-mezse hüküm nedir?
Cevap: İster evde yalnız başına olsun, ister
başkalarının yanında olsun ve ister etkilensin, ister etkilenmesin, bu tür
müzikleri dinlemek her hâlükârda haramdır.
Soru 49: Daha mükellefiyet yaşına yeni erişen bazı gençler, İran İslâm
Cumhuriyeti'nin resmî radyo ve televizyon kanallarından yayınlansa bile, mutlak
suretle müziğin haram olduğuna fetva veren bir müçtehidi taklit etmektedirler;
bu konuda hüküm nedir? Acaba ve-liyy-i fakih, dinlenilmesi helâl olan bir
müziğin dinlenmesine müsaade etmiş olursa, hükümet hükümlerine istinaden
verilen bu müsaade [hükümet yetkisini kullanarak müsaade etmesi] müziklerin
caiz olması için yeterli midir, yoksa onların kendi müçtehitlerinin fetvalarına
uygun olarak mı hareket etmeleri gerekir?
Cevap: Müzik dinlemenin caiz oluşu veya
olmayışına fetva vermek hükümete ait verilen bir hüküm değildir; bu, fıkhî bir
hükümdür. Bu konuda her mükellefin kendi taklit merciinin fetvasına uyması
farzdır. Fakat müzik eğer eğlence, günah ve
fesat meclislerine uygun olan coşturucu türden değilse ve herhangi bir günaha
da yol açmıyorsa, haram olması için bir neden yoktur.
Soru 50: İlmihâl kitaplarında kullanılan "müzik ve teganni"den
maksat nedir?
Cevap: Teganni, sesi eğlence meclislerine
uygun olarak boğazda titretmektir. Bu, hem söyleyene, hem de dinleyene haram
olan bir günahtır. Müzik ise, müzik aletleri çalmaktır; bu da eğer günah
meclislerinde yaygın olduğu şekilde olursa, hem çalana ve hem de dinleyene
haramdır. Ama bu şekilde değilse, özü itibariyle caizdir ve hiçbir sakıncası
yoktur.
Soru 51: Sahibi
sürekli müzik kaseti dinleyen bir yerde çalışıyorum ve dolayısıyla istemeden
bunları dinlemek zorunda kalıyorum; acaba benim için bu caiz midir?
Cevap: Eğer kasetler eğlence
ve günah meclislerine uygun olan eğlendirici teganni ve müzik parçaları içeriyorsa, onları
dinlemek caiz değildir. Fakat o iş yerinde bu-lunmak zorunda iseniz, oraya gidip çalışmanızın
sakın-cası yoktur; bununla beraber istemeyerek duymak zorunda olsanız bile, bu
tür müzikleri dinlememeniz gerekir.
Soru 52: İran İslâm Cumhuriyeti radyo ve televizyon kanallarından
yayınlanan müziklerin hükmü nedir? İmam Humeyni'nin (r.a) mutlak surette
müziğin helâl olduğunu açıkladığı söylenmektedir; acaba bu doğru mudur?
Cevap: İmam Humeyni'nin (r.a) müziğin mutlak
surette helâl olduğunu söylediği yalan ve iftiradır. İmam Humeyni (r.a) eğlence
ve günah meclislerine uygun olan eğlendirici ve neşelendirici müzikleri haram
bilmekteydi; nitekim bu hususta bizim de görüşümüz aynıdır. Fakat görüş
farklılıkları, mevzunun teşhisinden kaynaklanmaktadır; çünkü mevzunun teşhisi
mükellefin kendisine bırakılmıştır; dolayısıyla bazen çalgıçla dinleyicinin
teşhisi farklı olabilir. Bu durumda mükellefe göre günah meclislerine uygun
olan eğlendirici müziği dinlemesi haramdır. Fakat şüpheli müziklerin
helâlliğine hükmedilir. Ve bir müziğin sırf radyo ve televizyondan
yayınlanması, onun helâl ve mubah oluşuna dair şer'î delil teşkil etmez.
Soru 53: Bazen radyo ve televizyondan, bence eğlence ve günah meclislerine
uygun olan müzikler yayınlanmaktadır; acaba bunları dinlemekten kaçınmam ve
diğerlerini de engellemem gerekir mi?
Cevap: Sizce o müzikler, eğlence ve günah
meclislerine uygun olan eğlendirici ve neşelendirici türdense, onları
dinlemeniz caiz değildir. Fakat münkerden neh-yetme açısından diğerlerini
sakındırmanız, onların da söz konusu müziğin, haram müzik türünden olduğu
hususunda sizinle aynı görüşü paylaştıklarını bilmenize bağlıdır.
Soru 54: Batı ülkelerinde üretilen eğlendirici müzikleri ve tegannileri
dinlemenin ve dağıtmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun olan
eğlendirici ve neşelendirici müziğin çalınması ve dinlenmesinin haram oluşunda,
diller ve üretilen ülkeler a-rasında hiçbir fark yoktur; dolayısıyla günah
nitelikli te-ganni veya haram müzikleri içeriyorlarsa, bu tür kasetlerin
dağıtımı, alım satımı ve dinlenmesi caiz değildir.
Soru 55: Kadın ve erkeğin ister enstrüman eşliğinde olsun, ister olmasın
radyo veya kasetten şarkı-türkü söylemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Eğlence meclislerine uygun olarak söylenen
şarkı-türkü şer'an haramdır. İster erkek söylesin, ister kadın, ister canlı
olsun, ister kasetten, ister müzik aletleri eşliğinde olsun, ister olmasın,
şarkı-türkü söylemek ve dinlemek caiz değildir.
Soru 56: Cami gibi mukaddes mekânlarda makul ve helâl hedef ve amaçlarla
müzik çalmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun
eğlendirici ve neşelendirici müzik çalmak caminin dışında da olsa ve yine makul
helâl amaçlar taşısa bile mutlak olarak caiz değildir. Fakat mukaddes yerlerde
bazı münasebetler gereği müzik nağmeleri eşliğinde inkılap marşları vb. okumak
ve söylemek, o yerin saygınlığıyla çelişmezse ve örneğin cami gibi yerlerde
namaz kılanları rahatsız etmezse, sakıncası yoktur.
Soru 57: Enstrüman ve özellikle "santur" (kanuna benzer bir
müzik aleti) çalmayı öğrenmenin bir sakıncası var mı? Diğerlerini buna teşvik
etmenin hükmü nedir?
Cevap: Fesat ve günaha yol açmadığı
takdirde haram olmayan müzik aletlerini makul ve mubah amaçla inkılap
marşlarında, dinî marşlarda, yararlı kültürel vb. programlar uygulamada
kullanmanın sakıncası yoktur. Bu amaçla bir enstrümanı çalmayı öğrenmenin ve
öğretmenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur.
Soru 58: Kadının, teganni ile okuduğu şiiri veya başka sözleri dinlemenin
hükmü nedir? Bu konuda dinleyenin genç veya yaşlı, erkek veya kadın olması
hükmü değiştirir mi? Dinleyen kişi kadının mahremi olursa hüküm nedir?
Cevap: Kadının sesi, eğlence meclislerinde
yapıldığı gibi teganniyle çıkmazsa, dinleyen de lezzet alma kastıyla dinlemezse
ve herhangi bir fesada ve olumsuzluğa da yol açmazsa onu dinlemenin sakıncası
yoktur; yukarıdaki durumlar arasında da hiçbir fark yoktur.
Soru 59: Ülkelerin millî mirası olan geleneksel ve yerel müzikler haram
mıdır?
Cevap: Örfte, halk arasında günah meclislerine
uygun haram müziklerden sayılan her şey mutlak suretle haramdır; bu hususta
ülkeler arasında ve geleneksel mü-ziklerle diğerleri arasında hiçbir fark
yoktur.
Soru 60: Bazen Arapça yayın yapan radyolardan bazı müzikler
yayınlanmaktadır; Arapça'yı dinleme şevkiyle bunlara kulak vermek caiz midir?
Cevap: Günah ve eğlence meclislerine uygun
müzikleri dinlemek mutlak suretle haramdır; sırf Arapça dinleme şevki, bunları
dinlemeyi şer'an helâl kılmaz.
Soru 61: Müzik aletleri eşliğinde olmadan nağmeli şiir okumak ve okununca
eşlik etmek caiz midir?
Cevap: Müzik aletleri eşliğinde olmasa bile
teganni ile söylenen müzik parçaları haramdır. Müzik parçaları derken
fıskufücur meclislerine uygun olacak şekilde teganniyle söylenen sözleri
kastediyoruz. Fakat şiir okumanın ve tekrarlamanın özü itibariyle hiçbir
sakıncası yoktur.
Soru 62: Müzik aletlerinin alım satımının hükmü nedir? Bunları kullanmanın
sınırı nedir?
Cevap: Eğlendirici olmayan müzikler çalmak
amacıyla ortak amaçlı (hem helâl müzikler ve hem de haram müzikler için)
kullanılan müzik aletlerinin alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 63: Duayı, Kur'ân'ı ve ezanı müzik parçası gibi teganniyle okumak
caiz midir?
Cevap: Sesi günah ve eğlence meclislerine
uygun şekilde teganniyle çıkarmak, mutlak olarak hatta dua, Kur'ân, ezan,
mersiye vs. okurken bile haramdır.
Soru 64: Günümüzde müzik, üzüntü, ıstırap, cinsel sorunlar ve kadınlardaki
cinsel isteksizlik gibi bazı psikolojik hastalıkların tedavisinde
kullanılmaktadır; bunun hükmü nedir?
Cevap: Güvenilir ve uzman bir doktorun, hastanın
tedavisinin müzikten yararlanmaya bağlı olduğuna dair kesin görüş belirtmesi
durumunda hastanın tedavisinin gerektirdiği miktarda müzikten yararlanmasının
sakıncası yoktur.
Soru 65: Eğlence meclislerine uygun olan müziği dinlemek insanın eşine
eğilimini artırırsa, hüküm nedir?
Cevap: Sırf eşine eğiliminin artması amacını
gütmesi, bu nitelikteki müziği dinlemek için şer'î bir ruhsat olamaz.
Soru 66: Kadının, çalgıçların kadınlardan oluştuğu bir grup eşliğinde,
kadınlar için konser vermesinin hükmü nedir?
Cevap: Konser vermek, teganniyle ve coşturucu
nitelikte olmazsa ve ona eşlik eden müzik de haram olan eğlendirici türden
olmazsa, özü itibariyle sakıncalı değildir.
Soru 67: Eğer müziğin haram oluşunda ölçü, neşelendirici ve günah
meclislerine uygun oluşu ise, bu durumda bazı insanları ve hatta mümeyyiz
olmayan yani iyiyle kötüyü ayırt edemeyen çocukları coşturan marş ve müziklerin
hükmü nedir? Acaba kadınların teganni ile okudukları müptezel, bayağı kasetler,
coşturucu olmazsa yine haram mıdır? Sürücülerinin genellikle bu gibi kasetler
kullandığı umumî taşıtlara binen yolcuların ne yapması gerekir?
Cevap: Teganniyle çıkarılan neşelendirici
ses ve o-kunan müzik, nitelik veya içerik ya da çalgıcın çalgı aletlerini
kullanırken veya şarkıcının okurken sergilediği özel durum itibariyle eğlence
ve günah meclislerine uygun müzik türünden olursa, bu, bunu dinlediğinde
coşmayan kimse için bile haramdır. Haram olan coşturucu müzik okunduğunda ve
çalındığında, taşıtlardaki bütün yolcuların bunları dinlemekten sakınmaları ve
diğerlerini bu münkerden sakındırmaları gerekir.
Soru 68: Erkeğin kendi helâlinden lezzet almak amacıyla yabancı bir
kadının teganniyle söylediği haram müziği dinlemesi caiz midir? Acaba eşlerin
birbirleri için haram nitelikli müzik söylemeleri caiz midir? Allah Teala'nın
müziği, günah ve eğlence meclisleriyle iç içe olduğu ve bunların birbirlerinden
ayrı tutulamayacağından dolayı haram kıldığı ve dolayısıyla tapınılmaktan başka
bir amaca yönelik olabileceği düşünülemeyen heykel yapıp satmanın haram oluşu
gibi, müziğin de haram oluşu, günah ve eğlence meclislerinin haram olmasından
kaynaklandığı söylenmektedir; bu görüş doğru mudur? Buna binaen, acaba
günümüzde bu şart ve sebebin olmayışı haramın kalkmasını gerektirmez mi?
Cevap: Eğlence ve günah meclislerine uygun olarak
teganniyle söylenen müzik, mutlak olarak, hatta kadının kocası için ve erkeğin
eşi için olsa bile haramdır. İnsanın eşinden lezzet almak istemesi, günah
nitelikli müziği dinlemesini mubah kılmaz. Dinimizde teganni ile müzik
söylemenin, heykel yapmanın vb. şeylerin haram oluşu şeriata taabbütle
ispatlanmıştır ve Ehlibeyt fıkhındaki sabit hükümlerdendir. Bu gibi hükümler,
varsayımlara dayanan ölçülere, psikolojik ve toplumsal etkileşimlere bağlı
değildir. Bu gibi şeyler, haram niteliğini korudukça haramdırlar ve her
hâlükârda onlardan kaçınmak gerekir.
Soru 69: Görünüşte milî marşlar niteliğinde olan ve örfte de milî marşlar
olarak bilinen bazı müzikler var; fakat bunları söyleyen kişinin marş kastıyla
mı, yoksa eğlence ve coşturucu müzik kastıyla mı söylediğini bil-miyoruz. Bu
tür müzikleri dinlemenin hükmü nedir? Bunları söyleyen kişinin Müslüman
olmadığı, fakat söylediği sözlerin vatan sevgisini aşıladığını ve insanı
vatanın işgali karşısında direnmeye sevk ettiği dikkate alındığında bunları
dinlemenin hükmünü açıklar mısınız?
Cevap: Dinleyiciye göre örf açısından eğlendirici
ve neşelendirici bir nitelik taşımazsa, bunları dinlemenin hiçbir sakıncası
yoktur; söyleyenin niyetinin ve söylediği sözlerin içeriğinin bu konuda hiçbir
etkisi yoktur.
Soru 70: Bazı spor
dallarında antrenör ve uluslararası hakem vasfını taşıyan bir genç, meslek
gereği haram müzik çalınan klüplere girmek zorunda kalıyor; geçiminin bir
bölümünü bu yolla temin ettiği ve bulunduğu bölgede iş sahalarının az olduğu
göz önünde bulundurulursa acaba bu kişinin buralara girmesi caiz midir?
Cevap: Söz konusu
müziği dinlemesi haram olmasına rağmen bu meslekte çalışmasının sakıncası
yoktur. Dinlemekten sakınma kaydıyla, çaresizlik durumlarında haram müzik
meclislerine girmesi caizdir; bu durumda elinde olmaksızın bu müzikleri
duymasının sakıncası yoktur.
Soru 71: Acaba sadece
müziği dinlemek mi haramdır, yoksa onu elinde olmayarak duymak da mı haramdır?
Cevap: Eğlendirici ve neşelendirici haram müziği
duymak, dinlemek hükmünde değildir. Fakat bazı yerlerde örfe göre duymak da
dinlemek sayılmaktadır.
Soru 72: Günah ve eğlence meclislerinde yaygın olmayan aletlerle, bir
müzik enstrümanı eşliğinde Kur'ân okumak caiz midir?
Cevap: Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerini güzel bir
şekilde ve Kur'ân'ın şanına yakışır nağmelerle okumanın sakıncası yoktur; hatta
haram olan teganni haddine ulaşmaması kaydıyla tercih edilir bir şeydir; fakat
müzik enstrümanı eşliğinde Kur'ân okumak şer'an doğru değildir.
Soru 73: Milat (doğum) günleri vb. törenlerde darbuka çalmanın hükmü
nedir?
Cevap: Müzik ve çalgı aletlerini eğlence ve günah
meclislerine uygun olan coşturucu ve neşelendirici nitelikte kullanmak mutlak
suretle haramdır.
Soru 74: Öğrencilerin, Eğitim Bakanlığı'nın marş ekipleri ve bando
takımlarında kullandıkları müzik aletlerinin hükmü nedir?
Cevap: Örf açısından hem helâl, hem de haramda
kullanılabilecek müzik aletlerini eğlendirici olmamak kaydıyla helâl amaçlarla
kullanmak caizdir; fakat örfen sadece haramda kullanılan ve eğlenceye has
aletlerden sayılan müzik aletlerini kullanmak caiz değildir.
Soru 75: Müzik aletlerinden sayılan "santur" aleti i-mal etmek
ve bir meslek olarak ondan kazanç elde etmek caiz midir? Acaba bu sanayiyi
geliştirmek ve çalgıçları bu aleti çalmaya teşvik etmek için yatırım yapmak ve
yardım etmek caiz midir? Geleneksel müziği yaymak ve ihya etmek amacıyla
ülkenin geleneksel müziklerini öğretmek caiz midir?
Cevap: Millî veya inkılâp
marşları icra etmek ve herhangi yararlı ve helâl bir işte müzik çalmak için
çalgı aletlerinin kullanımı, günah ve fesat meclislerine uygun olan coşturucu
sınıra ulaşmadığı sürece sakıncası yoktur. Bunun gibi aynı amaçla çalgı
aletlerinin yapımı, öğretim ve öğreniminin kendi başına bir sakıncası yoktur.
Soru 76: Hangi aletler eğlendirici sayılır ve kullanılması hiçbir durumda
caiz değildir?
Cevap: Helâl menfaati olmayan ve genelde
eğlendirici, coşturucu ve fesada sevk edici alanlarda kullanılan aletler.
Soru 77: Haram içeren ses kasetlerini kopyalayarak çoğaltma karşılığında
ücret almak caiz midir?
Cevap: Dinlenmesi haram olan
kasetlerin kopyalanması ve bunun karşılığında ücret alınması caiz değildir.
Soru 78: Düğün törenlerinde oynanan halk oyunları caiz midir? Bu törenlere
katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Dans etmek, eğer şehveti tahrik eder
veya haram bir işi gerektirir veya fesada yol açarsa caiz değildir. Dans
toplantılarına katılmaya gelince, eğer diğerlerinin haram işini onaylamak
anlamına gelir veya haram bir işi gerektirirse, bu da caiz değildir; bunların
dışındaki durumlarda sakıncası yoktur.
Soru 79: Müzik çalınmaksızın kadınlar toplantısında dans etmenin hükmü
nedir? Eğer haramsa iştirak edenlerin toplantıyı terk etmeleri farz mıdır?
Cevap: Genel olarak dans etmek, eğer şehveti
tahrik eder veya haram bir işi ya da bir fesadın ortaya çıkmasını gerektirecek
nitelikte olursa haramdır. Bu durumda, haram bir işe itiraz olarak dans edilen
yeri terk etmek, münkerden, kötülüklerden alıkoymak doğrultusundaysa farzdır.
Soru 80: Erkeğin erkek için, kadının kadın için veya erkeğin kadınlar
arasında veya kadının erkekler arasında halk oyunları sergilemesinin hükmü
nedir?
Cevap: Şehveti uyandıracak, haram bir işe veya
fesada, günaha yol açacak nitelikte olursa veya kadın yabancı erkekler arasında
dans ederse haramdır.
Soru 81: Erkeklerin toplu olarak dans etmelerinin hükmü nedir?
Televizyondan veya diğer yerlerde küçük kızların dansını seyretmenin hükmü
nedir?
Cevap: Dans etmek şehveti uyandıracak nitelikte
olur veya haram bir fiili gerektirirse haramdır; dans seyretmek ise, eğer
günahı işleyeni onaylamak anlamına gelmez, onu günah işleme hususunda
cesaretlendirmez ve başka bir fesada ve olumsuzluğa da yol açmazsa, sakıncası
yoktur.
Soru 82: Kadının kadın için ve erkeğin de erkek için dans etmesinin hükmü
nedir? Toplumsal adetlere saygıdan dolayı düğün törenine gidiliyorsa, bu
durumda dans edilme ihtimali bulunduğu sebebiyle, gitmenin şer'an bir sakıncası
var mıdır?
Cevap: Genel olarak dans etmek, eğer şehveti
uyandıracak nitelikte olur veya haram bir işi ya da bir fesadı gerektirirse
haramdır. Fakat dans edileceği muhtemel olan düğün törenlerine katılmak, haram
işleyen kimseyi onaylamak anlamına gelmez ve harama düşmeye de sebep olmazsa
sakıncası yoktur.
Soru 83: Kadının kocası için ve erkeğin de karısı için dans etmesi haram
mıdır?
Cevap: Herhangi bir harama düşmeden kadının
kocası için ve erkeğin karısı için dans etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 84: Anne ve babaların, çocuklarının düğün tö-renlerinde dans etmeleri
caiz midir?
Cevap: Haram dans türünden olursa, babaların veya
annelerin evlâtlarının düğün töreninde de olsa dans etmeleri haramdır.
Soru 85: Evli bir kadın, kocasının haberi ve izni olmadan düğün
törenlerinde yabancı erkeklerin karşısında dans ediyor. Bu hareketi birkaç defa
tekrarlamıştır. Kocasının bu hususta marufu emretmesi ve münkerden sakındırması
etkili olmamıştır; bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Bir kadının yabancı erkeklerin karşısında
dans etmesi mutlak olarak haramdır. Kadının, kocasının izni olmadan evden
dışarı çıkması da yine özü itibariyle haram olup bu iş kadının kocasına karşı
serkeşlik etmesi (naşize[3])
anlamına gelir ve onun nafaka hakkından mahrum bırakılmasına yol açar.
Soru 86: Kadınların, müzik çalınan köy düğünlerinde erkeklerin önünde oynamalarının, dans etmelerinin
hük-mü nedir? Bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Kadınların yabancı erkeklerin önünde dans
etmeleri ve bir fesada sebep olan ve şehveti uyandıran her türlü dans haramdır.
Müzik aletleri kullanmak ve dinlemek eğlendirici ve neşelendirici nitelikte
olursa haramdır. Bu durumlarda mükelleflerin vazifesi münker-den alıkoymaktır.
Soru 87: Mümeyyiz (iyiyle kötüyü ayırt edebilen) erkek veya kız çocuğunun
kadınların veya erkeklerin toplantısında dans etmesinin hükmü nedir?
Cevap: Bulûğ çağına ermemiş çocuk, ister erkek
olsun, ister kız olsun mükellef değildir; fakat bulûğ çağına ermiş olanların
onları dans etmeye teşvik etmeleri genel ahlâka uygun değildir.
Soru 88: Dans öğretim merkezleri açmanın hükmü nedir?
Cevap: Dans öğretmek için merkezler açmak
ve dans etmeyi yaymak İslâmî düzenin hedefleriyle çelişmektedir.
Soru 89: Erkeklerin, kendilerine mahrem olan kadınların ve kadınların da
kendilerine mahrem olan erkeklerin önünde dans etmelerinin hükmü nedir? Bu
mahremliğin, soy yakınlığından dolayı nesebî veya evlenme yoluyla sıhrî
mahremlik olması bir şeyi değiştirir mi?
Cevap: Haram olan dans ister erkek için olsun,
ister kadın için olsun ve ister mahremlerin önünde olsun, ister mahrem
olmayanların, her halükârda haramdır; bunların arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 90: Düğün törenlerinde bastonla yapılan ve kav-gayı temsil eden
gösteri caiz midir? Eğer bu oyun müzik aletleri eşliğinde yapılırsa hüküm
nedir?
Cevap: Eğlendirici spor oyunu niteliğinde olursa
ve bu kavga gösterisinin insan hayatına bir zarar vermesinden korkulmazsa özü
itibariyle sakıncası yoktur. Fakat eğlendirici ve neşelendirici nitelikle müzik
aletlerini kullanmak hiçbir durumda caiz değildir.
Soru 91: Kol kola
girip ritimle dans etmenin (elleri birbirine kenetleyip ayakları yere vurarak
belli bedensel hareketler ve sıçramayla birlikte gerçekleşen, ritimli ve güçlü
bir ses oluşturan folklor oyununun) hükmü nedir?
Cevap: Bu hareket dans hükmündedir. Dolayısıyla
eğer şehveti uyandırır veya insanı coşturacak ve tahrik edecek şekilde müzik
aletlerinin eşliğinde yapılırsa ya da bir fesada yol açarsa haramdır; bu
niteliklere sahip değilse sakıncası yoktur.
Soru 92: Doğum günleri ve düğün törenleri gibi kadınlar arası
toplantılarda kadınların alkış tutturmaları caiz midir? Eğer caiz ise,
toplantıdaki alkış seslerini yabancı erkekler duyarsa hüküm nedir?
Cevap: Normal şekilde alkışlamanın, yabancı
erkekler duysalar bile herhangi bir fesada yol açmadığı takdirde sakıncası
yoktur.
Soru 93: Ehlibeyt İmamlarının doğum günleri, vahdet haftası[4] ve
bi'set günü münasebetiyle düzenlenen programlarda Hz. Peygamber ve Ehlibeyt'ine
salavatlarla birlikte sevinçle alkış çalmanın hükmü nedir? Bu gibi programların
cami, devlet daireleri ve kurumlarındaki mescitlerde ve hüseyniye gibi ibadet
yerlerinde düzenlenmesinin hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak normal hâlde böyle mübarek
veladet programlarında veya birini teşvik etmek veya onaylamak için alkışlamanın
haddizatında bir sakıncası yoktur. Fakat dinî merasimlerin, özellikle cami,
hüseyniye ve mescitlerde düzenlenen programların salavat ve tekbirlerle
süslenmesi ve böylece salavat ve tekbirlerin sevabına kavuşulması daha
uygundur.
Soru 94: Tesettürsüz namahrem kadının resmine bakmanın hükmü nedir?
Televizyonda kadının tasvirine bakmanın hükmü nedir? Acaba bu konuda Müslüman
kadınla Müslüman olmayan ve yine canlı yayınla paket program arasında bir fark
var mıdır?
Cevap: Namahrem kadının fotoğrafına bakmak,
namahrem kadının kendisine bakmak hükmünde değildir; dolayısıyla eğer şehvetle
bakılmaz ve bir fitneye düşmekten korkulmazsa ya da bakan kişinin tanıdığı
Müslüman bir kadının resmi olmazsa sakıncası yoktur. Farz İhtiyat (zorunlu olan
kaçınma), televizyondan yapılan canlı yayında namahrem kadının tasvirine
bakma-mayı gerektirir. Fakat televizyondan yayınlanan paket programlarda,
şehvet kastı ve günaha düşmek korkusu olmamak kaydıyla namahrem kadının
tasvirine bakmanın sakıncası yoktur.
Soru 95: Uydudan izlenebilen televizyon programlarını seyretmenin hükmü
nedir? Fars Körfezi sahilinde yer alan ülkelere yakın olan vilayetlerde
yaşayanların bu ülkelerin televizyonlarını izlemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Batı uyduları
aracılığıyla yayınlanan programlar ve komşu ülkelerin çoğunun televizyon
programları sapık düşünceleri öğrettiği, gerçekleri saptırıp gizlediği, fesat
ve günah programlarını içerdiğinden ve bunları seyretmek genellikle sapıklığa,
fesada ve haram işlere sevk ettiğinden dolayı onları seyretmek caiz değildir.
Soru 96: Radyo ve televizyondan yayınlanan komedi programları dinlemenin
veya seyretmenin sakıncası var mıdır?
Cevap: Komedi piyes ve gösteri programlarını
dinlemenin ve seyretmenin sakıncası yoktur. Ancak bu programlarda bir mümine
hakaret düzeyinde alay ediliyorsa caiz olmaz.
Soru 97: Düğünde hicabımı tamamen koruyamadığım bir durumdayken birkaç
tane fotoğrafım çekildi. Bu fotoğraflar şimdi arkadaşlarımın ve akrabalarımın
yanındadır. Bu fotoğrafları onlardan toplamam farz mıdır?
Cevap: Fotoğrafınızın başkalarının yanında
bulunması bir fesada yol açmıyorsa veya bir fesada sebep olabilir, ama
fotoğrafların onların eline geçmesinde sizin bir rolünüz olmamışsa ya da
fotoğrafları diğerlerinden toplamanız çok zor olursa, bu konuda herhangi bir
yükümlülüğünüz yoktur.
Soru 98: Kadınların namahrem olan dinî liderlerin ve şehitlerin
fotoğraflarını öpmesinin bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Genel olarak bir şahsın fotoğrafı, onun
kendisi gibi değildir; dolayısıyla, şehvet kastı ve günaha düşme korkusu yoksa
saygı, teberrük veya sevgiyi belirtmek için namahrem erkeğin fotoğrafını
öpmenin sakıncası yoktur.
Soru 99: Sinema filmlerinde ve diğer yerlerde tanımadığımız çıplak veya
yarı çıplak kadınların fotoğraflarına bakmak caiz midir?
Cevap: Fotoğraf ve filmlere bakmak, namahremin
kendisine bakmak hükmünde değildir. Dolayısıyla şehvetle olmayıp bir günaha
bulaşma ve fesada yol açma durumu söz konusu olmadığı takdirde şer'an sakıncası
yoktur. Fakat şehveti uyandıran çıplak fotoğraflara genellikle şehvet kastıyla
bakıldığından ve bu açıdan günahın ön hazırlığı olduğundan dolayı bunlara
bakmak haramdır.
Soru 100: Düğün törenlerinde kadınların kocalarının izni olmadan fotoğraf
çektirmeleri caiz midir? Eğer caiz ise fotoğraf çektirirken hicaplarını tamamen
korumaları farz mıdır?
Cevap: Sırf fotoğraf çektirmek için kocanın
iznini almak zorunlu değildir. Fakat fotoğrafı yabancı bir erkeğin görmesi
muhtemelse ve hicabını tamamen korumaması bir fesada sebep olabilecekse, bu
durumda tamamen hicabını koruması farzdır.
Soru 101: Kadınların erkeklerin güreşini seyretmeleri caiz midir?
Cevap: Güreş, bizzat güreş meydanına gidilerek
veya televizyon ve benzeri şeylerden canlı olarak seyredilirse veya lezzet ve
zevk almak için olursa ya da fesattan ve günaha düşülmekten korkulursa caiz
değildir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 102: Düğün töreninde gelin, başına ince ve açık renkli bir örtü
örterse, yabancı bir erkeğin onun fotoğrafını çekmesi caiz midir?
Cevap: Fotoğraf çekerken yabancı bir kadına
bakmaktan dolayı ortaya çıkan haram durum söz konusuysa caiz olmaz. Aksi
takdirde bir sakıncası yoktur.
Soru 103: Hicapsız kadının, mahremleri arasında fotoğrafını çekmenin hükmü
nedir? Filmin banyo ve baskısı esnasında yabancı erkeğin bu fotoğraflara bakma
ihtimali varsa hüküm nedir?
Cevap: Kadına bakıp fotoğrafını çeken erkek
onun mahremlerindense, fotoğrafını çekmesinde herhangi bir sakınca yoktur ve
yine onu tanımayan fotoğrafçı tarafından o filmlerin banyosu ve baskısının
yapılmasının da sakıncası yoktur.
Soru 104: Bazı gençler, bazı geçersiz mazeret ve delillerle müstehcen
resimlere bakmaktalar; bunun hükmü nedir? Bu gibi resimlere bakmak şehvetin
biraz yatışmasına sebep olur ve neticede haramdan korunmalarında etkili olursa;
bunun hükmü nedir?
Cevap: Fotoğrafa şehvetle bakılırsa ve fotoğrafa
bakıldığında şehvetin uyanacağı bilinirse veya fesattan ve günaha düşmekten
korkulursa, bu iş haramdır. Başka bir harama düşmekten kaçınmak gerekçesi,
şer'an haram olan bir işi yapmak için geçerli bir mazeret teşkil etmez.
Soru 105: Film çekimi için müzik çalınan ve dans edilen törenlerde
bulunmanın hükmü nedir? Erkeğin erkekler ve kadının da kadınlar arası
eğlencelerde film çekmesinin hükmü nedir? Düğün törenlerinde çekilen filmlerin
o aileyi tanıyan veya tanımayan bir erkek tarafından montajının hükmü nedir? Bu
filmlerin bir kadın tarafından montaj edilmesinin hükmü nedir? Bunlara film
müziği monte etmek caiz midir?
Cevap: Günah nitelikli şarkı-türkü, haram
müziği dinlemeyi veya haram olan diğer bir işi yapmayı gerek-tirmezse,
törenlerde bulunmanın, erkeğin erkekler toplantısında ve kadının da kadınlar
toplantısında film çekmesinin sakıncası
yoktur. Fakat erkeğin kadınlar top-lantısında veya kadının erkekler
toplantısında çekim yapması, onlara lezzetle bakmayı gerektirir veya başka
fesatlara yol açarsa caiz değildir. Düğün törenlerine ait filmlerde, günah
meclislerine özgü coşturucu müziklerden haz almak da haramdır.
Soru 106: İran İslâm Cumhuriyeti televizyonundan yayınlanan (yerli ve
yabancı) filmleri izlemenin ve müzikleri dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Dinleyici ve seyirciye göre radyo veya
televizyondan yayınlanan bu müzik, eğlence ve günah meclislerine özgü
eğlendirici ve neşelendirici müziklerdense veya televizyondan yayınlanan filmi
izleme insanı fesada sevk ediyorsa, şer'an bu müzik ve filmleri dinlemek ve
izlemek caiz değildir. Bunların sırf İslâm Cumhuriyeti radyo ve televizyon
kanallarından yayınlanması, caiz olduklarına dair şer'î bir delil teşkil etmez.
Soru 107: Resul-i Ekrem'e (s.a.a), Emir'ül-Müminin Ali'ye (a.s) ve İmam
Hüseyin'e (a.s) nispet edilen resimleri hazırlama ve satmanın ve bunların resmî
dairelere asılmasının hükmü nedir?
Cevap: Bunun özü itibariyle
şer'an bir sakıncası yok-tur. Fakat örfen onları küçük düşürmek sayılabilecek, onların saygınlığını
zedeleyecek ve onlara saygısızlık etmeye sebep olacak nitelikleri içermemeleri
ve onların şanlarıyla çelişmemeleri şarttır.
Soru 108: Şehveti uyandıracak müptezel, bayağı kitap ve şiirler okumanın
hükmü nedir?
Cevap: Bunlardan kaçınmak gerekir.
Soru 109: Televizyonlar veya canlı yayın
yapan uydu kanalları, Batı toplumlarındaki toplumsal konuları anlatan birtakım
programlar yayınlıyorlar; bu filmler kadın ve erkeklerin sınırsızca bir arada
bulunmaları ve gayri-meşru ilişkiler gibi fasit, sapık düşünceleri yaymaktadır
ve bazı müminleri etkilemektedir; bu durumda bu filmlerden etkilenme ihtimali
olan kimselerin bunları seyretmesinin hükmü nedir? Acaba bu filmler, tenkit
etmek, olumsuzluklarını ortaya koymak ve insanlara bunları seyretmekten
sakınmayı nasihat etmek amacıyla seyredilirse hüküm değişir mi?
Cevap: Bunların lezzet alma kastıyla seyredilmesi
caiz değildir. Yine etkilenme ve fesada düşme endişesi olursa, caiz değildir.
Fakat ehil olan, bunlardan etkilenmeyeceğinden ve fesada düşmeyeceğinden emin
olan kimsenin bunları tenkit etmek, tehlikelerini ve olumsuzluklarını insanlara
anlatmak için seyretmesinin sakıncası yoktur. Tabi ki eğer bu konuda uyulması
gereken kurallar varsa, onlara uyulmalıdır.
Soru 110: Başı ve boynu açık, makyajlı
bayan televizyon sunucusunun saçlarına bakmak caiz midir?
Cevap: Lezzet almak kastı olmaz, günaha ve fesada
düşmekten endişe duyulmaz ve yayın da canlı değilse, ona bakmanın sakıncası
yoktur.
Soru 111: Evli bir erkeğin şehveti uyandıran filmlere bakması caiz midir?
Cevap: Şehveti uyandırmak amacıyla bakarsa veya
bakması şehvetin uyanmasına sebep olursa caiz değildir.
Soru 112: Harama düşürmeyeceği göz önünde bulundurularak evli erkeklerin
kendi hamile karısıyla doğru ilişkide bulunmalarını öğreten filmleri
seyretmelerinin hükmü nedir?
Cevap: Bakıldığında genellikle şehveti uyandıran
bu gibi filmleri seyretmek caiz değildir.
Soru 113: Yer yer çirkin sahneleri olan video filmlerini kontrol ederken
müstehcen sahnelerini sansür edip geri kalan kısmını sunmak amacıyla
seyretmenin hükmü nedir?
Cevap: Islâh etmek, kötü ve
saptırıcı sahnelerini san-sür etmek amacıyla filme bakılacaksa, bu işi üstlenen kimsenin harama
düşmeyeceğinden emin olması kaydıyla sakıncası yoktur.
Soru 114: Eşlerin evde video kasetlerinden seks filmlerini seyretmeleri
caiz midir? Omurilik sinir sistemi kopmuş biri eşiyle ilişkide bulunabilmek
için şehvetini tahrik etmek amacıyla bu filmleri seyredebilir mi?
Cevap: Video kasetinden seks filmlerini izleyerek
şehveti uyandırmak caiz değildir.
Soru 115: İnkılabın zafere kavuşmasından sonra üretilen, kadınların eksik
hicapla rol oynadığı ve bazı durumlarda kötü eğitsel örnekler içeren İran
filmlerini izlemenin hükmü nedir?
Cevap: Şehvet ve zevk almak kastı olmazsa
ve ahlâkî fesada düşmeye de sebep olmazsa bu filmleri izlemenin haddizatında
sakıncası yoktur. Fakat film yapımcılarının İslâm'ın yüce öğretileriyle çelişen
filmleri üretmek ve hazırlamaktan kaçınmaları gerekir.
Soru 116: Dinî müesseselerin onayladığı filmleri dağıtmanın ve başkalarına
sunmanın hükmü nedir? Ve yine bu müesseseler tarafından onaylanan müzik
kasetlerini üniversitelerde dağıtmanın hükmü nedir?
Cevap: Mükellefin kanaatine göre film ve kasetler
örfen günah nitelikli şarkı-türkü veya eğlence ve günah meclislerine özgü
eğlendirici ve neşelendirici müzikler içeriyorsa, bunları dağıtmak, diğerlerine
sunmak, seyretmek ve dinlemek caiz değildir. Bunların sırf bazı ilgili
dairelerce onaylanmış olması, mükellefin mevzunun teşhisindeki görüşü, onları
onaylayanların görüşüyle çeliştiği sürece mükellefe şer'î bir hüccet teşkil
etmez.
Soru 117: Yabancı kadınların resimleri bulunan ve elbise modelleri seçmek
için kullanılan kadın elbiseleri model dergilerini alıp-satmanın ve yanında
bulundurmanın hükmü nedir?
Cevap: Bu dergilerde sırf yabancı kadınların
resimlerinin bulunması onların alımını, satımını ve elbise modelleri seçiminde
kullanımını engellemez; ancak bu resimler ahlâkî fesat çıkaracak bir nitelikte
olursa caiz olmaz.
Soru 118: Film kameralarının alım satımı caiz midir?
Cevap: Haram işlerde kullanmak amacı ve niyeti
taşımadığı takdirde film kameralarının alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 119: Müptezel, bayağı video filmlerini ve yine video cihazını
alıp-satmanın ve kiralamanın hükmü nedir?
Cevap: Filmler eğer şehveti
uyandıracak, sapıklık ve ahlâkî fesada sebep olacak müstehcen görüntüleri veya günah nitelikli
şarkı-türkü ya da eğlence ve günah meclislerine özgü eğlendirici ve
neşelendirici müzikleri içerirse bunların üretimi, alım satımı, kiralanması ve
bu a-maçla yararlanmak için video kiralanması caiz değildir.
Soru 120: Yabancı radyoların yayınladığı haberleri, ilmî ve kültürel
programları dinlemek caiz midir?
Cevap: Ahlâkî fesat ve fikrî sapmalara
sebep olmazsa, sakıncası yoktur.
Soru 121: Uydudan yayınlanan televizyon programlarını izlemek için uydu
anteni satın almak, bulundurmak ve kullanmak caiz midir? Eğer bu cihaz bedava
olarak elde edilirse hüküm nedir?
Cevap: Uydu anteninin sadece televizyon
programlarını izlemek için kullanılan bir alet olduğunu ve televizyon
programlarının bir bölümünün haram bir bölümünün de helâl olduğunu dikkate
alırsak uydu, hem helâlde ve hem de haramda kullanılan müşterek aletler
hükmünde olur. Dolayısıyla, haram amaçlarda kullanılacak olursa alım satımı ve
bulundurulması haramdır; ancak helâl amaçlarda kullanılacak olursa caizdir.
Fakat bu alet kullanıcılarına haram programları çok kolay bir şekilde
izlemeleri için zemin hazırladığından ve bazen onu bulundurmak başka fesatlara
yol açtığından alım satımı ve evde bulundurulması haramdır; ancak biri, o-nu
haramda kullanmayacağından emin olursa, onu elde etmesinin ve evde
bulundurmasının fesat ve olumsuz yönleri de yoksa bu durumda sakıncası yoktur.
Fakat bu konuda bir kanun varsa, ona uyulması gerekir.
Soru 122: Ülke dışında yaşayan bir kimsenin İslâm Cumhuriyeti kanallarını
izleyebilmek için uydu cihazı satın alması ve satması caiz midir?
Cevap: Bu cihaz her ne kadar helâl amaçlarda
kullanılma özelliğine sahip olan müşterek aletlerdense de çoğunlukla haram
amaçlarda kullanıldığından ve ayrıca evde kullanılmasının diğer fesat ve
olumsuz yönleri olduğundan dolayı, bu cihazı haramda kullanmayacağından ve onu
evde kurmasının hiçbir fesat çıkarmayacağından emin olan kimse dışında hiç
kimsenin satın alması ve onu evde kullanması caiz değildir.
Soru 123: Eğer uydu anteni İran İslâm Cumhuriyeti'nin kanallarıyla
birlikte, Körfez ülkeleri veya Arap ülkelerinin haber kanalları ve bazı yararlı
programları ve bütün Batılı müstehcen kanalları da çekerse hükmü nedir?
Cevap: Televizyon programlarını izlemek için bu
gibi cihazları kullanmanın caiz olmasının ölçüsünü önceki meselede açıkladık.
Bu alanda Batı kanallarıyla diğer kanallar arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 124: Batı ülkeleri veya Fars körfezinde yer alan ve öteki komşu
ülkeler tarafından uydu aracılığıyla yayınlanan ilmî, Kur'ân'la ilgili vb.
programlardan haberdar olmak için uydu anteni kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: İlmî ve Kur'ân programları vb.lerini
dinlemek ve izlemek için mezkur cihazı kullanmanın her ne kadar kendiliğinden
sakıncası yoksa da Batılı ülkelerin ve komşu ülkelerin çoğunun uydu kanalıyla
yayınladıkları programların içeriği genellikle insanlara sapık düşünceleri
aşıladığından, hakikatleri tahrif ettiğinden, ayrıca fesat ve günah programları
içerdiğinden -kaldı ki ilmî ve Kur'ân programlarını izlemek bile çoğu zaman
fesada ve harama düşmeye sebep olmaktadır- bu programları izlemek için uydu
cihazı kullanmak şer'an haramdır. Ancak sadece yararlı ilmî programlar veya
Kur-ân programları vb. olur ve hiçbir fesada ve harama düş-meyi gerektirmezse
bunun sakıncası yoktur; ayrıca bu konuda bir kanun varsa ona uyulması gerekir.
Soru 125: Mesleğimiz radyo ve televizyon anteni tamirciliğidir. Son
zamanlarda uydu anteni kurmam ve tamir etmem için bize bir çok müracaatlar
oldu, bu hususta ne yapmamız gerekiyor? Bu cihazın parçalarının alım satımının
hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi cihazlar haramda kullanılıyorsa
-ki genellikle böyledir- veya bunu elde etmek isteyen kişinin onu haramda
kullanacağını biliyorsanız, bu durumda onu alıp satmak, parçalarını dizmek,
kurmak, onu tamir etmek ve parçalarını satmak caiz değildir.
Soru 126: Sinema filmlerinde gerektiğinde, din âlimlerinin ve hâkimlerin
elbise ve üniformalarını kullanmak caiz midir? Geçmiş ve günümüzdeki ulemanın
şanını ve saygınlıklarını koruyarak ve İslâm dininin saygınlığını gözeterek,
onlar hakkında onları kötülemeyen ve onlara hiçbir şekilde noksanlık getirmeyen
irfanî ve dinî senaryolar yazmak ve bu nitelikte filmler üretmek caiz midir?
Özellikle hedefimizin, İslâm dininin yüce değerlerini sunmak veya İslâm
ümmetinin imtiyazı sayılan irfan mefhumunu ve asil kültürü beyan etmek,
düşmanların müptezel ve bayağı kültürüne karşı mücadele etmek; tüm bunları,
özellikle genç nesil için çekici ve etkili sinema diliyle anlatmak olduğunu göz
önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Sinemanın bir aydınlatma ve bilinçlendirme
aracı olduğunu göz önünde bulundurarak, gençlerin ve diğer kesimlerin fikrî
seviyesini yükseltmek, İslâm kültürünü yaymak ve halkı şuurlandırmak
doğrultusunda kullanılabilecek her şeyin çekiminin yapılmasının ve sunulmasının
sakıncası yoktur. Bu yöntemlerden biri din âlimlerinin kişiliğini ve özel
hayatlarını tanıtmak, bunun gibi diğer bilginlerin, manevî makam sahiplerinin
ve onların özel hayatlarının tanıtılmasının sakıncası yoktur; ancak onların
şanını, saygınlığını ve özel hayatlarının saygınlığını gözetmek farzdır ve
bunlardan, İslâm'la çelişen mefhumları yaymak için yararlanmamak gerekir.
Soru 127: Ölümsüz Aşura faciasını canlandıracak ve İmam Hüseyin'in (a.s),
uğruna şehit olduğu büyük hedefleri ortaya koyacak bir öykü ve hamasî filmi
yapmak istiyoruz; ancak bu filmde İmam Hüseyin (a.s) sıradan bir insan olarak
gözle görünmeyecek; film çekiminde, üretim ve ışıklandırmada imam nurani bir
kişi olarak görüntülenecek; acaba böyle bir filmin yapımı ve İmam Hüseyin
aleyhi's-selâm'ın kişiliğinin bu şekilde ortaya konması caiz midir?
Cevap: Film eğer güvenilir kaynaklara
dayanarak, mevzunun kutsallığını korumak, İmam Hüseyin'in (a.s), ashabının ve
ehlibeytinin (hepsine selâm olsun) yüce makam ve mevkisini gözetmek şartıyla
yapılırsa sakıncası yoktur; fakat mevzunun kutsallığını, İmam Hüseyin'in (a.s)
ve ashabının (hepsine selâm olsun) saygınlığını onlara yakışır bir şekilde
korumak oldukça zordur; dolayısıyla bu konuda ihtiyat edilmesi gerekir.
Soru 128: Sinema ve tiyatroda rol icabı erkeğin kadın elbisesi ve kadının
da erkek elbisesi giymesinin hükmü nedir? Ve yine kadının erkek sesini ve
erkeğin de kadın sesini taklit etmesinin hükmü nedir?
Cevap: Fesada yol açmadığı takdirde, rol icabı ve
özel kişilerin özelliklerini anlatabilmek için karşı cinsin elbisesini giymenin
ve sesini taklit etmenin caiz olması, uzak ihtimal değildir.
Soru 129: Erkeklerin de seyrettikleri tiyatro ve gösterilerde kadınların
krem ve makyaj malzemeleri kullanmalarının hükmü nedir?
Cevap: Eğer makyajı mükellefin kendisi veya bir
kadın tarafından ya da mahremlerinden biri tarafından yapılırsa ve herhangi bir
fesada da yol açmazsa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz olmaz. Ancak makyaj
yapılan yüzün mahrem olmayan erkekler karşısında örtülmesi gerekir.
Soru 130: Canlı varlıkların (hayvanların, insanların) ve bitkilerin
resmini çizmenin, portresini yapmanın, be-bek ve heykel yapmanın hükmü nedir?
Bunların alım satımının, muhafazasının
ve fuarda sergilenmesinin hük-mü nedir?
Cevap: Cansız varlıkların resmini çizmenin,
portresini ve heykelini yapmanın sakıncası yoktur. Yine canlı varlıkların
resmini ve portesini kabartmadan çizmenin ve heykelini kamil olmamak kaydıyla
yapmanın sakıncası yoktur. Fakat insanların ve hayvanların heykelini tam olarak
yapmak sakıncalıdır. Ancak resim ve heykellerin alım satımının, muhafazasının
ve fuarda sunul-masının sakıncası yoktur.
Soru 131: Yeni ders metotlarında, öz güven adında bir ders var. Bu dersin
bir bölümü heykeltıraşlıktır. Bazı hocalar, el işleri adı altında öğrencilere
bez parçaları veya başka şeylerle bebek veya köpek, tavşan ve benzerlerinin
heykelini yaptırıyorlar; bu eşyaları yapmanın hük-mü nedir? Hocaların
öğrencilere bu işi yapmayı emretmelerinin hükmü nedir? Acaba bu heykellerin
azalarının tam olarak yapılıp yapılmamasının hükümde bir etkisi var mıdır?
Cevap: Örfen azası tam olan hayvanın heykeli
sa-yılmazsa veya öğrenciler mükellefiyet yaşına girmemişlerse, sakıncası
yoktur.
Soru 132: Çocukların ve gençlerin Kur'ân'daki kıssaları resimle
anlatmalarının hükmü nedir? Örneğin çocuklardan Ashab-ı Fil veya Hz. Musa (a.s)
için denizin yarılması vb. kıssaları resimle anlatmalarını istemenin hükmü
nedir?
Cevap: Bu işin kendiliğinden bir sakıncası
yoktur. Fakat hakikatler ve olaylara uygunluk arz etmeli ve tam olarak
anlatılmalıdır. Gerçekleri olduğundan farklı açıklamaktan veya olayları
anlatırken saygınlığını çiğneyecek şeylerden kaçınılması gerekir.
Soru 133: Özel makinelerle bebek yapmak veya insan ve diğer canlıların
heykelini yapmak caiz midir?
Cevap: Bunların makineyle yapımı insanın doğrudan
eylemine dayanmazsa sakıncası yoktur; aksi durumda sakıncalıdır.
Soru 134: Ziynet eşyalarını heykel şeklinde yapmanın hükmü nedir? Heykelin
yapımında kullanılan maddenin, hükmün haram oluşunda etkisi var mı?
Cevap: Bir kişinin tek başına canlı varlıkların
heykelini tam olarak yapması caiz değildir; bu hususta heykellerin yapıldığı
maddelerin birbirlerinden farkı yoktur. Bu maddelerin ziynet için ya da başka
şeylerde kullanılması arasında bir fark yoktur.
Soru 135: Oyuncak bebeklerin el, ayak ve
baş gibi azalarını yerlerine yerleştirmek haram olan heykel yapımı kapsamına
girer mi? Bu işe heykel yapmak denir mi?
Cevap: Sırf azaları yapmak veya yerlerine
yerleştir-mek, canlı varlıkların heykelini yapmak sayılmaz; dolayısıyla
sakıncasızdır. Ama bu azaları insan veya başka bir canlının şeklini tam olarak
gösterecek biçimde birleştirmek, şer'an haram olan heykeltıraşlık kapsamına
girer.
Soru 136: Bazılarının, uzuvlarına resimler çekerek yaptırdıkları ve
yıkamakla çıkmayan, kalıcı dövmenin hükmü nedir? Acaba bu dövme gusül ve
abdestin sıhhatini engelleyen bir mani sayılır mı?
Cevap: Dövme yaptırmak haram değildir; dövme
sonucu derinin altında kalan izler suyun deriye ulaşmasını engellemez.
Dolayısıyla uzuvlarda dövme olsa da gusül ve abdest sahihtir.
Soru 137: Meşhur ressamlardan olan bir karı-kocanın mesleği sanat eseri
tabloları onarmaktır. Bu tablolardan bir çoğu Hıristiyan topluluğunu
göstermekte, bazısında haç resmi, Hz. Meryem (aleyhe's-selâm) ve Hz. İsa'nın
(aleyhi's-selâm) resimleri var. Çeşitli kurumlar, şirketler ve bazı kişiler
kilise tarafından, eskime veya başka sebeple bir bölümü yok olan bu tabloları
onarmaları için bu ressamlara getiriyorlar; acaba bu karı-kocanın bu tabloları
onarmaları ve bunun karşılığında para almaları caiz midir? Çoğu tabloların bu
türden olduğunu, bu tabloları onarmak bu çiftin tek geçim kaynağı olduğunu ve
bunların İslâm öğretilerine bağlı olduklarını göz önünde bulundurarak hükmü
açıklar mısınız?
Cevap: Sanat eseri olan tabloları onarmanın
bir sakıncası yoktur. Hatta Hıristiyan topluluğunu tavsif etse veya Hz. İsa
(aleyhi's-selâm) ve Hz. Meryem'in (aley-he's-selâm) timsallerini içerse bile
sakıncası yoktur. Ve yine bu iş karşısında ücret almanın, bu işi geçim kaynağı
edinmenin de sakıncası yoktur. Ancak bu iş, batılı ve sapık düşünceleri yaymak
amacıyla olursa veya peşi sıra başka fesatları gerektirirse caiz olmaz.
SİHİRBAZLIK, GÖZ BAĞCILIK, MEDYUMLUK VE CİNCİLİK
Soru 138: Göz bağcılığı [illüzyonizmi] öğrenmek, öğretmek ve seyretmenin
ve el çabukluğuna dayanan oyunlarla uğraşmanın hükmü nedir?
Cevap: Göz bağcılığı öğrenmek ve öğretmek
haram-dır. Ama göz bağcılık [illüzyonizm] türünden olmayan ve el çabukluğuna
dayanan oyunlar sakıncasızdır.
Soru 139: Gayıptan haber veren cifir, remil, nücum vb. ilimleri öğrenmek
caiz midir?
Cevap: Bu ilimlerin günümüzde halk arasındaki
kalıntıları genellikle gaybı bilmek ve gayıptan haber vermek konusunda itminan
ve güvence verecek nitelikte değillerdir. Ancak bir fesadı olmazsa cifir ve
remil ilimlerini doğru bir şekilde öğrenmenin sakıncası yoktur.
Soru 140: Büyücülüğü öğrenmek ve büyü yapmak caiz midir? Ve yine ruhları,
melekleri ve cinleri çağırmanın hükmü nedir?
Cevap: Sihirbazlık ilmi ve bu
ilmi öğrenmek şer'an haramdır. Ancak meşru ve makul amaçla olursa sakıncası
yoktur. Ama ruhları, melekleri ve cinleri çağırmaya gelince hüküm, yerine göre,
araç ve amaçlara göre değişir.
Soru 141: Ruh ve cinleri teshir etmek, emrine almak suretiyle hastaları
tedavi eden kişilere müminlerin müracaat etmelerinin, onların ancak hayır işler
yaptıklarına kesin inandıkları takdirde hükmü nedir?
Cevap: Şer'an helâl olan yollarla yapılması
durumunda bunun özünde bir sakıncası yoktur.
Soru 142: Küçük taşlarla fala bakmak ve bu yolla para kazanmak şer'an caiz
midir?
Cevap: Yalan haber vermek caiz değildir.
Aslında bu tür şeylerin şer'î bir dayanağı yoktur.
Soru 143: Hipnotizma yapmak caiz midir?
Cevap: Makul bir amaçla ve ipnotize olan kimsenin
rızasıyla olursa ve yine haram bir işi de gerektirmezse sakıncası yoktur.
Soru 144: Bazıları tedavi amacıyla değil, sadece insanın ruhsal gücünü
göstermek amacıyla hipnotizmaya başvururlar; acaba bu caiz midir? Ve acaba bu
alanda tecrübeli, ama uzman olmayan kişilerin bu işi yapmaları caiz olur mu?
Cevap: Genel olarak hipnotizmayı öğrenmek ve
ondan yararlanmak, normalde insanlarca makul görülen helâl ve kayda değer bir
amaçla olursa, hipnotizma da yapay uykuya dalacak kişinin rızasıyla ve ona
kayda değer bir zararı olmaması kaydıyla sakıncası yoktur.
Soru 145: Piyango biletlerinin alım satımının ve mükellefin bu yolla
kazandığı ikramiyenin hükmü nedir?
Cevap: Piyango biletlerinin
alım satımı caiz değildir. Bu yolla ikramiye kazanan kişi, kazandığı
ikramiyenin şer'an sahibi olamaz ve onu almaya hakkı yoktur.
Soru 146: "Armağan-ı behzistî" veya "huma-yi rahmet"
adında halk arasında dağıtılan yardım kampanyası biletleri almak, onlar için
para ödemek ve onların çekimlerine katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Halktan bağış toplayarak hayır
işlerde harcamak amacıyla bilet dağıtmanın ve bağışta bulunanları kur'a
çekimiyle teşvik etmenin ve bu işe yönlendirmenin yasak olduğuna dair şer'î bir
delil yoktur ve yine hayır işlere iştirak etmek amacıyla bu biletleri elde
etmek için para ödemenin de bir sakıncası yoktur.
Soru 147: Biri sahip olduğu bir arabayı talih deneme yoluyla çekilişe
sunuyor. Şöyle ki, müsabakaya katılan kişi, belli bir tarihte belli bir fiyat
üzerine çekiliş yapılacak olan bileti satın alıyor. Halktan bir grubun katılması
ve katılma süresinin dolmasıyla çekiliş yapılıyor. Çekilişi kazanan ve adına
ikramiye çıkan kişi oldukça pahalı olan arabayı teslim alıyor. Acaba çekiliş
yoluyla bu şekilde araba satmak şer'an caiz midir?
Cevap: Çekilişe katılıp kur'ada adı çıkan
kişiye arabayı satmak ve alma-satma muamelesi eğer çekilişten sonra
gerçekleşirse sakıncası yoktur. Ancak satıcının, kur'aya katılmak için
kendisine ödemede bulunan kişilerin parasını kullanması, malı batıl yolla yemek
sayılır; dolayısıyla onların paralarını geri vermesi farzdır.
Soru 148: Halkın geneline yönelik hayır işlere yardım toplamak amacıyla
bağış senedi satmak caiz midir? Şöyle ki, bu işin sonunda kur'a çekilecek,
toplanan paralardan bir miktarı hediye olarak kur'ada kazananlara verilecek ve
geri kalan para ise, umuma ait hayır işler için kullanılacaktır.
Cevap: Bu işi "satış" olarak
nitelendirmek yanlıştır. Ancak hayır işler için bağış senetleri yayınlamanın ve
halkı bu işe teşvik etmek için ismi kur'adan çıkanlara hediye vermeyi
vadetmenin sakıncası yoktur. Ancak insanların bu senetleri hayır işlere katkıda
bulunma niyetiyle almaları gerekir.
Soru 149: Piyango (loto) biletleri satın almak caiz midir? Bunun özel bir
şirkete ait olduğu ve kârının %20'sinin kadınlara ait hayır kurumlarına
ödendiği göz önünde bulundurulduğunda hükmü nedir?
Cevap: Piyango biletlerinin şer'an malî bir
değeri yoktur ve bu biletler kumar aletleri hükmündedirler. Dolayısıyla
bunların alım satımı caiz değildir. Bu biletleri alanların kazandıkları
ikramiyeler de helâl değildir.
Soru 150: Banka müşterilerinden bazıları, işlerinin çabuk yapılması ve
kendilerine daha iyi hizmet verilmesi için banka çalışanlarına bahşiş adı
altında bir miktar para veriyorlar. Banka çalışanları eğer onların
beklentilerini yerine getirmeyecek olurlarsa müşterilerin onlara hiçbir şey
vermeyecekleri göz önünde bulundurularak onların verdiği bu malı almanın hükmü
nedir?
Cevap: Memurların müşterilerin işlerini yapmak
için istihdam edildiği ve hizmeti karşılığında maaş aldığı işi yapmak için
müşterilerden bir şey alması caiz değildir. Nitekim müşterilerin de,
isteklerini yerine getirmeleri için memurlara nakit para vb. şeyler vererek
onları tamaha sevk etmeleri caiz değildir; çünkü bu iş fesada yol açacaktır.
Soru 151: Banka müşterilerinden bazıları yaygın adet üzere kendi
istekleriyle memurlara bayramlık hediye vermekteler ve görevlilere bayramlık
hediye vermediği takdirde kendisine iyi bir hizmet verilmeyeceğine
inanmaktalar; bu hususta hüküm nedir?
Cevap: Bu gibi hediyeler, banka hizmetlerinde
müş-teriler arasında ayrıcalığa yol açar ve
sonuçta fesada ve diğerlerinin haklarının zayi olmasına sebep olursa,
müşteriler memurlara böyle hediyeler vermemelidirler ve memurlar da bu
hediyeleri kabul hakkına sahip değiller.
Soru 152: Memurun, her ne kadar yapmış olduğu iş karşılığında herhangi bir
beklentisi yoksa da, teşekkür ve takdir etmek amacıyla kendisine verilen bir
hediyeyi almasının hükmü nedir?
Cevap: İş ortamında ve müracaat edenler
tarafından verilen hediye en tehlikeli şeylerden biridir ve bundan mümkün
olduğu kadar sakınmanız dünya ve ahiretiniz için daha uygundur. Bu hediyeleri
almak, ancak hediye-yi verenin, memurun
kabul etmekten sakınmasına rağ-men ısrar etmesi ve sonunda bir şekilde
hediye etmesi durumunda caizdir; o da işi yaptıktan sonra, ön görüşme ve
beklentisi olmadan olursa.
Soru 153: Müracaat edenlerin kendi rıza ve istekleriyle devlet memurlarına
verdikleri nakit para, yiyecek vb. hediyelerin hükmü nedir? Veren kişinin bir
iş beklentisi olsun veya olmasın rüşvet olarak memurlara verdiği malların hükmü
nedir? Memur rüşvete tamah ederek kanuna aykırı bir iş yaparsa hükmü nedir?
Cevap: Saygıdeğer memurlar, müracaat eden herkese
kanunlara ve bulundukları dairenin kurallarına uygun olarak hizmet vermek
zorundadırlar ve hangi adla olursa olsun müracaat edenlerden herhangi bir
şekilde hediye kabul etmeleri caiz değildir. Çünkü bu iş, kendilerine karşı
kötü zanda bulunulmasına ve fesada sebep olur ve tamahkâr insanları kanunları
çiğnemeye ve diğerlerinin haklarını zayi etmeye teşvik ve tahrik eder. Rüşvete
gelince; rüşvetin hem alana ve hem verene haram olduğu açıktır. Rüşvet alan
kişinin aldığı şeyi sahibine iade etmesi farzdır ve rüşvet aldığı şeyi asla
kullanamaz.
Soru 154: Bazı çalışanların bazen müracaat edenlerden işlerini yapmak için
rüşvet istedikleri görülmektedir; bu durumda onlara rüşvet vermek caiz olur mu?
Cevap: Devlet dairelerine müracaat eden hiç
kimsenin, müracaat edenlere hizmet vermekle yükümlü olan devlet çalışanlarına
işi için kanunsuz bir para veya hizmet vermeleri caiz değildir. Nitekim
vazifeleri halkın işlerini yapmak olan devlet çalışanlarına da müracaat
edenlerin işlerini yapmalarına karşılık gayri kanunî herhangi bir şey
istemeleri ve almaları caiz değildir. Onların bu yolla elde ettikleri malı
kullanmaları da caiz olmaz. O malı sahibine iade etmeleri gerekir.
Soru 155: İnsan kendi hakkını alabilmesi için rüşvet verebilir mi? Bu
hareketin bazen başkaları için sıkıntı doğuracağı dikkate alınırsa -örneğin hak
sahibinin başkalarından öne geçirilmesi gibi- hükmü nedir?
Cevap: Başkalarını rahatsız etmese, onlar için
sıkıntı doğurmasa bile rüşvet vermek ve almak caiz değildir. Hele bir de haksız
yere başkalarını rahatsız ederse durum açıktır.
Soru 156: İnsan yasal bir işini yaptırmak için devlet dairelerinin birinde
görevli memurlara kanunî ve şer'î işini yapmada kolaylık göstermeleri amacıyla
bir miktar para verme zorunda kalırsa -çünkü bu meblağı vermediği takdirde o
görevlilerin işini yapmayacaklarına inanıyor- acaba buna rüşvet denilir mi?
Acaba bu iş haram sayılır mı? Yoksa idarî işinin yapılması için kendisini para
vermek zorunda bırakan zorunluluğun, rüşvet olgusunu ortadan kaldırdığı,
dolayısıyla bu fiilin haram olmadığı söylenebilir mi?
Cevap: Halka hizmet sunmakla görevli olan
dairedeki memurlara, müracaat edenler tarafından işlerinin yapılması için
verilen -ve kesinlikle idarî fesat çıkmasına sebep olan- para veya her türlü
mal, şer'î açıdan haram sayılır ve zorunluluk bahanesi ona bu fiili işleme izni
vermez.
Soru 157: Kaçakçılar, kanuna aykırı işlerine göz yum-maları için bazı
görevlilere bir miktar para veriyorlar ve isteklerini reddetmeleri durumunda
görevlileri ölümle tehdit ediliyorlar; bu durumda görevliler nasıl davranmakla
yükümlüdürler?
Cevap: Kaçakçıların kanuna
aykırı işlerine göz yum-mak karşılığında para almak caiz değildir.
Soru 158: Maliye müdürü, vergi muhasebe memurundan bir şirket için
belirlenmiş vergi miktarını azaltmasını istiyor. Bu gibi durumlarda bu memurun,
müdürün emirlerine itaat etmesi farz mıdır? Bunu kabul etmediği takdirde
bazı sorunlarla ve zor durumlarla karşılaşacağını bildiğini göz önünde
bulundurarak hükmü açıklar mısınız ve acaba memurun bu emre uyması karşısında
bir miktar para alması caiz midir?
Cevap: Bu gibi işlerde kanunun belirlediği kural
ve kaidelere göre davranmak gerekir, buna aykırı davranmak caiz değildir. Bu
ister bir para karşılığında yapılsın, ister bedava, fark etmez.
Soru 159: Bazı satıcılar sattıkları malın, kesinleşen fiyatına ekleme
yapmaksızın sırf irtibat kurmak ve ilişkiyi devam ettirmek maksadıyla resmî
daire ve şirketlerin satın alma görevlilerine birtakım mallar veriyorlar.
Verilen malların satıcı ve satın alma görevlileri açısından hükmü nedir?
Cevap: Satıcının böyle bir malı satın alma
memuruna vermesi ve satın alma memurunun da bunu alması caiz değildir. Satın
alma memurunun, aldığı bütün malları, görevlisi olduğu şirket veya dairelere
teslim etmesi gerekir.
Soru 160: Resmî veya özel şirketlerde, vazifesi, çalıştığı daire ve
şirketin ihtiyaçlarını alış veriş merkezlerinden temin etmek olan memur veya
işçi, satıcıya, satıştan elde edilen kârdan yüzdelik bir oranı kendisine
ver-mesini şart koşabilir mi? Onun böyle bir kârı alması caiz midir? Kendinden
üst sorumlu böyle bir şarta izin verirse hüküm nedir?
Cevap: Satın alma memurunun böyle bir şart
koşması sahih değildir; o kendisi için şart koştuğu kârı alamaz. Üst sorumlu da
böyle bir şarta izin veremez; onun bu konuda verdiği izin ve müsaade
geçersizdir.
Soru 161: Daire veya şirketin ihtiyaçlarını satın alma sorumlusu olan
bir kişi, pazarda belli bir fiyatı olan bir şeyi, satıcıdan malî bir yardım
almak hırsıyla daha yüksek fiyata satın alırsa bu alış veriş sahih midir? Ve
acaba bu adamın satıcıdan bundan dolayı malî bir yardım alması caiz midir?
Cevap: Eşyayı pazardaki normal fiyattan fazlasına
satın alırsa veya eşyayı pazardan daha aşağı fiyata satın alması ve temin
etmesi mümkün olmasına rağmen pahalıya satın alırsa, yüksek fiyata yaptığı alış
veriş akd-i fuzulî (yetkisiz alış veriş) olup o hususta kanunî yetkilinin
iznine bağlıdır ve satın alma memuru hiçbir durumda alış veriş sebebiyle
satıcıdan kendisi için hiçbir şey alma hakkına sahip değildir.
Soru 162: İşi, resmî bir daire veya özel bir şirketin ihtiyaçlarını satın
alarak temin etmek olan bir kişi, çeşitli alış veriş merkezleri olmasına rağmen
bir tanışına giderek, eşyaları ondan almasına karşılık kârdan belli bir yüzde
almayı şart koşarsa:
a) Böyle bir şartın şer'an hükmü nedir?
b) Bu hususta teşkilatın üst sorumlusu veya müdürünün izni olursa
şer'î hüküm nedir?
c) İlgili daireye, satıcı tarafından malın pazardaki normal fiyatından
fazlası önerilir ve anlaşma imzalanırsa hükmü nedir?
d) Bazı satıcıların, faturada kaydedilen fiyatın dışında memura verdikleri
payın satıcıya ve memura oranla hükmü nedir?
e) Satın alma memuru dairedeki görevine ilâveten herhangi bir şirketin
pazarlayıcısı da olursa ve daire için gerekli olan malları satın alırken o
şirket için pazarlama yaparsa, acaba o şirketin kârından kendisi için
belli bir yüzde alabilir mi?
f) Yukarıdaki yollarla bir miktar kâr elde etmiş olan birisinin bu kâr konusunda şer'î
yükümlülüğü nedir?
Cevap: a) Bunun şer'î bir yanı yoktur ve
batıldır.
b) Teşkilatın üst müdürü veya sorumlusunun
bu husustaki izninin şer'î ve kanunî bir yönü olmadığı için itibarsızdır, geçerli değildir.
c) Eğer pazardaki normal fiyattan yüksek
olursa veya pazardan daha düşük fiyata temin etmesi mümkün olursa, bu durumda
yapılan anlaşma geçersizdir.
d) Caiz değildir, memurun bununla ilgili
aldığı her şeyi, alış veriş görevlisi olduğu daireye vermesi gerekir.
e) Hiçbir yüzdelik alma hakkı yoktur ve
aldığı her şeyi ilgili daireye vermesi gerekir ve yaptığı anlaşma, eğer
dairenin çıkarlarına aykırı olursa temelden batıldır.
f) Aldığı meşru olmayan malları, alış
veriş görevlisi olduğu daireye vermesi gerekir.
Soru 163: a) Sağlığı yerinde
olan bir kadının, döllenmeyi engelleyen araç ve gereçlerden yararlanarak geçici
olarak hamile olmaktan korunması caiz midir?
b) Döllenmeyi engelleyen bir araç olarak bilinen, ancak şimdiye kadar
hamileliği nasıl önlediği anlaşılmayan bir aracın kullanılmasının hükmü nedir?
c) Hamileliğin tehlikesinden korkan bir kadının daimî olarak hamileliği
engellemesi caiz midir?
d) Genetik psikolojik ve bedensel hastalık veya sakat bebekler doğurmaya
müsait olan kadınların daimî olarak hamileliklerini önlemeleri caiz midir?
Cevap: a) Kocasının rızasıyla olursa sakıncası yoktur.
b) Nütfenin rahme yerleşmesinden
sonra düşmesine sebep olur veya avret yerine haram bir bakışı ve dokun-mayı
gerektirirse caiz değildir.
c) Varsayılan durumda hamileliği
engellemenin sakıncası yoktur; hatta hamilelik annenin hayatını tehlikeye
sokarsa kendi isteğiyle dahi hamile olması caiz değildir.
d) İnsanlarca makul görülen bir
amaçla ve kocasının izniyle olur ve kayda değer bir zararı da olmazsa sakıncası
yoktur.
Soru 164: Nüfus artışını önlemek için erkeklerin sperm kanalını
bağlamalarının hükmü nedir?
Cevap: Makul bir amaçla olur ve kayda değer bir
zararı da olmazsa, bunun haddizatında sakıncası yoktur.
Soru 165: Hamile olması kendisi için zararlı olmayan sağlıklı bir kadının
spermi dışarı akıtarak veya diyaf-ragam aleti veya ilaç kullanarak ya da döl
yatağı kanalını bağlayarak hamileliği önlemesi caiz midir? Kocasının, spermi
dışarı akıtmak dışında bu yollardan birini seçmesi için kadını zorlaması caiz
midir?
Cevap: Eşlerin rızasıyla meniyi dışarı akıtarak
hamileliği önlemenin esasen bir sakıncası yoktur. Ve yine makul bir amaçla
olur, kayda değer bir zarar söz konusu olamaz, kocasının izniyle olur ve avret
yerine haram olan dokunma ve bakışı da gerektirmezse başka yöntemlere başvurmak
da sakıncasızdır. Fakat kocası kadını buna zorlayamaz.
Soru 166: Yumurta
kanalını bağlatmak isteyen ha-mile kadının, ameliyat esnasında bu amacının da
gerçekleşmesi için doğumunu sezaryenle yapması caiz midir?
Cevap: Yumurta veya döl yatağı kanalını
bağlatmanın hükmü önceki hükümlerde geçti. Ama sezaryen ameliyatına gelince,
bunun caiz olması buna ihtiyaç duyulmasına veya hamile kadının talep etmesine
bağlıdır. Her durumda, sezaryen ameliyatı ve yumurta kanalını bağlatma
esnasında yabancı erkeğin kadına bakması ve dokunması, zaruret durumu müstesna,
haramdır.
Soru 167: Kadının, kocasının izni olmadan hamileliği önleyecek şeyleri
kullanması caiz midir?
Cevap: Sakıncalıdır.
Soru 168: Dört çocuk sahibi bir erkek, sperm kanalını bağlamaya teşebbüs
etmiştir. Eşi kocasının bu işine razı olmazsa erkek günahkâr sayılır mı?
Cevap: Bu iş karısının rızasına bağlı değildir;
erkeğin üzerine hiçbir şey lâzım gelmez.
Soru 169: İktisadî sorunlar yüzünden ana rahmindeki çocuğu düşürmek
caiz midir?
Cevap: Sırf iktisadî sorunlar ve sıkıntılar
nedeniyle çocuk düşürmek caiz değildir.
Soru 170:
Hamileliğin ilk aylarında doktor, kadını mu-ayene ettikten sonra hamileliği
devam edecek olursa annenin hayatının tehlikeye girebileceğini ve bebeğin
dünyaya sakat geleceğini söylüyor ve bu nedenle bebeği düşürmesini öneriyor;
acaba bu caiz midir? Ve acaba ruh bedene girmeden önce bebeği düşürmek caiz
midir?
Cevap: Bebeğin sakat dünyaya gelmesi ihtimali,
ruh bedene girmeden önce olsa bile bebeği düşürmek için şer'î bir ruhsat teşkil
etmez. Ama hamileliğin devam et-mesi durumunda annenin hayatının tehlikeye
girmesinden korkulur ve eğer bu korku da güvenilir bir uzman doktorun sözüne
dayanırsa, ruh bedene girmeden önce bebeği düşürmenin sakıncası yoktur.
Soru 171: Uzman doktorlar yeni metotlardan ve gelişmiş cihazlardan
yararlanarak hamilelik esnasında bebeğin birçok kusurlarını teşhis
edebiliyorlar. Kusurlu bebeklerin dünyaya geldikten sonra karşılaştıkları
zorlukları göz önünde bulundurarak, güvenilir uzman doktorun kusurlu olarak
dünyaya geleceğini bildirdiği bebeği düşürmek caiz midir?
Cevap: Bebeğin sırf kusurlu olarak dünyaya
geleceği ve hayatında karşılaşacağı zorluklar nedeniyle bebeği düşürmek hangi
aşamada olursa olsun, caiz değildir.
Soru 172: Rahme yerleşen, alaka [kan pıhtısı] aşamasına ulaşmayan -alaka
olması yaklaşık kırk gün sürer- nütfeyi düşürmek caiz midir? Esasen aşağıdaki
merhalelerin hangisinde bebeği düşürmek haramdır?
a) Nütfe rahme yerleştikten sonra
b) Alaka [embriyo] merhalesinde
c) Mudğa [bir çiğnem et] merhalesinde
d) Kemik merhalesinde (ruh girmeden önce)
Cevap: Rahme yerleştikten sonra nütfeyi ve
sonraki aşamalarının hiçbirinde cenini düşürmek caiz değildir.
Soru 173: Kan
hastalıklarına tutulmuş eşlerden bazıları kusurlu genler taşımaktadırlar ve
dolayısıyla bu genleri çocuklarına aktarmaktadırlar. Bu çocukların ağır
hastalıklara tutulmaları ihtimali çok yüksektir ve böyle çocuklar doğdukları
andan ölünceye kadar daima meşakkatli, zor bir hayat sürerler. Örneğin,
hemofili hastalarının sürekli en küçük bir darbeyle şiddetli kanama sonucu
ölmeleri veya felç olmaları ihtimali var. Şimdi hamileliğin ilk haftalarında bu
hastalığı teşhis etmek mümkünken, acaba böyle durumlarda cenini düşürmek caiz
midir?
Cevap: Eğer ceninin hastalığına dair bırakılan
teşhis kesin ise ve böyle bir bebeğe sahip olmak ve bakımını üstlenmek
katlanılmayacak derecede sıkıntı ve zorlukları gerektirirse, bu durumda bedene
ruh verilmeden önce bebeği düşürmek caizdir; fakat ihtiyat gereği diyeti
verilmelidir.
Soru 174: Bebeği düşürmenin özü itibariyle hükmü nedir? Hamileliği
sürdürmek annenin hayatını tehlikeye sokarsa hüküm nedir?
Cevap: Cenini düşürmek şer'an
haramdır ve hamileliği sürdürmesi annenin hayatını tehlikeye düşürmesi müstesna,
hiçbir durumda bebeği düşürmek caiz değildir. Sadece bu durumda ruhun bedene
girmesinden önce cenini düşürmek caizdir. Fakat ruh bedene girdikten sonra annenin hayatı
tehlikeye girse bile bebeği düşürmek caiz değildir. Ancak düşürmediği
durumda hem
annenin ve hem de bebeğin ikisinin de hayatı tehlikeye girer de hiçbir şekilde
bebeğin hayatını kurtarmak mümkün olmazsa ve cenini düşürdüğü takdirde annenin
hayatını kurtarmak mümkün olacaksa, bu durumda ruh bedene girse bile bebeği
düşürmek caiz olur.
Soru 175: Zinadan meydana gelen yedi aylık bebeğini, babasının isteği
üzerine düşüren kadının diyet vermesi farz mıdır? Eğer farzsa annesine mi,
yoksa babasına mı farzdır? Ve bu durumda sizce diyetin miktarı ne kadardır?
Cevap: Zinadan olsa bile kadının bebeği düşürmesi
haramdır. Babasının çocuğu düşürmesini istemesi, bebeği düşürmesi için geçerli
bir gerekçe teşkil etmez. Be-beği kadının kendisi düşürmüşse veya düşmesine
yardımcı olmuşsa diyet annesinin üzerine farzdır. Sorudaki durumda diyetin
miktarı tereddütlüdür. İhtiyat gereği musalaha etmek (anlaşmak) gerekir. Bu
durumda diyet, mirasçısı olmayan miras hükmündedir.
Soru 176: Kasıtlı olarak düşürülen iki buçuk aylık ceninin diyeti ne
kadardır? Ve bu diyeti kimin vermesi gerekir?
Cevap: Alaka [kan pıhtısı hâlinde] olursa diyeti
kırk dinardır. Mudğa [bir çiğnem et] olursa diyeti altmış dinardır. Daha et
bağlamamış kemik olursa diyeti seksen dinardır.[5] Diyet
miras basamakları gözetilerek bebeğin mirasçısına verilir. Fakat onun
düşürülmesinde doğrudan rolü olan mirasçı ondan pay alamaz.
Soru 177: Hamile kadın diş etlerini ve dişlerini tedavi ettirmek zorunda
kalır ve uzman doktorun teşhisine göre ameliyata gerek duyulursa, uyuşturucu
iğne ve film ışınları sebebiyle rahimdeki bebeğin sakat kalacağı göz önünde
bulundurularak bebeğin düşürülmesi caiz olur mu?
Cevap: Mezkur sebep cenini düşürmek için ruhsat
olamaz.
Soru 178: Rahimdeki cenin kesin olarak ölmek üzere olursa ve o durumda
rahimde kalması annesinin de hayatını tehlikeye düşürürse, bu durumda cenini
düşürmek caiz olur mu? Ve eğer kadının kocası böyle bir bebeği düşürmeyi caiz
bilmeyen bir müçtehidi taklit ediyorsa, kadın ve akrabaları ise bu hâlde bebeği
düşürmeyi caiz bilen müçtehidi taklit ediyorlarsa, bu durumda erkeğin yapması
gereken nedir?
Cevap: Sorudaki durumda, bebeğin tek başına
ölümüyle bebek ve annesinin birlikte ölümü söz konusu olduğuna ve bu ikisi
arasında bir seçim yapılması gerektiğine göre, bebeği düşürerek hiç olmazsa
annesinin hayatını kurtarmaktan başka çare yoktur. Bu takdirde kocası, eşinin
bebeği düşürmesini engelleyemez. Fakat imkân dahilinde öyle hareket etmek
gerekir ki bebeğin ölümünden hiç kimse sorumlu olmasın.
Soru 179: Müslüman olmayan bir erkekle hüküm veya mevzuu bilmeyerek
yapılan cinsel ilişki (vaty-i şüphe) veya zina sonucu meydana gelen bebeği
düşürmek caiz midir?
Cevap: Caiz değildir.
Soru 180: a) Şer'î eşlerden alınan sperm ve yumurtacıkla gerçekleştirilen
yapay döllenme caiz midir?
b) Eğer buna cevaz varsa acaba bu uygulamanın doktorlar tarafından
yapılması caiz midir? Bu yöntemle dünyaya gelen bebek sperm ve yumurtacığın
sahibi olan şer'î eşlere mi aittir?
c) Bu operasyonun temelden caiz olmaması durumunda, acaba evlilik hayatının
sürmesi eğer bu uygula-maya bağlı olursa bu özel durum, caiz olmama hükmünden
müstesna tutulabilir mi?
Cevap: a) Bu işin kendi başına bir sakıncası yoktur. Fakat dokunmak ve bakmak gibi
şer'an haram olan ön hazırlıklardan kaçınmak farzdır.
b) Bu yöntemle dünyaya gelen bebek
sperm ve yumurtacığın sahibi olan eşlere aittir.
c) Bu yöntemin temelden caiz olduğu
yukarıda beyan edildi.
Soru 181: Kadının, döllenmek için gerekli olan yumurtacıktan yoksun olmasından
dolayı eşler bazen birbirlerinden ayrılmak zorunda kalıyorlar veya bu
hastalığın tedavisi imkânsız olduğundan ve çocuk sahibi olamamaları nedeniyle
ailevi veya ruhsal sorunlarla karşılaşıyorlar. Bu durum dikkate alındığında acaba
bilimsel yollarla erkeğin spermiyle yabancı bir kadının yumurtacığından
yararlanarak rahim dışında yapay dölleme uygulanması ve döllenmiş nütfenin daha
sonra erkeğin eşinin rahmine aktarılması caiz midir?
Cevap: Bu işin kendisi her ne
kadar sakıncasızsa da, ancak bu yolla dünyaya gelen bebek sperm ve yumurtacığın
sahiplerine aittir ve bu bebeği, onu rahminde taşıyan kadının öz çocuğu kabul
etmek zordur. Dolayısıyla soyla ilgili şer'î hükümlerde ihtiyatın gözetilmesi
gerekir.
Soru 182: Erkekten sperm alınıp öldükten sonra yapay dölleme yöntemiyle
eşinin yumurtacığıyla çiftleştirilerek yine eşinin rahmine aktarılması, şer'an
caiz midir? Acaba bu yolla dünyaya gelen bebek sperm sahibi erkeğin çocuğu
mudur ve şer'an ona mı ilhak olur? Ve acaba bu bebek sperm sahibinden miras alabilir
mi?
Cevap: Bu işin kendisinin sakıncası yoktur. Bu
yolla dünyaya gelen çocuk yumurtacık ve rahim sahibine ilhak olur ve sperm
sahibine ilhak olması da uzak bir ihtimal değildir. Fakat sperm sahibinden
miras alamaz.
Soru 183: Yabancı bir erkeğin spermini, çocuğu olmayan bir erkeğin eşinin
rahmine yerleştirmek yoluyla hamile olmasını sağlamak caiz midir?
Cevap: Yabancı bir erkeğin spermiyle yapay
yöntemle kadının döllenmesinin şer'an sakıncası yoktur. Fakat bu işi yaparken
ön hazırlıklar sırasında şer'an haram olan bakmak ve dokunmak gibi haramlardan
kaçınmak gerekir. Her halükarda, bu yöntemle dünyaya gelen bebek o kadının
kocasına ilhak olmaz; bu bebek spermin sahibine ve yumurtacıkla rahim sahibi
olan kadına ilhak olur.
Soru 184: a) Kocası olan bir kadın yaise olması (menopoza girmesi) veya
başka sebeplerden dolayı yumurtacık üretmiyorsa, acaba kocasının ikinci eşinden
alınan yumurtacık ile kocasının sperminin çiftleştirilmesinden sonra onun
rahmine aktarılması caiz midir? Bu hususta, o kadının veya kocasının ikinci
eşinin daimî veya geçici nikâhla evlenmiş olması arasında bir fark var mıdır?
b) Çocuğun annesi bu kadınlardan hangisi olacak? Yumurtacık sahibi mi,
yoksa bebeği rahminde taşıyan kadın mı?
c) Bebeği rahminde taşıyacak olan kadının yumurtacığının zayıf olması
nedeniyle, kocasının spermiyle çiftleştiğinde, bebeğin kusurlu olarak dünyaya
gelmesinden endişelenildiğinden, ikinci eşinin yumurtacığına ihtiyaç duyulursa,
yine bu iş caiz olur mu?
Cevap: a) Şer'an bu işin kendisi
sakıncasızdır. Bu alanda kadınların o erkekle daimî veya geçici ya da birinin
daimî ve diğerinin geçici nikâhla evlenmiş olmaları arasında hiçbir fark
yoktur.
b) Bu yolla dünyaya gelen çocuk sperm
ve yumurtacık sahiplerine ilhak olur ve bebeği rahminde taşıyan kadına ilhakı zordur.
Bu durumda o kadına karşı soydan kaynaklanan hüküm ve sonuçlar hususunda
ihtiyatı gözetmek gerekir.
c) Bu iş özü itibariyle caizdir.
Soru 185: Aşağıdaki durumlarda kadının, ölen kocasının spermiyle yapay
dölleme yöntemiyle döllenişi caiz midir?
a) Kocasının ölümünden sonra ve kadının iddeti bit-meden önce.
b) Kocasının ölümünden sonra, kadının iddeti bittikten sonra.
c) Birinci kocasının ölümünden sonra başka bir erkekle evlenirse, birinci
kocasının spermiyle döllenişi caiz midir? Ve acaba ikinci kocasının ölümünden
sonra birinci kocasının spermiyle döllenişi caiz midir?
Cevap: Bu uygulamanın özü itibariyle bir
sakıncası yoktur. Bu uygulamanın iddet bitmeden önce veya iddet bittikten sonra
olması arasında ve yine kadının evlenmiş olması veya evlenmiş olmaması arasında
hiçbir fark yoktur. Evlendiği durumda da yine birinci kocasının spermiyle
döllenişinin, ikinci kocasının ölümünden sonra veya hayatı sırasında
gerçekleşmesi arasında hiçbir fark yoktur; fakat ikinci kocası yaşıyor ise bu
uygulama onun izin ve müsaadesiyle yapılmalıdır.
Soru 186: Günümüzde rahim dışında döllendirilmiş yumurtacıkları özel
cihazlarda canlı olarak saklayıp ihtiyaç duyulduğunda onu yumurtacık sahibinin
rahmine yerleştirmek mümkündür; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Bu uygulamanın özü itibariyle hiçbir
sakıncası yoktur.
Soru 187: Bazı kişiler görünüşte her ne kadar erkek olsalar da ruhen
kadınlara has özelliklere sahiptirler ve tam olarak kadınlara özgü cinsel
eğilimleri taşımaktadırlar. Bu kişilerin cinsiyetlerini değiştirmedikleri
takdirde fesada bulaşacakları dikkate alındığında, acaba bu kişilerin ameliyat
yaptırarak tedavi olmaları caiz midir?
Cevap: Onların gerçek cinsiyetini keşfetmek ve
ortaya çıkarmak için böyle bir ameliyatın sakıncası yoktur. Ancak bu uygulama
haram bir fiili gerektirmemeli ve fesada yol açmamalıdır.
Soru 188: Hünsayı (er dişiyi) kadın veya erkeğe ilhak etmek için cerrahî
ameliyat yapmanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun özü itibariyle hiçbir sakıncası
yoktur; fakat haram olan mukaddimelerden sakınmak farzdır.
Soru 189: Yeni keşifler yapmak amacıyla kalp ve atardamar hastalıklarını
incelemek ve bu alanda ders ver-mek için ölen kişilerin kalplerini ve
atardamarlarını elde edip muayene etmemiz ve araştırmamız gerekiyor. Bir gün
veya daha fazla bir zaman onların üzerinde araştır-ma yapıldıktan sonra
gömüldükleri dikkate alınırsa şu sorular gündeme gelmektedir:
a) Müslümana ait ceset üzerinde bu tür incelemeler yapılabilir mi?
b) Cesetten alınan kalp ve damarlar cesetten ayrı bir yere defnedilebilir
mi?
c) Kalp ve damarları ayrıca gömmenin zor olduğu göz önünde bulundurularak
bunlar başka bir cesetle defnedilebilir mi?
Cevap: Saygın bir canı kurtarmak veya toplumun
ihtiyaç duyduğu yeni bir tıp bilimini keşfetmek ya da insanların hayatını
tehdit eden bir hastalık hakkında bilgi edinmek anatomik inceleme veya otopsi
yapmayı gerektiriyorsa, insan cesedi üzerinde inceleme yapılmasının sakıncası
yoktur. Fakat imkân dahilinde bu iş için Müslüman ölünün cesedinden istifade
edilmemesi gerekir. Müslüman cenazenin cesedinden ayrılan organların sıkıntı
doğurmadığı ve başka bir mahzuru da olmadığı takdirde ait olduğu cesetle
birlikte defnedilmesi farzdır. Aksi durumda tek başına veya başka bir ölünün
cesediyle birlikte defnedilmesi caizdir.
Soru 190: Ölüm sebebinden örneğin zehirle mi, boğularak mı, yoksa başka
şekilde mi öldüğünden şüphe edilirse, ölüm sebebini araştırmak için otopsi
yapılabilir mi?
Cevap: Gerçeğin açığa çıkması buna bağlı ise,
sakıncası yoktur.
Soru 191: Histolojide [doku biliminde], bilgi edinmek için hayatının
çeşitli aşamalarında düşmüş cenini otopsi etmenin hükmü nedir? Tıp fakültesinde
anatominin zorunlu bir ders olduğu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar
mısınız?
Cevap: Saygın bir canı kurtarmak veya toplumun
ihtiyaç duyduğu yeni tıbbî bilgiler edinmek ya da insan hayatını tehdit eden
bir hastalık hakkında bilgi edinmek, düşük cenini otopsi etmeyi gerektiriyorsa,
düşük cenin üzerindeki anatomik inceleme caizdir. Fakat mümkün olduğu kadar bu
iş için Müslümanlara ait olan veya Müslüman olduğuna hükmedilen düşük ceninden
yararlanılmamalıdır.
Soru 192: Müslüman bir ölüyü defnetmeden önce otopsi yaparak vücudundaki
platini pahalı ve az bulunur olmasından dolayı çıkarmak caiz midir?
Cevap: Sorudaki durumda, eğer ölüye saygısızlık
sayılmazsa platini çıkarmanın sakıncası yoktur.
Soru 193: Tıp fakültesinde öğretimde yararlanmak amacıyla ölülere ait
kemikleri elde etmek için Müslüman olsun veya olmasın, ölülerin mezarını açmak
caiz midir?
Cevap: Bu iş için Müslümanların mezarını açmak
caiz değildir; ancak acil bir tıbbî ihtiyacı gidermek ve Müslüman olmayan bir
ölünün kemiklerini elde etmenin mümkün olmadığı durumlar müstesna.
Soru 194: Saçlarının yanmış olması nedeniyle insanların arasına çıkmaktan
rahatsız olan ve sıkıntı çeken bir kimsenin başına saç ektirmesi caiz midir?
Cevap: Bu uygulamanın özü itibariyle bir
sakıncası yoktur. Ancak eti helâl olan hayvanın kılından veya insan saçından
olması gerekir.
Soru 195: Birisi bir hastalığa tutulur ve doktorlar onu tedavi etmeye dair
umutlarını yitirerek yakında öleceğini açıklarlarsa, acaba ölmeden önce onun
kalp ve böbrek gibi hayatî organlarının alınıp başka birisinin bedenine
nakledilmesi caiz midir?
Cevap: Organların alınması kişinin ölmesine sebep
olacaksa bu katletme hükmündedir; aksi takdirde kendi izniyle olması kaydıyla
sakıncası yoktur.
Soru 196: Ölen bir kişinin cesedinden atardamarı ve diğer damarlarını
alarak hasta birisinin bedenine nakletmek caiz midir?
Cevap: Ölen kişi hayattayken buna izin vermişse
veya ölümünden sonra velilerinin müsaadesiyle olursa ya da saygın bir canı
kurtarmak bu organ nakline bağlı ise sakıncası yoktur.
Soru 197: Genelde velilerinden izinsiz olarak cenazeden alınan ve başka
bir insanın bedenine aktarılan göz korneası için diyet vermek farz mıdır? Eğer
diyet farz ise bu durumda göz ve korneanın her birinin diyeti ne kadardır?
Cevap: Müslüman ölünün
bedeninden korneanın alınması haramdır ve diyeti gerektirir; bunun diyeti elli
dinardır. Fakat ölmeden önce bu iş için rızası ve müsaadesi alınmışsa sakıncası
yoktur ve diyeti de gerektirmez.
Soru 198: Savaşta hayalarından yaralanan ve bu nedenle er bezi alınan ve
kısır olan bir kişinin, cinsel gücünü ve erkekliğini koruyabilmesi için hormon
ilaçları kullanması caiz midir? Cinselliği güçlendirmekle birlikte çocuk yapmak
gücüne ulaşmanın tek çaresi başka birinden haya alınarak ona intikal ettirmek
olursa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Bedenine haya nakletmek mümkün olur da
hayayı ekledikten sonra bedeninin canlı bir parçası hâline gelirse, necaset ve
taharet bakımından ve yine cinsiyeti güçlendirmek ve şer'an çocuğun ona ilhak
olması bakımından hiçbir sakınca yoktur. Nitekim cinsel gücü ve erkekliği
korumak için hormon ilaçları kullanmak da sakıncasızdır.
Soru 199: Hastanın hayatını kurtarmada böbrek naklinin önemine binaen
doktorlar, kendi istekleriyle böbreklerini hediye etmek veya satmak isteyenler
için bir böbrek bankası kurmak istiyorlar; bu durumda, insanın böbreğini veya
bedeninin herhangi bir organını kendi isteğiyle hediye etmesi veya satması caiz
midir? Zaruret durumunda bunun hükmü nedir?
Cevap: Mükellefin hayattayken böbreğini veya
bedeninin herhangi bir organını hastaların yararlanması için hediye etmesi veya
satması, kendisine kayda değer bir zararı yoksa sakıncasızdır; hatta bazen
saygın bir canı kurtarmak buna bağlı olur da kişi için hiçbir zorluğu veya
zararı da yoksa bu iş farz olur.
Soru 200: Bazı kişiler, beyinlerinin uğramış olduğu tedavisi mümkün
olmayan travmalar sonucu büsbütün beyinsel faaliyetlerini kaybederek tam bir
komaya girerler. Teneffüs edemez, fiziksel etki ve ışığa karşı refleks gücünü
yitirirler. Bu gibi durumlarda normale dönme ihtimali yoktur. Sadece otomatik
kalp atışları kalır ki bu da sunî teneffüs cihazı yardımıyla gerçekleştirilir.
Hastanın bu durumu birkaç saat veya en fazla birkaç gün devam eder. Tıp
biliminde her türlü iradî hareketi, duyu ve şuuru yok olan bu duruma bitkisel
hayat denir. Öte yanda hayatları, bitkisel hayat aşamasında yaşayan insanlardan
alınacak organlara bağlı olan birtakım hastalar var. Bu durumda, öteki
hastaların hayatını kurtarmak için bitkisel hayatta yaşayan hastanın
organlarından yararlanmak caiz midir?
Cevap: Başkalarının
hastalığını tedavi etmek için soruda açıklanan özelliklere sahip olan bedenin
organlarından yararlanmak, onun ölümünün çabuklaşmasına veya hayatını tamamen
kaybetmesine sebep olacaksa caiz değildir. Aksi durumda bu uygulama onun daha
önce vermiş olduğu izinle olursa veya saygın bir canın kurtuluşu, ihtiyaç
duyulan organa bağlı olursa sakıncası yoktur.
Soru 201: Ölümümden sonra bedenimden yararlanılması için organlarımı
hediye etmek istiyorum. Bu isteğimi sorumlulara bildirdim. Onlar da bu
isteğimi vasiyetnamemde kaydetmemi ve mirasçılarıma da bildirmemi söylediler.
Acaba böyle bir hakka sahip miyim?
Cevap: Başka birisinin hayatını kurtarmak veya
hastalığını tedavi etmek için ölünün organlarından yararlanılmasının sakıncası
yoktur. Bunu vasiyet etmeye de bir engel yoktur. Ancak birini küçük düşürecek
şekilde dudağını, burnunu, kulağını vb. kesmek veya kesilmesi örfen cenazenin
saygınlığının çiğnenmesi sayılan organlar müstesna tutulmalıdır.
Soru 202: Estetik ameliyatı yaptırmanın hükmü nedir?
Cevap: Bu fiilin özü itibariyle bir sakıncası
yoktur.
Soru 203: Bedenin organlarını ihtiyacı olanlara satmak caiz midir?
Cevap: Kayda değer bir zararı olmazsa sakıncası
yoktur; özellikle saygın bir canı kurtarmak buna bağlı olursa.
Soru 204: Askerî bir kurum tarafından insanların avretlerinin muayene
edilmesinin hükmü nedir?
Cevap: Kanunu gözetme veya tedavi gibi bir
zaruretin gerektirmesi dışında başkalarının avretini açmak, ona bakmak ve
insanı başkalarının karşısında avretini açmaya mecbur etmek caiz değildir.
Soru 205: "Zaruret" kelimesi, doktorun kadına dokunması veya
bakmasının caizliğinin şartı olarak sıkça tekrarlanmaktadır;
"zaruret" nedir ve sınırları nelerdir?
Cevap: Sorudaki durumda "zaruret"ten
maksat hastalığın teşhisi ve tedavisinin dokunma ve bakmaya bağlı olmasıdır;
zaruretin sınırları da ihtiyaç derecesi ve miktarına bağlıdır.
Soru 206: Bayan doktorun, muayene ve tedavi için kadının avretine bakması
ve dokunması caiz midir?
Cevap: Zaruret durumları dışında caiz değildir.
Soru 207: Erkek doktorun, hasta kadını muayene ederken onun bedenine
dokunması ve bakması caiz midir?
Cevap: Tedavi, bedenini erkek doktorun karşısında
açmasına, doktorun dokunmasına ve bakmasına bağlı o-lursa ve bayan doktora
müracaat ederek tedavi de müm-kün olmazsa bunun sakıncası yoktur.
Soru 208: Bayan doktorun, kadının avretine aynayla bakarak muayene etmesi
mümkün olduğu hâlde, direkt olarak bakmasının ve dokunmasının hükmü nedir?
Cevap: Aynayla bakarak muayene etmek mümkünse ve
doğrudan bakmanın ve dokunmanın bir zarureti olmazsa, caiz değildir.
Soru 209: Hastayla aynı cinsten olmayan hemşirenin (erkek veya kadın),
tansiyonu ölçerken veya hastanın bedenine dokunmasını gerektiren işleri
yaparken tıbbî eldiven kullanması mümkün olmasına rağmen bu işleri doktorların
hastayı tedavi ederken kullandıkları eldiveni giymeden yapması caiz midir?
Cevap: Tedavi için elbisenin üzerinden dokunmak
veya bu işi eldiven giyerek yapmak mümkün olursa, ay-nı cinsten olmayan
hastanın bedenine dokunmanın zarureti olmadığından bu iş caiz değildir.
Soru 210: Kadının estetik ameliyat yaptırması, erkek doktorun ona
bakmasını ve dokunmasını gerektirirse, caiz olur mu?
Cevap: Estetik ameliyat, hastalık tedavisi
sayılmadığından bu amaçla haram olan bakış ve dokunma caiz olmaz. Fakat bu
ameliyat yanık vb.lerini tedavi etmek için olursa ve bu da zorunlu olarak
doktorun dokunmasını ve bakmasını gerektirirse sakıncası yoktur.
Soru 211: Kadının avretine kocasından başkasının ve hatta doktorun bile
bakması mutlak olarak haram mıdır?
Cevap: Zaruret ve hastalığı tedavi etme dışında
kocasından başkasının, hatta doktorun ve hatta bayan doktorun bile kadının
avretine bakması haramdır.
Soru 212: Kadınların, bayan doktordan daha uzman olduğu veya bayan doktora
gitmeleri zor olduğu durumda kadın hastalıkları uzmanı olan erkek doktora
müracaat etmeleri caiz midir?
Cevap: Muayene ve tedavi eğer haram olan bakmayı
ve dokunmayı gerektirirse, kadınların erkek doktora müracaat etmeleri caiz
değildir. Ancak işinde uzman olan bayan doktora müracaat etmek mümkün değilse
veya çok zor olursa, bu durumda erkek doktora müracaat etmenin sakıncası
yoktur.
Soru 213: Meninin tahlil ve muayene edilmesi için doktorun emriyle istimna
etmek (mastürbasyon) caiz midir?
Cevap: Tedavi buna bağlıysa ve bunun insanın eşi
vasıtasıyla gerçekleşmesi de mümkün değilse, tedavi için bunun sakıncası
yoktur.
Soru 214: Sünnet etmek farz mıdır?
Cevap: Erkek çocukları sünnet etmek farzdır;
ayrıca hac ve umre tavafının sahih olması için de şarttır. Eğer bulûğ çağına
kadar sünnet olmamışlarsa, bu kendilerine farzdır.
Soru 215: Sünnet olmamış birisinin haşefesi[6] tamamen
açıktır [organın ucu deriyle kaplı değildir]. Bu durumda sünnet olması farz
mıdır?
Cevap: Erkeklik organında kesilmesi farz olan
deri doğuştan yok ise bu durumda farz olan sünnetin anlamı yoktur.
Soru 216: Kızlar için sünnet farz mıdır?
Cevap: Farz değildir.
Soru 217: Tıp Fakültesi öğrencileri (erkek veya kız) öğrenmek amacıyla
kendilerine namahrem olan şahısları bakmak ve dokunmak suretiyle muayene etmek
zo-rundadırlar. Bu muayeneler ders programlarından olup öğrenciler tecrübe ve
hazırlık kazanarak ileride hastaları tedavi etmek için buna ihtiyaç duyarlar.
Aksi takdirde gelecekte hastaların hastalığını teşhis edemezler ve bu da
hastanın geç iyileşmesine veya bazen ölmesine neden olacaktır; bu durum göz
önünde bulundurulduğunda acaba bu muayeneler caiz midir?
Cevap: Bu iş, hastaları iyileştirmek ve canlarını
kurtarmak için uzmanlaşma ve tecrübe edinmenin gereklerinden ise sakıncası
yoktur.
Soru 218: Tıp fakültesi öğrencilerinin zaruret durumunda namahrem
hastaları muayene etmelerinin caiz olması hâlinde, bu zarureti kim ve hangi
makam teşhis edecektir?
Cevap: Şartları gözeterek zarureti teşhis
etmek öğrencinin görüşüne bağlıdır.
Soru 219: Öğrenim esnasında, bazen namahremleri muayene etmek durumunda
kalıyoruz; ancak bunun gelecek için gerekli olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat
bu muayeneler fakültenin genel öğretim metotlarından biri sayılıyor; hatta
bazen öğrenciye hocası tarafından bir ödev olarak belirlenir. Bu durumda bu
gibi muayeneleri yapmamız caiz olur mu?
Cevap: Sırf tıbbî bir muayenenin ders
programlarından veya hocanın öğrenciye verdiği ödevlerden olması, onun dine
aykırı bir şeyi yapması için şer'an bir ruhsat gerekçesi sayılmaz. Bu hususta
ölçü, insan hayatını kurtarmak için bu öğrenime ihtiyaç duyulması veya zaruret
gereği olmasıdır.
Soru 220: Tıp öğrenimi ve bu alanda uzmanlık kazanma gerekçesiyle muayene
edilen namahremlerin tenasül organıyla diğer organlarını muayene etmek arasında
bir fark var mıdır? Bazı öğrenciler, fakülteyi bitirdikten sonra hastaları
tedavi etmek için köylere ve uzak bölgelere gidecekler; oralarda bazen
kadınların doğumunda tıbbî yardımda bulunmak veya şiddetli kanamaları önlemek
gibi doğum sonrası olumsuz yan etkileri de tedavi etmek zorunda kalacaklar;
bunun hükmü nedir? Bu gibi kanamalara hemen müdahale edilmezse yeni doğum yapan
kadının hayatının tehlikeye gireceği açıktır. Bunları tedavi etmenin yollarını
öğrenmek için tahsil boyunca alıştırma yapmanın ve uzmanlık kazanmanın
gerekliliğine dikkat ederek hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Zaruret durumunda, tenasül organıyla
bedenin diğer organlarını muayene etme arasında hüküm açısından hiçbir fark
yoktur. Genel ölçü, insanın hayatını kurtarmak için tıp okumaya ve bu alanda
uzmanlaşmaya olan ihtiyaçtır ve bu konuda zaruret miktarıyla yetinmek gerekir.
Soru 221: İster aynı cinsten olsun, ister olmasın, tenasül organlarını
muayene ederken doktor veya öğrencinin aynadan bakması gerektiği gibi şer'î
hükümler çoğu zaman gözetilmiyor. Biz de hastalıkları teşhis etmeyi öğrenmek
için onlara uymak zorundayız; bu konuda ne yapmamız gerekir?
Cevap: Tıp bilimini ve hastalıkları tedavi
etme yollarını öğrenmenin özü itibariyle haram olan muayenelere bağlı olduğu
durumlarda bunun bir sakıncası yoktur; ancak öğrenci, gelecekte insanların
hayatını kurtarmak gücüne sahip olmak için bu yolla tıbbî malumat elde et-menin gerekli olduğundan, gelecekte hastaların
kendisine müracaat edeceklerinden ve onların hayatlarını kurtarma sorumluluğunu
üstleneceğinden emin olması şarttır.
Soru 222: Tahsil dalıyla ilgili ders kitaplarımızda yer alan yarı çıplak
gayrimüslim erkek ve kadınların resimlerine bakmak caiz midir?
Cevap: Lezzet ve şehvet kastıyla olmazsa ve bunun
bir fesada neden olmasından da endişelenilmiyorsa, sakıncası yoktur.
Soru 223: Tıp dalında okuyan üniversite öğrencileri, tahsil boyunca
öğrenim amacıyla tenasül organlarını sergileyen çeşitli film ve fotoğraflara
bakmaktalar; acaba bu caiz midir? Aynı cinsten olmayan kişilerin avretine
bakmanın hükmü nedir?
Cevap: Film ve fotoğraflara bakmak lezzet
kastıyla olmazsa ve harama düşülmesinden de endişelenilmezse, bunu kendi başına
bir sakıncası yoktur. Kesin olarak haram olan, aynı cinsten olmayan kişinin
bedenine bakmak ve ona dokunmaktır; başkalarının avretinin film veya fotoğrafına
bakmanın da sakıncası yok değildir.
Soru 224: Doğum esnasında kadın nelere dikkat etmelidir? Doğum anında
kadınlara yardımcı olan ebelerin, hemşirelerin avreti açmak ve avrete bakmak
konusunda nelere dikkat etmeleri gerekir?
Cevap: Kadın hemşirelerin, doğum esnasında
herhangi bir zaruret olmadan, kasıtlı olarak kadının avretine bakmaları caiz
değildir. Yine doktorun da zorunlu olmadıkça hasta kadının bedenine bakmaktan
ve dokunmaktan kaçınması gerekir. Kadın da eğer şuuru yerinde olursa ve kendisini
örtme gücüne sahip olursa kendisini örtmeli veya başka birinden bedenini
örtmesini istemelidir.
Soru 225: Üniversitede öğrenim için plastikten yapılmış tenasül organı
kullanılmaktadır; buna bakmanın ve dokunmanın hükmü nedir?
Cevap: Yapay alet ve avret, asıl avret hükmünde
de-ğildir; dolayısıyla ona bakmanın ve dokunmanın sakıncası yoktur. Ancak
lezzet kastıyla olursa veya şehveti tahrik ederse sakıncalıdır.
Soru 226: Batıda düzenlenen ilmî toplantılarda müzikle tedavi, dokunmayla
tedavi, dansla tedavi, ilaçla tedavi, elektrikle tedavi hususunda araştırmalar
sunulmaktadır. Bu araştırmalar bu güne kadar olumlu sonuçlar da vermiştir.
Acaba bu gibi araştırmaları yapmak ve onlarla ilgilenmek şer'an caiz midir?
Cevap: Zikredilen alanlarda araştırma yapmak ve hastalıkların
tedavisinde onların ne kadar etkili olduğu hakkında denemeler yapmak, şer'an
haram olan işleri yapmayı gerektirmezse sakıncası yoktur.
Soru 227: Kadın hemşirelerin öğrenim gereği başka bir kadının avretine
bakmaları caiz midir?
Cevap: Hastalıkların tedavisi ve saygın bir canı
kurtarmak, avrete bakmayı gerektiren derslere bağlı olursa, caiz olur.
Soru 228: İnsan karşısına çıkacak konulara dair şer'î hükümleri öğrenmezse
günah işlemiş olur mu?
Cevap: Hükümleri öğrenmemesi sonucunda bir farzı
terk eder veya bir haramı işlerse, günah işlemiş olur.
Soru 229: Dinî ilimler öğrencisi, satıh[7] merhalesini
bitirdikten sonra derslerini devam ettirdiği durumda kendisinde içtihat
derecesine ulaşabilecek gücü görüyorsa, bu
durumda tahsilini içtihat derecesine kadar sür-dürmesi ona farz-ı ayn
olur mu?
Cevap: Şüphesiz dinî ilimler tahsil etmenin ve
yine içtihat derecesine ulaşıncaya dek tahsili sürdürmenin başlı başına çok
büyük bir fazileti vardır. Fakat kişinin sırf içtihat derecesine ulaşma gücüne
sahip olması, onun içtihat derecesine ulaşması için tahsilini sürdürmesini
farz-ı ayn kılmaz.
Soru 230: Usul-u din (dinin temel esasları) konusunda insan hangi yollarla
yakine ulaşabilir?
Cevap: Genellikle aklî delil ve burhanlarla
yakine ulaşılır. Ancak burhan ve deliller mükelleflerin idrak güçlerine göre
değişir. Her halükârda, insan başka bir yolla da yakine ulaşırsa, bu da
yeterlidir.
Soru 231: İlim tahsilinde gevşek davranmanın, tembellik etmenin ve yine
vakti boşuna geçirmenin hükmü nedir? Acaba haram mıdır?
Cevap: Vakti boş yere ve batıl şeylerle
geçirmenin sakıncası vardır. Mükellef eğer öğrenciler için tahsis edilen
imkânlardan yararlanıyorsa, belirlenmiş ders programına uyması gerekir; aksi
durumda aylık maaş ve yardım gibi imkânlardan yararlanması caiz olmaz.
Soru 232: İktisat fakültesinde verilen dersler arasında faizli borç,
sanayi ve ticaret alanlarında faiz alma yöntemleri üzerinde karşılaştırmalı
dersler verilmektedir. Bu dersi vermenin ve bunun karşılığında ücret almanın
hükmü nedir?
Cevap: Sırf faizli borç hakkında ders vermek ve
açıklamalarda bulunmak haram değildir.
Soru 233: Dinî medreselerde felsefe dersi almak ve vermek caiz midir?
Cevap: Bir kimse, felsefenin dinî inançlarını
sarsmayacağından emin olursa, onun felsefe dersi almasının ve vermesinin
sakıncası yoktur; hatta bazı durumlarda felsefeyi öğretmek ve öğrenmek gerekli
de olabilir.
Soru 234: "Şeytan Ayetleri" kitabı gibi saptırıcı kitapların
alım satımının hükmü nedir?
Cevap: Saptırıcı kitapların alım satımı ve
saklanması caiz değildir. Ancak bunları reddedecek ilmî güce sahip olan
kimsenin bunları cevaplamak amacıyla almasının sakıncası yoktur.
Soru 235: İnsan ve hayvanlar hakkında faydalı, ancak hayalî olan
hikayeleri öğretmenin ve anlatmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer belirtilerden hikayenin hayalî olduğu
anlaşılırsa, sakıncası yoktur.
Soru 236: Üniversite veya fakültelere gitmek, derse gelen tesettürsüz
kadınlarla karışık olarak bir arada bulunmayı gerektiriyorsa, hüküm nedir?
Cevap: Öğretim ve öğrenim
için eğitim-öğretim mer-kezlerine gitmenin sakıncası yoktur. Fakat kadınların ve kızların
örtülerini korumaları, erkeklerin de haram bakışlardan ve fitne ve fesada
düşmek endişesini barındıran karma durumdan kaçınmaları gerekir.
Soru 237: Kadının, şer'an gerekli olan hicap ve iffetini koruyarak yabancı
bir erkeğin yardımıyla sürücü pistlerinde şoförlüğü öğrenmesi caiz midir?
Cevap: Kadının hicap ve iffetini korumak ve ifsat
edici durumlara düşmekten emin olması şartıyla yabancı bir erkeğin yardım ve
kılavuzluklarıyla sürücülük öğrenmesinin sakıncası yoktur. Fakat bununla
birlikte kadının yanında mahremlerinden birinin bulunması daha iyidir; hatta
sürücülüğü yabancı erkeğin yerine bir kadının veya mahremlerinden birinin
aracılığıyla öğrenmesi daha uygundur.
Soru 238: Erkek öğrenciler okul ve üniversitelerde kız öğrencilerle
karşılaşmakta, okul arkadaşlığı nedeniyle ders alanında veya başka konular
üzerinde konuş-maktalar. Lezzet kastı olmaksızın bazı zamanlar şakalaşmakta
veya gülüşmekteler; acaba bu caiz midir?
Cevap: Kız öğrenciler hicaplarını korurlar ve
lezzet kastı da söz konusu değilse ve fesada düşmemekten emin iseler sakıncası
yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 239: Günümüzde İslâm dini ve Müslümanlar için hangi bilimsel uzmanlık
dallarını öğrenmek daha yararlıdır?
Cevap: Bilginler, üniversite öğrencileri ve
hocaların Müslümanların ihtiyaç duyduğu bütün ihtisas dallarını ve yararlı
bilimleri önemsemeleri, böylece yabancılara, özellikle İslâm ve Müslümanların
düşmanlarına muhtaç olmamaları gerekir. Bunların hangisinin daha yararlı
ol-duğunun teşhisi, mevcut şartları göz önünde bulunduracak ilgili sorumlulara
aittir.
Soru 240: Başka dinleri ve inançları tanımak ve bu hususta bilgi edinmek
için saptırıcı kitapları ve diğer dinlerin temel kitaplarını okumanın hükmü
nedir?
Cevap: Sırf bu inançları tanımak ve onlar
hakkında daha fazla bilgi edinmek için bu tür kitapları okumanın caiz olduğuna
hükmetmek zordur. Ama bunlardaki dalaleti tanıma ve teşhis etme gücüne sahip
olan ve kendisinin haktan sapmayacağına emin olan ehil kişilerin bunları
çürütmek ve reddetmek amacıyla okumaları caizdir.
Soru 241: Çocukları, bazı sapık inançların da öğretildiği okullara
göndermek nasıldır? Onların bu derslerden etkilenmeyecekleri varsayılırsa hüküm
nedir?
Cevap: Onların dinî inançlarına yönelik bir
endişe duyulmaz, batılı yaygınlaştırmak da söz konusu değilse ve çocukların
saptırıcı, bozuk ve batıl konuları öğrenmekten kaçınmaları mümkün ise sakıncası
yoktur.
Soru 242: Dört yıldan beri tıp fakültesinde okumakta olan bir üniversite
öğrencisi dinî bilimlere çok fazla ilgi duymaktadır. Bu konumdaki birisinin tıp
tahsilini sürdürmesi farz mıdır, yoksa tıbbı bırakıp dinî ilimlere yönelebilir
mi?
Cevap: Öğrenci tahsil dalını seçmekte serbesttir;
fakat burada bir hususa dikkat etmek gerekir ki, dinî ilimler, İslâm toplumuna
hizmet sunmak gücüne sahip olmak açısından her ne kadar önemliyse de, İslâm
ümmetinin sağlığına yönelik hizmet sunmak, hastaları iyileştirmek ve canları
kurtarmak amacıyla tıp bilimi öğrenmenin de büyük bir önemi vardır.
Soru 243: Bir öğretmen sınıfta öğrencilerin karşısında bir öğrenciyi
cezalandırmıştır; öğrencinin öğretmenine misilleme yapması caiz midir?
Cevap: Öğrencinin, öğretmen ve hocanın makamına
lâyık olmayan bir şekilde karşılık vermeye hakkı yoktur ve öğretmenin
saygınlığını ve sınıfın düzenini koruması farzdır; ancak kanunî yollara
başvurabilir. Nitekim öğretmenin de arkadaşlarının karşısında öğrencinin
saygınlığını gözetmesi ve İslâmî eğitim adabını gözetmesi farzdır.
BASIM, TELİF VE SANAT ESERLERİ
HAKLARI
Soru 244: Yurtdışından ülkeye giren veya yurtiçinde yayınlanmış kitap ve
makaleleri yayıncılarından izin almadan basmanın hükmü nedir?
Cevap: Yurtdışında yayınlanan kitapları basmak
veya ofset yapmak bu ülkelerle yapılan anlaşmalara bağlıdır. Ancak yurtiçinde
yayınlanmış kitaplara gelince, ihtiyat gereği onların yeniden basımı için
yayıncıdan izin alınmak suretiyle hakkı gözetilmelidir.
Soru 245: Müellifler, mütercimler ve sanat eserleri sa-hipleri, çektikleri
zahmete karşılık olarak veya sarf et-tikleri çaba, zaman ve harcadıkları maldan
dolayı telif hakkı adıyla bir meblağ talep edebilirler mi?
Cevap: Onlar yayıncıya verdikleri bilimsel ve
sanatsal eserlerinin ilk veya orijinal nüshası karşılığında yayıncıdan
istedikleri miktarda para isteme hakkına sahiptirler.
Soru 246: Müellif, mütercim veya sanatçı, eserinin birinci baskısı
karşısında bir meblağ almış ve bununla birlikte sonraki baskılarda da
kendisinin hakkı olmasını şart koşmuşsa, acaba sonraki baskılarda yayıncıdan
bir şey talep edebilir mi? Bu meblağı almanın hükmü nedir?
Cevap: Birinci nüshayı teslim etmek için
düzenlenen anlaşma metninde sonraki baskılardan dolayı da bir meblağ almayı
yayıncıya şart koşmuşsa veya kanun bunu gerektiriyorsa sakıncası yoktur. Bu
durumda yayıncının şarta uyması farzdır.
Soru 247: Yazar ve müellif birinci baskıya izin verirken sonraki baskılar
için hiçbir şey söylememişse, bu durumda yayıncı yazardan yeniden izin almadan
ve ona herhangi bir meblağ ödemeden eseri tekrar basabilir mi?
Cevap: Baskı için aralarında yaptıkları anlaşma
sadece birinci baskıyla sınırlıysa, bu durumda farz ihtiyat gereği sonraki
baskılar için de onun hakkı gözetilmeli ve izin alınmalıdır.
Soru 248: Yazar yolculukta olur veya vefat ederse ya da herhangi bir
nedenden dolayı ortalıkta yoksa, bu durumda eserin yeniden baskısı için kimden
izin alınmalı ve bunun karşılığında ödenecek para kime teslim edilmelidir?
Cevap: Yolculuktaysa yazarın vekiline veya şer'î
velisine (mallarını korumakla yetkili olan kişiye), öldüğü takdirde mirasçısına
müracaat edilmelidir.
Soru 249: Üzerlerinde "yayın hakları müellife aittir" ibaresi
kaydedilen kitapları sahiplerinden izin almaksızın basmak caiz midir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği yeni baskıda
müellif ve yayıncıdan izin alınarak onların haklarının gözetilmesi gerekir.
Soru 250: Bazı Kur'ân ve ilâhî kasetlerinin üzerine "çoğaltma hakları
saklıdır" yazılmıştır; bu durumda, bu kasetleri çoğaltarak başkalarının
istifadesine sunmak caiz midir?
Cevap: İhtiyat gereği kasetin kopyalanması
ve ço-ğaltımı için asıl yayıncıdan izin alınmalıdır.
Soru 251: Bilgisayar
disketlerini kopyalamak caiz midir? Eğer haram ise, bu hüküm sadece İran'da
hazırlanan disketler için mi geçerlidir, yoksa yabancı disketleri de kapsar mı?
Bazı disketlerin içeriklerinin önemine binaen çok pahalı olduğu dikkate
alındığında hüküm nedir?
Cevap: Yurtiçinde üretilen bilgisayar
disketlerinin kopyalanması ve çoğaltımında ihtiyat gereği sahiplerinden izin
alınarak haklarının gözetilmesi gerekir. Yurtdışında üretilen disketler ise,
anlaşmaya bağlıdır.
Soru 252: İş yerlerinin ve şirketlerin ticarî isimleri sa-dece onların
sahiplerine mi aittir ve başkaları, iş yerleri ve şirketlerine o isimleri
koyamazlar mı? Örneğin birisi iş yerine soyadını koyarsa, o aileden başka
birisi de kendi iş yerine aynı ismi koyabilir mi? Veya başka bir aileden olan
birisi iş yeri için aynı ismi kullanabilir mi?
Cevap: Devlet açısından, ülkedeki kanunlar gereğince
şirketler ve iş yerlerinin ticarî isimleri, ilgili resmî makamlara daha önce
baş vurarak resmî bir taleple iş yerleri ve şirketlerine belli bir isim
takılmasını isteyen ve resmî kayıtlarda adlarına kaydedilen kimselere ait ise,
bu durumda başkalarının onlardan izin almaksızın o isimleri iktibas ederek
yararlanmaları caiz değildir; bu konuda o kimsenin, ad sahibinin ailesinden
olup olmaması arasında hiçbir fark yoktur. Aksi durumda başkalarının bu gibi
isimlerden yararlanmalarının hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 253: Bazıları fotokopiciye bazı kitap veya belgeler getirerek onların
fotokopisinin çekilmesini isterler. Mümin bir kişi olan fotokopi dükkanı sahibi
o belgenin veya derginin bütün müminlere yararlı olduğuna inanarak sahibinden
izin almadan onların fotokopisini alabilir mi? Ve acaba kitap sahibinin buna
razı olmadığını bilirse hüküm değişir mi?
Cevap: İhtiyat gereği kitap veya belgelerin
sahibinden izin alınmaksızın fotokopileri çekilmemelidir.
Soru 254: Bazı müminler kasetçilerden video kasetleri kiralıyor ve
beğendikleri takdirde ulemadan bir çoğunun kayıt ve yayın hakkının saklı
olmadığı görüşüne da-yanarak izinsiz bir şekilde onları kaydediyor ve
kopya-lıyorlar; acaba bu iş caiz midir? Eğer caiz değilse, birisi kaydeder ve
kopyalarsa, bunu kasetçiye bildirmesi gerekir mi, yoksa kaydetmiş olduğu kaseti
silmesi yeterli midir?
Cevap: İhtiyat gereği sahibinin izni olmadan
kasetin kopyası alınmamalıdır; eğer izinsiz kopya almışsa, onu silmesi
yeterlidir.
Soru 255: İsrail mallarını ithal etmek ve dağıtmak caiz midir? Eğer
zaruret gereği ithal edilmiş olursa, bu malları satmak caiz olur mu?
Cevap: İslâm ve Müslümanların düşmanı olan gasıp
İsrail Rejimi'nin yararına olan muamelelerden sakınmak gerekir. İsrail'in,
yapım ve satımından yararlandığı malları ithal etmek ve dağıtmak hiç kimseye
caiz değildir. İslâm ve Müslümanlara zarar vermesi ve bir çok olumsuz yönleri
bulunması nedeniyle Müslümanların da İsrail mallarını satın almaları caiz
değildir.
Soru 256: Tüccarların, İsrail mallarını ithal etmeleri ve İsrail'e karşı
uygulanan ekonomik ambargoyu kaldıran ülkelerde dağıtmaları caiz midir?
Cevap: Aşağılık İsrail rejiminin yapım ve
satımından yararlandığı malları ithal etmek ve dağıtmaktan sakınmak farzdır.
Soru 257: Müslümanların, İslâm ülkesinde satılan İsrail mallarını satın
almaları caiz midir?
Cevap: Bütün Müslümanlara,
üretim ve satım kârı, İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere
dönen malları satın almak ve kullanmaktan sakınmak farzdır.
Soru 258: İslâm ülkelerinde İsrail'e tur düzenleyen seyahat acenteleri
açmak caiz midir? Müslümanlar bu acentelerden bilet satın alabilirler mi?
Cevap: İslâm ve Müslümanlara zararlı olduğu için
bu iş caiz değildir. Bunun gibi Müslümanlarla savaş hâlinde olan düşman
İsrail'e karşı Müslümanlarca uygulanan ambargoyu ihlal eder mahiyette
teşebbüslerde bulunmak hiç kimseye caiz değildir.
Soru 259: Muhtemelen İsrail'i destekleyen Yahudi, Amerikan ve Kanada
şirketlerinin ürünlerini satın almak caiz midir?
Cevap: Bu ürünlerin alım ve satımları gasıp ve
alçak İsrail rejiminin güçlenmesine neden olur veya İslâm ve Müslümanlara karşı
düşmanlıklarında kullanılırsa, kimsenin onları satın alması ve satması caiz
değildir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 260: İsrail malları İslâm ülkelerine girdikten sonra tacirlerin
onların bir bölümünü satın alarak halka satmaları ve dağıtmaları caiz midir?
Cevap: Bu işte bulunan fesatlar [Müslümanların
çıkarına ters düşen ve onlara zarar veren durumlar] nedeniyle onların bunu
yapmaları caiz değildir.
Soru 261: İslâmî bir ülkenin umumî ticaret merkezlerinde İsrail malları
sunuluyorsa, Müslümanların kendi ihtiyaçlarını İsrail'e ait olmayan [başka
ülkelerden ithal edilen] mallarla gidermeleri mümkün olmasına rağmen İsrail
mallarını satın almaları caiz midir?
Cevap: Her Müslümana, üretim ve satış kârları
İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın
almaktan ve kullanmaktan sakınmak farzdır.
Soru 262: Müslümanların İsrail'e ait olduğunu anlayacak olurlarsa ticarî
malları satın almayacaklarını dikkate alan tüccarlar Müslüman müşterilerin o
malların İsrail'e ait olduğunu anlamamaları için Kıbrıs gibi ülkelerde, İsrail
mallarının üzerindeki etiket ve orijin belgesini değiştirerek bu ülkeler
aracılığıyla yeniden ihraç et-mektedirler. Böyle bir durum karşısında Müslüman
nasıl davranmalıdır?
Cevap: Müslümanlar bu gibi malları satın
almaktan, dağıtmaktan ve kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
Soru 263: Amerika mallarının alım satımının hükmü nedir? Fransa ve
İngiltere gibi Batı ülkeleri de bu kapsama girer mi? Acaba bu yükümlülük sadece
İran'a mı özgüdür, yoksa başka ülkeleri de mi kapsar?
Cevap: Gayri İslâmî ülkelerden ithal edilen
malları satın almak ve kullanmak, İslâm ve Müslümanlara düş-man olan sömürgeci
kâfir rejimleri güçlendirirse veya onların İslâm ülkesine veya dünyanın dört
bir yanındaki Müslümanlara yönelik saldırıları için gereken maddî güçlerini
artırırsa, Müslümanların şer'an onları satın almak ve kullanmaktan sakınmaları
farzdır; bu konuda satın alınan mallar arasında ve yine İslâm ve Müslümanlara
düşman olan kâfir devletler arasında hiçbir fark yoktur ve bu hüküm sadece
İranlı Müslümanlarla sınırlı değildir.
Soru 264: Kârları kâfir devletlere dönen ve onların güçlenmesine sebep
olan kurumlarda ve iş yerlerinde çalışan kimseler ne yapmalıdırlar?
Cevap: Kârları Müslüman olmayan ülkelere dönse
bile, meşru işlerle kazanç sağlamak özü itibariyle sakıncasızdır. Ancak bu
rejim İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olursa ve Müslümanların
çalışmalarının ürünleri bu savaşta kullanılırsa, bu kurumlarda çalışmak caiz
olmaz.
Soru 265: İslâmî olmayan bir devlette görev alıp çalışmak caiz midir?
Cevap: Bunun caiz olması alınan görevin özü
itibariyle caiz olmasına bağlıdır.
Soru 266: Arap ülkelerinden birinde trafik dairesinde çalışan birisi
trafik kurallarını çiğneyenlerin dosyalarını imzalayarak onları cezaevine sevk
etmekle sorumludur; eğer dosyayı imzalayacak olursa trafik kurallarını
çiğneyen kişi cezaevine girecektir; acaba bu görevde bulunması caiz midir? Bu işi
karşılığında devletten aldığı maaşın hükmü nedir?
Cevap: Kamu düzenini ilgilendiren kurallar gayri
İslâmî bir devlet tarafından koyulmuş olsa da her yerde onlara uymak farzdır ve
helâl bir iş karşılığında maaş almanın da sakıncası yoktur.
Soru 267: Müslüman birinin Amerika veya Kanada uyruğuna girmesinden sonra
orduya katılması veya polis olması caiz midir? Ve acaba belediye gibi devlet
dairelerinde ve devlete bağlı kurumlarda çalışması caiz midir?
Cevap: Bu iş fesada, bozgunculuğa yol açmaz,
haram bir işi yapmayı ve farz bir ameli terk etmeyi de gerektirmezse sakıncası
yoktur.
Soru 268: Zalim bir hükümdar tarafından atanan hâkimin yargılaması ve
hüküm vermesinin meşruiyeti var mıdır ve buna binaen ona itaat farz mıdır?
Cevap: Bütün şartları haiz olan müçtehitten
başkasının -atama hakkı olan bir kimse tarafından atanmamışsa- hâkimlik ve
yargı makamını üstlenip insanların arasındaki davaları halletmeye kalkışması
caiz değildir. Halkın ona müracaat etmesi de caiz değildir ve onun vereceği
hüküm de geçerli değildir. Ancak zarurî haller müstesnadır.
ŞÖHRET ELBİSESİ VE GİYİMLE
İLGİLİ HÜKÜMLER
Soru 269: Şöhret elbisesinin ölçüsü
nedir?
Cevap: Şöhret elbisesi, renginden veya dikiliş
özelliğinden dolayı veya eski olmasından ve başka nedenlerden dolayı kişinin
giymesi uygun olmayan, insanların karşısında giyecek olursa dikkat çekmesine ve
parmakla gösterilmesine sebep olan elbisedir.
Soru 270: Kadınların yürürken ayakkabılarını yere vurarak çıkardıkları
sesin hükmü nedir?
Cevap: Dikkatleri çekecek şekilde olmaz ve bir fesada
da yol açmazsa bunun özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 271: Kızlar koyu mavi renkli elbise giyebilirler mi?
Cevap: Böyle bir elbise giymenin haddizatında bir
sakıncası yoktur. Ancak başkalarının dikkatini çekecek nitelikte olmaması ve
bir fesada yol açmaması gerekir.
Soru 272: Kadınların düğün vb. törenlerde vücut hatlarını ortaya koyan
dar, şeffaf ve açık elbiseler giymesi caiz midir?
Cevap: Kadın mahrem olmayan
bir erkeğin bakmasından ve fesada yol açmaktan ve fesada düşmekten güvende olursa
sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 273: Mümin bir kadının parlak siyah ayakkabı giymesi caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur. Ancak rengi ve şekli
namahremlerin dikkatini çekecek veya parmakla gösterilmesine sebep olacak
nitelikte olmamalıdır.
Soru 274: Kadınların başörtüsü, pantolon ve gömlek gibi dışarıda
giydikleri elbiselerinde sadece siyah rengi seçmeleri farz mıdır?
Cevap: Renk, model ve dikim
özelliği bakımından kadının elbisesiyle ilgili hüküm, ayakkabı hakkında
yöneltilen bir önceki soruya verilen cevapta belirtildiği gibidir.
Soru 275: Kadının örtü ve elbisesinin başkalarının dikkatini çekecek veya
şehveti uyandıracak nitelikte ol-ması; örneğin dikkatleri çekecek bir şekilde
çarşaf kullanması veya şehveti uyandıracak bir renkte çorap veya kumaş bir
elbise giymesi caiz midir?
Cevap: Kadının elbisesinin rengi, modeli veya
giyiniş tarzı yabancı erkeklerin dikkatini çekecek, fesada sebep olacak ve
günah işlemeye yol açacak biçimde ol-ması caiz değildir.
Soru 276: Erkeklerin, karşı cinse benzemek kastı olmaksızın evde kadınlara
ait elbiseyi ve kadının da erkeklere ait elbiseyi giymesi caiz midir?
Cevap: Onu kendileri için sürekli kullanılan bir
elbise hâline getirmezlerse bir sakıncası yoktur.
Soru 277: Erkeklerin, kadınların iç çamaşırlarını sat-malarının hükmü
nedir?
Cevap: Ahlâkî ve toplumsal fesatlara sebep
olmadığı sürece sakıncası yoktur.
Soru 278: İnce çorap dokumak, almak ve satmak şer-'an caiz midir?
Cevap: Kadınların onları yabancı erkeklerin
karşısında giymeleri kastıyla olmazsa bunları dokumanın, alıp satmanın
sakıncası yoktur.
Soru 279: Evli olmayan kişilerin şer'î ölçüleri ve ahlâkî kuralları
gözeterek ticarî yerlerde kadın elbiseleri ve makyaj malzemeleri satmaları caiz
midir?
Cevap: Çalışmanın ve helâl kazanç elde etmenin caiz
oluşu şer'an insanların belli bir grubuna has değildir; İslâmî adap ve ölçüleri
koruyan herkese caizdir; fakat toplumun maslahatı dolayısıyla ticarî faaliyet
izni veya bazı meslek grupları için dairelerden veya sorumlu yerlerden çalışma
izni almanın özel birtakım şartları varsa, bu şartları gözetmek gerekir.
Soru 280: Erkeklerin zincir takmalarının hükmü nedir?
Cevap: Altından veya kullanılması kadınlara has
olan şeylerden üretilmişse, erkeğin takması caiz olmaz.
KÂFİRLERE BENZEMEK VE ONLARIN KÜLTÜRLERİNİ YAYMAK
Soru 281: Üzerine yabancı fotoğraflar ve yazı basılmış elbiseleri giymek
caiz midir? Bu, Batı kültürünü yaymak sayılır mı?
Cevap: Toplumu ifsat edecek nitelikte olmadıkça
bu elbiseleri giymenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Ancak bunun İslâm
kültürüyle çelişen yanlarıyla Batı kültürünü yaymak olup olmadığı örfün
görüşüne bırakılmıştır.
Soru 282: Son zamanlarda yabancı elbiselerin ithali, alım satımı ve
kullanımı oldukça yaygınlaşmıştır; Batı kültürünün
İslâm İnkılabına yönelik saldırılarının arttığı göz önünde bulundurulduğunda
bunun hükmü nedir?
Cevap: Elbiselerin sırf gayri İslâmî ülkelerden
ithal edilmiş olması onların ithali, alım satımı ve kullanılması için sakınca
teşkil etmez. Fakat bunların arasından, giyilmesi İslâm ahlâkı ve iffetiyle
çelişen veya İslâm kültürüne düşman olan Batı kültürünü yaymak sayılan
giysileri ithal etmek, almak, satmak ve giymek caiz değildir. Bunu
engellemeleri için ilgili sorumlulara müracaat edilmesi gerekir.
Soru 283: Saç kestirmede Batı modellerini taklit etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi konularda haram oluşun ölçüsü
İslâm düşmanlarına benzemek ve onların kültürlerini yay-maktır. Bu mevzu
çeşitli ülkelere, zamanlara ve kişilere göre değişir; bu husus Batıyla sınırlı
da değildir.
Soru 284: Okullarda öğretmenlerin, saçları İslâm adabıyla çelişen ve
Batılılara özgü biçimde kesilen veya yapılan, böylece kendilerini kâfirlere
benzeten öğrencilerin saçlarını tıraş etmeleri caiz midir? Ne kadar nasihat
edilse ve irşad edilseler de bunun yararının olmadığı ve okulda İslâmî görünümü
korudukları hâlde okuldan çıkar çıkmaz tiplerini değiştirdikleri göz önünde
bulundurulduğunda hüküm nedir?
Cevap: Öğretmenlerin öğrencilerin saçlarını
tıraş et-meleri uygun değildir; ancak okul yetkilileri öğrencinin bazı
davranışlarının İslâm adap ve kültürüne uygun olmadığını teşhis ederlerse bir
baba gibi onlara öğüt vermeleri, aydınlatmaları ve gerektiğinde durumlarını
velilerine bildirerek bu konuda onlardan yardımcı olmalarını istemeleri daha
iyidir. Belirlenmiş eğitim ve öğretim kurallarına uymak gerekir elbette.
Soru 285: Amerikan elbisesi giymenin hükmü nedir?
Cevap: Sömürgeci rejimlerin ürettiği elbiseleri
giymek, sırf İslâm düşmanlarının mamulü olması açısından bir sakınca doğurmaz.
Fakat bu iş düşmanın gayri İslâ-mî kültürünün yayılmasını beraberinde getirir
veya bu iş onların İslâm ülkelerini sömürmek ve istismar etmek yönünde
iktisatlarını güçlendiriyorsa ya da İslâm devletinin iktisadına zarar verici
sonuçlar doğuruyorsa sakıncalıdır; hatta bazı durumlarda caiz değildir.
Soru 286: Kadınların
devlet daireleri, bakanlıklar vs. tarafından misafirleri karşılamak ve onlara
çiçek sunmak için düzenlenen merasimlere katılmaları caiz midir? Kadınların bu
merasimlere katılmalarıyla ilgili olarak "İslâm toplumunda kadının özgür
ve saygın olduğunu göstermeyi amaçlıyoruz." şeklindeki tevil doğru mudur?
Cevap: Yabancı heyetleri karşılama merasimlerine
katılmaları için kadınları davet etmenin bir gerekçesi yoktur. Ve eğer gayri
İslâmî kültürü yaymaya ve fesada sebep olursa caiz değildir.
Soru 287: Kravat takmanın hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak gayrimüslimlerin
elbiselerinden sayılan ve giyilmesi çürümüş Batı kültürünün yayılmasına yol
açan kravat ve benzeri şeyleri giymek caiz değildir.
Soru 288: Açıkça müptezel ve müstehcen konuları içermeyen, fakat özellikle
gençler arasında fasit ve gayri İslâmî kültür atmosferinin oluşmasına sebep
olan fotoğrafları, kitap ve dergileri satmanın hükmü nedir?
Cevap: Gençleri inhiraf ve fesada sürükleyici ve
fasit kültür atmosferine ortam hazırlayıcı nitelikteki yayınları almak, satmak
ve yaymak caiz değildir; bundan sakınmak farzdır.
Soru 289: Günümüzde İslâm toplumlarına yönelik sürdürülen kültürel savaşa
karşı koyma mücadelesinde kadınların görevleri nelerdir?
Cevap: Kadınların en önemli vazifelerinden biri
İs-lâmî örtülerini korumaları, yaymaları ve düşmanın kültürünü taklit etmek
sayılan elbiseleri giymekten kaçınmalarıdır.
Soru 290: Bazı
Müslümanlar Hıristiyan bayramlarında tören düzenlemektedirler; bunun bir
sakıncası var mıdır?
Cevap: Hz. İsa'nın (Allah'ın selâmı bizim
peygamberimizin ve onun üzerine olsun) doğum gününü kutlamanın sakıncası
yoktur.
Soru 291: Üzerlerinde içki reklamı bulunan elbiseleri giymek caiz midir?
Cevap: Caiz değildir.
Soru 292: Yabancı ülkelere siyasî sığınma talebinde bulunmanın hükmü
nedir? Siyasî sığınma hakkı almak için gerçek dışı bir olay uydurmak caiz
midir?
Cevap: Gayri İslâmî bir devlete siyasî sığınmada
bulunmanın herhangi bir fesada sebep olmadığı sürece sakıncası yoktur. Ancak
sığınma hakkı almak için yalana baş vurmak ve gerçeği olmayan şeyler uydurmak
caiz değildir.
Soru 293: Müslüman birinin gayri İslâmî bir ülkeye göç etmesi caiz midir?
Cevap: Dinden sapmasından endişelenilmezse bunun
sakıncası yoktur. Ve bu adamın gittiği yerde dinini ve mezhebini korumak için
ihtiyatlı olmasına ilâveten gücü yettiği kadar İslâm ve Müslümanları savunması
farzdır.
Soru 294: Küfür beldesinde Müslüman oldukları hâlde aile ve toplumdan
korkarak Müslüman olduklarını açığa vuramayan kadınların İslâm beldesine hicret
etmeleri farz mıdır?
Cevap: İslâm beldesine hicret edip yerleşmeleri
zor olursa bu, farz değildir. Fakat mümkün olduğu kadar namaz, oruç ve diğer
farzları yerine getirmeleri gerekir.
Soru 295: Çıplaklık ve müptezel müzik kasetlerini dinlemek gibi günah
araçlarının yaygın olduğu bir ülkede yaşamanın hükmü nedir? Orada ergenlik
çağına yeni ulaşan kimsenin ne yapması gerekir?
Cevap: Orada yaşamanın haddizatında bir sakıncası
yoktur. Fakat şer'an haram olan şeylerden sakınılması gerekir ve haramlardan
kaçınılamıyorsa Müslüman ülkelere hicret edilmelidir.
TECESSÜS, HABER AKTARMA VE SIRLARI İFŞA ETMEK
Soru 296: Bir memurun devletin mallarını üzerine geçirdiğine dair elimize
ulaşan birkaç yazılı rapor sonucu bu suçlamayla ilgili yaptığımız
araştırmalarda onun hakkındaki bazı suçlamaların doğru olduğu ortaya çıktı.
Fakat yapılan tahkikatta söz konusu adam suçlamaların hepsini inkâr etmektedir.
Bu raporları mahkemeye gön-derecek olursak, o adamın haysiyetinin zedeleneceği
dikkate alındığında acaba raporu mahkemeye göndermemiz caiz midir? Eğer
raporları mahkemeye göndermemiz caiz değilse olaydan haberi olan kimselerin
üzerine düşen sorumluluk nedir?
Cevap: Beytülmali ve devlet mallarını korumakla
sorumlu olan kişi, bir memur veya başka birisi tarafından bu malların zimmete
geçirildiğini öğrenirse, şer'an ve kanunen hakkın yerini bulması için o konu
hakkındaki bilgilerini ilgili makamlara ulaştırmakla yükümlüdür. Suçlunun
haysiyetinin zedeleneceğinden endişelenmek, beytülmali korumak için şer'an
hakkı ihkak etmekten alıkoyacak bir gerekçe sayılmaz. Haberi olan herkes,
araştırılıp meselenin ispatlanmasından sonra gereğinin yapılması için
raporlarını belgeli olarak ilgili yetkililere sunmalıdırlar.
Soru 297: Bazı gazetelerde hırsızlar, sahtekârlar, res-mî dairelerde
rüşvet alanlar, iffete aykırı işler yapanlar, fesat çıkaranlar ve gece
klüplerinde eğlence partileri dü-zenleyenlerin yakalanmalarıyla ilgili haberler
yayınlandığını görmekteyiz; acaba bu gibi haberlerin basılması ve yayınlanması
bir nevi kötülüğü yaymak sayılmaz mı?
Cevap: Basında sırf olay ve hadiselerin
yayınlanması kötülükleri yaymak sayılmaz.
Soru 298: Öğretim kurumlarından birinin öğrencileri, bu merkezde
gördükleri ahlâka aykırı hareketlerin engellenmesi için durumu kültürel yetkililere
raporlamaları caiz midir?
Cevap: Raporlar açıkça yapılan şeylerle ilgiliyse
ve tecessüs ve gıybet denilmeyecek nitelikte olursa sakıncası yoktur; hatta bu,
münkerden, kötülükten nehyetme-nin gereklerinden ise, farzdır.
Soru 299: Dairelerdeki bazı sorumluların yaptıkları ihanet ve
zulümleri halkın arasında açıklamak caiz midir?
Cevap: Bunu, araştırıp emin olduktan sonra kanunî
takibe alınması için sorumlu merkez ve mercilere bildirmenin sakıncası yoktur.
Hatta bazen kötülükten alıkoymanın bir gereği sayılırsa, bunu bildirmek
farzdır. Ancak bunu halka söylemenin bir gerekçesi yoktur; hatta fitne ve
fesada yol açar ve İslâm devletini zayıflatmaya neden olursa bunu halka
anlatmak haramdır.
Soru 300: Müminlerin mallarını araştırmak ve onu zalim devlet ve
yöneticiye bildirmek caiz midir? Özellikle eğer bu iş müminlerin eziyet
çekmesine ve zarar görmesine sebep olursa hüküm nedir?
Cevap: Bu gibi işler şer'an haramdır ve aynı
zamanda mümine ulaşan zarar, zalim yöneticinin yanında mü-minlerin casusluğunu
yapmaya dayanırsa, onlara ulaşan zarardan da sorumlu olmayı gerektirir.
Soru 301: Müminlerin kişisel ve başka işlerinde, bir münkeri işledikleri
veya bir marufu terk ettikleri görülürse, marufa emretme ve münkerden
sakındırma ilkesine dayanarak araştırma yapmak caiz midir? Tecessüs yapmamakla
yükümlü olan kişilerin insanların aykırı işlerini ortaya çıkarmak için
araştırma yapmalarının hük-mü nedir?
Cevap: Resmî teftiş ve inceleme görevlilerinin,
kanun ve kurallar çerçevesinde memurların
idarî işleri hak-kında kanunî tahkik ve araştırma yapmalarının sakıncası
yoktur. Fakat başkalarının işlerini araştırmak veya kanunî görevleri dışında
memurların sırlarını öğrenmek için onların davranışlarını teftiş etmek
müfettişler için bile caiz değildir.
Soru 302: Halk arasında kişisel sırlardan, özel ve gizli işlerden
bahsetmek caiz midir?
Cevap: Özel ve kişisel
konuları ortaya çıkarıp başkaları yanında açıklamak, herhangi bir şekilde başka
biriyle ilgili ise veya bir fesada sebep olacaksa caiz değildir.
Soru 303: Psikologlar hastalığın sebebini teşhis edip tedavi etmek
amacıyla hastanın kişisel ve özel ailevi durumuyla ilgili sorular
sormaktadırlar; acaba hastanın bu sorulara cevap vermesi caiz midir?
Cevap: Eğer bir fesada yol açmazsa, başka bir
kişinin gıybetini veya aşağılanmasını gerektirmezse bunun sakıncası yoktur.
Soru 304: Bazen bazı güvenlik görevlileri fuhuş merkezlerini ve terör
teşkilatlarını tespit etmek için keşif ve araştırma gereği bazı merkezlere ve
teşkilatlara sızmayı gerekli görüyorlar; nitekim tecessüs ve araştırma
metotları da bunu gerektirmektedir; bu gibi hareketlerin şer'-an hükmü nedir?
Cevap: O işle ilgili sorumlu kişinin izniyle
olursa, kanun ve kurallar çerçevesinde, günaha bulaşmak ve haram fiilden
sakınmak kaydıyla sakıncası yoktur; bu açıdan sorumlularına da onları tam
olarak gözetmeleri ve işlerini kontrol etmeleri farzdır.
Soru 305: Bazıları, başkalarının yanında İran İslâm Cumhuriyetindeki bazı
olumsuzluklardan ve zaaflardan bahsediyorlar; bu gibi konuşmaları dinlemenin
hükmü nedir?
Cevap: Dünyanın küfür ve müstekbir güçleri
karşısında dimdik duran İslâm Cumhuriyetinin lekelenmesine sebep olacak hiçbir
amel açıktır ki İslâm ve Müslümanların yararına değildir. Dolayısıyla, eğer bu
sözler İslâm Cumhuriyeti düzenini zayıflatmaya neden olursa caiz değildir.
SİGARA VE UYUŞTURUCU KULLANMAK
Soru 306: Devlet dairelerinde ve umumî yerlerde sigara içmenin hükmü
nedir?
Cevap: Dairelerin ve umumî yerlerin dahilî
kurallarına aykırı olursa veya başkalarının rahatsız olmasına, incinmesine ya
da onlara bir zarar ulaşmasına ortam hazırlarsa caiz değildir.
Soru 307: Kardeşim uyuşturucu bağımlısı olmakla birlikte uyuşturucu
kaçakçılığı da yapmaktadır. Bu durumda onu bundan alıkoymaları için ilgili
resmî makamlara haber vermem farz mıdır?
Cevap: Kötülükten sakındırmak size farzdır;
onun uyuşturucu kullanmayı terk etmesi için ona yardım etmeniz, onun uyuşturucu
kaçakçılığı yapmasını, satmasını ve dağıtmasını engellemeniz gerekir; eğer onun
durumunu yetkili makamlara bildirmek, bu konuda ona yardımcı olacaksa veya bu
iş onu kötülükten sakındırmanın bir gereği sayılırsa bildirmeniz farz olur.
Soru 308: Enfiye kullanmak caiz midir? Bunu alışkanlık edinmenin hükmü
nedir?
Cevap: Eğer kullanan kişiye önemli sayılacak bir
zararı olursa, onu kullanmak ve alışkanlık kazanmak caiz değildir.
Soru 309: Tömbeki tütünü almak, satmak ve içmek caiz midir?
Cevap: Tömbeki tütünü almak, satmak ve içmenin
özü itibariyle bir sakıncası yoktur; fakat birisine ciddî bir zararı dokunursa,
bu durumda kullanımı ve alış verişi caiz olmaz.
Soru 310: Haşhaş temiz midir? Onu kullanmak haram mıdır?
Cevap: Haşhaş temizdir; fakat onu kullanmak
şer'an haramdır.
Soru 311: Haşhaş, esrar, eroin, morfin, marihuana vb. uyuşturucu maddeleri
yemek, sıvı veya duman olarak içmek, enjeksiyon ve fitille kullanmanın hükmü
nedir? Bunları almak, satmak, taşımak, saklamak ve kaçakçılığını yapmak gibi
yollarla bunlardan kazanç sağlamanın hükmü nedir?
Cevap: Uyuşturucu kullanmak ve ondan yararlanmak, herhangi bir şekilde kullanılmasının yol
açtığı kay-da değer kişisel ve toplumsal zararı ve olumsuz etkilerinden
dolayı haramdır ve bu nedenle taşımak, saklamak ve alıp satmak gibi yollarla
bunlardan kazanç sağlamak da haramdır.
Soru 312: Hastalığı, uyuşturucu madde kullanarak tedavi etmek caiz midir?
Eğer caiz ise acaba mutlak olarak mı caizdir, yoksa tedavi yönteminin sadece
uyuşturucuyla sınırlı olduğu durumda mı caizdir?
Cevap: Eğer hastalığın tedavisi, güvenilir bir
doktorun teşhis ve izniyle herhangi bir şekilde uyuşturucu madde kullanmaya
bağlı ise sakıncası yoktur.
Soru 313: Afyon, eroin, morfin, esrar ve kokain yapımında kullanılan
haşhaş, Hint keneviri gibi bitkileri ekip yetiştirmenin hükmü nedir?
Cevap: İslâm Cumhuriyeti düzeninin kanunlarına
göre yasak olan bu bitkileri ekmek ve yetiştirmek caiz değildir.
Soru 314: Morfin, eroin, esrar, marihuana ve haşhaş gibi tabiî maddelerden
veya " I.S.D" gibi sun'î maddelerden uyuşturucu madde yapmak ve
hazırlamanın hükmü nedir?
Cevap: Caiz değildir.
Soru 315: Üzerine bazı içki çeşitleri serpilen tömbeki tütününü kullanmak
ve dumanını içine çekmek caiz midir?
Cevap: Örfe göre bu tömbekiyi kullanmak içki
kullanmak sayılmazsa, insanı sarhoş etmez ve yine insana ciddî bir zarar
vermezse, her ne kadar müstehap ihtiyat gereği terk edilmesi gerekiyorsa da
sakıncası yoktur.
Soru 316: Sigara içmek ilk başlayanlar için caiz midir? Bir hafta kadar
veya daha fazla bir süre sigarayı terk etmiş olan kimsenin tekrar sigaraya
başlaması haram mıdır?
Cevap: Hüküm, sigaranın verdiği zarar miktarına
göre değişir. Genel olarak insana kayda değer bir zarar verecek miktarda sigara
içmek caiz değildir ve eğer insan sigaraya başlamakla bu aşamaya ulaşacağını
bilirse yine caiz olmaz.
Soru 317: Uyuşturucu ticaretinden elde edilen mallar gibi bizzat haram
olduğu bilinen şeylerin hükmü nedir? Eğer bu malların sahibini tanımazsak
maliki meçhul olan mal hükmünde midirler? Eğer böyleyse, şer'î hâkimin veya
onun genel vekilinin izniyle bu malları kullanmak caiz midir?
Cevap: İnsan elde ettiği malın haram olduğunu
bilirse, onun şer'î sahibini tanıdığı takdirde -şahsını tanı-maz, fakat sayılı
kişilerden biri olduğunu bilse bile- şer'î sahibine vermesi farzdır. Aksi
durumda o malı şer'î sahibi adına sadaka olarak fakirlere vermelidir. Ve eğer
haram mal onun helâl malına karışmış ise ve haram malın miktarını bilmiyor ve
şer'î sahibini de tanımıyorsa, bu karışık malın humusunu (beşte birini)
çıkararak humus verilmesi gereken makama vermesi farzdır.
Soru 318: Tüylerinin tıraş edilmemesi farz olan alt çeneden maksat nedir?
Yüzün iki yanı da bunun içine girer mi?
Cevap: Ölçü, örfen sakal bırakmış olmaktır.
Soru: 319: Uzunluk ve kısalık bakımından sakalın sınırı nedir?
Cevap: Bunun belli bir sınırı yoktur; bunda ölçü,
örfen sakal denilmesidir. Bir el tutumundan fazla olması ise mekruhtur.
Soru 320: Sakalı kısaltıp bıyığı uzatmanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 321: Bazıları sadece çenelerinde tüy bırakarak sakallarını tıraş
etmekteler, bunun hükmü nedir?
Cevap: Sakalın bir bölümünü tıraş etmek, sakalın
tamamını tıraş etmek hükmündedir.
Soru 322: Acaba sakalı tıraş etmek fısk sayılır mı?
Cevap: Farz ihtiyat gereği sakalı kesmek haramdır
ve farz ihtiyat gereği sakal kesimi fıskın sonuç ve hükümlerini doğurur.
Soru 323: Bıyığı tıraş etmenin hükmü nedir? Bıyığı aşırı miktarda uzatmak
caiz midir?
Cevap: Bıyığı tıraş etmenin, bıyık
bırakmanın veya uzatmanın özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Ancak bıyığı,
yemek yerken ve su içerken yemeğe ve suya değecek miktarda uzatmak mekruhtur.
Soru 324: Bir sanatçının, mesleği gereği sakalını jiletle veya sakal tıraş
makinesiyle kesmesinin hükmü nedir?
Cevap: Eğer "tıraş edildi" söylenecek
nitelikte olursa farz ihtiyat gereği haramdır. Fakat sanat işi İslâm toplumunun
ihtiyaç duyduğu zarurî işlerden sayılırsa sakalı zaruret miktarınca tıraş etmenin
sakıncası yoktur.
Soru 325: Şirketlerden birinin halkla ilişkiler sorumlusu olmam
itibariyle misafirlerimizin sakallarını tıraş etmede kullanmaları için tıraş
malzemeleri satın alıp onlara sunmamız gerekiyor; bu konuda benim yükümlülüğüm
nedir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği tıraş malzemeleri
satın alarak başkalarına vermek zaruret durumu dışında caiz değildir.
Soru 326: Sakal bırakmak insanın aşağılanmasına sebep olursa, sakalı tıraş
etmenin hükmü nedir?
Cevap: Sakal bırakmak dinine önem veren Müslüman
bir kişinin aşağılanması sebebi olamaz ve farz ihtiyat gereği sakalını tıraş
etmesi caiz değildir. Ancak sakal bırakmak insanı zarar ve sıkıntıya sokarsa
kesmenin sakıncası yoktur.
Soru 327: Sakal
bırakmak insanın meşru amaçlarına ulaşmasına engel olursa, sakalı tıraş etmek
caiz olur mu?
Cevap: Mükellefin ciddî bir zarar ve meşakkat
dışında Allah Tealâ'nın emrini uygulaması farzdır.
Soru 328: Aslında sakal tıraşında kullanılan fakat bazen başka yerlerde de
kullanılan tıraş kreminin üretimi ve alım satımı caiz midir?
Cevap: Mezkur kremin sakal tıraşından başka helâl
menfaatleri de varsa, onu bu amaçla üretmenin ve satmanın sakıncası yoktur.
Soru 329: Sakalı tıraş etmenin haram oluşundan maksat, tüylerin yüzde tam
olarak çıktıktan sonra tıraş edilmesi midir, yoksa yüzde çıkan az miktardaki
tüyü tıraş etmeyi de kapsar mı?
Cevap: Genel olarak, yüzdeki tüyleri sakal tıraşı
denilecek miktarda tıraş etmek ihtiyat gereği haramdır. Ancak sakal tıraşı
denilmeyecek miktarda yüzdeki tüyleri kesmenin sakıncası yoktur.
Soru 330: Berberin sakal tıraşı karşılığında aldığı ücret haram mıdır?
Eğer haramsa, bu para helâl mala karışırsa humus vermek istediğinde iki defa mı
humus vermesi gerekir?
Cevap: Sakal tıraşı karşısında ücret almak farz
ihtiyat gereği haramdır. Harama karışmış helâl mala gelince, eğer haram malın
miktarını bilir ve sahibini tanırsa onu sahibine geri vermesi veya onun
rızasını alması farzdır. Ama belli kişilerden birisi olarak bile sahibini
tanımazsa, bu durumda onu sahibinin hayrına fakirlere sadaka vermelidir ve eğer
sahibini tanır da miktarını bil-mezse, uygun bir yolla onun rızasını elde
etmesi farzdır. Eğer ne miktarını bilir ve ne de sahibini tanırsa, bu durumda
malının haramdan temizlenmesi için humsunu vermelidir. Humusu verdikten sonra
geriye kalan mal eğer yıllık giderinden fazlaysa, bu durumda kazancının humusu
olarak onun da humusunu vermelidir.
Soru 331: Bazı müşteriler tıraş makinelerini tamir etmem için bana
müracaat ediyorlar; sakalı tıraş etmenin şer'an haram olduğu dikkate
alındığında, onların makinelerini tamir etmem caiz midir?
Cevap: Mezkur aletin sakal tıraşından başka
yerlerde de kullanılabileceğinden, sakal tıraşında kullanılması amacıyla
olmazsa onu tamir etmenin ve karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 332: Yanak yumrusundaki kılları iple veya cımbızla almak haram mıdır?
Cevap: Yanak yuvarlağı sakaldan sayılmadığı için
oradaki kılları tıraş ederek de almanın sakıncası yoktur.
GÜNAH TOPLANTILARINDA BULUNMAK
Soru 333: Yabancı ülkelerin üniversiteleri veya hoca-ları tarafından bazen
ziyafet toplantıları düzenleniyor. Bu toplantılarda alkollü içkiler sunulacağı
önceden bilinmektedir; bu durumda bu gibi toplantılara katılmak isteyen
öğrencilerin şer'î sorumlulukları nelerdir?
Cevap: Hiç kimsenin içki içilen toplantılara
katılması caiz değildir. Bu toplantılara katılmayın ve bırakın onlar sizin
Müslüman olduğunuz için içki içmediğinizi ve içki içilen toplantılara
katılmadığınızı anlasınlar.
Soru 334: Düğün törenlerinde bulunmanın hükmü nedir? Acaba ister istemez
insanların dans edecekleri düğün törenlerinde bulunmanın, "bir kavmin
haram işine giren onlardandır" rivayetinin kapsamına girdiği ve
dolayısıyla o toplantıyı terk etmenin farz olduğu söylenebilir mi, yoksa dans
etmemek ve diğer programlara katılmamak kaydıyla orada bulunmak caiz midir?
Cevap: Söz konusu merasim, eğer haram toplantı ve
günah meclisi denilmeyecek nitelikte olursa ve orada bulunmak bir fesada yol
açmayacaksa, orada bulunmanın ve oturmanın örfen caiz olmayan bir işi onaylamak
sayılmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 335: a) Erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı müzik çalıp dans ettikleri
toplantılara katılmanın hükmü nedir?
b) Müzik çalınan ve dans edilen düğün törenlerine katılmak caiz midir?
c) Dans edilen toplantılarda, marufu emretmek ve münkerden sakındırmak
katılanlara etki etmezse yine de kötülükten nehyetmek, sakındırmak farz mıdır?
d) Erkek ve kadınların birbirlerine karışarak dans etmelerinin hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak dans etmek şehveti tahrik
edecek nitelikte veya haram olan bir işle birlikte olursa ya da haram olan bir
işi gerektirirse caiz değildir. Yine yabancı veya namahrem erkeklerle kadınlar
birbirlerine karışırlarsa caiz değildir. Bu konuda düğün törenleriyle diğer
törenler arasında hiçbir fark yoktur. Günah toplantısına katılmak da, günah
toplantılarına uygun olan tahrik edici müziği dinlemek gibi bir haramı işlemeyi
gerektirirse veya günahı onaylama niteliğinde olursa caiz değildir. Marufu ve
iyiliği emretmek, münkerden ve kötülükten sakındırmak vazifesine gelince,
etkileme ihtimali yoksa insanın üzerinden kalkar.
Soru 336: Mahrem olmayan bir erkek düğün toplantısına katılır ve o
toplantıda örtülü olmayan bir kadın bulunursa; o kadını bu münkerden
sakındırmanın bir yararı olmadığı bilinirse, toplantıyı terk etmek farz mıdır?
Cevap: Onların davranışına itiraz niteliğinde
günah toplantısını terk etmek, münkerden ve kötülükten sakındırmanın bir örneği
olursa, orayı terk etmek farzdır.
Soru 337: Müstehcen müzik kasetlerinin dinlendiği toplantı ve meclislerde
bulunmak caiz midir? Onun günah nitelikli müzik olup olmadığında şüphe
edilirse, onları bu kaseti çalmaktan alıkoymanın imkânsız olduğu da göz önünde
bulundurulursa hüküm nedir?
Cevap: Günah ve eğlence toplantılarına özgü
tahrik edici müzik çalınan ve şarkı-türkü söylenen meclislerde bulunmak, onları
dinlemeye ve onaylamaya sebep olursa caiz değildir. Fakat mevzuda şüphe
edilirse orada bulunmanın ve onları dinlemenin haddizatında bir sakıncası
yoktur.
Soru 338: İnsanın bazen dinî makamlara veya diğer müminlere iftira atmak
gibi uygun olmayan sözleri dinlemek zorunda kaldığı meclis ve toplantılara
katılmasının hükmü nedir?
Cevap: Sırf orada bulunmak, gıybeti dinlemek,
haram bir işi onaylamak ve yaymak gibi haram bir konumu gerektirmezse özü
itibariyle sakıncası yoktur; fakat münkerden sakındırmak, şartları oluştuğu
zaman farz olur.
Soru 339: Bazı gayri İslâmî ülkelerde düzenlenen toplantılara katılan
misafirlere normalde alkollü içkiler sunulmaktadır; acaba bu toplantılara
katılmak caiz midir?
Cevap: İçki içilen toplantılarda bulunmak zaruret
dışında caiz değildir; zaruret hâlinde ise zaruret miktarıyla yetinilmelidir.
DUA YAZMAK VE İSTİHARE[8]
Soru 340: Dua yazmak karşısında ücret vermek ve almak caiz midir?
Cevap: Masumlardan
nakledilen duaları yazmak kar-şılığında ücret almak ve vermek caizdir.
Soru 341: Dua yazanların eski dua kitaplarında rivayet edildiğini iddia
ederek yazdıkları duaların hükmü nedir? Şer'î bakımdan bu dualar muteber midir?
Bunlara müracaat etmenin hükmü nedir?
Cevap: Dualar Ehlibeyt İmamlarından nakledilmişse
veya içerikleri haksa, onlarla teberrük edinmenin sakıncası yoktur; nitekim
Ehlibeyt İmamlarından olduğu şüp-heli olan duaları Ehlibeyt İmamlarına ait
olduğu ümidiyle okumanın da sakıncası yoktur.
Soru 342: İstihareye uymak farz mıdır?
Cevap: İstihareye uymanın
şer'î bir zorunluluğu yok-tur; fakat istiharenin aksine davranmamak daha iyidir.
Soru 343: "Hayır işlerde istihareye gerek yoktur" sözünü dikkate
alarak, acaba bu işlerin keyfiyeti veya bazen beklenmeyen olayların çıkmasıyla
ilgili olarak istihare yapmak caiz midir? Acaba istihare Allah'tan başka hiç
kimsenin bilmediği gaybı bilmenin bir yolu sayılır mı, yoksa gayp sadece Allah'a
ait mi?
Cevap: İstihare, mubah işleri yapmada tereddüt ve
şaşkınlığı gidermek içindir; bu tereddüt ister işin kendisi hakkında olsun,
ister keyfiyetinde fark etmez. Dolayısıyla tereddüt edilmeyen hayır işlerde
istihareye gerek yoktur. Ve yine istihare bir kişinin veya işin geleceğini
bilmeye yönelik yapılan bir iş değildir.
Soru 344: Boşanmak ve boşanmamak gibi konularda Kur'ân'la istihare etmek
sahih midir? İnsan istihare ettikten sonra istihareye uygun davranmazsa hükmü
nedir?
Cevap: Kur'ân'la veya tespihle istiharenin caiz
oluşu belli bir konuyla sınırlı değildir. Herhangi mubah bir işte insan
tereddüt içerisinde kalır da bir karara varamaz-sa istihare yapabilir.
İstihareye uygun davranmak şer'an farz değildir; fakat istihareye aykırı
davranmamak daha iyidir.
Soru 345: Evlilik gibi hayati önem taşıyan işlerde tespih veya Kur'ân'la
istihare yapmak sahih midir?
Cevap: İnsanın, hakkında karar vermek istediği
işler hususunda ilk önce iyice düşünmesi, incelemesi veya güvenilir ve
tecrübeli kişilerle istişare etmesi uygundur; eğer bütün bunlara rağmen
tereddüdü giderilmezse istihare yapabilir.
Soru 346: Bir şey hakkında bir kaç kez istihare yapılabilir mi?
Cevap: İstihare tereddüdü
gidermek için olduğundan ilk defada tereddüt giderildikten sonra konu
değişmediği sürece istihareyi tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
Soru 347: Bazen İmam Rıza'nın (a.s) kerametlerini içeren yazılarla
karşılaşmaktayız. Bu yazılar cami ve türbelerde ziyaret kitaplarının arasına
bırakılarak insanlara dağıtılmaktadır. Bu yazıları yayınlayanlar yazının
altına, "bu yazıyı okuyan, bunun üzerinden şu kadar yazıp çoğaltmalı, eğer
bunu yaparsa, hacetlerine kavuşur" yazıyorlar; acaba bu dedikleri doğru
mudur? Ve acaba onu okuyan kişinin, yayınlayan kimsenin isteğini yerine
getirmesi farz mıdır?
Cevap: Bu gibi şeylerin muteber olduklarına dair
hiçbir şer'î delili yoktur. Bunları okuyan kimselerin, yayınlayan kişinin
isteğine uyarak onun üzerinden yazması gerekli değildir.
Soru 348: Çoğu bölgelerde cami ve hüseyniyelerde, özellikle köylerde
tarihî olayları canlandırmak için geleneksel olarak piyes (şebeh/temsil)[9] yapılmaktadır
ve bazen bu piyesler insanlarda olumlu manevî etkiler bırakmaktadır; bu
programların hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu piyes programlarının içeriği yalan
ve batıl şeyler değilse, bir fesada sebep olmazsa ve mevcut zaman şartlarında
hak mektebe bir leke getir-mezse sakıncası yoktur; buna rağmen bunun yerine
vaaz, irşat, Hüseynî matem ve ağıt programları düzenlemek daha iyidir.
Soru 349: Matem törenlerinde davul, zil ve boru çalmanın ve insanların,
başında keskin aletler bulunan zincirlerle dövünmelerinin hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi zincirleri kullanmak halkın
gözünde mektebe leke getirirse veya bedene ciddî zarar vermesine sebep olursa
caiz değildir; fakat örfte yaygın olduğu gibi boru, davul ve zil çalmanın
sakıncası yoktur.
Soru 350: Bazı camilerde matem günlerinde süslü ve pahalı alemler[10] kullanılır.
Bazen dindar kişiler bunların hikmetini sormaktalar ve bunlar çoğu defa tebliğ
programlarına zarar vermekte ve hatta caminin kutsal hedefleriyle
çelişmektedir; bu konuda şer'î hüküm nedir?
Cevap: Onların camiye sokulması örfen caminin
şanıyla çelişirse veya namaz kılanlara engel olursa sakın-calıdır.
Soru 351: Bir kişi İmam Hüseyin'in (a.s) yas merasimi için
"alem" adak yaparsa, hüseyniyenin sorumlularının bunu kabul
etmekten kaçınması caiz midir?
Cevap: Birinin adak adamış olması, hüseyniyenin
yöneticisi ve derneğine "alem"i teslim almak için yükümlülük
getirmez.
Soru 352: İmam Hüseyin'in (a.s) matem merasiminde matem meclisine
"alem" sokmak veya matem mera-simi boyunca onu taşımanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun özü itibariyle bir sakıncası yoktur;
fakat bu gibi şeyleri dinden saymamak gerekir.
Soru 353: Mükellef eğer matem merasimlerine katılması sebebiyle bazı
farzları yerine getiremezse; örneğin, sabah namazı kaza olursa bu merasimlere
katılmaması daha mı iyidir, ya da bu merasimlere katılmaması onun Ehlibeyt'ten
uzaklaşmasına sebep olur mu?
Cevap: Açıktır ki farz namaz, Ehlibeyt'in matem
merasimlerine katılmanın faziletinden önceliklidir. Dolayısıyla İmam Hüseyin'in
(a.s) matemine katılma bahanesiyle namazın terk olunması ve kazaya bırakılması
caiz değildir; fakat namaza zarar vermeyecek bir şekilde bu programlara katılmak
mümkündür ve önemle vur-gulanan müstehaplardandır.
Soru 354: Bazı dinî heyetlerde muteber bir tarih kitabına dayanmayan ve
bir din âlimi ve merciden duyulmayan ağıtlar söylenmektedir. Bu ağıtları
söyleyenlerden bunların kaynağı sorulduğunda, "Ehlibeyt, bizim böyle
anlatmamızı sağlamışlar veya bize böyle yol göstermişler, Kerbela vakıası
sadece tarih kitaplarında geç-mez ve bunun kaynağı sadece ulemanın söyledikleri
de-ğildir; bazen bu olaylar İmam Hüseyin (a.s) hakkında vaaz veren ve ağıt
söyleyenlerin kalbine ilham olur." diye cevap veriyorlar. Acaba Kerbela
vakıasını bu yolla nakletmek doğru mudur? Eğer doğru değilse bu durumda
dinleyenlerin yükümlülüğü nedir?
Cevap: Olayları bir rivayete dayanmadan ve
tarihte kaydedilmemesine rağmen söz konusu şekilde nakletmenin şer'î bir değeri
yoktur. Ancak olayların bu şekilde nakledilmesi, nakledenin çıkardığı sonuç ve
görüşe dayanan hâl dili olursa ve yalan olduğu da bilinmezse sakıncası yoktur.
Bu alanda dinleyenlerin vazifesi, söylenenlerin münker olduğunu kesin olarak
bilirlerse ve münkerden nehyetme şartları da mevcutsa onları mün-kerden
sakındırmaktır.
Soru 355: Hüseyniyelerdeki hoparlörlerden Kur'ân, mersiye ve ağıt sesleri
bazen yüksek sesle yayınlanmakta ve bu durum komşuları rahatsız etmektedir.
Hüseyniye görevlileri ve hatipler de bu işi yapmakta ısrar ediyorlar; bunun
hükmü nedir?
Cevap: Hüseyniyelerde merasimlerin ve dinî
programların uygun zamanlarda düzenlenmesi önemle vurgulanan müstehaplardandır.
Bununla birlikte hüseyni-yelerde program düzenleyenlerin ve matem tutanların
mümkün oldukça, hoparlörlerin sesini kısarak ve sesi içeriye yönelterek
komşuları rahatsız etmekten sakınmaları farzdır.
Soru 356: Muharrem ayında davul ve ney çalarak matem toplantılarını gece
yarılarına kadar sürdürmek hakkında görüşünüz nedir?
Cevap: Seyyid'üş-Şüheda (İmam Hüseyin) ve
ashabının (a.s) matem toplantılarına gitmek ve bu gibi dinî merasimlere
katılmak güzel ve iyi bir şeydir; hatta bu gibi merasimler insanın Allah'a
yakınlaşmasını sağlayan en önemli sebeplerdendir. Fakat başkalarının eziyet
görmesine sebep olan veya şer'an haram olan her şeyden kaçınmak gerekir.
Soru 357: Matem merasiminde org ve zil gibi müzik aletleri kullanmanın
hükmü nedir?
Cevap: Müzik aletleri kullanmak şehitler serveri
İmam Hüseyin'in matem merasimine uygun değildir ve matem törenlerinin eskiden
beri süregelen ve yaygın olan şekliyle düzenlenmesi daha uygundur.
Soru 358: Son zamanlarda yaygın olduğu gibi İmam Hüseyin'e (a.s) matem
tutmak adına bedeni yaralamak, bedene kilit vurmak ve tartı taşı bağlamak caiz
midir?
Cevap: Mezhebe leke getiren bu gibi ameller caiz
değildir.
Soru 359: Ehlibeyt İmamlarının (a.s) mukaddes ziyaretgâhlarında yüz üstü
toprağa kapanmanın ve bazılarının yaptığı gibi yüz ve göğüslerini kan gelmesi
için yere sürtmenin ve o hâlde hareme girmenin hükmü nedir?
Cevap: Ehlibeyt İmamlarını (a.s) sevmek ve matem
ve üzüntüyü ortaya koymaktan uzak olan bu gibi davranışların şer'î bir yanı
yoktur. Hatta bedene ciddî bir zarar verir veya mezhebe leke getirirse caiz
değildir.
Soru 360: Bazı bölgelerde kadınlar, Hz. Fatıma'nın (s.a) düğün merasimi
adı altında törenler yapmak için "Hz. Ebulfazl sofrası" merasimi
düzenlemekte, bu toplantılarda düğün şiirleri okuyup alkış çalarak dans
etmektedirler; bu gibi şeylerin hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu gibi merasim ve toplantılarda,
yalan ve batıl şeyler söylenmez ve mektebe leke de getirmez-se, haddizatında
sakıncası yoktur; ama dans etmeye gelince, eğer şehveti uyandıracak nitelikte
olursa veya haram bir işi gerektirirse caiz değildir.
Soru 361: İmam Hüseyin'in (a.s) şehadet yıldönümü Aşura günü merasimi için
gereken masrafları karşılamak amacıyla toplanan mallardan geriye kalanı nelerde
harcanmalıdır?
Cevap: Geri kalan mallar, hediye edenlerden izin
alınarak hayır işlerde kullanılabileceği gibi gelecek yılki Aşura merasiminde
kullanmak için de saklanabilir.
Soru 362: Muharrem ayında hayırsever insanlardan para toplayıp çeşitli
kısımlara bölerek bir bölümünü Kur'ân ve mersiye okuyanlara ve konuşmacılara
vermek ve geri kalanını da matem merasimi masrafları için kullanmak caiz midir?
Cevap: Mal sahiplerinin muvafakat ve rızasıyla
olursa bunun bir sakıncası yoktur.
Soru 363: Kadınların hicaplarını koruyarak ve bedenlerini örtecek özel
elbiseler giyerek sine ve zincir destelerine[11] katılmaları
caiz midir?
Cevap: Kadınların zincir ve sine destelerine
katılmaları uygun değildir.
Soru 364: Ehlibeyt İmamlarının (a.s) matemlerinde başa kama vurmak kişinin
ölümüne sebep olursa, acaba bu iş intihar sayılır mı?
Cevap: Eğer bu iş genelde ölüme sebep olmuyorsa
intihar hükmünde değildir; fakat daha işin başında canının tehlikeye girmesi
korkusu varsa, buna rağmen yapar ve ölümüne sebep olursa, bu iş intihar
hükmündedir.
Soru 365: İntihar
ederek ölen Müslüman için düzenlenen Fatiha meclislerine katılmak caiz midir?
Onlar için mezarlarının başında Fatiha okumanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun haddizatında sakıncası yoktur.
Soru 366: Bi'set bayramında, (Resulullah'ın -s.a.a- peygamberliğe tayin
edildiği gün) ve Ehlibeyt İmamlarının veladet yıl dönümü merasimlerinde
dinleyenleri ağlatan methiye ve mersiye okumanın ve bu programa katılanlar
üzerine para serpmenin hükmü nedir?
Cevap: Dinî bayram törenlerinde methiye ve
mersiye okumanın sakıncası yoktur; bu merasimlere katılanlar üzerine para
serpmenin de kendisi sakıncasızdır, hatta eğer müminleri neşelendirmek, sevinç
ve neşeyi belirtmek amacıyla olursa sevabı bile vardır.
Soru 367: Kadının, namahrem erkeklerin sesini duyacaklarını bilmesine
rağmen yas merasiminde mersiye okuması caiz midir?
Cevap: Eğer bir fesadın çıkması endişesi
varsa bundan kaçınılması gerekir.
Soru 368: Aşura günü başa kama ile vurmak, ateş ve kor üzerinde yalın ayak
yürümek gibi ruhî ve bedenî zarara neden olan ve ayrıca diğer İslâm mezhepleri
uleması, izleyiciler ve yine dünya halkının gözünde Şia-ı İsna Aşeriyye
mektebinin karalanmasına ve küçük düş-mesine sebep olan merasimler hakkındaki
görüşünüzü açıklar mısınız?
Cevap: İnsana zarar veren veya din ve mektebe
leke getiren her iş haramdır; müminlerin bunlardan kaçınması gerekir.
Zikredilen davranışların bir çoğu halkın yanında Ehlibeyt (hepsine selâm olsun)
mektebine hakaret edilmesine ve mektebin lekelenmesine sebep olmaktadır. Bu ise
en büyük zarar ve ziyandır.
Soru 369: Başa gizli bir şekilde kama vurmak helâl midir, yoksa bu
konudaki fetvanız genel midir?
Cevap: Kama vurmak, örfen hüzün ve keder
belirtilerinden sayılmamanın yanında Ehlibeyt İmamları (a.s) zamanında ve onlardan
sonraki dönemlerde rastlanılmış bir davranış değildir. Bu amelin Ehlibeyt
İmamları (a.s) tarafından özel veya genel olarak onaylandığına dair bir rivayet
de nakledilmemiştir. Günümüzde bu amel mektebimize leke getirdiği ve küçük
düşürücü davranış sayıldığı için hiçbir şekilde caiz değildir.
Soru 370: Cismî ve ruhî zararın şer'î ölçüsü nedir?
Cevap: Ölçü, örfen ciddî ve önemli bir zarar
olarak görülmesidir.
Soru 371: Bazı Müslümanların yaptığı gibi -yas merasimlerinde- bedene
zincirle vurmanın hükmü nedir?
Cevap: Örf açısından yaslarda hüzün ve
keder örneklerinden sayılacak bir davranışsa sakıncası yoktur.
Soru 372: Gadir-i Hum Bayramı dışında başka günlerde kardeşlik akti okumak
caiz midir?
Cevap: Bu işin mübarek Gadir-i Hum günüyle
sınırlandığı belli değildir. Ancak Gadir-i Hum günüyle yeti-nilmesi daha iyi ve
ihtiyata daha uygundur.
Soru 373: Kardeşlik akdini meşhur lafızlarla okumak farz mıdır, yoksa
herhangi bir lügat veya cümleyle de olur mu?
Cevap: Rivayet edilmiş belli cümlelerle
yetinilmesi daha iyi olmasına rağmen, bununla sınırlandırılmış olduğu tespit
edilmemiştir.
Soru 374: Nevruz Bayramı hakkında görüşünüz nedir? Acaba Nevruz Bayramı
Müslümanların kutladıkları Ramazan ve Kurban bayramları gibi şer'an sabit olmuş
bir bayram mıdır, yoksa cuma günleri ve diğer münasebetler gibi sadece mübarek
bir gün müdür?
Cevap: Nevruz'un dinî bayramlardan veya şer'an
mübarek günlerden olduğuna dair muteber bir nass yoktur; fakat bu günde sevinç
kutlamaları yapmanın ve ziyaretlere gitmenin sakıncası yoktur; hatta sıla-ı
rahim yapılması açısından övgüye layık bir gündür.
Soru 375: Nevruz Bayramı ve bu günün fazilet ve amelleri hakkında
aktarılan rivayetler doğru mudur? Ve acaba bu amelleri (namaz, dua vs.),
hakkında rivayet olduğu kastıyla yerine getirmek caiz midir?
Cevap: Bu amelleri, hakkında rivayet olduğu
kastıyla yerine getirmek sakıncalı ve üzerinde teemmül edilmesi gereken bir
husustur; fakat Allah'a yaklaşma ümidiyle bu ibadetleri yerine getirmenin
sakıncası yoktur.
Soru 376: Hangi malları stoklamak şer'an haramdır? Stokçuları malî
cezalara çarptırmak sizce caiz midir?
Cevap: Stok edilmesi haram olan mallar,
rivayetlerde belirtildiğine ve meşhur görüşe göre sadece halkın çeşitli
tabakalarının genellikle ihtiyaç duyduğu dört tahıldan (buğday, arpa, üzüm ve
hurma) ve hayvan yağı ile bitkisel yağdan ibarettir. Fakat İslâm hükümeti genel
maslahat gereğince halkın diğer ihtiyaçlarının stoklan-masını da
engelleyebilir. Hâkimin uygun görmesi duru-munda stokçulara malî ceza vermenin
sakıncası yoktur.
Soru 377: Elektrik enerjisini ihtiyaçtan fazla kullanmanın aydınlanmak
için israf olmadığı söylenmektedir; acaba bu doğru mudur?
Cevap: Her şeyi ve hatta elektrik enerjisi ve
lamba ışığını ihtiyaçtan fazla kullanmak hiç kuşkusuz israf sayılır. Ancak
doğru olanı Resulullah'tan (ona ve Ehlibeyti'ne selâm olsun) nakledilen, "Hayırlı
işte israf olmaz." buyruğudur.
Soru 378: Muatat[12] şeklinde
gerçekleştirilen alış verişe ve diğer muamelelere akitle (sözleşmeyle) yapılan
muamelede olduğu gibi uymak gerekli midir?
Cevap: Sonuçlarına uyulmasının gerekliliği ve
geçerlilik açısından, akit okunarak yapılan muameleyle muatat muamelesi
arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 379: Eğer resmî
kayıt yapılmaksızın ve ulemadan biri tarafından alış veriş akdi okunmaksızın
aile fertleri arasında bir ev ve arsa satışı veya uzlaşması el yazısıyla
yapılmış bir sözleşmeyle gerçekleşirse, acaba bu şekilde yapılan muamele
kanunen ve şer'an geçerli midir?
Cevap: Muamele şer'î bir yöntemle yapıldıktan
sonra onun doğruluğuna ve gerekliliğine hükmedilir. Bu muamelenin resmen kaydedilmemesi
veya ulemadan biri tarafından alış veriş akdinin okunmaması onun doğruluğuna
bir zarar vermez.
Soru 380: Resmî belgesi olan bir mülkü, müşteri adına resmî bir senet
yaptırmadan adi bir belgeyle satın almak şer'an caiz midir?
Cevap: Alış verişin kendisinin gerçekleşmesi için
resmî satış belgesi düzenlemek ve bunu kaydettirmek şart değildir; bu konuda
ölçü, sahibinden, vekilinden veya velisinden şer'an sahih bir alış verişle
malikiyetin devrinin gerçekleşmesidir; bu konuda herhangi bir senet düzenlenmese
bile muamele sahihtir.
Soru 381: Satışın gerçekleşmesi için satıcıyla müşteri arasında sadece
normal bir belgenin düzenlenmesi yeterli midir ve acaba bu belge satış belgesi
sayılır mı? Her iki tarafın sözleşme yapmaya kasıt veya niyet etmeleri, sözleşmenin
imzalanması ve satıcıyı resmî belge düzenlemeye ve malı teslim etmeye zorlamak
için yeterli midir?
Cevap: Satışın gerçekleşmesi ve satılan malın
mülkiyetinin müşteriye intikal etmesi için sadece satış kastı veya normal belge
düzenlemek yeterli değildir. Muamele şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmedikçe
mal sahibini müşteri adına resmî bir belge düzenlemeye zorlamanın ve malı
müşteriye teslim etmesini istemenin bir gerekçesi yoktur.
Soru 382: İki kişi bir muamele
konusunda görüşme yaparak anlaşır ve müşteri satıcıya kaparo olarak bir meblağ
verirse ve bu konuda aralarında bir belge düzenleyerek taraflardan birinin
muameleden vazgeçmesi durumunda diğerine bir meblağ ödemesini şart koşarlarsa,
acaba bu belge tek başına satış belgesi olarak görülebilir mi? Yani, sırf
anlaşma ve tarafların muamele yapmayı istemeleri akdin imzalanması ve
sonuçlarının gerçekleşmesinde yeterli midir ve bu durumda taraflardan biri
muameleyi kesinleştirmekten kaçındığı takdirde, karşı taraf onu aralarında
belirledikleri şartı yerine getirmeye zorlayabilir mi?
Cevap: Sırf satış kastının olması veya üzerinde
anlaşmak veya onu gerçekleştireceğine dair söz vermek, yazılı belgeyle tespit
edilmiş olsa da satış değildir ve satışın gerçekleşmesi için yeterli olmaz.
Şartın da, akit ve muamele zımnında olmadıkça veya akit ona binaen yapılmadıkça
etkisi yoktur. Dolayısıyla satış ve mülkiyetin intikali şer'an sahih bir
şekilde gerçekleşmezse anlaşma ve vaat açısından taraflardan hiçbiri diğerini
muameleyi kesinleştirmeye zorlama hakkına sahip değildir.
Soru 383: Eğer birisi devlet tarafından veya hâkimin hükmüyle arsasını ve
evinin eşyalarını satmaya mecbur edilirse, onun, bunları satmaya mecbur
kaldığını bilen bir kişinin bu malları ondan satın alması caiz midir?
Cevap: Eğer yerini ve evinin
eşyasını satmaya zorlanması hak üzere ise ve satmaya mecbur eden kişinin şer'an
böyle bir yetkisi varsa, başkalarının bu adamdan o şeyleri satın almalarının
sakıncası yoktur; aksi durumda sahibinin muameleden sonra izin vermesi şarttır.
Soru 384: Bir kişi mülkünü ikinci bir kişiye satarak parasını aldıktan ve
ikinci kişi aynı mülkü üçüncü bir kişiye satıp parasını alarak ihtiyaçlarını
gidermede kullandıktan sonra birinci kişinin mallarına haciz konulması ve
tevkif edilmesi hükmü çıkar. Acaba bu hüküm onun daha önce sattığı mülkü de
kapsar mı? Ve o satış muamelesinin batıl ve geçersiz olduğuna delil oluşturur
mu?
Cevap: Satıcının satış
anında hâkimin hükmüyle mal-larına haciz konulması nedeniyle onu satmaktan yasaklı olduğu ortaya
çıkarılır veya satıcının elinde bulunmasına rağmen sattığı şeyin maliki
olmadığı, aksine sattığı mal hâkimin haciz koyabileceği şeylerden olduğu
anlaşılırsa, satıştan sonra verilen hüküm daha önce satılan malı da kapsar ve
bununla malın önceki satışının batıl olduğuna hükmedilir; aksi durumda el koyma
kararından önce yapılmış satışın şer'an doğruluğuna hükmedilir; ve el konulan
mallar kapsamına girmez.
Soru 385: Toplumsal ilişkilerin karmaşıklığı ve halkın ekonomik ve
toplumsal sorunları bazen insanları zararlı, adilane olmayan veya en
azından örfen hoş karşılanmayan zorunlu muamelelere mecbur ediyor. Acaba
çaresizlik, şeriat açısından muamelenin batıl olmasına sebep olur mu?
Cevap: Istırar (zorunluluk) ve çaresizlik fıkhî
açıdan kişinin kendi rıza ve isteğiyle yaptığı alış verişin doğruluğuna ve
geçerliliğine zarar vermez. Fakat karşı tarafın ahlâkî ve insanî açıdan
çaresizliğe düşen kişinin bulunduğu şartları kötüye kullanmaması gerekir.
FUZULÎ (YETKİSİZ) SATIŞ[13]
Soru 386: Kardeşimden bir tarlanın bir bölümünü şartlı muamele yöntemiyle
satın aldım. Fakat kardeşim aynı araziyi ikinci kez başka birine satmış; acaba
kardeşimin ikinci satışı doğru mudur?
Cevap: Birinci satış şer'an sahih bir şekilde
gerçekleşmiş ise satıcı birinci satışı feshetmeden malı ikinci defa başka
birine satamaz. Eğer satarsa ikinci satışı fuzulî olur ve sahih olması birinci
müşterinin iznine bağlıdır.
Soru 387: Bir konut kooperatifi şirketi üyeleri, parasını kendileri ödemek
suretiyle konut yapımı için bir arsa satın almışlardır. Fakat bu arsanın tapusu
şirket adına kaydolmuştur. Arsanın satın alınmasında ve parasının temininde
hiçbir rolü olmayan şirket yönetim kurulu kooperatif üyeliğine girmiş önceki
üyelerin muvafakatini almadan bu arsayı gerçek değerinden daha az bir değere
şirketin yeni üyelerine satmaya teşebbüs etmiştir. Acaba bu satış caiz midir?
Cevap: Arsayı eğer belli kişiler kendi paralarıyla
kendileri için satın almışlarsa, o yer onlarındır ve başkalarının onda hiçbir
hakkı yoktur. Şirket yönetim kurulunun bu yeri sahiplerinden izin almadan
başkalarına satması ise fuzulîdir. Fakat onu tüzel bir kimliği olan şirketin
sermayesiyle şirket için satın almışlarsa, o yer kooperatif şirketinin malı
sayılır ve bu durumda yönetim kurulunun şirketin tüzüğü çerçevesinde onda
tasarruf etmesi caizdir.
Soru 388: Yolculuğa çıkmak isteyen bir kişi evini istediği herkese ve
hatta kendisine satması için kardeşine resmî bir vekâlet veriyor. Fakat
yolculuktan döndükten sonra evini satmaktan vazgeçiyor ve bunu sözlü olarak
kardeşine bildiriyor. Ancak kardeşi elindeki resmî vekâlete istinaden kardeşi
olan müvekkiline parayı vermeden veya evi ondan teslim almadan evin tapusunu
kendi adına geçiriyor; acaba bu satış doğru mudur?
Cevap: Vekilin, sözle de olsa kendisinin
vekâletten azledildiğini bildikten sonra evi kendisine sattığı tespit olursa,
bu satış fuzulîdir ve satış akdi ancak müvekkil izin verirse doğru olur.
Soru 389: Sahibi, kendi malını birine sattıktan sonra birinci satış akdini
feshetme hakkı olmaksızın o malı başka birine yeniden satarsa, acaba bu satış
doğru olur mu? Satılan mal onun yanında mevcut ise, ikinci müşteri ikinci
satışa istinaden malı ondan isteyebilir mi?
Cevap: Malın birinci satışı tamamlandıktan
sonra birinci müşterinin izni olmadan onu ikinci bir kişiye satışı fuzulî olup
yeni bir satış birinci müşterinin iznine bağlıdır ve birinci müşteri ikinci bir
satışa izin vermezse eşyayı nerede bulursa alabilir. İkinci müşteri ise onu
satıcıdan isteyemez.
Soru 390: Birisi başka birinin parasıyla bir gayrimenkul mal satın alırsa,
acaba bu onun mu, yoksa mal sahibinin midir?
Cevap: Eğer gayrimenkulu bizzat başkasının aynî[14] malı
karşılığında satın alırsa ve mal sahibi muameleye izin verirse gayrimenkul, mal
sahibinin olur ve satın alanın onda hiçbir hakkı olmaz; mal sahibi izin
vermezse muamele batıldır. Ancak kendi zimmetinde kendisi için satın alırsa ve
sonra parasını başkasının malından verirse, bu durumda gayrimenkul onun olur;
fakat parasını satıcıya borçlu olur ve yine parasını satıcıya verdiği öteki kişinin
malına da zâmin[15] (kefil)
olur. Satıcının ise bu durumda arsa karşılığı olarak ilk başta almış olduğu
gasp edilmiş malı sahibine geri vermesi gerekir.
Soru 391: Bir kimse eğer başkasının malını fuzulî (yetkisiz) olarak satıp
parasını kendi ihtiyaçlarında harcar ve uzun bir zaman sonra mal sahibine onun
karşılığını vermek isterse, bu durumda sahibine malın satışından elde ettiği
meblağı mı, malın satış zamanındaki değerini mi, yoksa karşılığını ödemek
istediği zamanki değerini mi vermesi gerekiyor?
Cevap: Mal sahibi eğer kendisine satış izni
verdikten sonra parayı almasına da izin verirse, alıcıdan aldığı meblağın aynısını
malın sahibine vermesi gerekir ve eğer mal sahibi satışı temelden reddederse,
imkân dahilinde malın kendisini sahibine geri vermesi gerekir. Bu mümkün
olmazsa emsalinin veya kıymetinin karşılığını vermesi gerekir. İhtiyat gereği
malın muamele günündeki değeriyle ödeneceği günkü değerinin farkı konusunda mal
sahibiyle sulh etmeli, anlaşmalıdır.
Soru 392: Eğer baba küçük çocuklarına bazı mülkler satın alır ve muamele
için şer'î satış akdi sıygası da okunursa, acaba çocukların velisi olarak
babanın bu mülkleri teslim alması ve karşılığını vermesiyle muamele gerçekleşir
mi?
Cevap: Babanın bulûğ çağına ermemiş çocuğu için
muameleyi doğru bir şekilde yapmasından sonra, çocuğunun velisi olması
itibariyle malı teslim alması, satış akdinin gerçekleşmesi ve sonuçlarının
uygulanması için yeterlidir.
Soru 393: Küçüklüğümde velim olan kişi arazimi satmaya teşebbüs etmiş ve
bu amaçla müşteriden kaparo almıştır. Ben onların arasında bu muamelenin
tamamlanıp tamamlanmadığını bilmiyorum. Fakat arazi şimdiye dek müşterinin
elindedir ve müşteri o yerde tasarruf etmektedir. Acaba bu satış doğru mudur ve
beni bağlar mı, yoksa yerin asıl sahibi olarak onu müşteriden geri isteyebilir
miyim?
Cevap: Eğer sizin şer'î velinizin, o zaman
veliniz olması dolayısıyla yerinizi sattığı kesinleşirse, bu muamelenin şer'an
doğruluğuna hükmedilir ve bu satışın feshedildiği ispatlanmadıkça araziyi
istemeye hakkınız yoktur.
Soru 394: Ölen birinin mirasından eğer bir miktar nakit para kalır ve
kayyımı[16] bu
parayı kendi yanında tutarak çalıştırmazsa, acaba kayyım, paranın asıl
sahipleri karşısında bankanın kâr olarak verdiği miktara (örneğin %13) veya
pazar ve örfte yaygın olan miktara zâmin (zarardan sorumlu) olur mu? Eğer
bu parayla ticaret yaparak miktarı belli olmayan bir kâr elde ederse hüküm
nedir?
Cevap: Kayyım, bulûğ çağına varmamış küçük
çocukların mallarının farazi kârlarını ödemekle yükümlü değildir. Fakat
çocukların malıyla ticaret yaparsa bu ticaretten elde edilen kârların hepsi
onlara aittir. Eğer kayyım çocuğun malıyla ticaret yapmaya şer'an izin-liyse,
sadece hizmetinin emsalinin ücretini alma hakkına sahiptir.
Soru 395: Kısıtlı olmayan kişinin hayattayken damadı veya evlâtları,
vekâletleri olmaksızın ve izin almaksızın onun mallarını ve emlâkini
satabilirler mi?
Cevap: Başkasının malını izni olmadan satmak,
fuzulî bir satıştır ve bu satış akdinin geçerli olması sahibinin iznine
bağlıdır; satan kişi onun damadı veya evlâdı da olsa hüküm aynıdır. Dolayısıyla
böyle bir satışa sahibi izin vermediği sürece geçerlilik kazanmaz.
Soru 396: Beyin kanaması geçiren ve şuurunu kaybeden bir kişinin evlâtları
onun mallarında nasıl tasarruf edebilirler? Çocuklarından birinin şer'î
hâkimden izin almadan ve öteki çocukların izni olmadan yaptığı ta-sarrufun
hükmü nedir?
Cevap: Şuur kaybı örfen ona deli denecek derecede
ise onun kendisinin ve mallarının velâyeti şer'î hâkime aittir. Bu durumda şer'î
hâkimin izni olmadan hiç kimsenin ve hatta evlâtlarının bile onun mallarında
tasarruf etmeleri caiz değildir. Dolayısıyla eğer şer'î hâkimden izin alınmadan
mallarında tasarruf edilirse bu, gasptır ve bu iş onun zâmin olmasını
gerektirir. Yaptığı muameleler de fuzulîdir ve geçerli olması hâkimin iznine
bağlıdır.
Soru 397: Bir şehidin dul kalmış eşiyle evlenip onun sorumluluğunu
üzerine alan bir kimsenin, çocuklarının ve bu çocukların annesi olan eşinin
Şehitler Kurumunun şehit evlâtlarına verdiği parayla satın alınan eşyaları
kullanmaları caiz midir? Şehitler Kurumunun şehit evlâtlarına verdiği maaş ve
öteki malî yardımlar nasıl kullanılmalıdır? Acaba bunları ayırarak tamamen
şehit evlâtları için harcanmasını sağlamak farz mıdır?
Cevap: Şehidin baliğ olmayan evlâtlarına tahsis
edilen mallar, ister onların masrafları için, ister başkalarının yararlanması
için olsun, çocukların maslahatı için bile olsa çocukların şer'î velisinin
izniyle kullanılmalıdır.
Soru 398: Şehit ailesini ziyarete gidildiğinde arkadaşlarının götürdükleri
hediyelerin hükmü nedir? Acaba bu eşyalar şehit çocuklarının mallarından mı
sayılır?
Cevap: Eğer hediyeler şehidin çocukları içinse,
çocukların şer'î velisinin kabul etmesi durumunda o, çocukların mallarından
sayılır. Başkalarının o mallarda tasarruf etmesi şer'î velinin iznine bağlıdır.
Soru 399: Babamın bir ticarethanesi vardı. Ölümünden sonra bu
ticarethanenin işletmesi amcalarımın eline geçti ve ticarethanenin kirası
olarak her ay bize belli bir meblağ vermeyi kararlaştırdılar. Bir müddet sonra
kayyımımız olan annem amcalarımın birinden bir miktar borç aldı. Onlar da bize
vermeleri gereken aylık kirayı onlardan aldığımız borca saydılar. Daha sonra,
çocukların bulûğ çağına erinceye kadar mallarını koruma kanununa aykırı olarak
ticarethaneyi annemden satın aldılar. Böylece önceki rejim döneminde rejime
bağlı olan bazı kişilerin yardımıyla muamele resmen kesinleşti. Bizim şu anda
yapmamız gereken nedir? Acaba yapılan tasarrufların ve satışın doğruluğuna
hükmedilebilir mi, yoksa şer'an bizim muameleyi feshetme hakkımız var mı? Ve
acaba baliğ olmayan çocuğun hakkı zaman aşımına uğrayarak kaybolur mu?
Cevap: Ticarethanenin kiralanmasının, kiranın
borca sayılmasının ve yine ticarethanenin satışının doğruluğuna hükmedilir.
Ancak çocuklara ait hisselerin satımının o dönemde onların maslahatına olmadığı
veya çocukların kayyımının onu satmaya yetkili olmadığı şer'î ve kanunî bir
yolla ispatlanırsa ve çocuklar da bulûğ çağına eriştikten sonra bu muameleyi kabul etmez-lerse önceki muameleler
sahih olmaz. Muamelenin batıl olduğu tespit edilirse zaman aşımının çocukların
hakkının düşmesinde hiçbir etkisi olmaz.
Soru 400: Kocam arkadaşlarından birinin şoförlük yaptığı bir trafik
kazasında vefat etti. Kocamın ölümünden sonra şer'an ve kanunen baliğ olmayan
küçük çocuklarımın kayyımı oldum. Bunu göz önünde bulun-durarak:
a) Acaba kayyım olarak ben şoförden diyet ödemesi talebinde bulunmalı mıyım
veya sigorta tazminatını almak için mevzuu takip etmeliyim?
b) Acaba çocuklarıma ait olan maldan babaları için matem merasimi
düzenleyebilir miyim?
c) Acaba çocukların diyetle ilgili haklarında indirim yapmam veya vazgeçmem
caiz olur mu?
d) Eğer çocukların hakkından vazgeçersem ve onlar bulûğ çağına erdikten sonra
buna razı olmazlarsa, acaba diyetten dolayı onlara zâmin (zarar ve ziyanlarının
tazmin edicisi) olur muyum?
Cevap: a) Eğer şoförün veya başka bir
kişinin şer'an diyet vermesi gerekiyorsa, çocukların velisi olarak onlardan
çocukların şer'î haklarını alarak korumanız farzdır. Yine sigorta konusunda
çocuklar için kanunî bir hak söz konusu ise hüküm aynıdır.
b) Baliğ olmayan çocukların
mallarını, babalarından miras olarak onlara ulaşmış olsa da babaları için
Fatiha meclisi düzenlemede harcamak caiz değildir.
c-d) Diyette, çocukların maslahatına
aykırı olan onların hakkında indirim yapmak veya vazgeçmek caiz değildir ve
çocuklar bulûğ çağına erdikten sonra
diyeti talep edebilirler.
Soru 401: Kocam geriye bulûğa ermemiş birkaç küçük çocuk bırakarak vefat
etti. Mahkemenin verdiği hükme istinaden dedeleri (babalarının babası)
çocuklarımın velisi ve kayyımı oldu. Acaba çocuklardan birisi bulûğ çağına erdiğinde öteki
kardeşlerinin kayyımı olabilir mi? Eğer olamazsa acaba çocuklarımın bakımını
ben üstelenebilir miyim? Ayrıca dedeleri, mahkemenin kararına istinaden ölünün
mirasının altıda birini kendisine almak istiyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Öksüz küçük çocukların bulûğ ve rüşt[17] çağına
erinceye kadar kayyım ve velisi büyük babalarıdır (babalarının babasıdır); bu
konuda mahkemenin atamasına da gerek yoktur. Fakat onun, çocukların mallarında
tasarrufları çocukların maslahatına ve menfaatine uygun olmalıdır. Eğer
çocukların maslahatına aykırı davranırsa bu konuda durumun incelenmesi ve takip
edilmesi için mahkemeye müracaat edebilirler. Ergenlik çağına ulaşan ve reşit
olan çocuklardan her biri dedesinin velâyet ve kayyımlığından çıkarak kendi
işlerinin idaresini üstlenir. Fakat ne o ve ne de annesi öteki çocukların
velisi ve kayyımı olamaz. Ve dedeleri kendi oğlu olan çocukların babasının
malından altıda bir miras hakkına sahiptir ve mirasın altıda birini kendisi
için almasının sakıncası yoktur.
Soru 402: a) Babası, annesi, kocası ve bulûğ çağına ermemiş üç çocuğu olan
evli bir kadın öldürülüyor. Mahkeme bu kadını kayın biraderinin öldürdüğüne ve
kan sahiplerine (öldürülenin varislerine) diyet verilmesine hükmediyor. Fakat
baliğ olmayan çocukların şer'î velisi olan babası, kardeşinin katil olduğuna
inanmıyor ve dolayısıyla kardeşinden kendisi ve evlâtları için diyet almaktan
kaçınıyor; acaba onun bu hareketi caiz midir?
b) Acaba çocukların babası ve babalarının babası varken başkalarının, bu
işe karışarak herhangi bir gerekçeyle öldürülen kadının çocuklarına
amcalarından diyet alma hususunda ısrar etme hakkı var mı?
Cevap: a) Çocukların babası, eşini öldürmekle suçlanan kardeşinin katil olmadığına ve
gerçek diyet borçlusu olmadığına kesin olarak inanıyorsa, bu durumda ondan
diyet alması ve baliğ olmayan çocuklarının hakkını almak gerekçesiyle ondan
diyet istemesi caiz değildir.
b) Baliğ olmayan çocukların velâyet
ve kayyımlığından sorumlu olan baba ve babanın babası varken başkalarının
onların işine müdahale etme hakkı yoktur.
Soru 403: Eğer öldürülen kişinin sadece baliğ olmayan çocukları varsa ve
onlar için tayin olunan kayyım ise kan sahiplerinden değilse, acaba böyle bir
kayyımın katili affetmesi veya kısası diyete çevirmesi caiz midir?
Cevap: Eğer şer'î velinin yetkileri, tayin edilen
kayyıma aynen verilmişse, çocukların maslahat ve çıkarlarını gözeterek katili
affetmesi veya kısası diyete çevirmesi caizdir.
Soru 404: Baliğ olmayan bir çocuğun bankada bir miktar parası var. Çocuğun
kayyımı çocuk lehine ticaret yaparak bu yolla onun geçimini temin etmek
amacıyla bankadaki paranın bir miktarını çekmek istiyor, acaba bu işi yapması
caiz midir?
Cevap: Baliğ olmayan çocuğun velisi ve
kayyımının, çocuğun maslahat ve çıkarını gözeterek onun malıyla, onun için kâr
ortaklığı yöntemiyle ticaret yapması veya çalıştırması için onu başkasına
vermesi caizdir. Fakat parayı çalıştıran kişinin emin ve güvenilir olması
şarttır; aksi durumda çocuğun malının zâmini olurlar (maddî kayıpları
karşılamakla yükümlü olurlar).
Soru 405: Eğer kan sahiplerinin hepsi veya bazısı bulûğ çağına ermemiş
olurlarsa ve onların hakkını talep etmede velâyet hakkı hâkimin üzerindeyse,
hâkim kısasın doğuracağı sıkıntıları dikkate alarak kısası diyete çevirerek
katili kısastan kurtarması caiz midir?
Cevap: Şer'î hâkim, çocukların maslahat ve
çıkarını kısasın diyete çevrilmesinde görürse, kısas hakkını diyete
çevirebilir.
Soru 406: Hâkimin, çocuğun zorunlu velisini, çocuğun mallarına zarar
verdiğini tespit ettikten sonra, azletmesi caiz midir?
Cevap: Eğer hâkim, birtakım belirtilerle de olsa
çocuğa zorunlu velâyeti olan velinin velâyetinin devam etmesinin ve çocuğun
mallarında tasarrufunun sürmesinin çocuğa zararlı olduğuna kanaat getirirse,
onu yetkisinden azletmesi farzdır.
Soru 407: Velinin bağış ve karşılıksız sulh gibi çocuğun lehine olan
şeyleri kabul etmekten kaçınması, acaba çocuğa zarar vermek veya onun
maslahatını ihlal etmek sayılır mı?
Cevap: Sırf baliğ olmayan çocuk için verilen
bağış ve karşılıksız sulhu kabul etmemek, ona zarar vermek ve maslahatını ihlal
etmek sayılmaz. Dolayısıyla bunun başlı başına bir sakıncası yoktur. Çünkü
veliye çocuk için mal kazanmak farz değildir. Hatta bazı durumlarda onları
kabullenmekten sakınması veliye göre çocuğun maslahatı icabı da olabilir.
Soru 408: Devlet, şehit çocukları için bir yer veya mal tahsis ederek
bunları o çocukların adına kaydetmeyi tasvip eder, ama çocukların velisi
senetleri imzalamaktan kaçınırsa, acaba hâkim çocukların velisi olarak çocuklar
adına imzalama işlerini yapabilir mi?
Cevap: Eğer çocuklar için mal
kazanmak velinin imzasına bağlı ise, veliye imzalaması farz değildir ve
çocukların şer'î velileri varken hâkimin çocuklar üzerinde velâyeti olamaz.
Ancak çocuklar için tahsis edilen malların korunması velinin imzasına bağlı ise
velinin bundan kaçınma hakkı yoktur. Bunu yapmaktan kaçınırsa hâkim onu
imzalamaya mecbur etmeli veya çocukların velâyeti adıyla hâkimin kendisi bu işi
yapmalı.
Soru 409: Çocuğa velâyet konusunda adil olmak şart mıdır? Eğer çocuğun
velisi fasık olursa ve çocuğu fesada sürüklemesinden veya onun mallarını zayi
etmesinden endişelenilirse hâkimin yapması gereken nedir?
Cevap: Babanın veya babanın babasının çocuğa
velâyetinde adalet şart değildir. Fakat hâkim, bazı davranışlara dayalı
belirtilerle de olsa babasının veya babanın babasının çocuğa zararlı olduğunu
görürse onları çocuğun velileri olmaktan azletmeli ve çocuğun mallarında
tasarruf etmekten alıkoymalıdır.
Soru 410: Eğer kasıtlı öldürmede, maktulün kan sahiplerinin tümü bulûğ
çağına ermemiş çocuk veya deli olursa, onların zorunlu velisi (baba veya
babanın babası) veya mahkemenin seçtiği kayyımın kısas veya diyet talep etme
hakkı var mıdır?
Cevap: Bulûğ çağına ermemiş
çocuk ve deliye velâyet delillerinin tümünden anlaşıldığı kadarıyla, kanun
koyucu tarafından onlar için veli tayin edilmesi, onların maslahat ve
çıkarlarını koruma amacına yöneliktir. Dolayısıyla, söz konusu meselede,
onların şer'î velisi onların maslahat ve çıkarlarını gözetmelidir ve onun
kısas, diyet ve karşılıklı veya karşılıksız affetmeye dair tercihi geçerlidir.
Ancak çocuk ve delinin çıkarlarının teşhisinde durum tüm yönleriyle ve bu
cümleden bulûğ çağına yakın veya uzak olması göz önünde bulundurulmalıdır.
Soru 411: Eğer
uzuvları tam bir insana karşı bir suç işlenirse, acaba onun babası veya
babasının babası, suça maruz kalanın kendisi için, izni olmaksızın diyet talep
etmek ve almak hakkı var mıdır? Yani onun babası veya babasının babası talep
ettiğinde, suçlunun, kendisine karşı suç işlediği kimseye diyet vermesi farz
mıdır?
Cevap: Bulûğ çağına ermiş ve aklî dengesi
yerinde olan suça maruz kalmış kimse üzerinde babası ve dedesinin velâyeti
yoktur ve onun izni olmaksızın hakkını talep edemezler.
Soru 412: Baliğ olmayan çocukların velisi onların velisi olarak, onlara
miras bırakanın, mirasın üçte birini aşan bölümüyle ilgili vasiyetine de izin
verebilir mi?
Cevap: Çocukların şer'î velisi, onların maslahat
ve çıkarlarını gözeterek buna izin verebilir.
Soru 413: Baba, anneye oranla çocuklar üzerinde daha fazla hak veya
önceliğe sahip midir? Eğer babanın veya babanın babasının bir önceliği yoksa ve
anne ile baba eşit haklara sahiplerse, acaba ihtilâflı konularda babanın mı,
yoksa annenin mi sözü önceliklidir?
Cevap: Bu, haklara göre değişir; çocuğun velâyeti
babanın ve babanın babasına aittir. Erkek çocuğun bakımı iki yaşına kadar ve
kız çocuğunun bakımı yedi yaşına kadar anneye ve bundan sonra babaya aittir.
Çocuğun ebeveynine itaat etmesine dair anne ve babanın hakkı ve onlara eziyet
etmenin haram oluşu konusunda anne ve baba aynıdır. Çocukların annenin durumunu
da-ha fazla gözetmeleri gerekiyor. Çünkü hadiste, "Cennet anaların
ayakları altındadır." buyurulmuştur.
Soru 414: Kendisinden iki çocuk sahibi olduğum kocam şehit oldu. Kayın
biraderim ve kayınvalidem çocuklarımı ve onların tüm mallarını ve eşyalarını
aldılar ve bana geri vermek istemiyorlar. Çocuklarımın hatırı için evlenmediğim
ve bundan böyle de evlenmek istemediğim dikkate alınırsa çocuklara ve mallarına
gözetim hakkı kime aittir?
Cevap: Yetim çocuklara bakmak, şer'î mükellefiyet
yaşına ulaşıncaya kadar annelerinin hakkıdır. Ancak ço-cukların mallarına
velâyet yetkisi onların şer'î kayyımına aittir ve eğer kayyımları yoksa şer'î
hâkime aittir. Çocukların amcası ve babaannesi çocuklara ve mallarına bakma ve
velâyet hakkına sahip değildir.
Soru 415: Baliğ olmayan çocukların velilerinden bazısı, ölen kişinin
karısı evlendikten sonra o kadın ve himayesindeki çocukların, babalarından
kalan mirastaki hisselerinden, örneğin evlerinden ve ihtiyaç duydukları diğer
şeylerden yararlanmalarını engelliyor; acaba çocukların hisselerini onlara
bakan annelerine teslim etmeye zorlayacak bir ruhsat var mıdır?
Cevap: Çocukların şer'î velisinin
girişimleri onların maslahat ve çıkarlarına uygun olmalıdır ve maslahatın
teşhisi onun görevidir. Ancak bunun aksine davranır da ihtilâf çıkmasına neden
olursa şer'î hâkime müracaat edilmelidir.
Soru 416: Baliğ olmayan çocukların kayyımı onların çıkarlarını koruyarak
mallarıyla ticaret yapması doğru mudur?
Cevap: Çocukların maslahat ve çıkarlarını
gözetmek kaydıyla sakıncası yoktur.
Soru 417: Ölen kişinin dede, amca, dayı ve karısı arasında çocuklara ve
mallarına velâyet ve kayyımlık hakkı kime aittir?
Cevap: Yetim çocuğun ve mallarının şer'î
velâyeti sadece babasının babasına, bakımı ise annesine aittir; amca ve dayının
velâyet ve bakım hakkı yoktur.
Soru 418: Yetim çocukların mallarını, babalarının ba-basının nezareti
altında ve doğrudan karışamaması kay-dıyla savcının izniyle çocukların bakımını
üstlenmesi karşısında annelerinin yetkisine vermek caiz midir?
Cevap: Çocukların şer'î
velisi olan babalarının ba-basının muvafakati olmadan bu iş caiz değildir.
Ancak yetim çocukların mallarının dedelerinin kontrolünde kalması onları zarara
uğratıyorsa, bu durumu engellemeli ve onların mallarına velâyet hakkını ehil
gördüğü kimseye, anneleri olsun veya başka birisi olsun, vermelidir.
Soru 419: Küçük çocuğun velisi, diyet almaya hak kazanmış çocuğun
diyetini, vermesi gereken kimseden alması farz mıdır? Ve acaba çocuğun
velisine, aldığı diyeti çocuk lehine kazanç sağlamak için bankaya yatırması
gibi ticarî işlerde çalıştırması farz mıdır?
Cevap: Eğer bir suç, diyete sebep olmuşsa
çocuğun velisi, suçu işleyenden, çocuğun hakkı olan diyeti istemesi, alması ve
onu çocuk bulûğ ve rüşt çağına erinceye kadar onun için koruması farzdır. Ancak
velinin aldığı diyetle çocuk için ticaret yapması ve çalıştırması zorunlu
değildir. Fakat çocuğun yararına olması durumunda velinin onunla ticaret
yapmasının sakıncası yoktur.
Soru 420: Baliğ olmayan mirasçıları olan şirket ortaklarından birisi
öldüğünde mirasçıları sahip oldukları hisseleri nedeniyle şirkete ortak
olacaklardır. Bu durumda şirketin öteki ortaklarının şirketin malları üzerinde
tasarruf konusunda nasıl bir yükümlülük altına girerler?
Cevap: Baliğ olmayan çocukların hissesi
konusunda onların şer'î velilerine veya şer'î hâkime müracaat etmek farzdır.
Soru 421: Babanın babasının yetimlere ve onların mallarına velâyet etmesi
gereğince, ölen kişiden çocuklara miras kalan malların korunması için ona
teslim edilmesi farz mıdır? Eğer farz ise, bu durumda çocuklar ve anneleri nerede
oturmalıdırlar? Çocukların okula git-tikleri, okul çağında da küçük oldukları
ve annelerinin de sadece ev hanımı olduğu dikkate alındığında geçimlerini hangi
kaynaktan sağlamaları gerekir?
Cevap: Çocuklara velâyet, onların mallarını
veliye teslim etmek ve onları bulûğ çağına erinceye kadar mallarından
yararlanmaktan yoksun bırakmak anlamında değildir. Aksine velâyetin anlamı,
velinin çocukları ve mallarını gözetmesi, mallarını korumada sorumlu ve onların
mallarında tasarruf etmelerinin velinin iznine bağlı olması demektir.
İhtiyaçları miktarınca çocukların kendi mallarından vermesi veliye farzdır.
Veli çocukların mallarını kullanmaları için annelerinin ve çocukların yetkisine
bırakmayı maslahata uygun görürse bunu yapabilir.
Soru 422: Babanın baliğ, akıl sahibi ve müstakil olan çocuğunun mallarını
nereye kadar kullanması caizdir. Eğer caiz olmayan bir tasarrufta bulunursa,
zararı tazmin etmesi gerekir mi?
Cevap: Babanın baliğ ve akıl sahibi oğlunun
mallarını izni ve rızası olmadan kullanması caiz değildir. Oğlunun izni ve
rızası olmadan kullanırsa, istisna edilmiş durumlar dışında, haram işlemiş olur
ve bundan dolayı malî kayıpları tazmin etmesi gerekir.
Soru 423: Yetim kardeşlerine bakan bir mümin, kardeşlerine ait olan bir
parayla ileride tapusunu almak veya alış fiyatından fazlasına satmak ümidiyle
onlar için tapusuz bir arsa satın alıyor; fakat şimdi birisinin o yerin kendi
mülkü olduğunu iddia etmesinden veya birinin orayı tasarruf etmesinden
endişeleniyor; şimdi bu arsayı satmaya kalkışsa satın aldığı meblağın altında
bir fiyata ancak satabilir, eğer bu yeri satın aldığı paradan aşağı bir fiyata
satarsa veya birisi o yeri gasp ederse, çocukların parasını tazmin etmek
zorunda mıdır?
Cevap: Bu adam eğer
şer'an çocukların kayyımı ise ve çocukların çıkarını ve hayrını düşünerek onlar
için bir yer satın almışsa, zarar-ziyandan sorumlu değildir; aksi durumda
muamele fuzulî olup doğruluğu şer'î velinin veya bulûğ çağına erdikten sonra
çocukların bu muameleye izin vermelerine bağlıdır ve o kimse de yetim çocukların
mallarının zarara uğramasından sorumludur.
Soru 424: Babanın kendi küçük çocuğunun mallarından, kendisi için borç
alması veya başkasına borç vermesi caiz midir?
Cevap: Çocuğun maslahat ve çıkarını
gözetmek kaydıyla sakıncası yoktur.
Soru 425: Eğer bir çocuğa elbise veya çocuk oyuncakları gibi başka şeyler
hediye edilir ve büyümesi veya başka bir sebeple artık ondan yararlanması söz
konusu olmazsa, velisinin onları sadaka vermesi caiz midir?
Cevap: Çocuğun velisinin onun maslahat ve
çıkarını gözetme kaydıyla onlar üzerinde uygun gördüğü bir şekilde tasarrufta
bulunması caizdir.
Soru 426: İnsanın böbrek gibi bazı organlarını ihtiyacı olan bir kimseye
satması caiz midir?
Cevap: Bu organın vücuttan
alınmasının, sahibinin hayatını tehlikeye sokmaması ve ciddî bir zarar
vermemesi durumunda sakıncası yoktur.
Soru 427: Halkın genelinin yanında bir faydası ve önemi olmayan, fakat
özel bir grubun yanında değer ve önemi olan şeyler, örneğin araştırma
merkezlerinde ve üniversitelerde araştırma değeri olan arılar ve böcekler mal[18] sayılır
mı ve mal değeri olan eşyaya uygulanan mülkiyet edinme, alım satımlarının caiz
olması ve zayi edildiği takdirde tazmin edilmesi gibi hükümler bunlara da
uygulanır mı?
Cevap: Bir şeyin örfen mal sayılması için
akıl sahiplerinin onu elde etmeye eğilim göstermeleri ve şer'an ciddî helâl
yararlarının olması, halkın özel bir grubuyla sınırlı kalsa da yeterlidir. Bu
mal konusunda mülkiyet edinme, alış verişinin caiz olması, el koymak veya zayi
etmekle tazmin edilmesi gibi mal değeri olan eşyanın bütün sonuç ve hükümleri
uygulanır; ancak şer'an bu hüküm ve sonuçların uygulanmayacağına dair bir delil
bulunması müstesna. Gerçi arı ve böcek gibi şeylerin mal ile muamelesinde,
bedel olarak verilen mal veya paranın, ihtisas hakkı ve bu şeylerden el çekmek
karşısında verilmesi ihtiyata daha uygundur.
Soru 428: Fakihlerden bir çoğunun söylediği gibi satılan şeyde nesne
olması şartının aranması görüşüne rağmen, günümüzde devletler arasında yapılan
teknolojik bilgi alış verişi anlaşmalarında yaygın olduğu üzere teknik
bilimleri satmak sahih midir?
Cevap: Bilgi alış verişinin, sulh (musalaha)[19] yöntemiyle
yapılmasının sakıncası yoktur.
Soru 429: Bir arsayı veya başka bir şeyi, hırsızlıkla meşhur olan bir
kişiye satmanın hükmü nedir? O adamın satıcıya vermek istediği paranın çalınmış
olabileceği ihtimali göz önünde bulundurulursa hüküm nedir?
Cevap: Böyle bir ihtimalin varlığı, haram
yolla kazanç elde etmekle meşhur olan kimseyle muamele yap-maya engel değildir.
Fakat ödeyeceği paranın haram maldan olduğu kesin olarak bilinirse, o bedeli
almak caiz olmaz.
Soru 430: Bana mihr olarak verilen bir tarlam var; son zamanlarda bu
tarlayı sattım. Fakat şimdi bir adam bu tarlanın iki yüz yıldan beri vakıf olduğunu
iddia ediyor; bu durumda benim bu tarlayı satmamın hükmü nedir? Bu toprağı bana
mihr olarak veren kocamın ve bu tarlayı benden satın alan müşterinin
sorumluluğu nedir?
Cevap: O tarlanın vakfedilmiş olduğunu
iddia eden kişi şer'î bir mahkemede davasını ve o vakfın satılması sahih
olmayan vakıflardan olduğunu ispatlayıncaya kadar o tarla üzerinde yapılan
bütün muamelelerin doğruluğuna hükmedilir. Ama şer'î bir mahkemede o tarlanın
vakfedilmiş olduğu ve bu mevkufun satılması doğru ol-mayan vakıflardan olduğu
ispatlanırsa, o tarla üzerinde yapılan bütün muamelelerin batıl olduğuna
hükmedilir. Bu durumda müşteriden aldığınız parayı müşteriye geri vermeniz ve
tarlanın da vakıf hâline döndürülmesi farzdır. Bu durumda kocanız da mihri
karşılamakla yükümlüdür.
Soru 431: Babam tarım reformu kanununa uygun olarak payına düşen sulama
hakkının bir saatliğini ona ait olan tarlalarla birlikte satmış, fakat bunun
karşılığında müşteriden bir şey almamıştır; bunu müşteri de itiraf etmektedir. Babamdan onun parasını müşteriye
hibe ettiğini bildirecek hiçbir şey de ulaşmamıştır. Acaba bizim müşteriden
onun parasını istememiz caiz midir?
Cevap: Eğer sulama
hakkı ve ona ait topraklar satıcının şer'î mülkü ise, satıcı ve onun ölümünden
sonra mirasçıları satılan şeyin parasını müşteriden isteyebilirler.
Soru 432: Bir ticaret odasından ithal ruhsatı veya eşya satın alma ruhsatı
olan kimsenin bu ruhsatı hiçbir işlem yapmadan serbest piyasada satması caiz
midir?
Cevap: İslâm devletinin kurallarına aykırı
değilse bunun başlı başına bir sakıncası yoktur.
Soru 433: Devlet tarafından verilen ticaret ruhsatını satmak veya kiraya
vermek caiz midir?
Cevap: Çalışma
ruhsatından yararlanma hakkını kar-şılıksız olarak veya bir şey karşılığında başkasına aktarmak işlemi İran
İslâm Cumhuriyeti devletinin kanunlarına uygun olmalıdır.
Soru 434: Kanun gereği açık artırımla satılması gereken bir mal artırma
yöntemiyle satışa sunulduğunda, bilir kişinin belirlediği fiyata müşteri
çıkmazsa, acaba bu malı bilir kişinin belirlediği fiyattan aşağısına satmak
caiz midir?
Cevap: Bilir kişi tarafından belirlenen
fiyat, artırmayla satışta ölçü değildir. Dolayısıyla eğer bir mal kanunen ve
şer'an sahih bir şekilde artırma yöntemiyle satılırsa, artırmada, mala en
yüksek fiyatı veren müşteriye satmanın sıhhatine hükmedilir.
Soru 435: Sahibi belli olmayan bir yerde, oturmak için bir ev yaptık.
Acaba, müşterinin rızasıyla ve müşterinin o arsaların sahibinin belli
olmadığını ve satıcının da o arsalar üzerindeki binadan başka bir şeye sahip
olmadığını bildiği hâlde, sahibi belli olmayan bu arsayı üzerindeki evle
birlikte satmamız caiz midir?
Cevap: Sahibi belli olmayan toprak üzerinde
yapılan bina şer'î hâkimden izin alınarak yapılmış ise binanın sahibi arsayı
değil, sadece binayı satabilir.
Soru 436: Evimi bir kişiye sattım. Alıcı da evin parasının bir bölümünün
karşılığı olarak belli bir meblağ çek verdi bana. Ancak banka çek sahibinin
hesabında nakit para bulunmadığından çekin karşılığını ödememektedir. Zamanın
geçmesiyle ev fiyatlarının artması ve enflâsyon oranının yükselmesi ve yine
kanunî merhalelerin sonuçlanıp müşterinin çek meblağını ödemeye mahkum
edilmesinin uzun bir süre alacağı dikkate alındığında acaba ben sadece bu çek
meblağını mı almalıyım, yoksa meblağı alacağım güne oranla müşteriden paranın
alım gücü farkını da isteyebilir miyim?
Cevap: Satıcının
satış anında belirlenen fiyattan fazlasını istemeye hakkı yoktur. Ancak,
alıcının parayı ödemedeki kusuru dolayısıyla satıcı alım gücü ve parasının
değerinin düşmesinden dolayı zarara uğramışsa, ihtiyat gereği fark miktarı
hususunda müşteriyle uzlaşmalıdır.
Soru 437: Bir kimseden belli bir zaman sonra teslim etmesi şartıyla bir
daire satın aldım. Anlaşma sırasında fiyatın %15 yükseltilebileceği kararına
vardık. Ancak satıcı şimdi fiyatı tek taraflı olarak %31 yükselterek daireyi
tamamlayıp teslim etmesi için kendisine bu miktarı ver-mem gerektiğini ileri
sürüyor; acaba satıcının bu davranışı caiz midir?
Cevap: Anlaşma yapılırken son ve kesin
fiyat belirlenmemişse ve fiyat, teslim gününün fiyatı göz önünde bulundurularak
belirlenmeye bırakılmışsa satış batıl olur ve satıcı muameleyi uygulamaktan
kaçınabilir ve istediği fiyata satmakta serbesttir. Satıcı ve alıcının kesin
fiyatı malın teslim gününün fiyatına bakarak belirlemek üzere anlaşmaları ve
razı olmaları satış muamelesinin doğru olması için yeterli değildir.
Soru 438: Bir plastik fabrikasının beşte birini belli bir meblağ
karşılığında satın alarak satıcıya parasının dörtte birini nakit olarak ödedim;
diğer üç bölümü için de her biri fiyatın dörtte biri meblağında olan üç adet
çek verdim. Fakat fabrika, ödenen nakit para ve çekler satıcının elinde
bulunmaktadır. Acaba bu satış şer'an gerçekleşmiş olur mu ve acaba satıcıdan
fabrikanın kârından kendi payıma düşeni isteyebilir miyim?
Cevap: Alış verişin sıhhatinde malı teslim
almak ve paranın tamamını satıcıya vermek şart değildir. Fabrikanın beşte biri
eğer şer'î sahibinden, vekilinden veya velisinden satın alınmış ve muamele
sahih bir şekilde gerçekleşmişse fabrikanın beşte biri müşterinin mülkü olur ve
ona mülkiyet hakları uygulanır; dolayısıyla alıcı fabrikanın kârından hissesine
düşeni isteyebilir.
AKİT ZIMNINDA (SÖZLEŞME KAPSAMINDA) KONULAN ŞARTLAR
Soru 439: Bir şahıs kendisine ait meyve bahçesini başka birine satıyor ve
hayatta olduğu müddetçe o bahçenin menfaatlerinin kendisine ait olmasını şart
koşuyor. Acaba bu satış belirlenmiş şartla sahih midir?
Cevap: Şer'an ve örfen malî bir değeri olan
ve yararlanılabilen (bu yararlanma istisna tutulan sürenin bitmesinden sonra da
olsa) bir şeyi belli bir süreye kadar menfaati istisna olmak şartıyla satmanın
sakıncası yoktur. Fakat menfaatlerin belirlenmeyen bir süreye kadar istisna
edilişi, malın veya bedelinin bilinmemesine sebep olursa garer [belirsizlik ve
aldatma] nedeniyle satış batıl olur.
Soru 440: Eğer akit zımnında (anlaşma kapsamında), satıcının satılan şeyi
belirtilen zamanda teslim etmemesi durumunda müşteriye belli bir meblağı
geciktirme karşılığında vermesi şart koşulursa, satıcının bu şarta uyması
şer'an gerekli midir?
Cevap: Mezkur şartın hiçbir sakıncası
yoktur. Dolayısıyla eğer satıcı sattığı
şeyi zamanından geç teslim ederse şarta uyması farzdır ve müşteri de
satıcıdan şarta uymasını isteyebilir.
Soru 441: Bir şahıs ticarî mağazasını, damı kendi mülkünde kalması ve
üzerinde bina yapma hakkı olması şartıyla satarsa; acaba bu şart ortada iken ve
bu şart olmadığı taktirde bu mağazayı satmayacağı bilinmesine rağmen, acaba
müşterinin o mağazanın damı üzerinde bir hakkı var mı?
Cevap: Satışta mağazanın damı istisna
tutulmuşsa müşterinin onda hiçbir hakkı yoktur.
Soru 442: Bir şahıs binası henüz tamamlanmayan bir ev satın alırken
satıcıya evin tapusunu kendi adına geçirmesi karşılığında bir şey istememesini
şart koşmuştur. Ancak satıcı şimdi senedi alıcının adına geçirmesi karşılığında
bir meblağ istemektedir; acaba satıcının böyle bir hakkı var mıdır ve alıcının
istenen meblağı ödemesi gerekli midir?
Cevap: Satıcının sözleşme sırasında kabul
ettiği taahhütleri yerine getirerek malı alıcıya teslim etmesi ve senedi
alıcının adına geçirmesi zorunludur; satıcı alıcıdan sözleşmede kaydedilenden
fazlasını isteyemez. Ancak satıcının müşterinin isteği üzerine örfen değeri
olan ek bir işlem yapması ve bu ek uygulamanın sözleşme sırasında öngörülmemiş
olması müstesnadır.
Soru 443: Bir arsa belli bir fiyata satılarak parası tam olarak satıcıya
teslim ediliyor. Ancak sözleşme esnasında resmî belgeyi müşterinin adına
geçirmesi karşılığında satıcıya belli bir meblağ vermesi şart koşuluyor ve
bütün bunlar gayriresmî sözleşme belgesinde kaydediliyor. Fakat satıcı resmî
belgeyi müşterinin adına geçirmesi karşılığında müşteriden sözleşmede
kaydedilen miktardan fazlasını talep ediyor; acaba satıcının buna hakkı var
mıdır?
Cevap: Alış veriş şer'an sahih bir şekilde
tamamlandıktan sonra satıcının satış sözleşmesine uyması ve satış anında
müşteri lehine taahhüt ettiği şeyleri yerine getirmesi farzdır ve satıcının
müşteriden taahhüt ettiğinden fazlasını istemeye hakkı yoktur.
Soru 444: Satıcı ve müşteri satış sözleşmesi düzenlerken muameleden
vazgeçmeyeceklerine dair taahhütte bulunurlar ve "Müşteri sözleşmeyi
imzaladıktan sonra muameleyi uygulamaktan vazgeçerse satıcıya vermiş olduğu
kaparoyu isteme hakkına sahip değildir ve bu sözleşmenin imzalanmasından sonra
eğer satıcı vazgeçerse aldığı bu kaparoyu geri verecek ve tazminat olarak müşteriye
belli bir meblağ ödeyecektir." şeklinde bir madde eklerler sözleşmeye. Bu
durumda tarafların muhayyerlik veya muameleyi mezkur şart üzere bozabilmeyi
şart koşması sahih midir? Acaba tarafların bu yolla kazandıkları mal helâl
midir?
Cevap: Mezkur şart, feshetme yetkisi
(hıyâr) veya muameleyi bozma şartı (ikâle) değildir; bu şart, muameleden
vazgeçme karşılığında verilmesi gereken meblağın şartıdır. Sözleşme sırasında
zikredilmeyen bu gibi şartların, sırf sözleşme metninde yer alması ve
imzalan-mış olmasının hiçbir etkisi yoktur. Fakat sözleşme yapılırken
zikredilirse veya imzalanırken bu şarta dayandırılırsa bu durumda sahihtir ve
ona uyulması şarttır; bu yolla alınan malın da sakıncası yoktur.
Soru 445: Satış sözleşmelerinde bazen şu ibaretler yazılıyor:
"Taraflardan biri muameleyi tek taraflı bozarsa karşı tarafa tazminat
olarak falan meblağı ödemesi gerekir." Birincisi; bu ibare muhayyerlik
şartı sayılır mı? İkincisi, böyle bir şart sahih midir? Üçüncüsü, eğer şart
batılsa, acaba akit de batıl olur mu?
Cevap: Bu şart muhayyerlik şartı değildir;
bu şart, muameleyi tamamlamadan vazgeçilirse ödenmesi gereken meblağın
şartıdır. Bu şart eğer lâzım (=bağlayıcı) bir akit zımnında koşulursa veya akit bunun üzerine
yapılırsa bunun sakıncası yoktur. Ancak malın bedelini (değerini) etkileyen
böyle şartlar için belli bir zamanın tayin edilmesi gerekir. Aksi durumda batıl
olur ve malın bedelinin belli olmayışına neden olursa akdin de bozulmasına
sebep olur.
ALIŞ VERİŞLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER
Soru 446: Bazıları gayrimenkul mülklerini, sattıkları fiyattan daha yüksek
bir fiyatla aynı müşteriden satın almak şartıyla satıyorlar; acaba bu satış
sahih midir?
Cevap: Formalite icabı yapılan bu tür
satış, faizli borç alınması için bir hile ve vesile olmasından dolayı haram ve
batıldır. Ancak gerçekten mülkünü şer'an sahih bir şekilde satarsa ve sonra o
yeri müşteriden aynı paraya veya daha fazlasına peşin veya veresiye olarak
satın almak isterse, bunun sakıncası yoktur.
Soru 447: Bazı kişiler tüccarların vekili olarak akreditif ödeme
yöntemiyle yurt dışından mal ithal etmekte, daha sonra yine aynı vekâletle
belgeler karşılığında malın bedelini bankaya ödemektedirler. Bu işleri takip ve
sonuçlandırma karşılığında önceden kararlaştırıldığı ü-zere belli bir komisyon
almaktadırlar. Acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Tüccarın kendisi için eşya ithal
etmesi, sonra onu belli bir kârla başka birine satmasının sakıncası yoktur.
Bunun gibi, ticarî malı talep eden kişiye bedeli belirlenmiş cüâle[20] (ödül)
sözleşmesi yöntemiyle ve malın değerine oranla belirlenmiş komisyon
karşılığında ithal etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 448: Eşimin ölümünden sonra ev eşyalarından bazılarını sattım ve
üzerine bir miktar para ekleyerek başka eşyalar satın aldım. Acaba bu eşyaları
ikinci eşimin evinde kullanmam caiz midir?
Cevap: Eğer satmış olduğunuz eşyalar sizin
malınız idiyse, bu durumda onların parasıyla satın aldığınız şey de sizin
malınız olur. Aksi takdirde o malların satışının doğru olup olmadığı öteki
mirasçıların iznine bağlıdır.
Soru 449: Bir kimse, belediyeden inşaat ruhsatı almadan bina yapan bir
kişiden ticarî bir yer kiralıyor. Belediye ise orada imar kanunlarına aykırı
davranıldığı için ceza ödenmesini istiyor. Acaba bu cezayı kiracı mı, yoksa
ruhsatı olmadan orada bina yapan ticaret yerinin sahibi mi ödemelidir?
Cevap: Cezayı iş yeri yapımında imar
kanunlarına aykırı hareket eden yerin sahibi ödemelidir.
Soru 450: Bir kişiden bir mülk satın aldım ve onu başka birine sattım.
Ancak satıcı benden satış sözleşmesi belgesini aldıktan sonra aynı yeri başka
birine sattı. Onun, benden satış sözleşmesini geri aldığını ispatlayamayacağımı
sanıyorum, acaba benim yaptığım muamele mi sahihtir, yoksa onun muamelesi mi?
Cevap: Eğer satın alma işlemi, sahibinden
şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmiş ise malın yetkisi müşteriye aittir ve
onun aldığı malı istediği kişiye satması sahihtir ve birinci satıcının o yeri
satmak gibi bir tasarruf hakkı yoktur. Birinci satıcının o mülkü yeniden başka
birine satması fuzulî (geçersiz) olup doğruluğu birinci müşterinin iznine
bağlıdır.
Soru 451: Arazimden bir bölümünü parasının tamamını verdiğinde yeğenime
satacağıma dair söz verdim. Fakat bazı idarî sorunlar nedeniyle araziyi
satmadan önce tapusunu onun adına geçirdim. Onun kendisi de arazinin sahibi
olmadığını itiraf ediyordu. Ancak bir süre sonra tapunun kendi adına oluşuna
dayanarak araziyi teslim etmemi istedi, acaba onun isteğini kabul etmek zorunda
mıyım?
Cevap: Satın aldığını iddia eden kişi,
satın alma işleminin şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiğini ispatlamadığı
sürece o arazide hiçbir hakkı yoktur ve tapu belgesi kendi adına geçirildiğinde
açıkça arazinin sahibi olmadığını ikrar ettiği farz edilirse tapu belgesine
istinat edemez.
Soru 452: Bir şahsa ait özel arsayı elde eden dairemizin kooperatif
şirketi onu dairedeki memurlar arasında dağıtmıştır. Kooperatif şirketi
dairedeki memurlardan aldığı parayı arsa sahibine verdiğini ve böylece onun
rızasını aldığını iddia ediyor. Ancak memurlardan bazıları, şahsen arsa
sahibinin razı olmadığını kendisinden duyduklarını söylüyorlar. Şimdi bu arsa
üzerinde bir ca-mi ve etrafında birtakım evler yapılmıştır. Bunları göz önünde bulundurarak
aşağıdaki soruları cevaplar mısınız?
a) Arsa üzerindeki cami alanı ve yapımının devamı için arsanın sahibinden
izin almaya gerek var mı?
b) Arsada kendilerine ev yapan memurların arsayla ilgili sorumlulukları
nedir?
Cevap: Arsayı sahibinden satın almakla
görevlendirilen kooperatif şirketi temsilcilerinin sahih bir yolla muamele
yaptıkları ve arsa sahibinin rızasını elde ettikleri tespit edilirse, onların o
arsayı sahibinden satın almalarının sıhhatine hükmedilir; ve yine onlar arsayı
me-murlar arasında taksim ederken arsayı sahibinden şer'î bir yolla aldıklarını
söylemişlerse onların yalan söyledikleri ispatlanmadıkça sözlerinin ve arsayı
dağıtmaları-nın sıhhatine hükmedilir ve bu iş geçerli kabul edilir. Bu durumda
mezkur şirketten o arsayı satın alanların ar-sada tasarruf etmelerinin
sakıncası yoktur. Yine o arsayı ortaklaşa satın alanların izniyle o arsada bir
cami inşa etmenin de sakıncası yoktur.
Soru 453: Bir şehit eşinden otomobil satın almada şehit evlâtlarına
tanınan özel hakkı kullanması istenir. Şehit eşi de çocuklarının kayyımı olması
dolayısıyla buna muvafakat eder. Ancak
otomobil satın alındıktan son-ra şehit çocukları otomobilin kendilerine
tanınan özel hakla satın alındığını ileri sürerek otomobilin kendilerine ait
olduğunu iddia ediyorlar; acaba onların bu iddiası kabul edilir mi?
Cevap: Otomobil satıcısı eğer onu otomobili
satın alma özel hak belgesi karşılığında da olsa bizzat müşterinin kendisine
satmış ise ve müşteri de o otomobili kendisi için ve kendi malıyla satın almış
ise, bu durumda otomobil onun malıdır. Ancak bu durumda aziz şehit ailesine
verilen özel hakkın malî değerini onlara ödemekle yükümlüdür.
Soru 454: Bir arsayı sahibinden vekâletle aramızda yazmış olduğumuz adî
bir belgeyle birisine satarak parasının bir bölümünü aldım ve paranın geri
kalan bölümünü teslim aldıktan sonra arsanın tapusunu müşterinin adına geçirmek
taahhüdüyle anlaştık. Fakat müşteri paranın geri kalan kısmını ödemeyince tapu
belgesi müvekkilimin adına kaldı ve şimdiye kadar da noterlikte müşterinin
adına geçirilmedi. Bu müddet içerisinde müşteri kanunî ruhsatı olmaksızın bu
arsa üzerinde birkaç dükkan inşa etti ve faaliyete geçirdi. Bu nedenle bu yere
beklenmedik bir oranda vergi geldi; bu cümleden kira vergisi ve kooperatif
vergisi ödenmesi gerekmektedir. Oysa on iki yıl önce aramızda yazmış olduğumuz
resmî olmayan bir belgeyle sattığım bu yer satış anında boş bir arsaydı. Ayrıca
satış belgesinde, tapu müşterinin adına geçirilirken bütün ödemelerin müşteriye
ait olduğu açıkça kaydedilmiştir; bu durumda mezkur vergiler şer'an satıcının
mı üzerinedir, yoksa alıcının mı?
Cevap: Arsaya arsa olması dolayısıyla veya
satılması nedeniyle gelen bütün vergiler ve ödemeler satıcının üzerinedir ve o
arsa üzerinde yapılan binalara veya o bi-nalar nedeniyle arsaya gelen bütün
vergiler ve ödemeler de orada ticarî yerler inşa eden müşteriye aittir. Eğer
sözleşme esnasında masrafların taraflardan biri tarafından karşılanacağı şart
koşulmuşsa, şarta uygun olarak davranılmalıdır.
Soru 455: Bir şahıs bir bölümü nakit ve bir bölümü de taksitli olmak üzere
fiyatta, satış şartlarında ve taksitler konusunda satıcıyla anlaştıktan sonra
bir daire satın alıyor. Daha sonra o daireyi satın aldığı şartlarla ve geri
kalan taksitleri ödemesi kaydıyla başka birine satıyor. Bu durumda birinci
satıcının önceki muamele ve anlaşmanın şartlarından vazgeçmesi caiz midir?
Cevap: Satış gerçekleştikten sonra satıcı
ne satıştan ve ne de satış şartlarından vazgeçemez. Ve yine müşterinin satın
aldığı şeyin parasının taksitlerini ödemeden önce başka birine satmasının da
sakıncası yoktur. Fakat müşteri ödemesi gereken taksitleri satıcı kabul
etmediği takdirde ikinci müşteriye havale edemez, ancak satıcı kabul ederse
bunun da sakıncası yoktur.
Soru 456: Mağazalardan birinde kur'a çekimi yöntemiyle bir televizyon
satışa sunuldu. Bu çekilişe benimle birlikte 130 kişi katıldı. Bunların
arasından kur'a benim adıma çıktı ve televizyonu ben satın aldım. Acaba bu
durumda bu muamele sahih midir ve benim bundan yararlanmam caiz midir?
Cevap: Eğer kur'a sizin adınıza çıktıktan
sonra satın almış iseniz bu muamele doğrudur ve satın aldığınız o şeyden
yararlanmanızın bir sakıncası yoktur.
Soru 457: Bir şahıs kendine ait bir arsayı birine satıyor. Müşteri de, onu
üçüncü bir kişiye satıyor. O arsa üzerinde yapılan her muameleye, kanun
uyarınca birtakım devlet vergileri taalluk ediyor. Bu durumda acaba satıcının
satılan arsayı birinci müşterinin adına geçirmesi ve onun da onu ikinci
müşterinin adına geçirmesi farz mıdır, yoksa onun satılan arsayı birinci
müşteriyi muamele vergilerinden kurtarmak için doğrudan ikinci müşterinin adına
geçirmesi caiz midir? Eğer arsayı birinci müşterinin adına geçirirse, ondan
alınan vergilerin zararından sorumlu olur mu? Ve acaba satıcının
birinci müşterinin, satılan arsayı
doğrudan ikinci müşterinin adına geçirmesine dair isteğini yerine getirmesi
şart mıdır?
Cevap: Birinci satıcı satılan arsayı,
kanuna aykırı olmadıkça birinci müşteri veya ikinci müşterinin adına geçirmekte
muhayyerdir. Birinci satıcı müşteriden arsa satımında kanuna uygun hareket
etmede ona uyum sağlamasını isteyebilir. Eğer satıcı arsayı birinci müşterinin
adına geçirirse, birinci müşteriden alınan vergilerin sorumluluğu ona ait
değildir. Ve yine satıcı birinci müşterinin, arsayı doğrudan ikinci müşterinin
adına geçirmesine dair isteğini kabul etmek zorunda değildir.
MUHAYYERLİK (HIYÂR)[21] HÜKÜMLERİ
1- Alış Veriş Meclisinde Muhayyerlik
Soru 458: Bir şahıs bir binayı satın alıyor ve satıcıya kaparo olarak bir
meblağ veriyor. Üç saat sonra satıcı muameleyi feshediyor ve binayı müşteriye
teslim etmekten vazgeçiyor, bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Satıcının bu feshetme işlemi satışın
yapıldığı meclis (toplantı veya oturum) dağıldıktan sonra ve şer'-an feshetme
muhayyerliğine sebep olacak bir gerekçe bulunmaksızın gerçekleşmişse batıldır
ve bu fesih herhangi bir sonuç doğurmaz. Aksi durumda feshin sıhhat ve
geçerliliğine hükmedilir.
2- Kusurlu Olmaktan Kaynaklanan Muhayyerlik
Soru 459: Resmî dairelerin mülkü müşterinin adına kaydetmekten
sakınmaları, müşteri için feshetme hakkı doğurur mu?
Cevap: Sözleşme yapıldıktan sonra satılan
eşyanın resmen başkasına intikalinin yasak olduğu anlaşılırsa ve bu da örfen
bir kusur sayılırsa, bu durum müşteri için muhayyerlik hakkının doğmasına sebep
olur.
Soru 460: Muamele esnasında tapuyu
müşterinin adına geçirmenin resmen yasak olması ve müşterinin de bunu bilmesi,
muamelenin batıl olmasına sebep olur mu?
Cevap: Bu durum, satışın batıl olmasına
sebep olmaz ve farz edilen durumdaysa
müşteriye feshetme hakkı da doğmaz.
3- Geciktirmeden Kaynaklanan Muhayyerlik
Soru 461: Bir şahıs bir kimseden belli bir fiyata bir ev satın alıyor ve
evin değeri olan parayı ödemeyi taahhüt ediyor. Geciktirme şartı konulmayan bu
muamelede müşteri parayı ödememiştir. Muamelenin üzerinden iki yıl geçmesine
rağmen satıcı evi müşteriye teslim etmemiştir; acaba böyle bir muamele batıl
sayılır mı?
Cevap: Müşterinin sırf parayı satıcıya
ödemeyi ve satın aldığı şeyi ondan teslim almayı geciktirmesiyle, müşteri bunu
satıcıya şart koşmamış bile olsa muamele batıl
olmaz; fakat böyle bir muamelenin üzerinden üç gün geçtikten sonra satıcının
feshetme muhayyerliği vardır.
4- Şarttan Kaynaklanan Muhayyerlik
Soru 462: Bir şahsa yaptığımız satış sözleşmesiyle bir daire sattım ve
tapuyu onun adına geçirmem için belirlenen günde noterliğe gelip paranın geri
kalan kısmını ödemediği takdirde muameleyi feshederek daireyi günün fiyatına
başka birisine satmaya hakkım olmasını şart koştum. Müşteri kararlaştırılan
günde noterliğe gel-meyince ben de muameleyi feshettim ve daireyi başka
birisine sattım; acaba ikinci muamele şer'an sahih midir?
Cevap: Akd-ı lâzım[22] sırasında
tarafların kabul ettiği şarta uygun olarak muameleyi feshetmenin ve
feshettikten sonra onu ikinci kez başka birine satmanın sakıncası yoktur.
5- Görmekten Kaynaklanan Muhayyerlik
Soru 463: Arsa satıcısı müşteriye arsanın belli bir yüz ölçümde olduğunu
söyleyerek alanını belirtir ve satış sözleşmesi bunun üzerine düzenlenirse;
sonra müşteri arsa alanının satıcının söylediğinden çok daha az olduğunu anlarsa,
acaba bu muamele şer'an sahih midir? Acaba müşterinin feshetme hakkı var mıdır?
Cevap: Müşteri eğer arsayı görür ve arsanın
yüz ölçümüyle ilgili olarak satıcının sözüne güvenerek bu arsayı satın alırsa,
muamele sahihtir; fakat vasfedildiği, tanımlandığı aksine çıktığı için
müşterinin feshetme hakkı vardır. Ama o arsanın alanının belli bir miktarda
olduğunu sanarak her metre karesini belli bir fiyata satın alır ve daha sonra
alanın az olduğu anlaşılırsa mevcut alanla ilgili muamele sahihtir; bu durumda
müşteri satıcıdan arsanın eksik olan miktarının parasını isteyebileceği gibi
muameleyi feshederek paranın tamamını da geri alabilir.
6- Aldatmadan Kaynaklanan Muhayyerlik
Soru 464: Müşteri eğer satın aldığı şeyin değerini taahhüt ettiği vakitte
ödemeyerek geciktirirse ve bu arada malın değeri sözleşme gününe oranla
artarsa, acaba bu durum satıcı için hıyâr-ı gabn (aldatmaktan kaynaklanan
muhayyerlik) veya hıyâr-ı te'hir (geciktirmekten
kaynaklanan muhayyerlik) hakkı doğurur mu?
Cevap: Gabin muhayyerliğinin doğmasında ölçü,
satış gününde adilane fiyata oranla aldatılmanın meydana gelişidir; yani eşyayı
satış günü fiyatından müsamaha edilmeyecek miktarda daha azına satarsa gabn söz
konusu olur. Fakat akit gerçekleştikten sonra fiyatın yükselişi muhayyerliğe sebep
olacak gabinin ölçüsü değildir. Ve yine malın değerini ödemeyi geciktirmek
satıcıya muhayyerlik hakkı doğurmaz.
Soru 465: Belli bir paraya bir arsa sattım. Sonra birisi bana, "Sen
aldatılmışsın" dedi. Acaba bununla gabin muhayyerliğine sahip olur muyum?
Cevap: Satış
gününde, haberiniz olmadan arsayı değerinden göz yumulamayacak kadar ucuza
sattığınız kesinleşmezse, sizin için gabin muhayyerliği hakkı doğmaz.
Soru 466: Bir şahıs belirlenmiş yüz ölçümde bir arsa satar ve bir müddet
sonra satılan arsanın gerçek alanının parasını aldığı miktardan fazla olduğu
anlaşılırsa, acaba arsanın fazla miktarını talep etmeye hakkı var mıdır?
Cevap: Arsanın tamamını belli bir alan
miktarında olduğunu sanarak belli bir değere sattıktan sonra alanının fazla
olduğu ortaya çıkar ve bu nedenle fiyatının, sattığı değerden daha fazla olduğu
anlaşılırsa, gabin muhayyerliğinin gerçekleştiğinden dolayı feshetme hakkı
doğar. Fakat arsanın her metre karesini belli bir fiyata satarsa, bu durumda
satıcı, müşteriden fazla alanın değerini isteyebilir.
Soru 467: Eğer iki kişi arasında bir muamele gerçekleşir ve bu muamelede
müşterinin aldatılıp aldatılmadığını anlaması için satılan şeyin parasını
ödemeyi bir süre geciktirmesi şart koşulursa, böyle bir muamele şer'an sahih
midir? Eğer sahih ise bu durumda müşterinin feshetme hakkı var mıdır?
Cevap: Aldatılıp aldatılmadığını anlamak
kastıyla da olsa, malın değerini ödemeyi belli bir zamana kadar geciktirmek
şartıyla muamele yapmanın sakıncası yoktur. Fakat açık bir aldatma olduğu
kesinleşmediği takdirde feshetme hakkı yoktur.
Soru 468: Aldatılan tarafın gayrimüslim olması durumunda aldatmaya dayalı
muamelenin hükmü nedir?
Cevap: Gabin (aldatılmış olma)
muhayyerliğine sahip olmada Müslümanla gayrimüslim arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 469: Bir şahsa bir ev sattım. Parayı verip evi teslim aldıktan sonra
kendisinin aldatıldığını söyleyip muameleyi feshetti. Fakat bu arada çeşitli
bahanelerle evi boşaltmaktan ve bana vermiş olduğu parayı geri almaktan
kaçınmaktadır. Aradan iki yıl geçtikten sonra muameleyi evin yarısında
feshettiğini iddia ederek şimdi benden parasının yarısını geri vermemi istiyor.
Onun al-datıldığını iddia ettiğini ve aldatılmasından dolayı muameleyi
feshettiği göz önünde bulundurulursa şer'an evin yarısına sahip olduğunu iddia
etmesi caiz midir?
Cevap: Alıcı, aldatıldığı kesinlik
kazandığında, satılan şeyin ancak tamamı üzerinde alış verişi feshedip karşı
tarafa ödediği malını geri isteyebilir. Yoksa muameleyi satılan şeyin sadece
bir bölümü üzerinde feshetme veya ödediği miktardan fazla bir meblağ isteme
hakkı yoktur.
Soru 470: İki kişi arasında gerçekleşen bir muameleyle ilgili adî (resmî
olmayan) bir belge düzenlenmiş ve sözleşmede taraflardan pişman olan kişinin
karşı tarafa belli bir meblağ ödemesi şart koşulmuştur. Taraflardan biri eğer
muamelede aldatılmasından dolayı muameleden pişman olursa; acaba muameleyi
feshetmeye hakkı var mıdır? Ve eğer
aldatılmasından dolayı sözleşmeyi fes-hederse muamelede koşulan şarta
uyması gerekir mi?
Cevap: Sözleşmede muameleyi uygulamaktan vazgeçen
tarafın karşı tarafa belli bir meblağ ödemesini şart koşmak veya sözleşmeyi bu
şarta dayalı olarak gerçekleştirmek sahihtir ve bu şarta uymak farzdır; ancak
bu gabin muhayyerliğinden dolayı muameleyi feshetme yetkisinin doğduğu
durumları kapsamaz.
Soru 471: Bir evi satın aldıktan bir hafta sonra bu muamelede aldatıldığım
anlaşıldı ve muameleyi feshet-mek için satıcıya müracaat ettim. Fakat satıcı
muameleyi feshetmeyi ve parayı geri vermeyi kabul etmeyince ev benim elimde ve
tasarrufumda kaldı. Ancak daha sonra evin fiyatı artınca satıcı benden
muameleyi bozmamı ve evi boşaltmamı istedi. Ben kendisine ödediğim meblağdan
fazlasını bana vermeye muvafakat göstermedikçe onun bu isteğini reddedeceğimi
söyledim ve o da fazla para vermekten çekindi. Acaba muamelede aldatıldığım
anlaşılınca muameleyi feshetmek için sırf satıcıya müracaat etmem veya verdiğim
paradan fazla bir meblağ karşısında muameleyi feshetmeyi kabul etmem fesih
sayılır mı?
Cevap: Feshetme muhayyerliği olan bir
kişinin sırf muameleyi feshetmek konusunda konuşmak için satıcıya müracaat
etmesi veya ondan verdiği paradan fazla bir meblağ almak karşısında satın
aldığı şeyi geri vermeye rıza göstermesi, muameleyi feshetmek sayılmaz. Fakat
feshetme muhayyerliği olan kimsenin muameleyi feshetmesi karşı tarafın
muvafakat göstermesine ve satın alınan malı satıcıya geri vermeye bağlı
olmadığından, aldatıldığınızı anladığınız vakit gerçekten muameleyi feshetmiş
iseniz, şer'an bu feshiniz sahihtir ve ondan itibaren o eve sahip değilsiniz;
evden el çekmeniz ve onu satıcıya geri vermeniz şarttır.
7- Muhayyerli Satış (Şartlı Satış)
Soru 472: Biri, bir malı muhayyerlik satışıyla bir adama satıyor; acaba
malı müşteriye teslim etmeden önce onun veya müşterinin bu malı başkasına
satması caiz midir?
Cevap: Muhayyerlik satışı gerçekleştikten
sonra muamele feshedilmediği sürece satılan mal müşterinindir; dolayısıyla
satıcının birinci muameleyi feshetmemişse o malı başka birine satmaya hakkı
yoktur. Ancak, muhayyerlik süresi içerisinde satıcı muameleyi feshetmemişse müşteri
muhayyerlik süresi bittikten sonra malı teslim almamış olsa bile, başka birine
satabilir.
8- Şarta Aykırı Davranmaktan Kaynaklanan Muhayyerlik
Soru 473: Bir şahıs parasını iki ay içerisinde ödemek şartıyla bir
kimseden bir şey satın almış ve bu zaman içerisinde müşterinin muameleyi
feshetme muhayyerliğinin olması şartı koşulmuştur. Fakat müşteri muamele
tarihinden yedi ay sonra malı satıcıya iade etmiştir. Satıcı ise muvafakat
edilen zaman içerisinde muamele feshedilmiş olsaydı, malı başka birine satabileceği
ve onun parasını bazı ticaretlerde kullanabileceğini ve feshi geciktirmesi
nedeniyle zarara uğradığını ileri sürerek malın bedelinden belli bir yüzde
azaltmak şartıyla kabul etmiştir.
Bu konuda sorum şudur: Acaba muhayyerlik süresi bittikten sonra
müşterinin muameleyi feshetmeye hakkı var mı ve satıcının bunu kabul etmesi
farz mıdır? Ve acaba satıcının feshi kabul etmek için paranın belli bir
yüzdesini azaltmayı şart koşmaya hakkı var mı?
Cevap: Muhayyerlik süresi bittikten sonra
muhayyerlik hakkı olan kimse muameleyi feshedip malı satıcıya iade edemez ve
satıcıyı feshi kabul etmeye zorlayamaz; ancak tarafların sözleşmeyi bozmak ve
malı geri almak üzere anlaşmaları caizdir. Fakat satıcı sözleşmeyi bozmayı
meblağdan belli bir oranda azaltma şartına bağlı kılamaz; eğer parayı azaltma
şartıyla sözleşmeyi bozarsa bu batıldır.
Soru 474: Satıcı ve müşteriden birinin muameleyle güttüğü amaç ve
hedefinin gerçekleşmediği gerekçesiyle muameleyi feshetmesi caiz midir?
Cevap: Amaç ve hedefin gerçekleşmemesi sözleşme
esnasında şart olarak zikredilmemiş veya sözleşme bu amaca dayalı olarak
yapılmamışsa şer'an feshetme muhayyerliği doğurmaz.
Soru 475: Mağazamı adî (resmî olmayan) bir belgeyle birtakım şartlarla
sattım. Bu şartlardan biri de müşterinin oraya ait vergileri ödemesiydi. Fakat
şimdiye kadar müşteri bu vergileri ödememiştir; acaba bu durumda muameleyi
feshetme hakkına sahip miyim?
Cevap: Eğer sözleşme esnasında müşteri
vergileri ödemediği takdirde satıcının satış sözleşmesini feshetme hakkına
sahip olduğu açıkça şart koşulmuşsa veya sözleşme buna dayandırılarak
yapılmışsa satıcı muameleyi feshedebilir.
Soru 476: Bir kimse devlet, tapu belgesini kendisine vermediği veya
arsanın belediyenin şehir planlama projesinde yıkımı öngörüldüğü anlaşıldığı
takdirde muameleyi feshetme hakkı saklı olmak şartıyla bir arsayı satın
aldıktan sonra arsa üzerinde inşaat ruhsatı alamadığından, şimdi satıcıdan
muameleyi feshedip parasını geri vermesini istiyor; fakat muameleyi feshetmek
için satıcıya, belediye o günden itibaren iki yıla kadar o arsada inşaat
ruhsatı verirse önceki fiyata satmasını şart koşuyor; acaba müşterinin satıcıya
böyle bir şart koşması sahih midir?
Cevap: Müşteri, sözleşme esnasında
tarafların kabul ettiği şartlar gereğince muameleyi feshedip satıcıdan parayı
isteyebilir. Ancak feshetme esnasında satıcı aley-hine hiçbir şeyi şart
koşamaz.
Soru 477: Müşterinin satıcı lehine kabul ettiği belli şartlarla, bir satış
sözleşmesi gerçekleşmiş ve müşteri satıcıya muamele değerinden bir bölümünü,
kaparo olarak vermiştir. Fakat muamelenin diğer şartlarına uymaktan
kaçınmaktadır. Acaba buna rağmen müşterinin şer'an satıcıyı muameleyi
tamamlamaya zorlamaya hak-kı var mıdır?
Cevap: Satıcı, şarta aykırı hareket
edilmesinden dolayı muameleyi feshetmemişse müşteriye karşı sözleşmeye
uymalıdır. Fakat müşterinin bazı şartlara aykırı hareket etmesi nedeniyle de
olsa satıcının muameleyi feshetme hakkına sahipse satışı feshedebilir ve bu
durumda müşteri, satıcıyı aldığı parayı iade etmesi dışında hiçbir şeye
zorlayamaz.
Muhayyerlikle İlgili Çeşitli Hükümler
Soru 478: İnsanın hakkını istememesi veya örneğin iki yıl kadar
geciktirmesi şer'an hakkının düşmesini gerektirir mi?
Cevap: Sırf hakkı istememek veya bir süreye
kadar geciktirmek, hakkın düşmesine sebep olmaz; ancak hakkın kendisinin belli
bir zamanla sınırlı olması durumu müstesna.
Soru 479: Bir kimse bir mülkü parasının bir miktarı veresiye olmak üzere
belirlenen bir fiyata satıyor. Paranın nakit bölümünü alıp malı müşteriye
teslim ettikten sonra başka bir kimse aynı malı daha fazla bir fiyata satın
almak istiyor. Bu durumda satıcının, malı daha fazla fiyata, ikinci müşteriye
satmak için birinci muameleyi feshetmesi caiz midir?
Cevap: Satış sahih bir şekilde
gerçekleştikten sonra satıcının sözleşmeye bağlı kalması ve ona uyması farzdır.
Ve satıcının belli bir muhayyerlik gereğince feshetme hakkı olmadıkça muameleyi
feshedip malı yeniden başka birine satması caiz değildir.
Soru 480: Bir şahsa parasını dört yıl içerisinde ödemesi şartıyla bir arsa
sattım. Fakat sözleşme anından itibaren satıştan pişman oldum ve bir yıl sonra
müşteriden arsayı bana geri vermesini istedim. Müşteri de geri vermekten
kaçındı. Acaba bu muameleden vazgeçmenin bir yolu var mı?
Cevap: Sözleşmeden sonra sırf satıştan
pişman olmak şer'an hiçbir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla satış sahih bir şekilde
gerçekleştikten sonra malın müşteriye intikali şer'an geçerlidir ve satıcı
müşteriden malı geri vermesini isteyemez. Ancak satıcının muhayyerlik
sebeplerinden biri nedeniyle feshetme hakkı varsa muameleyi feshedebilir.
Soru 481: Bir kimse resmî ifrazlı arsasını bütün muhayyerlikleri düşürerek
adî bir belgeyle satıyor. Fakat resmî tapunun kendi adına olmasından
yararlanarak onu ikinci kez başka birine satıyor; acaba satıcının ikinci satışı
sahih midir?
Cevap: Arsanın satışı bütün muhayyerlikler
düşürülerek sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra satıcının arsayı ikinci bir
kez başka birine satmaya hakkı yoktur; satıcının ikinci satışı fuzulî olup
geçerliliği birinci müş-terinin iznine bağlıdır.
Soru 482: Bir şahıs fabrikadan tedricen ve birkaç defada teslim almak
üzere bir miktar çimento satın almış ve çimentonun parasının hepsini fabrikaya
ödemiştir. Müşteri fabrikadan satın aldığı çimentodan bir miktarını teslim
aldıktan sonra piyasada çimentonun fiyatı büyük oranda artış gösteriyor. Bu
durumda fabrika muameleyi feshedip geri kalan malı teslim etmekten vazgeçebilir
mi?
Cevap: Satış ister nakit, ister veresiye ve
ister selem[23] olsun
şer'an sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra satıcı şer'î muhayyerliklerden
birine sahip değilse muameleyi tek taraflı feshetme hakkına sahip değildir.
Soru 483: Satıcıya parasının bir bölümünü nakit olarak, geri kalan
bölümünü ise belli bir süreye kadar ödemek kaydıyla ve üç aya kadar resmen
benim adıma geçirilmesi şartıyla adî bir satış belgesiyle bir ev satın aldım.
Ancak paranın geri kalanını belirlenen sürede satıcıya ödeyemedim; satıcı da
buna itiraz etmedi. Nihayet dört ay sonra geri kalan parayı verip evi teslim
almak için satıcıya müracaat ettiğimde satıcı evi teslim etmekten kaçınarak
muameleyi belirlenmiş süre sonunda feshettiğini ileri sürdü. Acaba bu durumda
sırf geri kalan parayı zamanında ödeyemediğim için onun muameleyi feshetme
hakkı var mıdır? Satıcının benden aldığı parayı muameleyi feshettikten sonra
geri vermediği, evi kiraya verip kirasını aldığı göz önünde bulundurulduğunda
hüküm nedir?
Cevap: Evin değeri olan meblağın bir
bölümünün sırf kararlaştırılmış zamanda satıcıya ödenmemesi, satıcı için
muhayyerlik hakkı doğurmaz. Dolayısıyla eğer ev, şer'an sahih bir şekilde satın
alınmış, fakat satıcının tasarrufunda kalmışsa ve satıcı da feshetme hakkı
olma-dan evi kiraya vermişse satıcının yapmış olduğu kira sözleşmesi fuzulîdir
ve geçerli olması müşterinin iznine bağlıdır. Ve satıcıya, malı müşteriye
teslim etmesi ve kiracıdan aldığı parayı da müşteriye ödemesi farzdır ve eğer
müşteri kira sözleşmesine izin vermezse satıcıdan evde tasarruf ettiği müddet
için evin emsalinin kirasını isteyebilir.
Soru 484: Satıcının muhayyerlik hakkı olmadan muameleyi feshetmeye veya
satış tamamlandıktan sonra malın fiyatını artırmaya hakkı var mıdır?
Cevap: Satıcının bunlardan hiçbirine hakkı
yoktur.
Soru 485: Bir kimse başka bir şahıstan konut kooperatif dairesinden daha
önce satın almış olduğu bir evi satın almıştır. Muamele tamamlanıp satıcı
müşteriden parayı teslim aldıktan sonra konut kooperatif dairesi satıcının
şirkete verdiği paraya ilâveten şirkete belli bir meblağ daha vermesi
gerektiğini bildirir. Müşteri de satıcıya bu fazla meblağı ödemesini ve aksi
durumda muameleyi feshedip parasını geri alacağını bildirir. Ancak satıcı fazla
meblağı vermekten kaçınır. Sonuçta kooperatif dairesi evi başka birine vermeye
karar verir. Bu durumda müşterinin ödemiş olduğu parayı geri almak için kime
müracaat etmesi gerekir? Konut dairesine mi, son zamanda evin verildiği kişiye
mi, yoksa satıcıya mı?
Cevap: Eğer muamele, konulmuş şart
nedeniyle veya başka bir sebeple feshedilirse müşteri parayı satıcıdan
istemelidir.
Soru 486: Bir şahıs bir hayvan satın alır ve müşteri bulursa satmak, aksi
durumda muameleyi feshetmek amacıyla hayvanı pazara götürür. Acaba bu adamın
mu-ameleyi feshetme hakkı var mıdır?
Cevap: Sorudaki durumda satılan mal hayvan
olduğu için müşteri muamele gününden itibaren üç gün süreyle muameleyi
feshetmeye muhayyerdir.
Soru 487: Birkaç kişi bir mülkü sahibinden satın almış ve değerinin bir
kısmını birkaç taksitte ödemişlerdir. Paranın geri kalan kısmını ödemeleri için
ise, tapunun kendi adlarına geçirilmesi şartını koymuşlardır. Fakat satıcı
tapuyu onların adına geçirmekten kaçınarak muameleyi feshettiğini ileri
sürmektedir. Bu durum-da onun sözleşmeyi uygulaması gerekiyor mu? Yoksa tek
taraflı olarak muameleyi feshetmesi sahih midir?
Cevap: Ortada satıcıya muhayyerlik hakkı
doğuracak şart, aldatılma vb. bir sebep yoksa, satıcının muameleyi feshetmesi
sahih değildir ve sözleşmeye uyması gerekir ve bu durumda satıcı şer'an o mülkü
resmen müşterilere devretmekle yükümlüdür.
Soru 488: Bir şahıs başka birinden bir mal satın alıp paranın bir bölümünü
satıcıya verdikten sonra o eşyayı bir miktar kârla başka birine satar. Fakat
ikinci müşteri o eşyada tasarruf ettikten sonra satıcının kâr ettiğini
öğrenince onu satın almaktan pişman olduğunu bildirir. Acaba ikinci müşterinin
bu nedenle muameleyi feshetmesi caiz midir?
Cevap: Eğer ortada ikinci müşterinin
muhayyer olmasını gerektiren bir sebep varsa muameleyi feshetmesi caizdir, aksi
durumda caiz değildir.
ALIŞ VERİŞTE MALA TÂBİ OLAN ŞEYLER
Soru 489: Bir kimse evini sattıktan sonra evdeki lambaları ve banyo kazanı
gibi şeyleri de çıkarıp götürmüştür; bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer adı geçen eşyalar ve benzerleri
satılırken örfen eve tâbi olan şeylerden sayılmıyorsa, evde bırakılması şart
koşulmadığı takdirde satıcının bunları almasının sakıncası yoktur.
Soru 490: Bir şahıstan araba garajı ve diğer gereçleriyle birlikte bir ev
satın aldım; ancak satıcı bana sadece evi teslim etti ve satış belgesinden
muameleye garajın da girdiğini gösteren bölümleri çıkardı. Oysa satıcı garaj ve
satış belgesinde kaydedilen diğer şeyler karşılığında benden para almıştır; bu
konuda hüküm nedir?
Cevap: Satıcının, satılan malı, eklerini ve
üzerinde muamelenin yapıldığı -karşılığında para verilmiş olsun veya muamelede
şart koşulsun- bütün gereçlerini müşteriye teslim etmesi farzdır ve yine
müşterinin de satıcıyı buna zorlaması caizdir.
Soru 491: Bir binanın birinci katında bulunan daireyi satın alırken
balkonunda sulu klima cihazı bulunuyordu ve apartmanı satın aldıktan sonra da
sürekli orada kaldı. Bu klima için gerekli olan su, zemin kattaki ana borudan
alınan boru vasıtasıyla temin edilmekteydi. Bu boru duvar kenarından klimaya
çekilmişti. Şimdi apartmanın zemin katının sahibi, zemin kattan ancak
kendisinin yararlanabileceğini ileri sürerek bu suyu kesti; bu konuda hüküm
nedir?
Cevap: Eğer satış sözleşmesinde zemin
kattaki su borusundan sizin yararlanmaya hakkınız olduğu zikredilmemişse, zemin
katın sahibini buna zorlayamazsınız.
MALI TESLİM ALMAK VE KARŞILIĞINI VERMEK
Soru 492: Akrabalarımdan bir kişi böbreklerinden birini kaybetmesi üzerine
bir şahıs belli bir meblağ karşılığında böbreklerinden birini ona hediye
edebileceğini söyledi. Ancak, birtakım tıbbî deneylerden sonra o adamın böbreğinin
hastaya aktarılmaya elverişli olmadığı anlaşıldı. Bu durumda bu adamın birkaç
gün çalışmaktan alıkonduğu için hastadan belirlenmiş meblağı istemeye hakkı var
mı?
Cevap: Üzerinde anlaşılan meblağ eğer böbrek
karşılığında ise, böbreğin hasta kişinin bedenine naklinin uygun olmadığı
böbrek bağışında bulunanın bedeninden alındıktan sonra anlaşılmışsa, hasta o
böbrekten yararlanmasa bile o adam anlaştıkları paranın tamamını alabilir ve
eğer böbreği bedeninden kesilip alınmadan önce anlaşılırsa ve hasta da bunu ona
bildirirse bu durumda o adamın hastadan bir şey isteme hakkı yoktur.
Soru 493: Âdi (resmî olmayan) bir belgeyle oturduğum daireyi satarak
parasının bir bölümünü aldım, paranın geriye kalan bölümünü de tapuyu
müşterinin adına geçirdiğimde almayı kararlaştırdık. Ancak ben evimi satmaktan
caydım, müşteri ise evi boşaltmam için ısrar ediyor; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Satış şer'an sahih bir şekilde
gerçekleşmişse ve satıcının feshetme hakkı yoksa sırf pişman olması ve mala
ihtiyaç duyması nedeniyle malı müşteriye teslim etmekten vazgeçemez.
Soru 494: Taş almak amacıyla taş madeni ocağından bir havale aldım. Malı
teslim aldıktan sonra taşlara kesin bir fiyat belirlemediklerini anladım.
Onlara müracaat ettiğimde bana, ilgili daire tarafından kesin fiyatın yakında
ilan edileceğini ve az bir fark alınacağını bildirdiler. Fakat daha sonra
ilgili daire öncekinden birkaç kat fazla bir fiyat ilan edince kabul etmedim;
bu arada taşları kestirip sattığım dikkate alınırsa hüküm nedir?
Cevap: Muamelenin sıhhatinin şartlarından
biri belirsizlik ve bilmemenin giderilmesi için malın ve fiyatın
belirlenmesidir. Dolayısıyla eğer taşların teslim alındığı gün muamele şer'an
sahih bir şekilde gerçekleşmemişse müşteri taşları kestirip sattığı günün
fiyatı miktarını ödemekle yükümlüdür.
Soru 495: Bir kimse kızına ait olan fakat kızının kocasının elinde olan
bir binayı satın alarak parasını kızına ödemiştir. Kocası ise kasten ona eziyet
ederek satışı inkâr etmediği takdirde onu boşamak tehdidinde bulunuyor; bu
nedenle malı teslim etmek mümkün olmuyor. Acaba bu durumda malı teslim etmek
veya malın parasını müşteriye geri vermek onu satan kadının mı, yoksa kocasının
mı üzerinedir?
Cevap: Bizzat malı satan kadına malı
müşteriye teslim etmesi veya parasını geri vermesi farzdır.
Soru 496: Âdi bir satış belgesiyle bir ev satın aldım ve satıcının evin
tapusunu adıma geçirmesi için noterliğe gelmesini şart koştuk; fakat satıcı
buna uymayarak evi bana teslim etmekten ve tapuyu benim adıma geçirmekten
vazgeçti; acaba ondan bunu istemeye hakkım var mı?
Cevap: Eğer hakkında âdi satış belgesi
düzenlediğiniz ve aranızda anlaştığınız şey şer'an sahih bir şekilde yapılmış
ev alış verişi ise, bu durumda satıcının onu satmaktan vazgeçmesi ve ona
uymaktan kaçınması caiz değildir. Satıcının şer'an evi size teslim etmesi ve
belgenin adınıza geçmesi için gerekli olan şeyleri yapması gerekir ve siz de
ondan sözleşmeye uymasını isteme hakkına sahipsiniz.
Soru 497: Satıcıyla müşteri arasında yapılan ticarî muameleye göre,
müşteri satın aldığı eşyanın parasının bir bölümünü her hafta satıcıya vermesi
gerekiyor. Müşteri satıcıya vermiş olduğu bütün paraları defterine
kaydetmiştir, satıcı da müşteriden aldığı paraları kendi defterine yazmış ve
ayrıca ondan aldığı paralar için müşterinin defterini de imzalamıştır. Dört ay
sonra müşterinin her hafta satıcıya verdiği parayı hesapladıklarında borç para
miktarında ihtilâf ediyorlar; müşteri verdiğini iddia ederken satıcı inkâr
ediyor; ihtilâf edilen meblağın hiçbirinin defterinde kaydedilmediği göz önünde
bulundurulursa hüküm nedir?
Cevap: Eğer müşterinin satıcıya verdiğini
iddia ettiği şeyi gerçekten verdiği ispatlanırsa onun üzerinde borç yoktur.
Aksi durumda bu konuda meblağı almadığını ileri süren satıcının sözü
önceliklidir.
Soru 498: Bir malı bir yıl süreli veresiye olarak peşin fiyatından
fazlasına satın almanın hükmü nedir? Ve belli bir zaman için çeki tutarından
fazla veya az bir miktara satmanın hükmü nedir?
Cevap: Veresiye
olarak bir malı peşin fiyatından fazlasına alıp satmanın sakıncası yoktur.
Ancak çeki meblağının tutarından daha az bir bedelle üçüncü bir şahsa satmak
caiz değildir; fakat çekin meblağını ödemekle yükümlü olan kişiye satmanın bir
sakıncası yoktur.
Soru 499: Araba satıcısı; "Arabanın peşin fiyatı budur, on ay taksitle
de fiyatı şudur" derse, müşteri taksitle satışta fazlalığın paranın on
aylık kârı olduğunu anlar ve muamele bu şekilde tamamlanırsa, bu durumda
müşterinin aklından geçen nakit paradan fazlasının kâr olduğu ve muamelenin de
faizli olduğudur; acaba esasen bu muamele faizli ve batıl mıdır?
Cevap: Muamele veresiye olarak yapılmışsa
ve para taksitle ödenecekse bunun sakıncası yoktur ve bu gibi muameleler faizli
muamele sayılmaz.
Soru 500: Satış akdinde malın değerinin ve malın kendisinin teslim
edilmesinin geciktirilmesi şart koşuluyor; şöyle ki malın değeri bir
yıl içerisinde belli taksitlerle ödenecek ve mal ise, müşteri tarafından
birinci taksitin ödenmesinden bir yıl geçtikten sonra ona teslim edilecek.
Birinci taksitin ödenme tarihi eğer belirlenmiş zamandan epey gecikmiş olursa;
acaba satıcının te'hir muhayyerliği var mı?
Cevap: Sorudaki varsayımda muamele selem
satışı şeklinde olduğundan satış sözleşmesi esnasında paranın nakit olarak
ödenmesi gerekir. Aksi durumda satış temelden batıldır.
Soru 501: Malın değerinin birinci taksitinin ödenmesi örfteki normal
süreden gecikmiştir. Ödeme geciktirildiğinde satıcıya muhayyerlik şartı
koşulmayan ve mu-amele için belli bir zaman belirlenmeyen böyle bir sözleşmede
sırf bu geciktirme sebebiyle satıcı muhayyerlik hakkına sahip olur mu?
Cevap: Veresiye alış verişte parayı ödeme
vaktinin belirlenmesi gerekir. Dolayısıyla malın değerinin veya paranın
taksitlerinin zamanı belirlenmeden veresiye satış yapılırsa, bu satış temelden
batıldır. Fakat ödeme tarihi belirlenerek satış yapılır ve müşteri parayı
kararlaştırılmış zamandan geç öderse, sırf bu geciktirme satıcıya muhayyerlik
hakkı doğurmaz.
Soru 502: Bir arsada Eğitim Bakanlığı tarafından parası sahiplerine
ödenmesi şartıyla teknik alanda faaliyet gösteren bir kurum binası yapılmıştır.
Ancak bu kurum binası yapıldıktan sonra Eğitim Bakanlığı arsanın parasını
sahiplerine ödemekten kaçınmaktadır. Bunun üzerine arsa sahipleri buna razı olmadıklarını, o binanın gas-pedilmiş olduğunu ve dolayısıyla orada kılınan
namazın batıl olduğunu ilân etmişlerdir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Arsa sahiplerinin bir müessese
yapılması için arsanın verilmesine razı olduktan ve parasının Eğitim Bakanlığı
tarafından ödenmesi şartıyla o arsayı bu bakanlığa teslim ettikten sonra artık
o arsa üzerinde herhangi bir hakları yoktur ve o arsa gaspedilmiş sayılmaz.
Ancak, onlar, Eğitim Bakanlığından arsanın parasını isteyebilirler. Buna göre şer'an bu binada eğitim almanın ve
namaz kılmanın hiçbir sakıncası yoktur ve bu iş arsanın önceki sahiplerinin
rızasına bağlı değildir.
Soru 503: Bir şirketten selem[24] olarak
bir apartman satın aldım; paranın bir bölümünü taksitle ödeyip parayı ödediğime
dair makbuz aldım ve paranın geri kalanını hâla borçluyum. Bu şirket bir süre
sonra benim apartmanımı Mesken Bankasına sattı ve benim ise buna karşılık günün
fiyatına (önceki fiyatın dört katına) başka bir apartman almamı kararlaştırdı;
bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Selem muamelesiyle taksitle apartman
satın almak esasen batıldır; çünkü selem muamelesinin sıhhatinin şartlarından
birisi satış meclisinde paranın tamamının nakit olarak satıcıya ödenmesidir.
Eğer apartman satış meclisinde paranın tamamı verilerek selem muamelesiyle
satın alınırsa, bu durumda satıcının malı vasıflarına uygun olarak müşteriye
vermesi gerekir. Belirlenen malı teslim etmek için müşteriden fazla bir para
istemeye hakkı yoktur. Ve yine satıcı, ona satılan malın yerine başka bir şey
veremez. Müşteri de kabul etmek zorunda değildir. Eğer verirse, belirlenen
fiyattan fazlasını istemesi bir yana, hatta aynı parayı istemesi durumunda bile
müşteri onu kabul etmeyebilir.
Soru 504: Henüz yapımı
tamamlanmayan bir apartmanı taksitle satın aldım. Daha sonra o apartmanı daha
yapımı tamamlanmadan ve satıcıdan teslim almadan önce başka birine sattım;
acaba bu alım satım sahih midir?
Cevap: Eğer satın alınan apartman belli ve
müşahhas bir apartmansa ve siz onu satıcının inşaatını tamamlaması şartıyla
veresiye ve taksitle satın almış iseniz, o apartmanı tamamlanmadan ve satıcıdan
teslim almadan önce başka birine satmanızın sakıncası yoktur.
Soru 505: Uluslararası Kitap Fuarı'nda selem muamelesiyle bir miktar kitap
satın aldım. Fuarda kitapların parasının yarısını ödedim ve diğer yarısını ise
kitapları teslim alırken ödeme taahhüdünde bulundum. Fakat kitapları bana ne
zaman teslim edecekleri ve ödemeyi ne zaman yapacağım belirlenmedi; acaba bu
muamele sahih midir?
Cevap: Daha önce vermiş olduğunuz meblağ
kaparo ise, satış da, kitapları teslim aldığınızda ve paranın geri kalanını
ödediğinizde gerçekleşecekse bunun sakıncası yoktur. Fakat satış paranın bir
bölümü ödendiğinde ve veresiye olarak yapılır ve ödenmesi için belli bir zaman
tayin edilmezse veya satış meclisinde paranın tamamı nakit olarak ödenmeden
selem muamelesi olarak gerçekleşirse, bu durumda muamele şer'an batıldır.
Elbette selem satışında parasını verdiği miktarda muamele sahihtir; fakat
satıcı o miktarda da muameleyi bozabilir.
Soru 506: Bir kimse başka birinden bir müddet sonra teslim almak üzere bir
şey satın alır ve belirlenen zaman gelip çattığında o eşya mal değerini
kaybeder; bu durumda müşteri eşyanın kendisini mi almalıdır, yoksa onun
değerini mi?
Cevap: Eğer muamele şer'an sahih bir
şekilde gerçekleşmiş ise, bu durumda müşteri o malın kendisine hak kazanır;
ancak o şeyin mal değerini kaybetmesi örfte malın telef veya kullanılmayacak
kadar yok olması şeklinde değerlendiriliyorsa, bununla muamele kendiliğinden
fesholur ve satıcı malın ödenen değerini müşteriye geri vermelidir.
Soru 507: Altın külçesi piyasa fiyatına nakit olarak belli bir meblağa
satılırsa, tarafların rızasıyla o günkü fiyattan fazlasına bir aylık veresiye
olarak satışı caiz midir? Ve acaba bu külçenin satışından elde edilen kâr helâl
midir?
Cevap: İster nakit olsun, ister veresiye,
satış sözleşmesinde malın fiyatını belirlemek tarafların anlaşmasına bağlıdır.
Dolayısıyla mezkur muamelenin ve ondan elde edilen kârın sakıncası yoktur;
ancak, altının altına karşı veresiye olarak satılması veya verilen altından
fazla alınması caiz değildir.
Soru 508: Kuyumculuğun hükmü nedir? Altın alım satımının ne gibi şartları
vardır?
Cevap: Altın imalatı ve ticaretinin
sakıncası yoktur. Ancak altın karşılığı altın satışında karşılığın malla eşit
olması, nakit olması ve muamele meclisinde malın teslim edilmesi şarttır.
Soru 509: Kağıt paraları veresiye olarak değerlerinden fazlasına alıp
satmak caiz midir?
Cevap: Eğer paraların eski ve yeni olmaları
veya özel bir alamet taşımaları ya da fiyatlarının farklı oluşu gibi yönlerden
bu muamele gerçek bir alış veriş niteliğiyle ve normalde alış verişte
insanların kabul ettiği bir gaye gereği yapılırsa, bu muamelenin sakıncası
yoktur. Fakat sırf faizden kaçmak amacıyla formalite icabı yapılır ve paranın
faizini elde etmek amaçlanırsa bu muamele şer'an haram ve batıldır.
Soru 510: Bazı kimseler umumî telefon kulübelerinde jeton yerine
kullanılan metal paraları değerlerinden fazlasına satıyorlar. Örneğin, 350
riyal metal para karşılığında 500 riyal kağıt para almaktadırlar; bu paraları
alıp satmanın hükmü nedir?
Cevap: Metal paraları telefon
konuşmalarında ve benzeri durumlarda kullanılması için meblağlarından fazlasına
alıp satmanın sakıncası yoktur.
Soru 511: Eğer bir kimse eski bir parayı yeni paranın yarısı değerinde
olduğunu bilmeyerek tedavüldeki yeni paranın değerine satar veya satın alırsa,
onu satın alan müşteri de, tedavüldeki yeni paranın fiyatına başka birine
satarsa, bu durumda zarara sebep olan veya aldatan kişinin zarar gören veya
aldatılan kişiye bu hile ve aldatmayı bildirmesi gerekir mi? Ve acaba bu hileli
muameleler sahih midir ve bu yolla elde edilen parada tasarruf etmek caiz
midir, yoksa bu mal sahibi belli olmayan mal hükmünde midir veya harama
karışmış helâl mal hükmüne mi girer?
Cevap: Eski paraları, değeri rayiç ve yeni
para fiyatından çok az olsa bile alıcı ve satıcının anlaştıkları bir meblağa
satın almanın sakıncası yoktur. Satılan şeyin maddî değeri varsa pazarda
tedavüldeki paranın fiyatından az da olsa ve muamelede aldatılma bulunsa bile
sahihtir; aldatana, hileli durumu aldatılana bildirmesi farz değildir.
Aldatanın bu muameleyle elde ettiği mal onun diğer malları hükmündedir.
Dolayısıyla aldatılan kişi muameleyi feshetmedikçe aldatanın o malda tasarruf
et-mesi caizdir.
512: Bazı banknotları maddî değere sahip olduğu veya kredisi olduğu için
değil de sırf özel değeri olan kağıtlar olmaları itibariyle alıp satmanın hükmü
nedir? Örneğin İmam Humeyni'nin (r.a) resmi basılmış yeşil on bin riyallık
banknotları değerinden fazlasına alıp satmak caiz midir?
Cevap: Bu gibi banknotların alış ve satışı
ciddî bir kasıt ve makul bir amaçla yapılırsa sakıncası yoktur; fakat satış
faizli borcun üzerini örtmek amacıyla formalite icabı, biçimsel olarak
yapılırsa bu alış veriş haram ve batıldır.
Soru 513: Sarraflık ve az bulunan dövizleri alıp satmayı meslek edinmenin
hükmü nedir?
Cevap: Bu mesleğin
başlı başına bir sakıncası yoktur.
Soru 514: Devlete ait tahvil senetlerini satın almanın hükmü nedir? Acaba
bu evrakların alım satımı şer'an caiz midir?
Cevap: Amaç devletin, millî tahvil
senetleri bastırıp satmak yoluyla halktan borç alması ise, halkın bu senetleri
satın alma yoluyla devlete borç vermeye katılmalarında sakınca yoktur. Müşteri
kendi parasını elde etmek için borç senetlerini devletten veya başka birinden
satın aldığı fiyata veya satın aldığı fiyattan aşağısına satarsa bunun hiçbir
sakıncası yoktur.
TİCARETLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ
KONULAR
Soru 515: Bazı fabrikalarda, çeşitli fabrikaların ürettiği parçalardan
montaj edilen bazı cihazlar meşhur yabancı ülkelerden birinin ürünü diye satış
için pazara sürülüyor; acaba bu iş hile ve aldatma sayılır mı? Eğer
sayılıyorsa, acaba müşterinin gerçeği bilmediği hâlde bu cihazlar üzerinde
yapılan muamele sahih midir?
Cevap: Eğer mezkur cihaz veya
parçalar müşterinin görerek yabancı mı, yerli mi olduğunu ayırt edebileceği ve
tanıyabileceği nitelikteyse, bunların montaj ve imaline hile ve aldatma
denilmez; bu takdirde söz konusu mal hakkında yapılan gerçek dışı tanıtım ve
ilan yalan ve haramdır. Eğer mezkur eşya gerçeğine aykırı bir nitelikte
satılmış ise muamele doğrudur, fakat daha sonra müşteri gerçeği öğrenirse
isterse muameleyi feshedebilir.
Soru 516: Fabrika ve mağaza sahiplerinin müşterilerin dikkatini çekmek
için iş yerlerinin tablolarına yaban-cı yazılar yazmaları veya çocuk
elbiselerinin üzerine yabancı yazılar ve yabancı resimler basmaları caiz midir?
Cevap: Müşteriyi aldatmak ve hile yapmak için
olmazsa ve yabancı kültürü yaymak amacı olarak görül-müyorsa bunun sakıncası
yoktur. Fakat İslâm Cumhuriyetinin kanunlarını gözetmek gerekir.
Soru 517: Gayrimüslimlerle yapılan muamelede daha fazla malî ve bilimsel
yarar sağlamak amacıyla farkına varmadıkları durumlarda hile yapmanın, yalan
konuşmanın ve aldatmanın hükmü nedir?
Cevap: Muamelelerde, karşı taraf gayrimüslim
de olsa yalan konuşmak, hile yapmak ve
aldatmak caiz değildir.
Soru 518: Mal satımında müsaade edilen kâr miktarı ne kadardır?
Cevap: Kâr etmenin belirlenmiş bir sınırı yoktur;
dolayısıyla aşırılık, haksızlık sınırına ulaşmaz ve devlet kurallarına da
aykırı olmazsa sakıncası yoktur; ancak daha faziletli ve hatta müstehap olan,
satıcının geçimine yetecek miktar kârla yetinmesidir.
Soru 519: Bir kimse sahip olduğu suyu çeşitli kişilere farklı fiyatlarla
satmıştır. Örneğin bir bölümünü bir kişiye yüz bin riyale, aynı miktardaki
diğer bir bölümünü ise başka birine yüz elli bin riyale satmıştır. Suyun
hepsinin aynı kaynaktan veya kuyudan olduğunu dikkate alarak fiyatlardaki farka
itiraz etmeye hakkımız var mı?
Cevap: Eğer satıcı suyun sahibiyse veya şer'an
suda hak sahibiyse, başkalarının fiyat farkına itiraz etmeye hakkı yoktur.
Soru 520: Kooperatif şirketlerinden birinden sübvan-se edilmiş bir malı
piyasa fiyatının altında bir fiyata satın aldıktan sonra onu serbest piyasada
alış fiyatının üzerinde bir fiyata, hatta alış fiyatının üç katına satmam caiz
midir?
Cevap: Devlet tarafından o malın satımı yasak
edilmemişse ve fiyat artışı da müşteriye haksızlık derecesine ulaşmazsa bunun
sakıncası yoktur.
Soru 521: Ben elektronik cihaz üretmekteyim. Acaba bu cihazları piyasadaki
arz ve talep ilkesi çerçevesinde istediğim fiyata satmam caiz midir?
Cevap: Devlet tarafından belirlenmiş bir fiyatı
yoksa ve müşteriye de haksızlık edilmiyorsa alıcı ve satıcının anlaştıkları
fiyata satmanın sakıncası yoktur.
Soru 522: İslâm'da sermayeye dayalı ekonomik sistem veya kapitalizmin
hükmü ve sınırları nedir? Ve aca-ba yoksul ve zavallıların haklarını veren
birisinin çok servet sahibi olması mümkün müdür? İslâm'ın kapitalizmle
mücadelesi sadece humus ve zekât vermeyen kimselerle mi sınırlıdır, yoksa humus ve zekât veren Müslümanları da bu
mücadele kapsamına alır mı? Ve esasen mallarına taalluk eden şer'î hakları
veren bir kimsenin zenginliğin zirvesine ulaşması mümkün müdür?
Cevap: Zenginlerin mallarına taalluk eden şer'î
haklar sadece humus ve zekâtla sınırlı değildir. Öte yandan İslâm da servet
artırmaya karşı değildir. Şu şartla ki, servet toplama meşru yollardan olmalı,
kişi malına taalluk eden bütün şer'î hakları ödemeli ve şer'an helâl ve aynı
zamanda İslâm ve Müslümanların yararına olan yollarda kullanılmalıdır. İnsanın
bu hususları gözeterek büyük bir servete kavuşmasının sakıncası yoktur.
Soru 523: Aramızda yaygın olan bir adet üzere bir kimse kendisine bir
araba satın alması için başka birini görevlendirir. O da örneğin bir milyar
riyale bir araba satın alır ve o şahsa arabayı bir milyar yüz bin riyale satın
aldığını söyler ve bu fazla parayı yaptığı iş, çektiği zahmet karşılığında
almak ister; acaba böyle bir muamele sahih midir?
Cevap: Bir kimse başka biri tarafından bir
araba satın almak için vekil tutulmuşsa, satın alması için kendisine verilen
parayla satın aldığı şey müvekkilinindir ve müvekkilinden ödediği paradan
fazlasını isteyemez. Vekil sadece vekâleti karşılığında ücret isteyebilir.
Fakat arabayı kendi parasıyla kendisi için satın alır ve sonra onu kendisine
araba alma tavsiyesinde bulunan kimseye satmak isterse, onu anlaşabilecekleri
her fiyata satabilir. Fakat satın aldığı fiyat konusunda yalan konuşması caiz
değildir. Bununla birlikte yalan konuşmak muameleyi batıl etmez.
Soru 524: Bazı kimseler araba tamirhanelerinde çalışmaktadır. Bazen araba
satıcıları onlara gelerek masrafları az tutmak için arabaları yüzeysel olarak
tamir etmelerini isterler, böylece arabayı müşteriye sunmak için görünüşünü
güzel göstermeyi yeterli bulurlar. Acaba tamircilerin bu işi yapmaları caiz
midir?
Cevap: İnsanları aldatmaya sebep olursa ve araba
sahibinin bunu müşteriden gizleyeceğini bilirlerse caiz değildir.
Soru 525: Bir kamyon satın almak isteyen bir şoför kamyon satın almak için
gerekli parayı başka birinden alarak para verenin vekâletinde kamyonu onun için
alır. Sonra bu adam kamyonu taksitle şoföre satar; bu muamelenin hükmü nedir?
Cevap: Şoför eğer muameleyi mal sahibinin
vekili olarak yapmış ve daha sonra mal sahibi de onu taksitle vekilin kendisine
satmışsa, her iki muamelede tarafların ciddî olarak alış veriş niyetleri olur
ve bununla faizden kaçmak amacıyla hile yapmayı amaçlamazlarsa böyle bir
muamelenin sakıncası yoktur.
Soru 526: Faizli borç nedir? Bankaya para yatıran mevduat sahiplerinin kâr
olarak bankadan aldıkları yüz-delik, faiz sayılır mı?
Cevap: Faiz, borçlunun alacaklıya -aldığı
borçtan dolayı- borç olarak aldığı mala ilâveten verdiği fazlalıktır. Bankaya
yatırılan paranın kârı konusuna gelince; [İran'daki uygulamada] banka mevduat
sahibinin vekili olarak kendisine tevdi edilen (verilen) parayı şer'î sahih
sözleşmelerden biri çerçevesinde çalıştırmak zorundadır ve bu muameleden elde
edilen kâr faiz değildir ve bu
kârı almanın sakıncası yoktur.
Soru 527: Faizli muamelenin ölçüsü nedir? "Faiz sadece borçta olur,
başka durumlarda değil." sözü doğru mudur?
Cevap: Faiz borçta olduğu gibi bazen alış
verişte de olabilir. Alış verişte faiz, tartı veya ölçekle satılan bir malı
kendisiyle aynı cinsten olan başka bir maldan daha fazla bir miktar
karşılığında satmakla olur.
Soru 528: Açlıktan ölmek üzere olan ve kendisini ölümden kurtarmak için
murdardan başka bir şey bulamayan kimsenin zaruret durumunda murdar yemesi
şer'an caiz olduğu gibi, acaba çalışma gücü olmayan ve az bir sermayesi bulunan
bir kimse, kârla geçinmek için parasını faizli muamelede kullanmak zorunda
kalırsa, zaruret hâline binaen faiz alması caiz midir?
Cevap: Faiz haramdır ve bunu zaruret
hâlinde murdar yiyen kişiyle kıyaslamak doğru değildir, bu ikisi arasında fark
vardır; çünkü birinci durumda kişi murdardan başka kendisini ölümden kurtaracak
bir şey bula-mıyor. Oysa çalışma gücü olmayan kimse kendi sermayesini kâr ortaklığı (mudarebe) gibi şer'î akitlerden biri çerçevesinde
çalıştırabilir.
Soru 529: Ticarî muamelelerde bazen posta pulları değerlerinden yüksek bir
fiyata satılmaktadır. Örneğin yirmi riyallik bir pul yirmi beş riyale
satılmaktadır; acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur ve bu
fazlalık faiz sayılmaz. Çünkü faizli muamele, ölçü ve tartıyla satılan ve aynı
cinsten olan iki şeyin alış verişinde alınan veya satılan şeyin miktarının
ötekisine oranla fazla olmasıdır ve bu tür muamele batıldır.
Soru 530: Faiz bütün özel ve tüzel
kişilere eşit şekilde mi haramdır, yoksa bazı özel durumlarda istisna var
mıdır?
Cevap: Faiz genel olarak haram olmakla
birlikte babayla oğul ve karıyla koca arasındaki faizli borç ve Müslüman'ın gayrimüslimden
aldığı faiz müstesnadır.
Soru 531: Alış veriş belli bir fiyatla tamamlandıktan sonra tarafların,
müşteri vadeli bir çek verdiği takdirde belirlenen fiyat üzerine bir meblağ
eklenmesi hususunda anlaşmaları caiz midir?
Cevap: Alış veriş belli bir fiyat üzerinden
gerçekleştikten sonra fazlalık asıl meblağı ödemedeki gecikme dolayısıyla
istenirse, bu durumda fazlalık şer'an haram olan faizdir ve sırf tarafların bu
fazlalığın ödenmesi üzerine anlaşmalarıyla o para helâl olmaz.
Soru 532: Bir kimsenin bir miktar borç paraya ihtiyacı olursa ve kendisine
borç verecek birini de bulamazsa, ihtiyaç duyduğu meblağı temin etmek için bir
malı fiyatından fazlasına veresiye olarak satın aldıktan sonra onu aynı
mecliste satıcıya daha az bir fiyata nakit olarak satması; örneğin bir kilo
safranı parasını bir sene sonra vermek üzere veresiye olarak satın aldıktan
sonra aynı mecliste satıcının kendisine nakit olarak satın aldığı fiyatın üçte
ikisine satması caiz midir?
Cevap: Faizli borçtan kaçmak için gerçekte
bir tür hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve batıldır.
Soru 533: Ben kâr elde etmek ve faizden kaçmak için değeri yüksek olan bir
evi beş milyon riyale satın aldım. Sözleşme esnasında, satıcının beş ay
içerisinde muameleyi feshedebileceğini ve bu durumda benden aldığı parayı geri
vererek evi alabileceğini şart koştuk. Muamele bittikten sonra aynı evi
satıcının kendisine aylık 150 bin riyale kiraya verdim. Şimdi muamelenin
üzerinden dört ay geçtikten sonra İmam Humeyni'nin (r.a) fetvasına göre bu işin
faizden kaçmak için olursa caiz olmadığını öğrendim. Sizin fetvanıza göre bunun
hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu muamele ciddî bir iradeyle
gerçekleşmemiş ve sadece satıcının borç para elde etmek ve müşterinin ise bir
kazanç sağlamak amacıyla biçimsel olarak yapılmışsa, faizli borçtan kaçmak için
bir hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve batıldır. Bu tür muamelelerde
müşterinin sadece evin fiyatı olarak satıcıya vermiş olduğu parayı geri alma
hakkı vardır.
Soru 534: Faizden kaçmak için mala başka bir şey eklemenin hükmü nedir?
Cevap: Faizli borcun caiz olması için bunun
hiçbir etkisi yoktur ve mala bir şey eklemekle faizli borç helâl olmaz.
Soru 535: İşçi ve memurların çalıştıkları yıllarda aylık maaşlarının bir
bölümünü, yaşlandıklarında kullanmak için emeklilik sandığına ödemeleri ve
emekliye ayrıldıktan sonra o parayı devlet tarafından ona eklenen bir meblağla
birlikte almalarının bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Emekli maaşı almanın sakıncası
yoktur. Devletin emekliye aylık maaşından kestiği miktara ek olarak verdiği
para, onun maaşlarının kârı değildir ve faiz sayılmaz.
Soru 536: Bazı bankalar tapusu olan evin onarımı için cüâle sözleşmesi[25] çerçevesinde
ev sahibine borç veriyorlar; bu durumda, borçlu kişi borcunu yüzdelik bir oran
fazlalıkla birlikte belli bir zamana kadar taksitle ödemek zorundadır. Acaba bu
şekilde borç almak şer'-an caiz midir ve bu konuda cüâle sözleşmesi nasıl
tasavvur edilebilir?
Cevap: Eğer söz konusu meblağ ev sahibine
evini onarması için borç olarak verilmişse bu durumda onun cüâle olması
anlamsızdır; borcun kendisi her halükârda sahih olmakla birlikte verilen borçtan fazla almak şartı caiz değildir.
Ancak ev sahibinin, evin onarımı için ban-ka için bedel kararlaştırmasının
sakıncası yoktur. Bu durumda cu'l (bedel) sadece bankanın evin tamiri için
harcadığı miktar değil, bankanın evi onarma karşılığında taksit olarak istediği
şeylerin hepsidir.
Soru 537: Eşyayı nakit değerinden fazlasına veresiye olarak satın almak
caiz midir? Bu faiz sayılmaz mı?
Cevap: Eşyaları nakit fiyatından fazlasına
veresiye olarak satmanı ve satın almanın sakıncası yoktur; nakit ve veresiye
arasındaki fiyat farkı faiz sayılmaz.
Soru 538: Bir kimse evini muhayyerlik satışıyla satar. Fakat satışı
feshetmek için belirlenen zamana kadar parayı müşteriye geri veremez. Bu arada
üçüncü bir kişi satıcının muameleyi feshetmesi için bu parayı müşteriye öder;
ancak verdiği paraya ilâveten kendi hizmeti karşılığı bir miktar para almayı da
şart koşar; şer'an bu meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer üçüncü kişi parayı müşteriye
geri vermek ve muameleyi feshetmek için satıcı tarafından vekil olarak
görevlendirilmişse, yani, önce satıcıya bir miktar borç verir ve sonra satıcı
tarafından vekil olarak onu müşteriye vererek satışı feshederse, onun bu işi ve
bu vekâletinden dolayı ücret almasının sakıncası yoktur. Ama müşteriye ödediği
parayı satıcıya borç olarak vermişse, bu durumda satıcıdan taraf müşteriye mal
değeri olarak vermiş olduğu paradan fazlasını isteyemez.
ŞUFA (ÖN ALIM) HAKKI[26]
Soru 539: İki kişinin ortak olduğu vakıfta, ortaklardan birisinin kendi
hissesini satması caiz olduğu düşünülürse ve buna dayanarak üçüncü bir kişiye
satarsa diğerine şufa hakkı doğar mı? Ve yine iki kişi bir mülkü veya bir vakfı
ortak olarak kiraladıktan sonra, bunlardan birisi kendi hissesini sulh, kira
vb. şeylerle üçüncü bir kişiye aktarırsa kiralanan şey hakkında diğerine şufa
hakkı doğar mı?
Cevap: Şufa hakkı, dışarıda mevcut ve belli bir
mülkün malikiyetine ortaklık hususunda ve iki ortaktan birinin, kendi hissesini
üçüncü bir kişiye satması durumunda söz konusudur. Dolayısıyla iki kişiye ait
olan bir vakıfta, ortaklardan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye
satmasıyla -satmasının caiz olduğu kabul edilse bile- ve yine kiralanan belli
bir mülk konusunda da ortaklardan birisinin kendi hakkını üçüncü bir şahsa
aktarmasıyla şufa hakkı doğmaz.
Soru 540: Şufa yoluyla alma konusunda mevcut fıkhî kaynaklardan ve medenî
kanunda kullanılan ifadelerden anlaşıldığı üzere, ortak olan iki kişiden biri,
kendi hissesini üçüncü bir kişiye satarsa, diğerine şufa hakkı doğar. Bu
durumda, ortaklardan birisi müşteriyi ortağının hissesini satın almaya teşvik
eder veya müşteriye ortağının hissesini satın alacak olursa onu şufa hakkıyla
kendisinden almayacağı vaadinde bulunursa acaba onun bu davranışı şufa hakkının
düşmesi olarak görülebilir mi?
Cevap: İki
ortaktan birinin sırf, üçüncü bir kişiyi, ortağının hissesini satın almaya
teşvik etmesi, ona şufa hakkı doğmasına engel oluşturmaz; hatta ortağıyla
muamele yapacak olursa kendisinin şufa hakkıyla onu almayacağını vaadetmesi
bile, daha önce yapılan bir sözleşmede müşteriyle ortağı arasında
muamele yapıldığında şufa hakkıyla onu almayacağına dair bağlayıcı bir
taahhütte bulunmamışsa, muamelenin gerçekleşmesinden sonra onun şufayla alma hakkının
düşmesine sebep olmaz.
Soru 541: Ortağı kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmadan diğer ortağın
kendi şufa hakkını düşürmesi sahih midir? Bu, daha meydana gelmemiş bir haktan
vazgeçmek olduğuna göre hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Şufa hakkı gerçekleşmedikçe ve iki
ortaktan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmasıyla bu hak fiiliyet
kazanmadıkça şufa hakkını düşürmek sahih değildir; fakat iki ortaktan birinin
bağlayıcı bir sözleşmede yan koşul olarak, diğer ortağı kendi hissesini başka
bir kişiye satacak olursa şufa hakkını kullanmayacağını taahhüt etmesinin
sakıncası yoktur.
Soru 542: Bir kimse, kendisine borçlu olan iki kardeşin mülkiyetinde
bulunan iki katlı bir binanın bir katını kiralar. Alacaklı borcunun ödenmesini
istemesine rağmen borçlular iki yıldan beri borcu ödemekten kaçınırlar, bu da
şer'an ona takas hakkının doğmasına sebep olmaktadır. Evin değeri ise alacağı
meblağdan fazladır; bu durumda, alacaklı eğer takas olarak alacağı meblağ
miktarınca o binaya sahiplenir ve onlarla ortak olursa, acaba binanın geri
kalan kısmında şufa hakkına sahip olur mu?
Cevap: Sorudaki durumda şufa hakkının yeri
yoktur; çünkü şufa hakkı, ortaklardan birinin hissesini satın alarak veya
takasla sahiplenerek diğeriyle ortak olması durumunda değil, satıştan önce
ortak oldukları malda, ortaklardan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye
satması durumunda söz konusudur. Ayrıca, şufa hakkı, bir mülkte ortaklar sadece
iki kişi olursa ve ortaklardan birinin kendi hissesini satması durumunda
gerçekleşir; ikiden fazla ortak olursa şufa hakkı oluşmaz.
Soru 543: Bir mülke iki kişi eşit oranda ortaktırlar ve mülkün tapusu da
her ikisinin adınadır. Kendi el yazılarıyla düzenlenmiş âdi bir belge gereğince
mülk bu ikisi arasında belirlenmiş sınırlarla bölünmüş ve dağıtılmıştır. Bu
durumda, eğer taksim ve ifrazdan sonra bunlardan birisi kendi hissesini üçüncü
bir kişiye satmak istediğinde, sırf mülkün tapusunun ikisinin adına olması
nedeniyle öteki ortağa şufa hakkı doğar mı?
Cevap: Satılmış hisse, satış anında ortağın
hissesinden ifraz edilmiş ve belli sınırlarla ayrılmış ise, sırf mülkün tapu
belgesindeki ortaklıkla şufa hakkı gerçek-leşmez.
Soru 544: Kişinin halkın ihtiyaçlarını gidermek için yaptığı bedensel ve
büyük bir fikrî çalışmayı gerektirmeyen, maddî masrafları olmayan, ilgili
makamlarca belli bir fiyat belirlenmeyen, fiyatını belirlemek için harcanılan
zaman ortalaması genel bir ölçü olarak kabul edilmeyen hizmete, müşteriye
haksızlık olmayacak biçimde ücret belirlemenin ölçüsü nedir?
Cevap: Bu gibi hizmetlerin ücretini
belirlemek örfe bırakılmıştır. Bu gibi işlerde muamele taraflarının razı
olacakları bir miktarda anlaşmalarının sakıncası yoktur.
Soru 545: Bir ev kiraladım; daha sonra bu evi satın almak için verilen
paranın bir bölümünün faizden olduğunu öğrendim; bu konuda ne yapmam gerekir?
Cevap: Evi kiraya veren kişinin onu bizzat
faizli parayla satın aldığını kesin olarak bilmediğiniz takdirde o evde
oturmanın, tasarruf etmenin bir sakıncası yoktur.
Soru 546: Çalıştığım hükümet kurumu, iki aylık bir süre için beni yurt
dışı görevine gönderdi ve bana bu memuriyetin ücreti olarak bir miktar döviz
verdi. Ben bu dövizi merkez bankasından çok düşük bir fiyata satın aldım. Fakat
bazı nedenlerden dolayı memuriyetim bir aydan fazla sürmedi. Geri döndükten sonra
ücret olarak aldığım dövizin artan yarısını satın aldığım fiyatın çok üstünde
bir fiyata sattım. Şimdi üzerimde olan borcumu devlet hazinesine ödeyerek
zimmetimi borçtan temizlemek istiyorum. Bu durumda acaba üzerimdeki borç
miktarı döviz satın almak için ödediğim para mı, yoksa o dövizin satımından
elde ettiğim para mı?
Cevap: Eğer mezkur ücret size memuriyet
müddetinin günleri miktarınca verilmişse, bu durumda geri kalan günlere tekabül
eden kısmı ödemekle yükümlüsünüz ve geri kalan paranın kendisini veya şimdiki
fiyatına eşit bir değeri devlete geri vermeniz gerekir.
Soru 547: Bir kimse işverenle işçiler arasında aracılık yapmaktadır. Şöyle
ki, işveren işçilerin ücretini ona ver-mekte, aracı da aldığından daha azını
işçilere ödemektedir. Aracının bu işinin hükmü nedir?
Cevap: Aracı eğer işveren tarafından
vekilse paranın geri kalanını sahibine geri vermesi farzdır ve sahibinin razı
olduğunu bilmediği takdirde onda tasarruf etmesi veya kullanması caiz değildir.
Soru 548: Bir kimse vakfedilmiş bir arsayı şer'î ve ka-nunî
mütevellisinden on yıllığına kiralamış ve bu konuda resmî bir kira belgesi
düzenlenmiştir. Fakat kiraya veren kişinin ölümünden sonra yerine geçen kişi,
onun sefih (akılsız) olduğunu ve onunla yapılan kira anlaşmasının batıl
olduğunu iddia ediyor; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Kiraya verenin vakfedilen arsa
üzerindeki tasarruflarının batıl olduğu ispatlanmadıkça onun yapmış olduğu kira
sözleşmesinin sıhhatine hükmedilir.
Soru 549: Bir kimse merkez camiinin vakıf yerlerinden bir mağazayı belli
bir süreye kadar kiralamış; fakat kira süresi bittikten sonra birkaç yılın
kirasını ödemediği gibi orayı boşaltmaktan kaçınmakta ve boşaltma karşılığında
birkaç milyar riyal istemektedir; acaba bu meblağı caminin vakıf mallarından
ödemek caiz midir?
Cevap: Kiracının kira süresi bittikten
sonra kiralanan yer üzerinde hiçbir hakkı yoktur; kiracının o mağazayı boşaltıp
mütevellisine teslim etmesi farzdır. Ancak kanun açısından onun kiralanan yer
üzerinde bir hakka sahip olduğu tespit edilirse, bunu isteyebilir ve bunun
camiin vakıflarından ödenmesinin bir sakıncası yoktur.
Soru 550: Bir kimse belli bir zamana kadar bir ev kiralamıştır. Kira
süresi bittikten sonra orada belli bir süre daha kalabilmek için kira
zamanından önce ev sahibine belli bir zamana kadar evi boşaltmasını istememesi
şartıyla önceki ücretten daha yüksek bir ücret ödemiş ve eğer evi boşaltmasını
isteyecek olursa evi boşaltırken ikinci kira süresini önceki fiyatla
hesaplamasını ve fazla kalan parayı geri vermesini şart koşmuştur. Ancak ev sahibi
o süre bitmeden önce kiracıdan evi boşaltmasını istemiş ve ödenen fazla meblağı
da iade etmekten kaçınmıştır; bunun hükmü nedir? Acaba ev sahibi kiracıdan evi
boyamak için yaptığı masrafı isteyebilir mi? Bu hususta aralarında hiçbir
sözleşme olmadığı dikkate alınırsa hüküm nedir?
Cevap: Kira sözleşmesi esnasında birinci
kira süresi bittikten sonra ev sahibi belirlenen süreden önce evi boşaltmasını
istediği taktirde ikinci kira ücretini önceki kira ücreti kadar ödemeyi şart
koşmuşlarsa, bu durumda ev sahibi şarta aykırı olarak fazla para isteyemez;
eğer fazla para almışsa onu kiracıya geri vermesi gerekir. Ev sahibi kiraya
verdiği evi boyamak ve tamir etmek için yaptığı masrafları kiracıdan alamaz.
Soru 551: Bir kimse aylığı belli bir meblağa sahibinden iki oda
kiralamıştır. Sahibi anahtarı verdikten sonra kiracı eşyalarını taşımış ve daha
sonra ailesini getirmek amacıyla gitmiş, fakat geri dönmemiştir. Ev sahibi
bunun nedenini bilmediği gibi onun hakkında hiçbir bilgiye de sahip değil;
acaba ev sahibinin bu iki odayı tasarruf
etmeye, kullanmaya hakkı var mıdır? Kiracının eşyaları konusunda ev sahibinin
nasıl davranması gerekir?
Cevap: Kira sözleşmesi şer'an sahih bir
şekilde gerçekleşmemişse, örneğin kira süresi belirlenmemişse, kiracının kira
olunan yerde hiçbir hakkı yoktur, oranın tasarruf yetkisi sahibine aittir.
Sahibi onu istediği gibi kullanabilir. Fakat kiracının eşyaları onun yanında
ema-nettir, onu koruması gerekir. Kiracı geri döndüğünde ev sahibi kiracıdan,
eşyalarını koyup kapısını kilitleyerek tasarruf ettiği müddet için odaların
emsalinin ücretini isteyebilir. Fakat kira şer'an sahih bir şekilde
gerçekleşmişse ev sahibi kira süresinin bitmesini beklemelidir, bu durumda
kiracı kira süresince kira ücretinin tamamını ev sahibine vermelidir ve sürenin
bitmesinden sonra kiracının o evde herhangi bir hakkı yoktur ve durum kiranın
temelden batıl olması gibidir.
Soru 552: Biz bir şirketin çalışanları olarak şirketin, sahibinden
kiraladığı evlerde oturmaktayız. Şimdi ev sahibinin vekili kira miktarı konusunda
şirketle ev sahibi arasında anlaşmazlık bulunduğunu ve ev sahibinin mahkeme
kararına kadar orada namaz kılınmasına ve diğer tasarruflara razı olmadığını
ileri sürmektedir. Bu durumda geçmişte kıldığımız namazları kaza etmemiz farz
mıdır, yoksa mevzuu bilmeyişimiz bizi bu yükümlülükten kurtarır mı?
Cevap: Kira sahih bir şekilde
gerçekleştikten sonra kira süresi bitmedikçe şirket çalışanlarının o binadaki
tasarrufları için ev sahibinin iznine ve yeniden onayına ihtiyaç yoktur ve o
binada namaz kılmak sahihtir. Bunun gibi kiranın batıl olduğu veya kira
süresinin bittiği farz edilse bile bina sakinleri bundan habersiz namaz
kılmışlarsa namazları sahihtir ve namazlarını iade etmeleri gerekmez.
Soru 553: Bir memur kendi evini kiraya vererek çalıştığı kuruma bağlı
evlerin birinde oturmaktadır. Kendilerine ait evleri olanların kuruma ait
evlerden yararlanmaması gerektiği kanununa aykırı davranıldığı ortadayken bu
memurun kiracısı onun çalıştığı kurumun kuralına aykırı davrandığını bilirse ne
yapmalıdır?
Cevap: Bir kuruma ait olan evlerin
şartlarını haiz olmayan kişiler tarafından kullanılması caiz değildir; ancak
görevlinin şahsî mülkü olan evi bir başkasına kiraya vermesinin veya başka
birinin onun evini kiralamasının ve yine kiracının onda yaptığı tasarruflarının
sakıncası yoktur.
Soru 554: Ev sahibi kiracıya süresi bittiğinde evi boşaltmadığı takdirde
her gün için emsalinin ücretinden fazla bir meblağ vermesini şart koşuyor;
acaba kiracının sözleşme esnasında ödemeyi taahhüt ettiği bu meblağı ödemesi
gerekir mi?
Cevap: Kiracının lâzım ve bağlayıcı
sözleşme esnasında zikredilen şarta uyması ve amel etmesi şarttır.
Soru 555: Bir kimse, bir yeri kendi izni olmaksızın başka birine kiraya
vermemeleri şartıyla iki kişiye müşâ veya şayi hisseli olarak kiraya verir.
Ancak kiracılardan birisi ev sahibinden izin almaksızın payını ortağına
devreder; acaba bu işe, kiracı hakkını başkasına devretti, denilir mi?
Cevap: Bu işlem de başkasına devretme
kapsamına girer, ancak ortada, şartın diğer ortağa devretmeyi kapsamayacağına
dair bir işaret bulunması müstesna.
Soru 556: Bir su ve yer hissesini, ikinci yılın başında kiraya verenin
feshetme hakkı olması şartıyla dört yıllığına kiraladım. Fakat kiraya veren
kira sözleşmesini ikinci yılın sonuna kadar feshetmedi ve hatta üçüncü yılın
ücretini alarak karşılığında makbuz da verdi. Acaba bu durumda kiraya veren
veya mülkü satın aldığını iddia eden kimsenin kira müddeti bitmeden önce mülk
üzerinde tasarrufta ve müdahalede bulunma hakkı var mıdır?
Cevap: Kiraya veren, kira sözleşmesini,
feshetmeye hakkı olduğu zaman içerisinde feshetmezse, ondan sonra sözleşmeyi
feshetmesi caiz değildir ve muhayyerlik süresi bittikten sonra mülkü başkasına
satması, kira sözleşmesinin batıl olmasına sebep olmaz; mülkün yeni sahibi kira
süresi bitinceye kadar beklemek zorundadır.
Soru 557: Bir şahıs gıda maddeleri satmada kullanmak şartıyla iki mağazayı
kiralar ve bu şart kira sözleşmesinde de kaydedilirse, fakat kiracı bu şarta
bağlı kalmazs,; acaba kiracının bu mağazalardaki ticarî faaliyeti helâl midir?
Kiraya veren şarta aykırı davranılması sebebiyle bu kira sözleşmesini feshetme
hakkına sahip midir?
Cevap: Kiracının mülk sahibinin şartına
uygun davranması şarttır ve eğer şarta aykırı hareket edecek olursa, şarta
aykırı hareket edilmesinden dolayı mülk sahibi sözleşmeyi feshedebilir.
Soru 558: Ben bir kurumda çalışıyorum. Kurum müdürü aylık maaşa ilâveten
benim için konut, normal tatil ve sigorta gibi günün örfünün gerekli gördüğü
şeyleri temin edeceğine dair taahhütte bulundu. Fakat birkaç yıl geçmesine
rağmen taahhütlerinin hiçbirini yerine getirmedi ve elimde yazılı bir kontrat
da olmadığından hakkımı alamıyorum; acaba bu durumda kanunî yollarla haklarımı
isteyebilir miyim?
Cevap: Kanunî makamlar aracılığıyla
hakkınızı talep etmenin bir sakıncası yoktur.
Soru 559: Bir kimse, yağmur suyuyla sulanan vakfedilmiş bir tarlayı belli
bir ücret karşılığında kiralamıştır. Ancak yağmur suyuna bağımlı kaldığı için
az ürün vermesi nedeniyle onun kanal veya kuyu suyuyla sulanması için gerekli
işleri yapmış ve bu amaçla çok miktarda para harcamıştır; bu durumda kiracı
tarlanın kirasını yağmurla sulama esasına göre mi, yoksa kanalla sulama esasına
göre mi vermelidir? Bu kanal veya kuyu eğer kamu sektörü tarafından yapılmışsa
hüküm nedir? Eğer vakfeden kişi o yerin kiralanmasından elde edilen kiranın
nasıl kullanılacağını belirlemişse, mesela yıllık kirasının on gün Şehitler
Serveri İmam Hüseyin'in (a.s) yas törenlerinde harcanmasını belirtmişse, acaba
kira ücreti vakfeden kişinin tayin ettiği alanda mı harcanmalıdır? Ve eğer
vakıf yöneticisi kiracıdan kirayı almaktan kaçınırsa kiracının kirayı Vakıflar
Müdürlüğü'ne ödemesi caiz midir?
Cevap: Tarlayı yağmur suyu yerine yer
altından çıkan suyla sulamak için kuyu kazmak, kanal açmak ve benzeri
teşebbüsler, kira sözleşmesi sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra yapılırsa,
ister vakıf yöneticisinin, ister kamu sektörünün ve isterse kiracının parasıyla
olsun, kira sözleşmesinde belirlenen ücretin azaltılıp çoğaltılmasını
gerektirmez. Ama bu, kira sözleşmesinden önce veya kira süresinin bitiminden
sonra ve yeni sözleşme yapılmadan önce olursa, bu durumda vakıf yöneticisi
tarla için hazırlanan bütün imkânları göz önünde bulundurarak, onu kiraya
verirken o zamanki adilane bir fiyatla vermelidir. Ücret vakfın belirlediği
yerde harcanmalıdır. Vakfın kira ücretinin miktarının tayini, vakfın maslahat
ve çıkarlarını kiraya verirken gözetecek şer'î yöneticinin görüşüne bağlıdır.
Ve vakfın şer'î yöneticisinden kiralamadan ve ondan izin almadan vakıfta
tasarruf etmek caiz değildir; bu, gasp sayılır. Vakıfta tasarruf etmenin caiz
olması için sadece kira parasını vakıf dairesine veya herhangi bir fona vermek
yeterli değildir. Fakat vakıf yöneticisi kira süresi boyunca kiracıdan kirayı
almazsa, kiracının ondan yararlanmaya devam etmesinin sakıncası yoktur; bu
durumda kira bedeli Vakıflar Müdürlüğü'yle uyum içerisinde vakıfta belirtilen
hususa riayet edilerek harcanmalıdır.
Soru 560: Kiracı eğer, kiraya verenden kiralanan yeri tamir etmesini ve
onda bazı değişiklikler yapmasını isterse, bunun masrafları kime aittir?
Cevap: Eğer kiralanan şeyin kendisi aynen
kira sözleşmesi yapıldığı zamandaki hâlinde ise, kiraya verenin bazı
değişiklikler yapması ve tamir etmesi doğrultusundaki kiracı talebini kabul
etmesi şart değildir. Fakat kiracının bu isteğini kabul ettikten sonra,
kiralanan yerde yapılan tüm değişiklik ve onarım masrafları onun kendisine
aittir ve kiracının kiraya verenden bu işleri yapmasını istemesi, bu masraflara
katlanmasını ve bunları karşılamasını gerektirmez.
Soru 561: Bir kimse yas meclisinde bir kişiden Kur-ân okumasını ister ve
bunun karşılığında ücret olarak ona bir miktar para verir. Fakat bu şahıs
Kur'ân okurken kendisine para veren kişiyi niyet etmeyi unutur. Dolayısıyla
Kur'ân okuduktan sonra okuduğu Kur'ân'ı, niyetinde bu işi yapmasını tavsiye
edene atfetmek ister, acaba onun bu davranışı sahih midir ve bu ücreti hakkeder
mi?
Cevap: Kur'ân
okurken o kişiyi niyet etmemişse, Kur'ân okuduktan sonra onu kendisine bu işi
tavsiye edenin namına hesaplayamaz; dolayısıyla ücrete hak kazanmaz.
Soru 562: Bir aracıyla bir evi görmeye gittik. Evi gördükten sonra satın
almaktan vazgeçtik. Daha sonra aynı evi başka birisiyle görmeye gittik ve
aracının haberi olmadan muameleyi sonuçlandırdık, acaba bu konuda aracının
herhangi bir hakkı var mı?
Cevap: Aracı müşteriye kılavuzluk edip
satışa sunulan malı müşteriye göstermek için onunla birlikte gitmesine karşılık
müşteriden ücret isteyebilir. Ancak aracı muamelenin gerçekleşmesinde aracılık
yapmaz ve bu konuda bir rolü bulunmazsa satıcıyla müşteri arasında muamelenin
gerçekleşmesi karşılığında ücret isteye-mez. Bu konuda eğer kanun ve kurallar
varsa onlara uyulması gerekir.
Soru 563: Bir şahıs evini satmak için emlâkçi bürosuna müracaat eder ve bu
büronun yardımıyla müşteri bulur ve evin değerini belirler. Fakat daha sonra
müşteri tellâl hakkı vermemek için muameleyi doğrudan satıcıyla
gerçekleştiriyor. Acaba bu durumda müşteri ve satıcının aracı ücreti ödemesi
gerekir mi?
Cevap: Sırf aracıya müracaat etmek aracının
muameleyi gerçekleştirme ücretine hak kazanmasına sebep olmaz. Fakat emlâkçı,
alıcı veya satıcıdan biri için bir iş yapmışsa, o işi yaptığı kişiden o işin
emsalinin ücretini isteyebilir.
Soru 564: Bir yeri belli bir zamana kadar belli bir paraya kiralayan bir
kimse bir süre sonra kira sözleşmesini fesheder; acaba bu kira sözleşmesini
feshetmesi sahih midir? Eğer sahih ise, kiraya veren fesihten önceki günler
için bir ücrete hak kazanır mı?
Cevap: Kiracının, şer'an feshetme hakkı
yoksa kendi kendine sözleşmeyi feshedemez. Kiracıya muhayyerlik hakkı doğmuşsa
ve muameleyi feshederse, fesihten önceki günlerin ücretini ödemelidir.
Soru 565: Bir kimse bir tarım arazisini, sulamak amacıyla derin kuyu
kazarak su çıkarma işleri ve masrafları kendi üzerine olmak kaydıyla kiralar.
Kiracı kanunî hazırlıkları geride bırakıp kuyu kazımı için kendi adına izin
aldıktan sonra kuyuyu kazar ve ondan yararlanmaya başlar. Fakat aradan bir yıl
geçtikten sonra arazinin sahibi tek taraflı olarak sözleşmeyi bozar; bu durumda
kuyunun kendisinin, yapılan harcamaların ve satın alınmış araç gereçlerin hükmü
nedir? Acaba kuyu kiracının mıdır, yoksa mülkiyette araziye mi tâbidir?
Cevap: Kira süresi sona ermedikçe
taraflardan hiçbirinin sözleşmeyi feshetme hakkı yoktur ve sözleşmede aksine
bir şart konulmamışsa kuyu araziye tâbi olup arazi sahibine aittir. Ancak kuyu
üzerine kurulan araç gereçler ve yine kiracının kendi malıyla satın aldığı
şeyler kiracıya aittir. Kira sözleşmesinde kiracının kuyudan yararlanma hakkı
kabul edilmişse bu durumda kiracının hakkı saklıdır.
Soru 566: Bazı özel şirketler ve kurumlar İslâmî Şura Meclisi tarafından
tasvip edilen ve Anayasayı Koruma Konseyi tarafından onaylanan iş kanunu
kapsamına giren işçilere bazı malî hak ve primlerini ödemekten kaçınıyorlar, bu
konuda hüküm nedir?
Cevap: İş verenlerin, kanun ve kurallara
uygun olarak işçi ve memurların haklarıyla ilgili bütün taahhütlerini yerine
getirmeleri farzdır; işçiler de, kendi kanunî haklarını talep edebilirler.
Soru 567: Kiracı, dairenin kira sözleşmesinin süresinin bitişinden binanın
boşaltılmasına kadar geçen sürede bütçesinden bir miktarını kiraya veren
daireye ödemesi şartıyla, iki devlet dairesinin, aralarında birisine ait
binanın bir bölümünü, belli bir zaman için öteki dairenin kullanımına bırakmak
üzere sözleşme yapmaları caiz midir?
Cevap: Eğer bu iş sahih bir kira sözleşmesi
çerçevesinde ve binanın kanunî sorumlusunun kabul ve onayıyla gerçekleşirse
sakıncasızdır ve sözleşmedeki koşul da şeriata muhalif değilse geçerli bir
koşuldur.
Soru 568: Günümüzde evi kiraya verirken halk arasında yaygın olan bir
biçimde kiracıdan önceden para almanın şer'î hükmü nedir?
Cevap: Eğer ev sahibi, kiracının kendisine
bir miktar borç vermesi şartıyla evini belli bir zamana kadar belli bir ücretle
kiraya vermeyi kararlaştırır ve aldığı borcu dikkate alarak evini benzeri bir
evin ücretinden daha düşük bir ücrete de kiraya verirse, bunun sakıncası
yoktur. Fakat evini bedava olarak kiracının tasarrufunda bırakmak veya evini
benzeri bir evin ücretine veya benzerlerinin ücretinden az ya da çok bir bedel karşılığında
kiraya vermek şartıyla kiracıdan borç alırsa, öyle ki aralarında ilk olarak
borç almak ve borç vermek gerçekleşir ve evi kiraya vermek veya kiracının
tasarrufuna bırakmak borçtaki bir şart olursa, bunların hepsi haram ve
batıldır.
Soru 569: Nakliyat şirketinin, belli bir ücret karşılığı taşımak ve
müşteriye ulaştırmak için teslim aldığı eşyalar yolda çalınma veya yanma
nedeniyle zayi olursa veya bir zarar görürse nakliyeci tazminatla yükümlü olur
mu?
Cevap: Eşyaları taşıması ve belirlenen yere
ulaştırması için kiralanan nakliyât şirketi, eşyaları korumak için
taşımacılıkta yaygın olarak bilinen tedbirleri alır ve bu konuda hiçbir ifrat
ve tefritte bulunmazsa, bir ihmali söz konusu değilse ve sözleşmede tazminatla
yükümlülüğü şart koşulmamışsa yükümlü olmaz, aksi durumda zararın tazminiyle
yükümlüdür.
Soru 570: Çoban koyun sürüsünü ağılda toplayıp kapısını kapattıktan sonra
eğer oradan on sekiz km. uzaklıktaki evine gider ve geceleyin kurtlar ağıla
girerek koyunları parçalarsa, çoban tazminatla yükümlü olur mu? Sözleşme gereği
ücret olarak çobana o koyunlardan yedisinin verileceği dikkate alınırsa, acaba
koyunları otlatması için istihdam eden kişinin çobana ücretini vermesi gerekir
mi?
Cevap: Çoban geceleri sürünün ağılını
korumakla sorumlu değilse ve koyunları korumada hiçbir aşırılık ve kusurda
bulunmamışsa tazminatla yükümlü değildir ve çobanlık ücretinin tamamını
isteyebilir.
Soru 571: Komşusunun evinde herhangi bir kira, satış veya ipotek
sözleşmesi yapmaksızın uzun yıllar bedava olarak oturan bir kimse, ev sahibinin
ölmesinden sonra mirasçılarının evi geri istemeleri karşısında evi vermekten
kaçınmakta ve evin kendisine ait olduğunu iddia etmekte, ancak iddiasını
ispatlayacak bir delili de bulunmamaktadır. Bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Mirasçılar şer'î bir yolla evin,
miras bırakanın malı olduğunu ispatlarlar veya evi elinde bulunduran kişi bunu
itiraf eder, ancak o evin kendisine intikal ettiğini iddia etmesine rağmen, bu
iddiasını şer'î bir yolla ispatlayamazsa evi sahibinin mirasçılarına geri
vermelidir.
Soru 572: Saatini tamir etmesi için saatçiye veren bir kişinin saati
çalınırsa; acaba saatçi dükkanın sahibi taz-minat ödemekle yükümlü müdür?
Cevap: Saatçi dükkanı sahibi saati korumada
kusur etmemişse tazminatla yükümlü değildir.
Soru 573: Yabancı şirketlerin vekâletinde onların mallarını satan ve
hizmeti karşılığında belli bir yüzde komisyon alan özel bir şirketin komisyon
alması şer'an caiz midir? Devlet memurlarından birisi bu özel şirketle
işbirliği yaparsa, onun da bu komisyondan bir miktar alması caiz midir?
Cevap: Eğer bu komisyon yabancı veya yerli,
devlete ait veya özel şirketlerin mallarını satmada vekâlet ücreti olarak
alınırsa vekil için özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Fakat devlet memuruna
gelince; eğer sunduğu resmî hizmetler karşılığında aylık maaş alıyorsa, başka
bir ücret veya hediye almaya hakkı yoktur.
Soru 574: Bir mağazayı ticaret veya başka bir iş için belli bir zamana
kadar kiralayan kiracının, kira süresi bittikten sonra sahibinin kirayı uzatmamasına
rağmen, o yeri boşaltmaktan kaçınarak hava parası istemesi caiz midir?
Kiracının mağazayı başkasına devretme hakkı olmadığı göz önünde bulundurulursa
kiracının iş ve meslek [müşteri muhiti ve şöhret kazanma] hakkı iddia etmesi
caiz midir?
Cevap: Kiracının kira süresi bittikten
sonra o yeri elinde tutmaya ve sahibine teslim etmekten kaçınmaya hakkı yoktur;
ancak kiracının orada mülk sahibinden kendisine intikal eden hava parası hakkı
varsa veya o yer, kiralayan kimseye kanunen bir hakkın doğmasını gerektiren
yerlerdense, bu durumda sahibinden kendi hakkının bedelini isteyebilir.
Soru 575: Ticarî bir yer kiraladım
ve hava parası hakkını elde etmek için sahibine bir miktar para ödedim. Bu yere
elektrik kablosu çekmek, yere taş döşemek, iş ruhsatı almak vs. için çok
miktarda para harcadım. Aradan on yıl geçtikten sonra yer sahibinin mirasçıları
orayı kendilerine geri vermemi istemektedirler; acaba onların isteğini kabul
ederek orayı boşaltmam farz mıdır? Eğer boşaltmam farzsa, oraya harcadığım
parayı onlardan isteyebilir miyim? Ve yine hava parası bedeli olarak onlardan
şimdiki değerini isteyebilir miyim?
Cevap: Sahibinin kirayı yenilemesinin farz
oluşu veya kiracıdan yeri boşaltmasını isteyebilmesi ve onun bu isteğini kabul
etmenin gerekliliği ve yine kiralanmış olan o yere harcanan mallarla ilgili
tazminat yükümlülüğü, ülkede uygulanan kanunlara veya kira sözleşmesinde
kiracıyla kiraya veren arasında belirtilen şartlara bağlıdır. Ama yerin hava
parasına gelince; eğer şer'î bir yolla mülk sahibinden kiracıya intikal etmişse
veya kanun gereğince hava parası kiracının ise, kiracı hava parasının şimdiki
değerini isteyebilir.
Soru 576: Bir inşaat şirketi sahibi kiracıdan hava parası karşılığında bir
şey almadan bir binayı kiraya vermiştir. Kiracı binayı boşalttığı zaman şirket
sahibinin kiracıya hava parası olarak bir meblağ ödemesi gerekir mi? Eğer
binanın sahibi orayı kiracıya satarsa, binanın değerinden hava parası hakkı
olarak bir miktar düşmesi gerekir mi?
Cevap: Bir yerin hava parası satın alma,
sulh ve gerekli akitte şart koşma veya bunu açıkça belirleyen kanunun varlığı
gibi yollarla meşru bir şekilde kiracıya intikal etmemişse, bu durumda
kiracının binanın sahibinden hava parası isteme hakkı yoktur ve eğer o binayı
sahibinden satın alırsa, hava parası bedeli olarak binanın değerinden bir
miktarı düşüremez.
Soru 577: Babam evlâtlarından üçü için birkaç ticarî yer satın aldı ve bu
yerleri satın alırken tapularını onların adına kaydettirdi; şimdi bu yerler
kanunen ve şer'an onlara aittir. Ölmeden önce bu yerler babamın elindeydi;
babam bu yerlerde alış veriş ve ticaretle uğraşıyordu. Acaba bu yerlerin hava
parası sadece sahiplerinin midir, yoksa mülkten ayrı olup mirasçıların tümüne
mi aittir?
Cevap: Ticarî yerlerin hava parası mülke
tâbidir ve şer'î bir yolla sahibinden başka birine intikal etmedikçe o mülkün
sahibine aittir.
Soru 578: Kiracı yeri kiralarken yer
sahibine hava parası olarak bir miktar para verirse, herhangi bir nedenle yeri
boşalttığında mal sahibi kiracıya sadece onun vermiş olduğu meblağı mı iade
etmelidir, yoksa hava parasını kiracının yeri boşalttığı günün fiyatıyla mı
ödemelidir?
Cevap: Eğer kiracı şer'an yerin hava parası
hakkına sahipse, bu durumda o günün adilane fiyatına göre hava parasının o
zamanki değerini isteyebilir ve mülk sahibinin
kiracıya o zamanki fiyatı vermesi farzdır. Ama mülk sahibine mülkü
boşalttığı zaman geri almak üzere emanet olarak bir miktar para bırakmışsa,
sadece o yeri kiraladığı zaman ödediği meblağın dengini isteyebilir. Paranın
değerinin farkı hususunda ise musalaha etmeleri (anlaşmaları) ihtiyata
uygundur.
Soru 579: Şehrimizde hava parasının yaygın olmadığı bir dönemde hava
parası vermeksizin sahibinden bir mağaza kiraladım; şimdi mağazayı kiraya veren
ölmüş ve orası evlâtlarından birinin mülkü olmuştur. Mağazanın şimdiki sahibi
orayı boşaltmamı istiyor. Oysa kirada oturduğum zaman içerisinde, oraya
elektrik ve telefon çektirmek, kapısını değiştirmek ve muhafaza etmek gibi bazı
işler yaptım ve o yerde yaptığımız muameleler nedeniyle halktan alacaklarım da
var. Acaba yerin şimdiki sahibinin isteği
üzerine orayı boşaltarak hiçbir hak talebinde bulunmadan sahibine teslim etmem
gerekir mi? Eğer benim de bir hakkım varsa miktarı ne kadardır?
Cevap: Önceki kira süresi bittikten sonra
kira sözleşmesini yenilemeden orada tasarruf edemez ve şimdiki sahibine teslim
etmekten kaçınamazsınız. Fakat şimdiki sahibinin kirayı yenileme isteğinizi
kabul etmesinin gerekliliği veya yeri boşaltmayı istemesinin caiz oluşu ve onun
isteğini kabul etmenin gerekliliği kanunlara veya sözleşmedeki şartlara
bağlıdır. Ama yeri boşaltırken hava parası bedeli olarak bir şey isteme
hakkınıza gelince, bölgenin örfünde önceki kira sözleşmesi yapılırken kiracı
için hava parası hakkı öngörülmüyorduysa ve hava parası hakkı size intikal
etmemişse, bu durumda yerin şimdiki sahibinin isteği üzere yeri boşaltıp onu
kendisine teslim karşılığında hava parası istemeye hakkınız yoktur. Ancak, kanunun size böyle bir hak tanıması
müstesna. Çektiğiniz elektrik, telefon ve kendi paranızla yaptırdığınız
şeylerin hepsi size aittir. Mevcut örf ve kanunlara göre bedava hizmet olarak
görülen veya mülk sahibi tarafından karşılığı ödenen şeyler müstesna.
Soru 580: a) Kiracı ticarethane olarak yirmi yıl aralıksız kiraladığı bir
yeri kira süresi içerisinde veya kira süresi bittikten sonra, hava parası
vergisini ödeyerek ve bütün kanunî işleri gözeterek hava parası hakkını
başkasına devredebilir mi?
b) Hava parası bütün kanunî kurallar gözetilerek resmen başka bir kiracıya
devredilirse, mülkün sahibi bunu kabul etmeyerek ikinci kiracıdan iş yerini
boşaltmasını isteyebilir mi?
Cevap: Eğer hava parası hakkı mülk
sahibinden veya kanuna uygun olarak kiracıya intikal etmemişse, onu satmaya ve
başka birine devretmeye hakkı yoktur. Bu işi yaparsa fuzulî bir işlem yapmış
olur ve geçerliliği mülk sahibinin iznine bağlıdır.
Soru 581: Murisim (bana miras bırakan), otel ve oradaki eşyalardan payına
düşen bütün mallarını ve haklarını benimle uzlaşarak bıraktı; acaba bu sulh
oteldeki hava parasını da kapsar mı?
Cevap: Eğer otelin hava parası hakkı ona
ait ise ve sulh onun istisnasız oteldeki eşya ve haklarının tümü üzerine
yapılmışsa, bu durumda hava parası hakkı da bu sulha dahildir.
Soru 582: Bir kimse, sahibi istediğinde boşaltmak şartıyla bir yeri
kiralamış ve kira süresi bitince sahibinin yeri boşaltmasını istemesi üzerine
kiracı yerin hava parası hakkını istemektedir; acaba yer sahibinin hava
parasını kiracıya ödemesi gerekir mi?
Cevap: Yer
sahibinin istediği zaman kiracının yeri boşaltmasının şart koşulduğu sözleşmede
görünürde hava parası hakkı yer sahibinden kiracıya intikal etmemiştir. Bu
durumda bir şey isteyemez; İslâm Devleti kanunları uyarınca böyle bir hakkın
öngörülmüş olması müstesna.
Soru 583: Kiraya verdiğim yerin
hava parası hakkını kiracıya belli bir meblağa sattım. Müşteri bunun karşısında
bana çek verdi. Fakat adamın banka hesabında para olmadığı için çeki nakit
paraya çeviremedim, bu yerin hâla kiracısı olan şahıs yerin hava parası
hakkının sahibi olduğunu iddia ediyor; oysa şimdiye kadar ben ondan hava parası
karşılığını alamadım; bu durumda acaba bu kişi yerin hava parasının sahibi olur
mu, yoksa para alınmadığı için hava parası muamelesi batıl mı olur?
Cevap: Hava parası satışı sahih bir şekilde
gerçekleştikten sonra sırf hava parası karşılığı verilen çekin banka hesabında
karşılığının olmayışı muamelenin batıl olmasına sebep olmaz; bu durumda hava
parası müşterinindir ve yeri kiraya veren satıcı ise, çekin karşılığını isteme
hakkına sahiptir.
Soru 584: Kiracı yeri boşaltırken hava parası istemeye hakkı olmasına
rağmen mülk sahibi kanun ve yaygın örfe aykırı olarak bunu vermezse kiracının,
mülk sahibi razı olmaksızın hava parası bedelini alıncaya kadar o yerde
kalmasının hükmü nedir? Eğer kiracının orada kalması caiz olmayıp gasp
sayılırsa, bu durumda acaba bu yerde kazandığı mallar şer'an helâl midir?
Cevap: Mağazanın boşaltılması hava parası
bedelinin ödenmesi şartına bağlı kılınmamışsa yeri boşaltırken sırf hava parası
karşılığını isteme hakkına sahip olmak, o yerde tasarruf etmeyi sürdürmenin
caiz olması için yeterli değildir. Ama yine de o yerde yapılan alış verişle
elde edilen kazanç şer'an helâldir.
Soru 585: Bir şahıs belli bir meblağa bir yer kiralar ve hava parası
olarak da ayrı bir meblağ öder; daha sonra yerin sahibi tedricen kirayı
yükseltmeye başlar ve nihayet yerin kirası ilk verdiği kiranın iki katına
çıkar. Şimdi kiracı yeri boşaltarak daha fazla bir hava parası karşılığında
başka bir kiracıya vermek istiyor. Fakat mülk sahibi hava parası değerinin
%15'ni istemeye ilâveten kira ücretini on katına çıkarmak istiyor. Oysa mezkur
yere komşu mağazalar bundan daha az bir bedele kiralanmışlardır. Bu durumda
mülk sahibinin şer'an ve kanunen hava parasından yüzdelik istemeye ve kirayı bu
kadar yükseltmeye hakkı var mıdır?
Cevap: Yerin hava parası kiracıya ait olur
ve onu istediği kişiye aktarması caiz ise, mülk sahibi kiracıdan hava parası
bedeli olarak hiçbir şey isteyemez. Ama kira ücretine gelince; kira parasının
miktarının tayini, mülk sahibi ve kiracının kira sözleşmesini yenileme
esnasında anlaşmalarına bağlıdır.
Soru 586: Eğer bir şahıs bir mağazayı kiralarken aylık kiraya ilâveten bir
meblağı da hava parası olarak öder ve yeri boşalttığı zaman mülk sahibinin hava
parasını o zamanki fiyatıyla kendisine iade etmesini, aksi durumda kendisinin
hava parasını başkasına satmaya ve yeri böylece boşaltıp müşteriye vermeye
hakkı olduğunu şart koşarsa; acaba bu şart sahih midir? Ve yeri kiraya veren
kişinin ister o zamanki fiyatını kiracıya ödemek ve ister yerin başkasına
teslim edilmesine razı olmak şeklinde olsun bu şarta uyması gerekli midir?
Cevap: Kira sözleşmesinde böyle bir şart
koşulmasının hiçbir sakıncası yoktur ve yeri kiraya veren kişinin bu şarta
uyması farzdır ve yeri kiraya veren kişi kiracıdan hava parasını satın almayı
kabul etmezse, hava parasının başka birine satılmasına ve yerin ona teslim
edilmesine itiraz edemez.
Soru 587: Başkasının kirasında olan ticarî bir mağazayı bir evle birlikte
satın aldık, satıcı mağazanın hava parasını kiracıya satmış, kiracı da hakkını
başka bir kiracıya satmıştır. Bu durumda acaba kira süresi bitince mağazayı
boşaltmayı istediğimizde ikinci kiracıya hava parası bedelini, biz mi
ödemeliyiz, yoksa hava parası bedelini almış olan önceki sahibi veya önceki
kiracısı mı vermelidir?
Cevap: Son kiracı şer'î bir yolla hava
parasını hakkettikten sonra, şimdi bu hava parasını ondan satın almak isteyen
kişinin bedelini ona ödemesi gerekir.
Soru 588: Banka hesabında mevcut nakiti bulunmayan bir kimse başka bir
şahsa kefil olmak için vesika olarak çek keşide edebilir mi?
Cevap: Bu gibi meselelerde ölçü, İslâm
Cumhuriyeti [ya da bulunulan ülke] kanunlarıdır.
Soru 589: Bir miktar alacaklı olduğum şahıs, borcunu ödemekte kusur
edince, akrabalarından biri borçluya bir süre zaman tanımam şartıyla bana borç
miktarında vadeli bir çek verdi ve böylece çekin ödeme süresi doluncaya kadar
borçlu borcunu ödemezse borca kefil oldu. Daha sonra borçlu kaçarak saklandığı
için ona şimdi ulaşmam da mümkün değil. Bu durumda acaba bütün borcu kefilden
almam caiz midir?
Cevap: Belli bir süreye kadar borçlu
borcunu öde-mezse, borcu ödeyeceğine dair şer'an sahih bir şekilde kefil
olmuşsa, vakti geldiğinde alacağınızı istemeniz ve hepsini kefilden almanız
caizdir.
Soru 590: Birisi bankadan aldığı borç karşılığında evini ipotek etmiş ve
borcunu ödeyemeden vefat etmiştir. Küçük yaştaki mirasçıları da borcun tamamını
ödeyemeyince banka, fiyatı borç meblağından kaç kat fazla olan eve el koymuş ve
zaptetmiştir; bu fazla fark miktarının hükmü nedir? Küçük çocuklar ve onların
haklarıyla ilgili hüküm nedir?
Cevap: Alacaklının alacağına ulaşmak için
ipotekli malı satmasının caiz olduğu yerlerde onu mümkün olan en yüksek fiyata
satması farzdır. Bu durumda eğer ipotekli mal alacaklının talebinden fazla
olursa, kendi hakkını aldıktan sonra geri kalanını şer'î sahibine geri vermesi
gerekir. Dolayısıyla soruda söz konusu edilen fazlalık mirasçılara aittir.
Soru 591: Mükellefin, bir şahıstan bir zamana kadar belli bir meblağ borç
alarak evini borç karşılığında onun yanında ipotek etmesi ve sonra da aynı evi
alacaklı kişiden belli bir meblağ karşılığında belli bir zamana kadar
kiralaması caiz midir?
Cevap: Mülk
sahibinin kendi malını kiralamasındaki sakıncaya ilâveten, böyle muameleler, faizli
borç elde etmek için yapılan bir hile olup şer'an haram ve batıldır.
Soru 592: Bir şahıs bir miktar borç karşılığında arsasını bir başkası
yanında ipotek etmiştir. Bunun üzerinden kırk yıldan fazla bir zaman geçmiş,
ipotek eden ve alacaklının her ikisi de ölmüşlerdir. İpotek edenin ölümünden
sonra mirasçıları defalarca alacaklının mirasçılarından arsayı geri
istemelerine rağmen onlar bu talebi reddederek arsanın kendilerine babalarından
miras kaldığını iddia etmektedirler. Acaba bu durumda ipotek eden kişinin
mirasçılarının, arsalarını alacaklının mirasçılarından geri almaları caiz
midir?
Cevap: Alacaklının
borcunu almak için, arsayı sahiplenmeye hakkı olduğu tespit edilir ve arsanın
değeri de borç miktarında veya ondan daha az olursa ve ölünceye kadar da yer
onun tasarrufunda kalmışsa, bu durumda görünürde arsa ona aittir ve ölümüyle o
toprak onun bıraktığı maldan ve mirasçılara ulaşan mirastan sayılır; aksi
durumda arsa ipotek edenin mirasçılarına miras olarak ulaşır ve onlar bu mirası
onlardan isteyebilirler. Ancak ipotek edenin mirasçıları onun borcunu geri
bıraktığı maldan alacaklının mirasçılarına ödemelidirler.
Soru 593: Bir evi kiralamış kimsenin onu borcu karşılığında alacaklının
yanında ipotek etmesi caiz midir, yoksa ipoteğin sıhhatinde ipotek edilen malın
ipotek edenin kendi malı olması şart mıdır?
Cevap: Ev sahibi kiralanan şeyin ipotek
edilmesine izin verirse, bunun sakıncası yoktur.
Soru 594: Birisine olan borcum karşılığında evimi bir yıl süreyle onun
yanında ipotek ettim ve bununla ilgili olarak bir sözleşme yaptık. Fakat ben
sözleşme dışında evin üç yıl onun elinde kalacağı vaadinde bulundum. Acaba
ipotek süresi için geçerli olan, sözleşmede kaydedilen süre mi, yoksa formalite
icabı verdiğim söz müdür? İpoteğin batıl olduğu farz edilse, bu durumda ipotek
edenle alacaklının ne yapmaları gerekir?
Cevap: İpoteğin süresi konusunda sözleşmede
yazılan, verilen söz ve buna benzer şeylerin geçerliliği yoktur; bu konuda ölçü
borç sözleşmesidir. Dolayısıyla eğer belli bir süre üzerinde şart koşulmuşsa, o
süre dolunca ipotek bozulur; aksi takdirde borç ödeninceye veya alacaklı
borçlunun zimmetini berî edinceye kadar ipotek geçerlidir. Ev ipotek olmaktan
çıkar veya ipotek sözleşmesinin temelden batıl olduğu anlaşılırsa, ipotek eden
alacaklıdan ipotek ettiği malı isteyebilir. Alacaklı da sahibine onu geri
vermekten kaçınamaz ve o mala sahih ipoteğin sonuçlarını uygulayamaz.
Soru 595: İki yıl veya daha fazla bir süre önce babam bir kişiye olan
borcundan dolayı bir miktar altın sikkeyi onun yanında ipotek etti. Babam
ölümünden birkaç gün önce alacaklının o altınları satmasına izin verdi, fakat
bu istediğini ona ulaştırmadı. Daha sonra ben babamın ölümünden sonra borçlu
olduğu meblağı birinden borç alarak babamın borcunu ödeyip zimmetini berî etmek
kastı olmaksızın, sırf ipotek edilen malı ondan alarak başkasının yanında
ipotek etmek amacıyla ona verdim. Fakat alacaklı, mirasçıların hepsi muvafakat
et-medikçe malı teslim etmekten kaçındı. Bazı mirasçılar da malın teslim
alınmasına izin vermekten çekindiler. Bu nedenle verdiğim parayı geri almak
için alacaklıya müracaat ettiğimde, o da parayı alacağı karşısında aldığını
iddia ederek bana geri vermekten kaçındı. Bu durumda şer'an hüküm nedir? Acaba
alacaklının, alacağını aldıktan sonra ipotekli malı geri vermekten kaçınması
caiz midir? Babamın borcunu ödemekle sorumlu olmadığım ve ona parayı
babamın borcunu ödemek için vermediğim göz önünde bulundurulursa, acaba
alacaklının o parayı alacağı karşılığında alarak geri vermeme hakkı var mıdır?
Ve acaba ipotekli malı bana vermeği diğer mirasçıların muvafakatine bağlı
kılabilir mi?
Cevap: Eğer alacaklıya parayı meyyitin
borcunu ödemek kastıyla vermiş iseniz, bu durumda meyyitin zimmeti berî olur,
üzerindeki borç kalkar ve ipotekli mal serbest olarak alacaklının yanında emanete
dönüşür. Ancak ipotekli mal bütün mirasçılara ait olduğu için onu mirasçıların
tümünün muvafakati olmaksızın mirasçıların bazılarına veremez. Eğer paranın
ölen kişinin borcu karşılığında ödendiği kesinlik kazanmaz ve alacaklı da bunu
itiraf ederse, alacaklı o parayı alacağı karşısında kendisi için alamaz ve
kendisine veren kişinin istemesi durumunda geri vermesi farzdır. Böylece
meyyitin mirasçıları babalarının borcunu verip ipotekli malı kurtarıncaya veya
alacaklıya, hakkını alması için onu satmasına izin verinceye kadar altınlar
ipotek olarak onun yanında kalır.
Soru 596: Malını birinin yanında ipotek eden kimsenin, aynı malı ipotekten
kurtarmadan önce borcundan dolayı üçüncü bir kişinin yanında ipotek etmesi caiz
midir?
Cevap: Malını ipotek eden kimse, birinci
ipotekten kurtulmadan önce aynı malı birinci alacaklının izni olmaksızın ikinci
kez ipotek etmesi fuzulî olup, sıhhati birinci alacaklının iznine bağlıdır.
Soru 597: Bir şahıs, kendisine borç olarak belli bir meblağ vermesi için
tarlasını başka birinin yanında ipotek eder. Fakat ipotek alan, belirlenen
meblağa sahip olmadığını mazeret göstererek onun yerine tarla sahibine on baş
koyun verir. Tarafların ipoteği çözerek her birinin kendi malını almak
istedikleri zaman, alacaklı kendisine on baş koyunun geri verilmesinde ısrar
ediyor, acaba onun şer'an buna hakkı var mı?
Cevap: İpotek kesin ve sabit bir borç
karşılığında olur; sonradan gerçekleşecek borç karşılığında değil. Sorudaki
durumda tarla ve koyunların, her biri sahibine geri verilmelidir.
Soru 598: Bir şirket sahibiyle sermayeyi kullanmada benim tarafımdan vekil
olup hisse senetlerinin kârından her ay bana örneğin elli bin riyal vermesi
kaydıyla sermayede ortak oldum ve bir yıl sonra bu mal ve kârı karşılığında
ondan bir arsa aldım; bu arsanın hükmü nedir?
Cevap: Sorudaki varsayımda yatırımda
ortaklık ve sermayenin şirket sahibi tarafından çalıştırılması izni söz
konusudur. Dolayısıyla elde edilen kazanç eğer şer-an helâl olan bir şekilde
gerçekleşmişse, arsayı almanın sakıncası yoktur.
Soru 599: Birkaç kişi ortak olarak bir şey satın alırken aralarında kur'a
çekerek kimin adına çıkarsa onu ona vermeyi şart koşmalarının hükmü nedir?
Cevap: Kur'a çekmekten maksat, herkesin
ortak maldaki hissesini kur'a çekiminden sonra adına çıkan kimseye kendi
rızalarıyla hibe etmekse, bunun sakıncası yoktur; fakat maksat, ortak malın
kur'a çekimiyle adına kur'a çıkan kişinin malı olması ise, bu şer'an sahih
değildir. Bunun gibi asıl maksat kaybetme-kazanma (kumar) olursa da sahih
değildir.
Soru 600: İki kişi bir tarla satın alır ve yirmi yıl süreyle ortak olarak
orayı ekip biçerler. Şimdi ortaklardan biri kendi hissesini başkalarına satmak
istiyor; acaba böyle bir hakkı var mı, yoksa sadece öteki ortak mı onu satın
alma hakkına sahiptir? Eğer hissesini ortağına satmazsa acaba öteki ortağın
buna itiraz etme hakkı var mıdır?
Cevap: Ortaklardan biri, diğerini hissesini
kendisine satmaya zorlayamaz ve hissesini başka birine satmak istediğinde de
ona itiraz edemez. Ancak muamele kesinleştikten sonra eğer şufa hakkının
gerçekleşmesi için bütün şartlar mevcutsa, onu şufa (ortağından satın almada
öncelikli olma) hakkına dayanarak alabilir.
Soru 601: Sanayi ve ticarî şirketlerin veya bazı bankaların satışa
sundukları hisse senetlerinin alım satımının hükmü nedir? Şöyle ki, bir hisse
senedi satın alındıktan sonra borsada pazarlanmakta, alınıp satılmakta ve
böylece fiyatı alış fiyatından yukarı çıkmakta veya aşağı inmekte; alım satımın
sermaye üzerinde değil de hisse üzerinde yapıldığı kesindir. Yine eğer bu şirketlerin
faize dayalı faaliyetleri olduğu bilinirse veya bu konuda şüphe edilirse hüküm
nedir?
Cevap: İşyeri, fabrika, şirket veya banka
hisselerinin malî değeri, eğer hisselerin kendisinden kaynaklanır ve malî
değeri belirleme yetkisine sahip olan kimsenin hisselere malî değer vermesi
sonucu ortaya çıkarsa, bu durumda onun alım satımının sakıncası yoktur. Yine
eğer fabrika, şirket, iş yeri ve bankanın değeri ve sermayesi ölçü alınarak
hisselerine malî değer verilirse, yani her bir hisse senedi o değer ve sermayenin
bir bölümünü temsil ettiği için bir değer belirlenirse, alım satımının
sakıncası yoktur. Ancak, bu şirketin hisselerinin tümü hakkında ve aldanmayı
önlemede etkili olan diğer şeylerden haberdar olmak ve söz konusu şirket, iş
yeri ve fabrikanın iş ve faaliyetinin şer'an helâl olması gerekir.
Soru 602: Biz üç kişi bir tavuk mezbahasına ve oraya ait bir mülke
ortağız. Aramızda uyum olmadığı için ortaklıktan ayrılmaya karar verdik ve bu
amaçla mezbahayla ona ait mülkü ortaklar arasında açık artırma ile satışa
koyduk. Açık artırmayı ortakların biri kazandı. Fakat bu güne kadar bize hiçbir
ödemede bulunmamıştır. Acaba bu muamele geçersiz sayılır mı?
Cevap: Bir malın sırf açık artırmaya
çıkarılması ve ortaklardan biri veya başka biri tarafından en yüksek fiyatın
teklif edilmesi, satışın gerçekleşmesi ve mülkiyetin intikali için yeterli
değildir. Hisselerin satışı şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmedikçe ortaklık
aynen devam eder. Fakat satış sahih bir şekilde gerçekleşirse, müşterinin
parayı ödemeyi geciktirmesi satışın batıl olmasına sebep olmaz.
Soru 603: Şirket kurup resmî işlemlerini tamamladıktan sonra diğer
ortakların muvafakatiyle şirketteki hissemi başka birine sattım. Müşteri de
bunun karşısında bana birkaç tane çek verdi. Ancak hesabında çeklerin karşılığı
olmadığından müşteriye müracaat ettiğimde benden çekleri alarak şirketteki
hissemi geri verdi. Fakat hissem resmiyette onun adında kaldı. Daha sonra
müşterinin bu hisseyi başka birine satmış olduğunu anladım; acaba onun bu
satışı sahih midir, yoksa kendi hissemi isteme hakkına sahip miyim?
Cevap: Sizinle
muameleyi feshettikten sonra hisseleri satmışsa, bu durumda onun bu satışı
fuzulî olup geçerliliği sizin izninize bağlıdır. Ama satışı feshetmeden önce o
hisseyi üçüncü bir kişiye satmış ise, bu durumda bu satışın sıhhatine
hükmedilir ve müşteri birinci muameleyi feshettikten sonra muameleyi feshettiği
günün fiyatı üzerinden malın (hissenin) değerini size geri vermelidir.
Soru 604: Babalarından kendilerine bir ev miras kalmış iki kardeşten biri,
payına düşeni almak veya satışla ortaklıktan ayrılmak ister. Fakat ötekisi bu
konuda tüm çözüm yollarını reddeder; bölüşmeye, hissesini kardeşine satmaya ve
kardeşinin hissesini satın almaya yanaş-maz. Bu nedenle birinci kardeş
mahkemeye başvurur. Mahkeme de evi araştırması için adlî uzman (bilirkişi)
görevlendirir ve araştırma sonucu evin bölünemeyeceği ve ortaklığın sona ermesi
için ya birisinin hissesini diğerine satması veya ev üçüncü bir kişiye
satıldıktan son-ra ortakların parasını teslim alması gerektiği bildirilir ve
mahkeme tarafından bu görüş onaylanır. Böylece ev açık artırımlı satışa
çıkarılarak satılır ve parası ortaklara teslim edilir. Acaba bu satış geçerli
midir ve kardeşlerin her birinin o paradan kendi hissesini alması caiz midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur.
Soru 605: Ortaklardan biri şirketin parasıyla bir mülk satın alarak onu
eşinin adına geçirir; acaba bu muamele ortakların hepsine mi aittir ve mal
ortakların hepsinin mi sayılır? Ve acaba o ortağın eşi, kocası izin vermese
bile şer'an mezkur mülkü ortakların adına geçirmekle yükümlü müdür?
Cevap: Bu
şahıs o mülkü eğer zimmetinde olan küllî parayla (yükümlü olduğu paranın
geneliyle) kendisi veya karısı için satın almış ve daha sonra parasını şirketin
ortak parasından vermişse, bu durumda o mülk ona veya karısına aittir ve diğer
ortaklara sadece malları oranında borçlu olur. Fakat onu bizzat şirketin kendi
malıyla satın almış ise, bu durumda muamele ortakların hissesi oranında fuzulî
olup geçerliliği ortakların iznine bağlıdır.
Soru 606: Acaba mirasçılardan bazıları veya vekilleri diğer mirasçıların
muvafakati olmaksızın müşâ malda (ifraz edilmemiş ortak mal) bilfiil tasarruf
edebilirler mi veya o mal üzerinde muamele yapabilirler mi?
Cevap: Ortaklardan birinin ortak malda
diğer ortakların izni veya rızası olmaksızın bilfiil tasarruf yapması caiz
değildir. Yine ortaklardan birinin diğer ortakların izni veya rızası olmaksızın
ortak mallarla muamele yap-ması sahih değildir.
Soru 607: Ortaklardan bazıları müşâ mülkü (ifraz edilmemiş ortak mülkü)
satar veya başka birisi satar da bazı ortaklar buna izin verirlerse, acaba bu
satış sahih midir ve hepsinin rızası olmadan bütün ortaklar için geçerli midir,
yoksa bu satışın bütün ortaklar için geçerliliği hepsinin rıza ve kabulüne mi
bağlıdır? Ve Eğer hepsinin rızası şartsa, acaba bu durumda malda ortaklığın,
ticarî bir şirket içinde olmasıyla âdi bir şirket içinde olması arasında fark
var mıdır? Yani böylece birinci tür şirkette değil de, ikinci tür şirkette
ortakların tümünün rızasının şart olduğu söylenebilir mi?
Cevap: Satış sadece onu satan veya satışına izin
veren kişinin hissesinde sahih ve geçerlidir, diğer ortakların hissesinde ise
her birinin iznine bağlıdır; bu konuda ortaklık veya şirket türleri arasında
hiçbir fark yoktur.
Soru 608: Bir kişi bankayla ortaklaşa konut yapmak için bankadan bir
miktar para borç alır. Evi yaptıktan sonra doğal afetlere karşı onu banka
nezdinde sigorta eder. Şimdi evin bir köşesi yağmur veya kuyu suyu rutubetiyle
yıkılmış olup onarmak için bir miktar paraya ihtiyaç vardır. Fakat banka bu
konuda sorumluluk kabul etmiyor ve sigorta şirketi bu hasarın, sözleşme
dışında olduğunu söylüyor, bu durumda bu hasarın sorumlusu kimdir?
Cevap: Sigorta şirketi, sigorta sözleşmesi
kuralları dışındaki hasarlardan sorumlu değildir. Evin tamir masrafları ve
başka birinin tazminatıyla yükümlü olmadığı zararlar ev sahibine aittir. Banka
ise eğer sivil ortaklık sözleşmesi çerçevesinde binaya ortaksa, bu durumda
hissesine oranla zararı ödemelidir; hasarın özel bir şahsa isnat edilmesi durumu
müstesna.
Soru 609: Üç kişi birlikte ticaret yapmak için ortaklaşa birkaç ticaret
yeri satın alırlar; ancak ortaklardan biri o yerlerden yararlanma, hatta kiraya
verme veya satma konusunda diğer ortaklarla uzlaşmaktan kaçınır. Bu
konuda soru şudur:
a) Ortaklardan birinin diğer iki ortağın izni olmaksızın kendi hissesini
satması veya kiraya vermesi caiz midir?
b) Ortaklardan birinin diğer iki ortaktan izin almaksızın o ticaret
yerlerinde işe başlaması caiz midir?
c) Onun bu yerlerden birini kendisine alıp ötekileri diğer iki ortağa
vermesi caiz midir?
Cevap: a) Ortaklardan her birinin kendi
ortak hissesini diğer ortakların izni olmaksızın satması caizdir.
b) Ortaklardan birinin diğer
ortakların izni olmaksızın ortak malı kullanması caiz değildir.
c) Ortaklardan hiçbiri diğer
ortakların muvafakati olmadan kendi başına ortak maldan kendi hissesini
ayıramaz.
Soru 610: Bir bölgenin ahalisi
ağaçlık bir alanda bir hüseyniye[27] yapmak
istiyorlar. Fakat yerde hissesi olan ahaliden bazıları buna rıza
göstermiyorlar; bu durumda orada hüseyniye yapmanın hükmü nedir? Arsanın
enfalden[28] olma
veya şehrin umuma ait yerlerinden olma ihtimali varsa hüküm nedir?
Cevap: Eğer arsa ahalinin ortak mülküyse,
bu durumda orada tasarruf etmek bütün ortakların iznine bağlıdır; fakat
enfalden ise bu durumda kullanma yetkisi İslâm Devleti'nin elindedir;
dolayısıyla devletin izni olmaksızın orada tasarruf etmek caiz olmaz. Ve yine
eğer şehrin umuma ait yerlerinden olursa hüküm aynıdır.
Soru 611: Mirasçılardan biri eğer ortak bağdan kendi hissesinin
satılmasına razı olmazsa, acaba diğer mirasçıların veya devlet kurumlarından
birinin onu buna zorlaması caiz midir?
Cevap: Taksim ve hisseleri ayırmak mümkün
olursa, ortaklardan hiçbiri veya başka biri ortaklardan birini hissesini
satmaya zorlayamaz. Bu durumda ortakların her biri sadece ötekilerden kendine
ait olan hissesini ayırmalarını isteyebilir; ancak ağaçlandırılmış bahçeyi
taksim ve ifraz konusunda İslâm Devleti tarafından özel birtakım kanunlar
konulmuşsa, bu kuralların gözetilmesi farzdır. Fakat müşâ mülk (ortak) taksim
ve ifraz edilecek durumda değilse,
ortaklardan her biri ortağını, hissesini satmaya veya ortağının
hissesini satın almaya zorlaması için şer'î hâkime müracaat edebilir.
Soru 612: Dört erkek kardeş ortak
oldukları mallarıyla bir arada yaşarlarken bunlardan ikisi evlenir ve her biri
küçük kardeşlerinden birinin bakımını üstleneceğini ve onu evlendireceğini
taahhüt eder. Fakat hiçbiri taahhütlerini yerine getirmedikleri için küçük
kardeşler onlardan ayrılmayı ve ortak mallarının bölün-mesini isterler; bu
durumda şer'an mallarının nasıl bölünmesi gerekir?
Cevap: Ortak maldan kendisine harcayan
kardeşler, ortak maldan kendileri kadar harcamayan kardeşlere kendilerinin
harcadıklarının karşılığını borçlu olurlar. Bu durumda diğer kardeşler de
onlardan bunun karşılığını kendi mallarından vermelerini isteyebilirler ve
sonra mevcut ortak malı aralarında eşit olarak bölüşürler veya ilk önce ortak
maldan hiç harcamayanlara veya diğerlerinin aldığından daha az alanlara her
biri eşit oranda almış olacak şekilde verirler, sonra geri kalan mal aralarında
eşit olarak bölünür.
Soru 613: Çay kurumu şehirlerdeki çay bayilerini çay kurumunda üye ve
ortak olmaya zorluyor; acaba çay kurumunun bayileri ortaklığa zorlaması caiz
midir? Ve acaba zorlamayla olan bu ortaklık sahih midir?
Cevap: Çay kurumu eğer çay bayilerine
şehirlerde birtakım imkânlar sağlıyor ve dağıtmaları için onlara çay verip
benzeri hizmetler sunuyorsa, onlara çay kurumunda ortak olmayı ve kendilerinden
başkalarıyla alış veriş yapmamayı şart koşmasının ve bu ortaklığın sakıncası
yoktur.
Soru 614: Şirketin müdür veya sorumlularının, elde edilen kârları
hisse sahiplerinden izin almaksızın hayır işlerde harcamaları caiz midir?
Cevap: Ortaklardan her birinin ortak maldan
elde edilen kâr payı ve onu harcama yetkisi o payın sahibine aittir.
Dolayısıyla başka bir kişi onun vekâletini almaksızın veya ondan izin
almaksızın o maldan harcama yaparsa, hayır işlerde harcamış olsa bile bunu
tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 615: Üç kişi ticarî bir yerde ortaktır. Elde edilen kâr aralarında
eşit olarak bölünmesi şartıyla birinci ortak sermayenin yarısını, ikinci ve
üçüncü ortak ise dörtte birini vermişlerdir. Fakat ikinci ve üçüncü ortak iş yerinde sürekli çalışıyorken birinci
ortak orada çok az çalışmaktadır; acaba mezkur şartla bu ortaklık sahih midir?
Cevap: Ortaklık sözleşmesinde ortakların
her birinin verdiği sermayenin eşit olması şart değildir. Dolayısıyla
ortakların her birinin sermaye olarak verdiği para miktarının farklı olmasına
rağmen kârın ortaklar arasında eşit olarak bölünmesinin şart koşulmasının
sakıncası yoktur. İş yerinde çalışmaya gelince; eğer ortaklık sözleşmesinde bu
konuda hiçbir şey kaydedilmemişse, ortaklardan her biri çalıştığı miktarda
işinin emsalinin ücretini alma hakkına sahiptir.
Soru 616: Devlet ve özel sektör tarafından ortaklaşa kurulan bir şirketin
idare işleri, şirkette hisse sahibi olanların temsilcileri tarafından
gözetilmektedir. Bu şirkete ait nakliye araçlarının müdürler ve diğer çalışanlar
tarafından özel işleri için yaygın olarak kullanılması caiz midir?
Cevap: Şirkete ait nakliye araçlarının ve
diğer malların, şirketin işleriyle ilişkisi olmayan yerlerde kullanımı hisse
sahiplerinin veya onların temsilcilerinin iznine bağlıdır.
Soru 617: Bir şirketin tüzüğüne göre, ihtilâflı konuların halli için bir
hakemler kurulu oluşturması öngörülmüştür; ancak bu kurul, şirketin üyeleri
tarafından kurulmadıkça sorumluluğunu yerine getiremez. Hâlihazır-da
hissedarlardan %51'i kendi haklarından vazgeçtikleri için böyle bir kurulun
kurulmasını talep etmiyorlar. Acaba kendi haklarından vazgeçen ortakların,
haklarından vazgeçmemiş ortakların haklarının korunması için bu kurulun
oluşturulmasına iştirak etmeleri gerekir mi?
Cevap: Eğer
şirketin iç tüzüğü uyarınca gereken hallerde hakemler kurulunun oluşturulması
için üyeler taahhütte bulunmuşlarsa, kendi taahhütlerine uymaları gerekir.
Üyelerden bazılarının kendi haklarından vazgeçmeleri, hakemler kurulunun
oluşturulmasıyla ilgili olarak mevcut taahhütlerine amel etmemelerini şer'an
caiz kılmaz.
Soru 618: Sermayeye ortak olan iki kişi hava parasına da ortak oldukları
bir yerde ortak bir ticaret yapıyorlar, yıl sonunda da kâr ve zararları
belirleyip bölüşüyorlar. Son zamanlarda ortaklardan birisi günlük işleri
bırakarak ticarethaneden sermayesini almasına rağmen öteki ortak o mekânda ticarî muameleleri sürdürmektedir.
Fakat fiilen ayrılan ortak diğer ortağın kendisi için yapmış olduğu
özel muamelelerde de ortak olduğunu iddia etmektedir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Sırf mülkte veya ticarethanenin hava
parasında ortaklık, ticarette ve ondan elde edilen kârda ortak olmak için
yeterli değildir; ticaret ve kârda ortak olabilmek için ticaret sermayesine
ortak olmak gerekir. Dolayısıyla ortak malda ortakların hissesi sahih bir
şekilde taksim edilip her biri sermayesini aldıktan sonra ortaklardan birisi
ticarethanede ticaretini sürdürürse, sermayesini alan kişinin arkadaşının
ticaretinde hiçbir hakkı olmaz; sadece hissesi oranında ticarethaneden kira
veya emsalinin ücretini isteyebilir. Ancak ortak sermaye taksiminden önce
ticareti sürdürmüş olursa, öteki ortağın sermayedeki ortaklığı oranında birinci
ortağın ticaretinde hakkı vardır.
Soru 619: Eline geçecek olan malını İslâm ve hak mektebe aykırı
düşünceleri yaymakta harcama ihtimalini göz önünde bulundurarak kız kardeşimin
kendi mallarını elde etmesini engellemem ve şirketteki hissesini ayırıp hakkını
ona vermekten kaçınmam uygun mudur?
Cevap: Ortaklardan hiçbiri, diğer bir
ortağın ayrılmasını engelleyemez. Aynı şekilde mal varlığını aldığında
harcanması caiz olmayan kötülük ve günahta kullanacağı endişesiyle diğer bir
ortağın ortaklıktan ayrılmasına ve ortak mallarına ulaşmasına engel olamaz;
aksine bu konuda ortağın isteğini yerine getirmeleri farzdır; ama onun mallarını
haram işlerde kullanması kendi-sine haramdır. Nitekim o mallarını harcanması
caiz olmayan yerlerde harcarsa, başkalarına düşen onu mün-kerden, kötü işlerden
alıkoymak olmalıdır.
Soru 620: Bir köyde alanı on
hektara ulaşan bir göl var. Bu göl çiftçilerin atalarının mülküydü. Her yıl kış
mevsiminde orada toplanan sular tarla ve bağların sulanmasında kullanılıyordu.
Şimdi devlet bu gölün ortasından büyük bir yol geçirmiş ve gölden geriye sadece
beş hektarlık bir alan kalmıştır. Bu durumda acaba gölün geri kalan kısmı
belediyeye mi aittir, yoksa çiftçilere mi?
Cevap: Eğer göl çiftçilerin atalarının
mülkü olup miras yoluyla onlara ulaşmışsa, bu durumda gölün geri kalan kısmı
çiftçilerindir ve onda belediyenin hiçbir hakkı yoktur; ancak devletin bu
konuda özel kanunlarının olması müstesna.
Soru 621: Baliğ olmayan yetimin ettiği hediyeyi kullanmak şer'an caiz
midir?
Cevap: Şer'î velisinin iznine bağlıdır.
Soru 622: Bir arsaya ortak olan iki kardeşten biri kendi hissesini
karşılıklı hibe yöntemiyle büyük kardeşinin oğluna bağışlar ve hissesini ona
teslim eder; acaba bu durumda hibe eden kişinin evlâtlarının, babalarının
ölümünden sonra bu hissede miras iddia etme hakları var mı?
Cevap: Ölen kardeşin hayattayken o arsadaki
hissesini kardeşinin oğluna bağışlayarak teslim ettiği ve onun yetkisine
bıraktığı ispatlanırsa, ölümünden sonra mirasçılarının o arsada hiçbir hakkı
yoktur.
Soru 623: Babası için babasının arsasında bir ev yapan kimse, daha sonra
babası hayattayken aynı bina üzerinde babasının izniyle kendisi için de bir kat
çıkar. Bu adamın, babasının ölümünden birkaç yıl sonra öldüğü, ikinci katın
hibe olduğuna veya nasıl kullanıldığına delâlet edecek hiçbir belge ve
vasiyetin olmadığı dikkate alınacak olursa, acaba evin ikinci katı onun ve
ölümünden sonra da mirasçılarının olur mu?
Cevap: Eğer o, kullandığı ikinci katın
yapım masraflarını kendisi vermişse ve babası hayatta olduğu sürece ikinci kat
hiçbir tartışma konusu olmadan onun elinde kalmışsa, o evin şer'an ona ait
olduğuna hükmedilir ve ölümünden sonra onun mal varlığından sayılır ve
mirasçılarının olur.
Soru 624: Ben on bir yaşındayken babam sahip olduğu evlerden birini resmen
benim adıma geçirmiştir. Bir arsayla başka bir evin yarısını da kardeşimin
adına ve bu evin diğer yarısını ise annemin adına geçirmiştir. Babamın
ölümünden sonra diğer mirasçılar babamın benim adıma geçirdiği evin şer'an bana
ait olmadığını ve babamın bu evi kendisinden zapt edilmemesi için benim adıma
geçirdiğini iddia ediyorlar. Oysa babamın kardeşim ve annemin adına geçirdiği
emlâkin onlara ait olduğunu itiraf etmekteler. Babamın bu konuda herhangi bir
vasiyeti ve şahidi de olmadığı göz önünde bulundurulursa hüküm nedir?
Cevap: Babanın kendisi hayattayken bazı
mirasçılara bağışladığı emlâk, bağışlayan kişinin hayatında sahih bir şekilde
teslim edilmiş ve tapusu bağışlanan kişinin adına geçirilmişse, o adam şer'an
ona sahip olur ve diğer mirasçılar bu konuda ona engel olamazlar; ancak
güvenilir bir yolla babanın o mülkü hediye etmediğinin ve senedi sadece
formalite icabı onun adına geçirdiğinin ispatlanması durumu müstesna.
Soru 625: Kocam ev yaparken ev yapımında ben de ona yardım ediyordum. Öyle
ki bu işteki ona yaptığım bu yardımlar masrafların azalmasında ve ev
yapımının tamamlanmasında etkili oldu. Bu arada kocam defalarca bana eve ortak
olduğumu ve ev yapımı bittikten sonra üçte birini benim adıma geçireceğini
söylemişti. Fakat kocam bunu gerçekleştirmeden önce öldü ve şimdi de benim
iddiamı ispatlayacak herhangi bir belge veya vasiyet yoktur; bu konuda hüküm
nedir?
Cevap: Sırf ev yapımında yardım etmek veya
sırf sizi eve ortak edeceğini vadetmesi sizin evin mülküne ortak olmanıza
gerekçe oluşturmaz. Dolayısıyla muteber bir yolla kocanızın hayattayken evin
bir bölümünü size bağışladığı ispatlanmazsa, sizin o evde kendi miras
payınızdan başka hakkınız yoktur.
Soru 626: Eşim aklî dengesi yerinde olduğu dönemde
bankanın sorumlusunu çağırarak kendi imzası ve hastane müdürüyle
banka sorumlusunun tanıklığıyla banka hesabındaki parasını bana hibe etti
ve bankadan para çekme hakkının bana ait olduğunu bildirdi. Böylece banka bana
çek senedi teslim etti ve ben bir ay zarfında o hesaptan belli bir meblağ
çektim. 1,5 ay sonra oğlu kocamı bankaya götürdü ve aklî dengesi yerinde
olmadığı, şuurunu kaybettiği dönemde bankada bu paranın eşine ait olup
olmadığını sordular. O da başıyla işaret ederek olumlu cevap verdi. Tekrar ona
bu paranın evlâtlarına ait olup olmadığını sordular, o yine aynı şekilde olumlu
cevap verdi. Acaba bu mal bana mı aittir, yoksa eşimin evlâtlarına mı?
Cevap: Hibede mülkiyetin oluşması için
bağışlanan malı teslim almak şart olduğundan ve sırf senet imzalanması ve
parayı çekmek için çek senedi verilmesi yeterli olmadığından bu hibe şer'an
sahih değildir. Kocanın aklî dengesinin yerinde olduğu dönemde onun izniyle kendiniz
için bankadan çektiğiniz para size aittir ve eşinizin bankada geri kalan parası
ise onun mirasından sayılır ve mirasçılarına aittir ve kocanızın aklî dengesini
kaybettiği dönemdeki ikrarının da bir geçerliliği yoktur. Bu konuda herhangi
bir kanun varsa ona uyulması gerekir.
Soru 627: Acaba çocukların, anneleri hayattayken onun kullanması için
satın aldıkları eşyalar ölümünden sonra onun mirasından sayılacak şekilde ona
ait mallardan mı hesap edilir?
Cevap: Eğer çocuklar anneleri için satın
aldıkları eşyaları ona hediye etmiş ve onun yetkisine bırakmışlarsa, bu durumda
ona ait mallardan olup ölümünden sonra annenin mirasından sayılır.
Soru 628: Kocanın, eşi için satın aldığı altın süs eşyaları acaba eşine mi
aittir, yoksa kocanın malından olup ölümünden sonra mirasçıları arasında
bölüştürüleceği ve eşinin de kendi payına düşeni alacağı mirasından mı sayılır?
Cevap: Bu mücevherat eğer karısının elinde
ve yetkisindeyse ve karısı, bir kişinin kendi mülkünde tasarruf ettiği gibi
onda tasarruf ediyorduysa, aksi ispat edilmediği takdirde onun mülkü olduğuna
hükmedilir.
Soru 629: Evlilik hayatı boyunca eşlere hediye edilen eşyalar sadece
erkeğin mi, karısının mı, yoksa her ikisinin mi mülkü sayılır?
Cevap: Durum, hediyelerin erkeklere veya
kadınlara has ya da birinin veya her ikisinin kullanabileceği şeylerden
olmasına göre değişir; dolayısıyla eğer görünürde eşlerden sadece birine hediye
edilmişse, o mal onundur; ama eşlerin ikisine de ortaklaşa hediye edilmişse,
ikisinin ortak malıdır.
Soru 630: Bir kimsenin karısını boşaması durumunda, kadın düğün sırasında
kendisine ailesi tarafından verilen yatak, halı ve elbise gibi eşyaları
kocasından isteyebilir mi?
Cevap: Bu eşyalar eğer kadının kendi
ailesinden aldığı veya kendisi için satın aldığı ya da bizzat kendisine
bağışlanan eşyalardan ise, kadının malıdır; aynen mevcut olurlarsa onları
kocasından isteyebilir. Eğer kadının ailesi ve akrabaları tarafından
damatlarına hediye edilmişse, bu durumda kadın kocasından onları isteyemez;
aksine bunların yetkisi kadının kocasına hibe edenlerin elindedir. Dolayısıyla
eğer bu mallar aynen mevcutsa ve kocası hediye edenlerin akrabası değilse, bu
durumda hediye edenin hibeyi feshedip malı geri alması caizdir.
Soru 631: Karımı boşadıktan sonra kendi malımla satın alıp evlendiğimizde
süs eşyası olarak karıma vermiş olduğum
altın ve diğer ziynet eşyalarını ondan geri aldım; acaba şimdi bu eşyalarda
tasarruf etmem caiz midir?
Cevap: Eğer onları eşinize kullanması için
ariyet (ödünç) olarak vermiş iseniz veya ona hibe etmişseniz ve bu eşyalar
eşinizin yanında hâlâ mevcut olur ve o kadın da akrabalarınızdan olmazsa,
hibeyi feshedip hediye ettiğiniz malları geri alabilirsiniz ve ondan bu şekilde
aldığınız malları kullanmanız caizdir; aksi durumda caiz olmaz.
Soru 632: Babam bana bağışladığı arazinin tapusunu da resmen adıma
geçirdi; fakat bir yıl sonra pişman oldu; acaba şer'an o arazide tasarruf etmem
caiz midir?
Cevap: Eğer babanız o yeri teslim alarak
kullanmaya başlamanızdan sonra pişman olup hediye etmekten vazgeçtiyse, o arsa
şer'an sizin mülkünüzdür ve babanızın hibeden vazgeçmesi sahih değildir. Fakat
babanızın pişmanlığı ve vazgeçişi araziyi ondan teslim almanızdan önce olursa,
kendi hibesinden vazgeçme hakkı vardır ve sizin de o andan itibaren bu arazide
bir hakkınız olmaz. Arazinin sırf resmen sizin adınıza geçirilmesi, hibede
geçerli olan teslim almanın gerçekleşmesi için yeterli değildir.
Soru 633: Kendisine bir arsa hediye ettiğim kimse o arsanın bir bölümünde
bir ev yaptı. Bu durumda ona hediye ettiğim arsayı veya arsanın fiyatını
istemem caiz midir? Ve yine arsanın boş kalan bölümünü geri vermesini istemem
caiz midir?
Cevap: Sizin izninizle arsayı teslim alıp
üzerinde ev yaparak tasarrufta bulunduktan sonra hediyeyi feshetmeye ve ona
hediye ettiğiniz arsayı veya arsanın fiyatını geri istemeye hakkınız yoktur.
Eğer hediye edilen arsanın bir bölümünde ev yapmak bölge halkının örfüne göre
arsanın tamamında tasarruf etmek sayılırsa, bu durumda onun hiçbir bölümünü
geri alamazsınız.
Soru 634: İnsanın bütün mal varlığını çocuklarının birine hibe edip
diğerlerini ondan mahrum bırakması caiz midir?
Cevap: Eğer bu amel çocuklar arasında fitne
ve ihtilâf çıkmasına yol açarsa caiz değildir.
Soru 635: Birisi evini, arsası üzerinde hüseyniye inşa edilmesi için
ivazlı (karşılıklı) hibe yöntemiyle ve resmî belgeyle beş kişiye hibe eder ve
hüseyniye yapıldıktan sonra on yıl boyunca onu hapsetmelerini[29] (uhdelerinde
tutmalarını) ve bu süreden sonra isterlerse vakfedebileceklerini şart koşar.
Bunun üzerine o beş kişi halkın yardımıyla hüseyniyeyi inşa ederler. Ardından
hapsedilen bu mülkün gözetimi, yönetimi ve vakıf akdinin şartlarıyla ilgili
işleri, vakfa yönetici ve denetleyici tayin etme yetkisini üzerlerine alırlar
ve bu doğrultuda resmî bir belge de düzenlerler. Acaba bu durumda haps edilmiş
hüseyniyeyi vakfetmek istediklerinde vakfa yönetici ve denetleyici seçmede
onların görüşüne uymak farz mıdır? Ve acaba bu şartlara uymamanın şer'an bir
sakıncası var mıdır? Yine eğer bu beş kişiden biri hüsey-niyenin vakfedilmesi
hususunda muhalefet ederse hüküm nedir?
Cevap: Onların, arsayı hibe eden kişinin
ivazlı (karşılıklı) hibe akdinde koştuğu şartlara uygun hareket etmeleri
farzdır. Dolayısıyla eğer vakfın veya hapsetmenin (uhdede tutmanın) niteliğinde
arsa sahibinin şartlarına aykırı davranırlarsa, arsa sahibi veya mirasçıları
ivazlı hibeyi feshetme hakkına sahip olurlar. O beş kişinin, uhdede tutulan
yeri idare ve denetleme yetkisi, vakfedilen malla onun yönetimi için
kararlaştırıp kaydettikleri şartlara gelince; eğer arsa sahibinin hibe akdinde
belirttiği üzere olursa, yani, hibe eden kişi bu işlerin tüm yetkisini
kendilerine devretmişse, onların bu kararlarına bağlı kalmak farzdır. Onlardan
bazıları hüseyni-yeyi vakfetmekten kaçındığı durumda eğer arsa sahibinin görüşü
hepsinin bu konuda birlikte karar almaları yönünde olmuş olursa, diğerleri onu
vakfedemezler.
Soru 636: Çocuğu olmayan bir adam şahsî evinin üçte birini karısına
bağışlamış ve bir yıl sonra evin tamamını 15 yıllığına kiraya verdikten sonra
vefat etmiştir. Evin hibe edildikten sonra kiraya verildiği dikkate alındığında
acaba bu hibe sahih midir? Ve eğer ölen kişinin bir miktar borcu varsa, acaba borcunu
evin tamamından mı ödemek gerekir, yoksa üçte ikisinden ödeyip geri kalanını
miras kanununa göre bölüşmek mi gerekir? Ve acaba borçluların kira süresi
bitinceye kadar beklemeleri gerekir mi?
Cevap: Eğer ev sahibi karısına hibe ettiği
bölümü, evin tamamını kiraya vermeden önce, evin tamamını teslim alma zımnında
olsa bile karısına teslim etmişse ve karısı da akrabalarından ise veya o
miktarı ivazlı (karşılıklı) hibeyle hediye etmişse, hediye edilen miktarda hibe
sahih ve geçerlidir; kira da sadece hibe edilen miktarın dışında sahihtir. Aksi
durumda hibe edildikten sonra evin tamamının hibeden vazgeçmek kastıyla kiraya
verilmesiyle, hibe batıl olur ve hibeden sonra yapılan kiralama sahihtir. Ölen
kişinin borcuna gelince, bu borç o adamın ölünceye kadar sahip olduğu mal
varlığından çıkarılıp borçlulara ödenir. Onun hayattayken belli bir süreye
kadar kiraya verdiği şeyin menfaati o süre içerisinde kiracıya aittir; kiraya
verdiği şeyin kendisi ise onun mirasından sayılır. Dolayısıyla bu mirasından
borçları çıkarıldıktan sonra geriye kalanı ise mirasçılarının malıdır; ancak
mirasçılar kira süresi bitinceye kadar evden yararlanamazlar.
Soru 637: Birisi vasiyetnamesinde, bütün gayrimenkul mallarını,
karşılığında hayatta olduğu müddetçe her yıl kendisine ve ailesine belli bir
miktar pirinç vermesi şartıyla evlâtlarından birine verilmesini kaydeder ve bir
yıl sonra bütün bu mallarını o evlâdına hibe eder; acaba bu mallar konusundaki
vasiyeti, önceden yapıldığı gerekçesiyle geçerli midir, dolayısıyla vasiyeti malının
üçte birinde sahih olup geri kalan malları ölümünden sonra bütün mirasçılarına
mı aittir, yoksa daha sonra malını hibe etmesiyle vasiyetinin batıl olduğuna mı
hükmedilir? Bu malların, hibe edilen kişinin yetkisinde ve elinde olduğu
dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetten sonra hibe edilen mal,
eğer bağışlayan kişinin hayatında ve onun izniyle teslim edilip hibe edilen
şahsın yetkisine bırakılarak gerçekleştirmişse, hibeden önceki vasiyet batıl
olur; çünkü hibe, önceki vasiyetten vazgeçildiğini gösterir. Dolayısıyla
bağışlanan mal, o evlâdın mülkü sayılır ve diğer mirasçıların onda bir hakkı
yoktur; aksi durumda, vasiyet eden kişinin vasiyetten vazgeçtiği kesin olarak
ispatlanmadığı sürece vasiyet geçerlidir.
Soru 638: Acaba babasının mirasından kendi payına düşen malları iki
kardeşine bağışlayan kişinin birkaç yıl sonra kardeşlerinden o malları geri
istemesi caiz midir? Ve eğer kardeşleri o malları iade etmekten kaçınırlarsa
hüküm nedir?
Cevap: Hibe, teslim etmek ve teslim almakla
gerçekleştikten sonra hibe edenin hibesinden vazgeçmeye hakkı yoktur; fakat
teslim etme ve teslim almadan önce hibeden vazgeçerse, doğrudur ve geri
almasının sakıncası yoktur.
Soru 639: Kardeşlerimden birisi mirastan kendi payına düşen bölümü kendi
rızasıyla bana hediye etti; fakat bir süre sonra mülk mirasçılar arasında
bölüştürülmeden önce hibeden vazgeçti, bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Eğer mirastan kendi payına düşen
malı size teslim etmeden önce hibe etmekten vazgeçerse, sahihtir ve onun size
hibe etmiş olduğu malda hakkınız yoktur. Fakat size hibe ettiği şeyi teslim
aldıktan sonra hibeden vazgeçerse, bunun hiçbir etkisi yoktur ve onun size
hediye etmiş olduğu şeyde bir hakkı olmaz.
Soru 640: Bir kadın, üzerine hac farz olduğu düşüncesiyle akrabalarının
muvafakat etmemelerine rağmen ölümünden sonra kendisi tarafından niyabeten hac
yapması şartıyla ekili tarlasını bir kimseye hibe eder. Sonra aynı tarlayı
ikinci kez torunlarından birine hibe eder ve ikinci hibesinden bir hafta sonra
ölür; acaba birinci hibe mi sahihtir, yoksa ikinci hibe mi? Tarla kendisine
bağışlanan birinci kişinin niyabeten hac hususunda ne yapması gerekir?
Cevap: Tarla
kendisine bağışlanan birinci kişi eğer bağışlayan kadının akrabalarından ise ve
kendisine bağışlanan malı onun izniyle teslim almışsa, birinci hibe sahih ve
gereklidir ve onun tarlayı bağışlayan kişi adına hac yapması farzdır; ikinci
hibe ise fuzulî olup doğruluğu hibe edilen birinci kişinin iznine bağlıdır.
Fakat birinci kişi hibe eden kadının akrabalarından değilse veya hibe edilen malı
hibe eden kadından teslim almamışsa, bu durumda ikinci hibe doğrudur ve birinci
hibeden vazgeçmek sayılır; neticede ikinci hibeyle birinci hibe batıl olur. Bu
durumda kendisine hibe edilen birinci kişinin tarlada hiçbir hakkı yoktur ve
hibe eden kadına niyabeten haccetmek de ona farz olmaz.
Soru 641: Henüz meydana gelmemiş ve ileride oluşacak haklar, önceden hibe
edilebilir mi? Eğer kadın nikâh akdi esnasında ileride sahip olacağı malî
hakları kocasına bağışlarsa, acaba bu hibe sahih olur mu?
Cevap: Böyle bir hibenin sıhhati sakıncalı
ve hatta yasaktır. Dolayısıyla eğer kadının hibesi, gelecekte oluşacak hakları,
sulh sözleşmesine veya gerçekleştikten sonra
düşürülmesi şartına dönüştürülürse, sakıncası yok-tur; aksi durumda
bunun bir yararı olmaz ve hukukî bir sonuç doğurmaz.
Soru 642: Kâfirlere hediye vermenin veya onlardan hediye almanın hükmü
nedir?
Cevap: Bunun başlı başına hiçbir sakıncası
yoktur.
Soru 643: Birisi kendi hayatında bütün mallarını torununa hibe etmiştir.
Acaba bu hibe, ölümünden sonra kefen ve defin masrafları gibi harcanması
gerekli olan bütün mallarını da kapsar mı?
Cevap: Hibe eden kişi hayattayken hibe
ettiği mallar onun izniyle teslim alınmışsa, teslim alınan bütün mallarda hibe
geçerli olur.
Soru 644: Savaş gazileri ve yaralılarına ödenen mallar hediye sayılır mı?
Cevap: Bu mallar hediye sayılır; ancak
bunlar, onlardan bir iş yapana yaptığı iş karşılığında verilirse, işinin ücreti
sayılır.
Soru 645: Şehit
ailesine bir hediye verilirse bu hediye mirasçılarına mı, kefiline mi, yoksa
onların velisine mi aittir?
Cevap: Hibe edenin niyetine bağlıdır.
Soru 646: Bazı şirketler veya yerli ve yabancı bazı özel ve tüzel kişiler
mal alım satımında veya sanayi sözleşmeleri yapılırken vekil ve aracı olan
kişilere bazı hediyeler verirler; kendisine hediye verilen kişinin hediye veren
kişinin yararına bir iş yapması veya onun yararına bir karar vermesi muhtemel
olduğundan, acaba onun bu hediyeyi kabul etmesi ve alması şer'an caiz midir?
Cevap: Alış verişte veya sözleşme
yapılırken aracı veya vekilin karşı tarafla muamele yapmak karşılığında ondan
hediye almaması gerekir.
Soru 647: Şirketler veya kişiler tarafından verilen hediyeler, onlara
beytülmalden verilen hediyeler karşılığında olursa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer beytülmalden verilen hediyenin
karşılığında olursa, onun beytülmale verilmesi gerekir.
Soru 648: Eğer hediye, onu alan kişi üzerinde etkili olur ve uygun
olmayan, hatta emniyet açısından sakıncalı olan ilişkilere sebep olacak şekilde
olursa, acaba bu hediyeyi almak ve kullanmak caiz midir?
Cevap: Bu tür hediyeleri almak caiz
değildir; hatta bunları kabul etmekten kaçınmak farzdır.
Soru 649: Hediye, eğer onu alan kişiyi hediye veren kişinin çıkarları
yönünde propaganda yapmaya teşvik amacıyla olursa, acaba onu almak caiz midir?
Cevap: Eğer kastedilen propaganda şer'an ve
kanunen caiz ise, sakıncası yoktur ve onun karşılığında hediye kabul etmenin de
sakıncası yoktur. Ancak resmî dairelerde bu konu, ilgili kanun ve kurallara
bağlıdır.
Soru 650: Eğer hediye, görevli bir
kimseye kanuna aykırı bir davranışa göz yumması, karşı çıkmaması ve onaylaması
için verilirse, onu kabul etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu tür hediyeleri kabul etmek
sakıncalıdır; hatta yasaktır. Ve genel olarak eğer hediye şer'an veya kanunen
yasak olan bir şeye ulaşmak veya sorumlu kimseyi onaylama hakkı olmadığı bir
şeyi onaylamaya yöneltmek için olursa, o hediyeyi almak caiz değildir; onu
kabul etmekten sakınması ve sorumluların da bunu engellemeleri farzdır.
Soru 651: Büyük babanın, hayatta iken mallarının tamamını veya bir
bölümünü ölen oğlunun karısına ve çocuklarına bağışlaması caiz midir?
Kızlarının buna itiraz etme hakları var mıdır?
Cevap: Hayatta iken mallarından istediği
kadarını torunlarına veya oğlunun karısına bağışlayabilir ve kızlarının buna
itiraz etme hakları yoktur.
Soru 652: Çocuğu, kız ve erkek kardeşi, anne ve babası olmayan bir kişi,
mallarını karısına veya karısının akrabalarına hibe etmek isterse, acaba bu iş
şer'an caiz midir? Ve acaba bunun belli bir miktarı ve sınırı var mıdır, yoksa
mallarının hepsini hibe edebilir mi?
Cevap: Mal sahibi hayatta olduğu sürece
mallarının hepsini veya bir bölümünü mirasçılarından olsun veya olmasın
istediği herkese bağışlayabilir.
Soru 653: Şehitler Kurumu şehit oğluma Fatiha ve anma merasimi düzenlemem
için bana bir miktar para ve gıda maddesi vermiştir; acaba bu malı almamın
ahi-rette bir sorumluluğu var mıdır? Acaba bununla şehidin sevap ve
mükâfatı azalır mı?
Cevap: Aziz şehit ailelerinin bu gibi
yardımları kabul etmelerinin sakıncası yoktur ve bunun şehidin ve şehit
ailesinin sevap ve mükâfatında bir etkisi yoktur.
Soru 654: Bir otelin güvenlik sorumluları ve çalışanları, misafirlerin
kendilerine bahşiş olarak verdikleri şeyleri aralarında eşit olarak bölüştürmek
için ortak bir sandık tesis etmişlerdir; ancak müdür veya yardımcılarından
bazıları diğerlerinden fazla bir pay almak isti-yorlar ve bu da üyeler arasında
anlaşmazlıklar çıkmasına sebep oluyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu, bahşişi veren kimsenin niyetine
bağlıdır; onun belli bir kişiye verdiği bahşiş o kişinin kendisine aittir,
hepsi için verdiği bahşiş ise aralarında eşit olarak bölüştürülmelidir.
Soru 655: Bayram harçlığı gibi küçük çocuklara verilen hediyeler o çocuğun
ebeveynine mi aittir, yoksa çocuğun kendi malı mıdır?
Cevap: Eğer babası o hediyeyi çocuğun
velisi unvanıyla almışsa, o mal küçük çocuğun malıdır.
Soru 656: İki kızı olan bir anne tüm mal varlığı olan bir tarlayı torununa
(kızlarından birinin oğluna) hibe etmek ister ve böylece ikinci kızı mirastan
mahrum kalır; acaba onun bu hibesi sahih midir, yoksa öteki kızı annesinin
ölümünden sonra tarladan kendi payına düşeni isteyebilir mi?
Cevap: Eğer anne hayattayken mülkünü
torununa bağışlamış ve bunu da ona teslim etmişse, mülk hibe edilen kişiye
aittir ve kimse buna itiraz edemez. Eğer ölümünden sonra bu tarlayı o torununa
vermelerini vasiyet etmişse, vasiyeti mirasının sadece üçte birinde geçerlidir
ve üçte birinden fazlasında geçerli olması ise mirasçıların izni gerekir.
Soru 657: Bir kimse tarlasının bir bölümünü kardeşinin oğluna hibe eder ve
yeğenine yanında bulunan iki üvey kızını oğullarıyla evlendirmesini şart koşar.
Yeğen ise üvey kızlarından birini hibe edenin oğullarından biriyle evlendirir,
ancak ikinci üvey kızını evlendirmekten kaçınır; acaba bu hibe mezkur şarta
rağmen sahih ve gerekli midir?
Cevap: Bu hibe sahih ve gereklidir; fakat
mezkur şart batıldır. Çünkü üvey babanın üvey kızları üzerinde velâyeti yoktur;
onların babaları ve babalarının babası olmadığı taktirde kiminle
evleneceklerine kendileri yetkilidir. Eğer mezkur şarttan maksat yeğenin, üvey
kızlarla konuşarak onları araziyi hediye eden kişinin oğullarıyla evlenmeye
razı etmesi ise, bu durumda şart sahihtir ve ona uyulması farzdır. Dolayısıyla
eğer hibe edilen kişi (yeğen) şarta uymazsa, hibe eden kişi hibeyi feshedebilir.
Soru 658: Sahip olduğum apartman dairesini küçük kızımın adına geçirdim.
Daha sonra kızımın annesini boşayıp başka bir kadınla evlenince, bu hibeden
vazgeçtim ve boşadığım birinci eşimden olan kızım on sekiz yaşına ulaşmadan
önce daireyi ikinci karımdan olan oğlumun adına geçirdim, bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer gerçekten mülkünüzü kızınıza
hibe etmiş iseniz ve kızınızın velisi olarak ondan taraf mülkü teslim almış
iseniz, bu durumda hibe gerçekleşmiş ve kesinlik kazanmıştır, feshedilemez;
fakat gerçekten hibe etmemişseniz ve sadece tapuyu kızınızın adına geçirmiş
iseniz, hibenin gerçekleşmesi ve mülkün onun olması için bu yeterli değildir;
bu durumda mülk sizindir ve onun yetkisi sizin elinizdedir.
Soru 659: Ben ağır bir hastalığa yakalandıktan sonra bütün mal varlığımı
evlâtlarım arasında bölüştürdüm ve bu konuda bir belge de düzenledim. Ancak
sağlığıma kavuşunca onlardan, mallarımdan bir bölümünü bana iade etmelerini
istedim; fakat onlar bundan imtina ettiler; şer'an bunun hükmü nedir?
Cevap: Sırf bir belge düzenlemek,
mallarınızın mül-kiyetinin evlâtlarınıza geçmesi için yeterli değildir; eğer
mal varlığınızı onların tasarrufuna geçecek ve mülkleri olacak şekilde onlara
hibe ve ardından teslim etmiş iseniz, bundan vazgeçme hakkınız yoktur. Fakat
esasen hibe gerçekleşmemişse veya hibeden sonra teslim etmek ve teslim almak
gerçekleşmemişse, bu durumda mallar hâlâ sizin mülkünüzdedir ve onları kullanma
yetkisi size aittir.
Soru 660: Bir kimse vasiyetinde evinde bulunan her şeyi karısına hibe
etmiştir. Evde vasiyet edenin el yazısıyla yazılmış bir kitap da bulunmaktadır.
Eşi bu kitaba sahip olmaya ilâveten kitabın basım ve yayın hakkı gibi haklarına
da sahip olur mu, yoksa öteki mirasçılar da buna ortak mıdır?
Cevap: Yazılan
kitabın basım ve yayın hakkı kitabın mülkiyetine tâbidir. Dolayısıyla müellif
hayattayken kitabını kime hibe ve teslim etmişse veya ona ait olduğunu vasiyet
etmişse, ölümünden sonra bu o kişinin olur ve o kitabın bütün imtiyazları ve
haklarına da sahip olur.
Soru 661: Bazı daire ve kurumlar çeşitli münasebetlerle kendi memurlarına
hediyeler vermekteler; fakat bunun amacı bilinmemektedir; acaba memurların bu
hediyeleri almaları ve kullanmaları caiz midir?
Cevap: Hediye veren kişinin devlet
kanunlarına göre böyle bir salâhiyeti ve yetkisi varsa, devlet mallarından
hediye vermenin sakıncası yoktur; hediyeyi alan kişi hediye veren kişinin böyle
bir yetkisi olduğuna ihtimal verirse, o hediyeleri almasının sakıncası yoktur.
Soru 662: Hibe eden kişiden bir şeyi sadece teslim almak yeterli midir,
yoksa özellikle arazi, ev, araba vb. mallarda ayrıca hediye edilen kişinin
adına geçirilmesi de mi gerekir?
Cevap: Hibede teslim almanın şart
olmasından maksat, sözleşme yapmak ve imzalamak değildir; maksat, tasarrufuna geçmesi ve hibe edilen kişinin emrine bırakılmasıdır.
Dolayısıyla hibenin gerçekleşmesinde ve mülkiyetin hasıl olmasında bu
yeterlidir; bu konuda hediye edilen mallar arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 663: Bir kimse, evlilik, doğum vb. münasebetiyle başka bir kimseye
bir şey hibe eder ve üzerinden 3 veya 4 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra
hediye ettiği şeyleri geri almak isterse, acaba bu durumda hibe edilen kişiye
onu iade etmek gerekli midir? Eğer bir kimse Ehlibeyt İmamları (üzerlerine
selâm olsun) için matem veya velâdet merasimleri düzenlenmesi amacıyla bir
miktar mal verirse, daha sonra o malın kendisine iade edilmesini istemeye hakkı
var mıdır?
Cevap: Hibe edilen mal hibe edilen kişinin
yanında olduğu gibi kalırsa, hibe edilen kişi hibe edenin akrabalarından
değilse ve hibe de karşılıklı hibe olmazsa, hibe eden kişinin hibe ettiği malın
kendisine iade edilmesini istemesi caizdir; fakat hibe edilen mal telef olmuşsa
veya hibe edildiği hâlde kalmayıp değişmişse, bu durumda onu geri
isteyemeyeceği gibi karşılığını da isteyemez. Bunun gibi insan Allah'ın rızası
için ve kurbet (Allah'a yakınlık) amacıyla verdiği malı geri alamaz.
Soru 664: Bir fabrika sahibi ham madde satın almak için benden borç olarak
bir miktar para aldı. Bir süre sonra bu parayı bir miktar fazlasıyla bana geri
ödedi. O bu fazlalığı kendi gönül rızasıyla, aramızda herhangi bir anlaşma
olmaksızın ve herhangi bir beklentim olmadan bana verdi; acaba bu fazla parayı
almam caiz midir?
Cevap: Sorudaki varsayıma göre borç akdinde
fazla para vermek şart koşulmadığı ve borç alan miktarı kendi rızasıyla
borçluya verdiği için onu almanın ve kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 665: Eğer borçlu borcunu vermekten kaçınır, alacaklı onun vermiş
olduğu çekin meblağını almak için onu mahkemeye şikâyet eder ve mahkeme de onu
borcunu vermeye mahkûm etmenin yanı sıra karar icra vergisi olarak bir meblağı
da devlete ödemeye mecbur kılarsa; acaba alacaklı şer'an bundan sorumlu
mudur?
Cevap: Eğer borçlu borcunu ödemekte kusur
işler ve bundan dolayı devlete karar icrası vergisi ödemek zorunda kalırsa,
bundan alacaklı sorumlu olmaz.
Soru 666: Kardeşimin bana borcu vardı. Ev satın aldığımda kardeşim bana
bir halı verdi. Bunu bana hediye ettiğini sanıyordum. Fakat daha sonra
alacağımı istediğimde, borcu karşılığında bana halıyı verdiğini iddia etti.
Acaba kardeşimin vermiş olduğu halıyı bana bildirmediği hâlde borcuna sayması
sahih midir? Ve eğer ben halının onun borcunun yerine olmasına razı olmazsam,
acaba onu kardeşime iade etmem gerekir mi? Ve borç verdiğim günde paranın alım
gücünün günümüzdekinden fazla olduğu dikkate alındığında, kardeşimden borç
miktarından fazla bir meblağ da isteyebilir miyim?
Cevap: Alınan borcun cinsinden olmayan halı
ve diğer şeyler alacaklı kabul etmezse, borç yerine verile-mez. Ve eğer siz
halının alacağınız yerine verilmesine razı değilseniz onu kardeşinize iade
etmelisiniz; çünkü o halı hâlâ onun mülkiyetindedir ve ihtiyat gereği alım gücü
farkında musalâha etmelisiniz (anlaşmalısınız).
Soru 667: Borcu ödemek için haram mal vermenin hükmü nedir?
Cevap: Başkasının malını vermekle borç
ödenmez ve bununla borçlunun sorumluluğu kalkmaz.
Soru 668: Bir kadın satın almak istediği evin değerinin üçte biri kadar
bir miktarı birinden borç alır ve alacaklıyla maddî durumu iyileştiğinde onu
kendisine ödeyeceğini söyleyerek anlaşır ve ayrıca kadının oğlu borcuna güvence
olması için alacaklıya borç miktarında bir çek verir. Tarafların ölümünden dört
yıl geçtikten sonra şimdi mirasçıları bu meseleyi halletmek istiyorlar; acaba
kadının mirasçıları alacaklının mirasçılarına borç parayla satın alınan evin
üçte birini mi vermeleri gerekiyor, yoksa sadece çek tutarını vermeleri yeterli
midir?
Cevap: Alacaklının
mirasçıları evden hiçbir şey isteyemezler; onlar ancak evi satın almak için
kendilerine miras bırakan kişiden borç alan kadından, geriye borcunu
ödeyebilecek miktarda bir mal bırakmışsa, aldığı borcu isteyebilirler; paranın
değerinin değişmesi hususunda ise, ihtiyat gereği birbirleriyle musalâha
et-melidirler.
Soru 669: Bir kişiden bir miktar borç aldık. Bir süre sonra bu adam
ortadan kayboldu ve ondan bir haber alamadık; bu durumda bu adamın alacağıyla
ilgili olarak ne yapmamız gerekiyor?
Cevap: Alacağını ona veya mirasçılarına
vermek için beklemeniz ve onu bulmanız gerekir; onu bulmaktan ümidinizi
kestiğinizde, bu konuda şer'î hâkime müracaat edebilir ya da onun adına sadaka
verebilirsiniz.
Soru 670: Borç veren borcunu
ispatlayıp almak için harcadığı mahkeme masraflarını borçludan isteyebilir mi?
Cevap: Borçlu şer'an alacaklının harcadığı
mahkeme masraflarından sorumlu değildir.
Soru 671: Borçlu borcunu ödemez ve borcunu ödemede kusur işlerse, acaba
alacaklının onun malından takas etmesi caiz midir; örneğin hakkını gizlice veya
başka bir yolla alabilir mi?
Cevap: Eğer borçlu borcunu inkâr eder veya
bir mazereti olmaksızın borcunu ödemezse, alacaklı hakkını onun malından takas
edebilir. Ancak bu hususta yürürlükte olan bir kanun varsa ona uyulmalıdır.
Soru 672: Ölen kimsenin borcu, mirasçılarına mirasından ödemeleri farz
olan kul hakkından mıdır?
Cevap: Borç, ister özel ve ister tüzel kişilere
olsun kul haklarındandır ve borçlunun mirasçılarına, onun borcunu bıraktığı
maldan alacaklıya veya mirasçısına ödemeleri farzdır ve borçlunun mirasçıları
onun borcunu ödemedikçe bıraktığı malı kullanamazlar.
Soru 673: Üzerinde başka birine ait bir bina bulunan arsanın sahibi iki
kişiye borçludur; acaba alacaklıların borçlarını almak için arsayla birlikte
binaya da haciz koydurmaları caiz midir, yoksa onların bu hakları sadece
arsayla mı sınırlıdır?
Cevap: Borç sahipleri borçlunun mülkü
olmayan bir şeye haciz koydurma talebinde bulunamazlar.
Soru 674: Borçlunun kendisinin ve ailesinin oturmak için ihtiyaç
duydukları ev, borç tahsili için konulan haciz mallarından müstesna mıdır?
Cevap: Borçlunun evi, ev eşyası, arabası ve
telefonu gibi toplumsal konumuna uygun yaşam ihtiyaçlarından sayılan şeyler,
borcunu ödemek için satmaya mecbur edildiği mallarından müstesnadır.
Soru 675: Borçlarından dolayı iflâs eden bir tüccar sahip olduğu tek şey
olan binasını satışa çıkarmıştır; fakat söz konusu binanın parası ancak
borcunun yarısını karşılıyor ve geri kalan borcunu ödeyemiyor; bu durumda acaba
alacaklılar onu bu binayı satmaya zorlayabilirler mi, yoksa tedricen borçlarını
ödeyebilmesi için ona zaman mı tanımaları gerekir?
Cevap: Eğer söz konusu bina onun ve ailesinin
oturması için değilse, bu durumda tamamını ödemese bile borcunu ödemede
kullanması için o binayı satmaya zorlamanın sakıncası yoktur ve bunun için borç
sahiplerinin ona mühlet tanımaları farz değildir; sadece geri kalan borcunu
ödemesi için beklemelidirler.
Soru 676: Resmî kuruluşlardan birinin başka bir devlet kuruluşundan almış
olduğu borç parayı ödemesi farz mıdır?
Cevap: Bu borç da, ödenmesi farz olan diğer
borçlar hükmündedir.
Soru 677: Bir kimse, borçlu borcunun ödenmesini istemediği hâlde onun borcunu
öderse, acaba borçlunun bunun karşılığını o kişiye ödemesi farz mıdır?
Cevap: Borçlu bir talepte bulunmadığı hâlde
onun borcunu ödeyen kişi, ödediği şeyin karşılığını isteyemez ve borçluya da
onun verdiği şeyin karşılığını ödemesi farz değildir.
Soru 678: Eğer borçlu borcunu zamanında ödemeyip geciktirirse, alacaklının
ondan borç miktarından fazla bir meblağ ödemesini istemesi caiz midir?
Cevap: Alacaklı
şer'an borç miktarından fazla bir şey isteyemez.
Soru 679: Babam birine formalite icabı yapılan bir muamelede bir miktar
para vermişti; fakat gerçekte o para borçtu ve borçlu paranın kârı olarak her
ay bir meblağ para ödüyordu. Ve alacaklının (babamın) ölümünden sonra da borçlu
kendisi ölünceye kadar bu kârı vermeye devam etti; acaba bu kâr faiz sayılır mı
ve alacaklının mirasçılarına bu parayı borçlunun mirasçılarına geri vermeleri
farz mıdır?
Cevap: O para gerçekte o adama borç olarak
verilmişse, bu durumda o paranın kârı olarak verilen bütün mallar faizdir ve
şer'an haramdır. Alınan faizlerin kendisini veya karşılığını alacaklının
mirasından borçluya veya borçlunun mirasçılarına iade etmek farzdır.
Soru 680: Kişilerin, mallarını başkalarının yanında emanet olarak bırakıp
ondan her ay kâr payı almaları caiz midir?
Cevap: İşletmek için malları başkalarına
vermek eğer şer'an sahih sözleşmelerden biriyle olursa, bunun ve malları
işletmekle elde edilen gelirin sakıncası yoktur; fakat mallar borç olarak
verilmiş ise, her ne kadar borç sözleşmesi sahih olsa da kâr şartı koşmak
şer'an batıldır ve alınan kârlar haramdır.
Soru 681: İktisadî bir iş için bir miktar borç alan kimse eğer bu işten
kâr sağlarsa, acaba bu kârdan bir miktarını alacaklıya vermesi caiz midir? Ve
acaba alacaklının bunu istemesi caiz midir?
Cevap: Alacaklının,
borçlunun borç parayla yaptığı ticaretten elde ettiği kârda hiçbir hakkı yoktur
ve elde edilen bu kârdan hiçbir şey isteyemez. Fakat borçlu asıl paraya
ilâveten fazla bir şey vermeye dair aralarında bir anlaşma olmaksızın
alacaklıya alacağından fazla bir meblağ vermek isterse, sakıncası yoktur ve
hatta müstehaptır.
Soru 682: Birisi veresiye olarak üç aylığına bir eşya satın alır ve üç ay
dolduktan sonra satıcıdan asıl paradan fazla bir meblağ vermesi karşılığında
süreyi üç ay daha uzatmasını ister, acaba onların böyle bir şey yapması caiz
midir?
Cevap: Bu fazlalık faiz ve haramdır.
Soru 683: Bir kimse başka bir kişiden faizli borç alır ve üçüncü bir kişi
borç sözleşmesi ve şartlarını düzenler. Muhasebeci olan dördüncü kişi ise,
sözleşme belgelerini hesap defterine kaydeder; acaba bu muhasebeci faizli
borcun günahında onlarla ortak mıdır ve onun bu işi ve bunun karşılığında ücret
alması da haram mıdır? Bu arada muhasebecinin hesaplarını inceleyen beşinci bir
kişi daha var; beşinci kişi ne bir şey yazar ve ne de bir şeyi bir yere işler, sadece
faizli muamelenin hesaplarında fazlalık veya noksanlık olup olmadığını kontrol
ederek bunu muhasebeciye bildirir, acaba onun işi de haram mıdır?
Cevap: Faizli borç sözleşmesinde veya
faizli borcun gerçekleşmesinde ve tamamlanmasında veya borçludan faizi tahsil
etmede ilişkisi olan her iş şer'an haramdır ve o işi yapan kişi, yaptığı işe
karşılık olarak ücret alma hakkına sahip olmaz.
Soru 684: Çoğu Müslümanlar sermayeye sahip olmadıklarından sermayeyi
kâfirlerden almak zorunda kalıyorlar ve bu da faiz vermeyi gerektiriyor;
kâfirlerden veya İslâmî olmayan bir devletin bankasından faizli borcu almanın
hükmü nedir?
Cevap: Faizli borç almak gayrimüslimlerden
bile olsa mutlak olarak haramdır; fakat buna rağmen borç alınırsa borcun
kendisi sahihtir.
Soru 685: Bir kimse alacaklının, yolculuk masraflarını, bu cümleden olarak
hac yolculuğu masraflarını üstlenmek şartıyla ondan bir süre için bir miktar
borç para alırsa, acaba bunların yaptığı bu iş caiz midir?
Cevap: Borç sözleşmesinde alacaklının
yolculuk masraflarını vb. ödemek şartı koşulması, borçtan kâr alınması olduğu
için şer'an haram ve batıldır; ancak borcun kendisi sahihtir.
Soru 686: Karz-ı hasen kurumları [faizsiz çalışan, verdiği kredi
karşılığında hiçbir kâr ve faiz almayan finans kurumları] borç verirken borçlu
iki veya daha fazla taksitini zamanında ödemeyip geciktirdiğinde kurumun bütün
borcu birden alacağını şart koşuyorlar; acaba bu şartla borç vermek caiz midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur.
Soru 687: Bir kooperatif şirketinin üyeleri kooperatife sermaye olarak bir
miktar para verirler ve şirket de kendi üyelerine karşılığında hiçbir kâr ve
ücret almadan sırf yardım amacıyla borç para verir; gaye sadece yardım
etmektir. Acaba üyelerin sıla-ı rahim ve yardım amacıyla yaptığı bu işin hükmü
nedir?
Cevap: Soruda açıklandığı şekilde de olsa,
müminlere borç temin etmeye katkıda bulunma ve bu amaçal yardımlaşmanın caiz ve
iyi olduğunda şüphe yoktur; fakat şirkete borç olarak verilen para, parayı
veren kişiye gelecekte kredi verme şartına bağlı olursa, borcun kendisi sahih
olsa bile bu amel şer'an caiz değildir.
Soru 688: Bazı karz-ı hasen kurumları halkın kendilerine emanet bıraktığı
mallarla emlâk ve başka şeyler satın alıyorlar; bu muamelelerin hükmü nedir?
Bazı mal sahiplerinin bu işe razı olmadıkları göz önünde bulundurulursa, acaba
kurum sorumlusunun meselâ alım ve satım şeklinde bu mallar üzerinde
tasarruf hakkı var mıdır ve acaba bu iş şer'an caiz midir?
Cevap: Eğer insanların
mallarını emanet olarak karz-ı hasen kurumlarına bırakmaları bu kurumların istedikleri kişiye borç
vermeleri içinse, bu durumda bu malları gayrimenkul vb. satın almada kullanmak
fuzulî olup geçerliliği mal sahiplerinin iznine bağlıdır. Fakat mevduatlar bu
kurumlara borç olarak verilmişse, bu durumda o kurumların sorumlularının kendilerine
verilen yetki çerçevesinde o malları emlâk vs. satın almada kullanmalarının
sakıncası yoktur.
Soru 689: Bazı kimseler başkalarından aldıkları belli meblağlar
karşılığında hiçbir şer'î sözleşme kapsamında olmaksızın sadece tarafların
anlaşmasına dayanarak her ay mal sahiplerine kâr olarak bir miktar para
veriyorlar; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi muameleler faizli borç
sayılır ve koşulan kâr şartı batıldır; fazlalık da faiz olup şer'an haramdır ve
bunu almak caiz değildir.
Soru 690: Karz-ı hasen kurumundan borç alan kişi, borcunu öderken şart
koşulmamasına rağmen kendi rızasıyla borç miktarından fazla bir meblağ verirse,
acaba bu fazla meblağın ondan alınması ve bayındırlık işlerinde harcanması caiz
midir?
Cevap: Eğer
borçlu, borcu verirken müstehap bir amel olarak kendi rızasıyla fazla bir para
verirse, ondan bu parayı almanın sakıncası yoktur. Kurum sorumlusunun bu infakı
bayındırlık işleri ve diğer şeylerde kullanabilmesi ise, onun böyle bir
yetkisinin olup olmadığına bağlıdır.
Soru 691: Bir karz-ı hasen kurumunun yönetim kurulu, bir kişiden borç
aldığı parayla bir bina satın aldı ve bir ay sonra halkın kurumda biriken
parasıyla onların rızasını almadan o adamın borcunu ödedi, acaba bu muamele
şer'an sahih midir ve binanın mülkiyeti kime aittir?
Cevap: Kuruma borç verilen malla kurum için
satın alınan bina eğer yönetim kurulunun yetkisi dahilinde satın alınmışsa,
bunun sakıncası yoktur; bu durumda satın alınan bina kurumun ve o kurumun mal
varlığının sahiplerinin mülküdür; aksi takdirde muamele fuzulî olup geçerliliği
para sahiplerinin iznine bağlıdır.
Soru 692: Borç alındığı zaman bankaya (yaptığı işlemler karşılığında)
ücret (harç) vermenin hükmü nedir?
Cevap: Borç alındığında bankaya ödenen harç
eğer borç verilen malın kârı olarak değil de deftere kaydetmek, senet
düzenlemek ve bankanın su, elektrik vs. giderleri için borç verme işleminin
ücreti olarak alınırsa, bunu vermenin, almanın ve bu koşulla borç almanın
sakıncası yoktur.
Soru 693: Kendi üyelerine borç para veren bir sandık (fon) var; fakat bu
sandık üyelere borç para vermek için üyenin üç veya altı ay boyunca sandıkta
belli bir miktar para bulundurmasını şart koşuyor ve belirtilen süre bittikten
sonra üyenin sandığa bıraktığı paranın iki katı miktarında ona borç veriyor.
Daha sonra üye borcunu ödeyip bitirdikten sonra, onun sandığa bırakmış olduğu
parayı kendisine iade ediyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Para belli bir süre sandıkta borç
olarak kalması şartıyla sandığa verilmiş ve bu doğrultuda belli bir süreden
sonra sandığın kendisine borç vermesi şart koşulmuşsa veya sandığın ona belli
bir miktar borç vermesi için daha önce sandığa belli bir miktar para yatırmış
olması şart koşulmuşsa, bu durumda bu şart faiz hükmünde olup şer'an haram ve
batıldır; ancak borcun kendisi her iki taraf için de sahihtir.
Soru 694: Karz-ı hasen kurumlarından borç para alındığında birtakım
şartlar koşulmaktadır; üye olmak, kurumda belli bir miktar para bulundurmak ve
kurumun bulunduğu mahallede oturmak vb. bu şartlardan bazılarıdır; acaba bu
şartlar faiz hükmünde midirler?
Cevap: Kişiye borç vermek için kuruma üye
olması ve kurumun bulunduğu mahallede oturması gibi borç vermede sınırlayıcı şartların koşulmasının
sakıncası yok-tur. Fakat kurumda hesap açtırmak şartına gelince; bu
mesele borcun sadece bu gibi kişilere ait olduğuyla il-giliyse, bunun sakıncası
yoktur; fakat gelecekte kurumdan borç alabilmesi için daha önce sandıkta belli
bir miktar para bulundurmasıyla ilgiliyse, bu şart borçta hükmen kâr şartından
sayıldığı için batıldır.
Soru 695: Banka muamelelerinde faizden kurtulmanın bir yolu var mıdır?
Cevap: Kurtuluş yolu, bankayla ilişkilerde
şer'î sözleşmelerin kullanılması ve sözleşmelerin şartlarına tamamen
uyulmasıdır.
Soru 696: Bankanın kişiye belli bir yerde kullanması için vermiş olduğu
borç parayı başka bir yerde kullanmak caiz midir?
Cevap: Eğer bankanın kişilere verdiği para
gerçekten borç olur ve onu belli bir yerde kullanmasını şart koşarsa, o şarta
aykırı hareket etmek caiz değildir. Aynı şekilde bankadan mudarebe
(emek-sermaye ortaklığı) veya kâr ortaklığı vb. sözleşmenin sermayesi olarak
alınan parayı banka tarafından belirlenen hedef dışında kullanmak caiz
değildir.
Soru 697: Savaş gazilerinden biri, savaşta yaralanıp sakat kalmış ve
bedenindeki sakatlık oranında gazilere tahsis edilen çeşitli sosyal kolaylık ve
kredilerden yararlanmak için Gaziler Kurumu tarafından verilen sakatlık tasdik
belgesiyle kredi almak için bankaya müracaat etmiştir. Bu arada savaşta
vücudunda oluşan sakatlığın belgede yazılandan daha az olduğuna kanaat
getirmiştir. Bu konuyla ilgili olarak doktor ve uzmanların teşhisinin hatalı
olduğunu zanneder. Bu adamın kendine sağlanan o özel imkânlardan yararlanması
için bu tasdik belgesinden yararlanması caiz olur mu?
Cevap: Eğer gazilik oranı, bunu belirlemek
için tıbbî incelemeler yapan doktor ve uzmanların bağımsız görüş ve
teşhislerine dayanıyorsa ve bankada gazilere kolaylık tanımada kanunen ölçü de
buysa, bu durumda kendi görüşüne göre özür oranı daha az olsa da doktorların
tasdik ettiği özürlük oranının avantajlarından yararlanmasının sakıncası
yoktur.
SULH[30]
Soru 698: Bir kimse evi, arabası, halısı ve evinin bütün eşyaları
konusunda karısıyla sulh etmiş ve aynı zamanda onu küçük çocuklarının vasîsi ve
kayyımı yapmıştır; acaba bu adamın ölümünden sonra anne-babası onun bıraktığı
mallardan bir şey isteyebilir mi?
Cevap: Eğer meyyitin hayattayken bütün
mallarını karısı veya başka biriyle sulh ettiği ve mallarından ölünceye kadar
kendisine hiçbir şey bırakmadığı anlaşılırsa, bu durumda anne-babanın veya
diğer mirasçıların miras almaları söz konusu olamaz; dolayısıyla bunların
kocası hayattayken eşinin mülkiyetine geçirmiş olduğu mallardan hiçbirini
isteme hakları yoktur.
Soru 699: Birisi mallarının bir bölümünü oğluyla sulh etmiş ve aradan
birkaç yıl geçtikten sonra oğluyla sulh ettiği aynı malı oğluna satmıştır. Oysa
mirasçıları şimdi tıbbî rapora dayanarak babalarının satıştan önce satış anına
kadar aklî dengesinin bozuk olduğunu iddia ediyorlar; acaba sulh edilen malı
sulh edilen kişinin kendisine satmak sulhtan vazgeçmek sayılıp satışın
doğruluğuna hükmedilir mi? Yapılan sulhun sahih olarak aynen kaldığını kabul
edersek, acaba sulh, sulh edilen malın üçte birinde mi yoksa tamamında mı
sahihtir?
Cevap: Önceki sulhun doğruluğuna ve
geçerliliğine hükmedilir; sulh eden kişinin feshetme hakkı bulunduğu
ispatlanmadığı sürece, o sulhun gerekliliğine de hükmedilir ve sonuçta, sulh
yapan kişinin satış anında aklî dengesi yerinde olsa bile, sulh yapılan malı
daha sonra satması sahih olmaz. Sabit olan, sahih ve gerekli olduğuna
hükmedilen bu sulh, uzlaşma konusu olan tüm mallar hakkında geçerlidir.
Soru 700: Bir kimse bütün mallarını, hatta bir sağlık kuruluşundaki
alacaklarını ve haklarını karısıyla sulh ediyor. Fakat sağlık kuruluşu, onun
kuruluştaki hakları konusunda kanunen karısıyla sulh edemeyeceğini bildirerek
onun bu talebini kabul etmiyor. Nitekim sulh eden kişi de bunu itiraf ederek
başkalarına olan borçlarını ödemekten kaçmak için bu işe giriştiğini söylüyor;
bu durumda bu sulhun hükmü nedir?
Cevap: Başkasının malı konusunda veya
başkasının malı olan hakta sulh etmek fuzulî olup mal veya hak sahibinin iznine bağlıdır. Tamamen kendisine ait olan
mül-kü başkalarına olan borcunu ödemekten kaçmak amacıyla yapılan sulha
gelince, böyle bir sulhun sıhhat ve geçerliliği sakıncalıdır; özellikle borcunu
ödemek için başka bir malî kaynağı bulma ümidi yoksa.
Soru 701: Bir sulh sözleşmesinde babanın bazı mallarını oğluyla sulh
ettiği ve bu malları oğluna teslim ettiği kaydedilmiştir; acaba bu belge şer'an
ve kanunen geçerli midir?
Cevap: Sırf sulh
sözleşmesi, içeriğinin doğruluğuna güven oluşmadığı sürece başlı başına sulh
akdinin okunduğuna ve niteliğine şer'î delil oluşturmaz. Ancak, sulhun mal
sahibi tarafından yapıldığı kesinleştikten sonra onun şer'an sahih bir şekilde
gerçekleştiğinden şüphe edilirse, sulh sözleşmesinin şer'an sahih olduğuna
hükmedilir ve mal, lehine sulh yapılan kişiye ait olur.
Soru 702: Kocamın babası, oğluyla evlendiğimde bir miktar para
karşılığında bir arsayı benimle sulh ederek onu bana verdi ve bununla ilgili
olarak birkaç şahidin huzurunda bir sözleşme düzenledi; fakat şimdi o
muamelenin formalite icabı olduğunu ileri sürüyor; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Şer'an mezkur sulhun sıhhatine
hükmedilir ve kişinin muamelenin formalite icabı olduğu doğrultusundaki iddiası
ispatlanmadıkça, herhangi bir hukukî sonuç doğurmaz.
Soru 703: Babam hayattayken vefatından sonra kız kardeşlerimin her birine
belli bir miktar para vermem üzere, bütün menkul ve gayrimenkul mallarını
benimle sulh etti; onlar da buna razı oldular ve vasiyet belgesini imzaladılar.
Babamın vefatından sonra kız kardeşlerimin haklarını vererek geri kalan malları
aldım; acaba bu mallarda tasarruf etmem caiz midir? Ve eğer kardeşlerim buna
razı olmazlarsa hüküm nedir?
Cevap: Bu sulhun
sakıncası yoktur ve sorudaki varsayımda sulh edilen mal size aittir; diğer mirasçıların buna razı
olmamaları hukukî bir sonuç doğurmaz.
Soru 704: Bir kişi bazı evlâtlarının gıyabında ve hazır bulunan
evlâtlarının muvafakati olmadan bütün mallarını oğullarından biriyle sulh
ederse, bu sulh sahih olur mu?
Cevap: Mal sahibinin hayattayken mallarını
mirasçılarından biriyle sulh etmesi, diğer mirasçıların kabul etmesine bağlı
değildir ve onların buna itiraz etmeye hakkı yoktur.
Soru 705: Eğer bir kimse uzlaşma yaptığı kişinin kendisinin yararlanması
şartıyla bir malı onunla sulh ederse, acaba o adamın bu malı sulh eden kişinin
rızası olmadan aynı şekilde yararlanması için üçüncü bir kişiye vermesi veya
sulh eden kişinin rızası olmadan ondan yararlanması için birini kendisine ortak
etmesi caiz midir? Bunun sahih olduğu kabul edilirse, acaba sulh eden kişinin
sulhtan vazgeçmesi caiz midir?
Cevap: Kendisiyle sulh edilen kişinin sulh
sözleşmesinde uymayı kabul ettiği şartlara aykırı hareket etmesi caiz değildir;
aksi durumda sulh eden kişinin sulh sözleşmesini feshetmesi caizdir.
Soru 706: Sulh eden kişinin sulh sözleşmesinin tamamlanmasından sonra
sulhtan vazgeçmesi ve kendisiyle sulh edilen kişiye bildirmeden malı başka
biriyle sulh etmesi caiz midir?
Cevap: Sulh sahih bir
şekilde gerçekleştikten son-ra sulh eden kişinin ona uyması gerekir ve kendisi
için fesih hakkı şart koşmamışsa sulhtan vazgeçe-mez. Dolayısıyla eğer aynı
malı başka biriyle sulh ederse, bu sulhu fuzulî olup, sulh sözleşmesinin
sıhhati kendisiyle uzlaşma yapılan birinci kişinin iznine bağlıdır.
Soru 707: Bir annenin mirasının kanunî aşamalar ta-mamlanıp oğulları ve
kızları arasında taksim edilmesinden ve mirasçılardan her birinin mirastan
kendi hisselerini almaları üzerinden uzun bir zaman geçtikten sonra kızlarından
biri annesinin hayattayken bütün mallarını kendisiyle sulh ettiğini iddia
ediyor. Bu konuda sadece kendisi ve kocası tarafından imzalanmış ve annesine
ait bir parmak izi taşıyan âdî bir sulh belgesi de mevcuttur; şimdi bu kız
mirasın hepsini istiyor, bu konuda ne yapmak gerekiyor?
Cevap: Annenin hayattayken malını o kızıyla
sulh ettiği ispatlanmadıkça, iddia sahibi kız kardeş, iddia ettiği şey
hususunda hiçbir hakka sahip olamaz ve sulh sözleşmesinin de gerçek olduğu
anlaşılmadıkça geçerliliği yoktur.
Soru 708: Bir baba bütün mal varlığını kendisi hayatta olduğu müddetçe
tasarruf yetkisi olması kaydıyla evlâtlarıyla sulh ediyor; bu konuda aşağıdaki
durumlarda hüküm nedir?:
a) Böyle bir şarta bağlı olarak yapılan bu sulh sözleşmesi sahih ve geçerli
midir?
b) Eğer sulh sahih ve geçerliyse, acaba sulh eden kişi yaptığı bu sulhtan
vazgeçebilir mi? Vazgeçmesi caiz olduğu takdirde, daha sonra sulh ettiği
malların bir bölümünü satarsa, onun bu girişimi sulhtan vazgeçmesi sayılır mı?
Ve eğer bu girişim sulhtan vazgeçmek sayılıyorsa, acaba sulhun tamamından mı
yoksa sadece satılan bu maldan mı vazgeçmek sayılır?
c) Sulh sözleşmesinde, "hayatta olduğu sürece tasarruf yetkisi"
tabiri geçiyor; acaba bu tabir feshetme hakkına mı, sulh edilen malı başka
birine aktarma hakkına mı, yoksa hayatta olduğu müddetçe sulh edilen maldan
yararlanarak pratikte tasarruf etme hakkına mı sahip olduğu anlamına gelir?
Cevap: a) Bu sulh sözleşmesinin,
şartıyla birlikte sıhhat ve geçerliliğine hükmedilir.
b) Sulh sözleşmesi uyulması gerekli
sözleşmelerden olup, sulh eden kişinin feshetme hakkı olmadıkça onu feshetmesi
sahih değildir. Dolayısıyla sulh sözleşmesi gerçekleştikten sonra sulh edilen
malların bir bölümünü, sulhu feshetme hakkına sahip olmaksızın sulh edilen
kişilerden birine satarsa, muamele satın alınan malda, alıcının payı miktarında
batıldır ve sulh edilen diğer kişilerin paylarında fuzulî olup sıhhati onların
iznine bağlıdır.
c) "Hayatta
olduğu müddetçe tasarruf yetkisi", cümlesinin zahiri, feshetme hakkını
veya malı başkasına vermeyi değil, pratikte tasarruf etme hakkını ifade eder.
Soru 709: Ben bir şirketin vekiliyim. Şirketin bana maaş olarak verdiği
para karşılığında reklam, satış sonrası müşteri hizmetleri ve uluslararası
fuarlara katılma işlerini yürütmekteyim. Bu durumda şirketten aldığım paranın
hükmü nedir?
Cevap: Mubah işlerde vekâletle ilgili
işleri yürütmek karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 710: Bir kimse bir arsayı sahibinin vekilinden taksitle satın almış
ve taksitleri ödedikten sonra müvekkil (mülkün sahibi) satışı feshettiğini ve
arsayı yeninden kendi mülkiyetine aldığını ileri sürmüştür; acaba müvekkilin
satışı feshetmesi sahih midir, yoksa müşteri, malı kendisine teslim etmesini
isteyebilir mi?
Cevap: Vekilin, arsayı sahibi adına
satmasının sıhhatine ve sözleşmenin uyulması gerekli olduğuna hükmedilir; bu
durumda mal müşteriye aittir ve müvekkil onu müşteriye teslim etmelidir.
Müvekkil muhayyerlik hakkına sahip olduğunu ispatlamadığı sürece sözleşmeyi
feshederek arsayı kendi mülkiyetine geçiremez.
Soru 711: Bir kimse sahibine vekâleten âdî belgelerle birkaç arsayı satar.
Arsa sahibi de müşterilerin hiçbirisine tapu verilmemesi konusunu vekille
kararlaştırır. Ar-saların sahibi öldükten sonra mirasçıları -arsaların
mülkiyetinin müşterilere ait olduğunu kabul etmekle birlikte- müşterilere tapu
verme sorumluluğunun vekile ait olduğunu iddia ederler. Oysa vekil daha önce
arsaların parasını alarak mülkün sahibine teslim etmiştir. Tapuların ve
arsaların şimdiki değerinin vekilden istenmesi karşısında acaba tapuları
müşterilerin adına geçirmek mirasçıların mı vazifesidir, yoksa vekilin mi? Ve
acaba mirasçılar, vekilden arsanın şimdiki fiyatıyla o zamanki fiyatı
arasındaki farkı isteyebilirler mi?
Cevap: Vekilin tapuları müşterilerin adına
geçirme ve kayıt masraflarını üstlenme sorumluluğu yoktur. Arsaların parası
konusunda ise eğer vekilin parayı müşterilerden alıp mülk sahibi olan
müvekkiline teslim ettiği ispatlanırsa, mirasçılar da, müşteriler de vekilden
herhangi bir talepte bulunamazlar. Aynı şekilde mirasçıların, satış fiyatı ile
arsaların şimdiki değeri arasındaki farkı talep etme hakları yoktur.
Soru 712: Müçtehit tarafından izinli vekillerin, müçtehit hayatta iken
(imam malı gibi) şer'an müçtehide verilmesi gereken malları başka bir müçtehide
vermeleri caiz midir?
Cevap: Vekilin vekâleten
aldığı şeyleri, kendisini onları almaya vekil eden kişiye vermesi gerekir; ancak
onları başkasına vermeye izinli olması müstesna.
Soru 713: Bana bir
telefon hattı satın alması için kardeşimi vekil ettim ve birinci taksiti
ödemesi için ona bir miktar para verdim; o da bu parayı ilgili daireye yatırdı.
Telefonun geri kalan taksitlerini ise kendim ödedim. Da-ha
sonra telefon adına olan kardeşim vefat etti; acaba bu durumda kardeşimin
mirasçıları telefonu isteyebilirler mi?
Cevap: Eğer telefonun birinci taksitini
ödemesi için kardeşinize vermiş olduğunuz parayla telefonu vekâleten sizin için
satın alırsa, telefon sizindir ve kardeşinizin mirasçılarının onda hakları
yoktur.
Soru 714: Vekile
vekâletinin ücreti olarak bir miktar para verdim ve ondan buna karşılık alındı
makbuzu ver-mesini istedim. O ise, vekâlet ücreti olarak aldığı para karşılığında
hiç kimseye makbuz vermediğini söyledi. Bir süre sonra vekil vekillik yapmadan
önce vefat etti; acaba ben vekilin mirasçılarından bu parayı isteyebilir miyim?
Cevap: Sorudaki varsayımda vekilden
alacağınızı onun mirasçılarından isteyebilirsiniz ve onların da vekilin
mirasından bu borcu size ödemeleri farzdır.
Soru 715: Vekilin veya müvekkilin ölümüyle vekâlet akdi batıl olur mu?
Cevap: Bunların birinin ölümüyle vekâlet
batıl olur.
Soru 716: Asya
ülkelerinden birine yaptığı yolculukta geçirdiği trafik kazasında vefat eden
bir kişinin mirasçıları (annesi ve karısı) olayı takip etmek amacıyla kazanın
gerçekleştiği ülkeye gitmem için beni vekil tayin ettiler. Bu durumda olayın
dosyasını takip etmek amacıyla o ülkeye yaptığım yolculuk masraflarını ölenin
bıraktığı mirasın kendisinden mi, yoksa bu devletin ölen kişinin mirasçılarına
ödeyeceği tazminattan mı almam gerekir?
Cevap: Vekâlet ücretini ve yine bu işle
ilişkisi olan diğer masrafları, başka türlü anlaşma yapmamışsanız, olayı takip
etmeniz için sizi vekil edenler vermelidir.
Soru 717: Vekâlet sözleşmesinde, vekilin -günümüz-de yaygın olduğu üzere-
azlolunamayacağı kaydedilmiştir. Ancak bu şart, bir sözleşme metnine taraflarca
konulmuş bir şart olmayıp başlı başına müstakil bir vekâletnamedir. Acaba sırf
bu cümlenin yazılmış olmasıyla vekâlet caiz[31] olmaktan
çıkıp lâzım mı olur ve azletme hakkı düşer mi?
Cevap: Lâzım vekâlet, lâzım bir sözleşmede
şart-ı netice[32] olarak
şart koşulan vekâlettir ve vekâletin lâzım olması için sırf, "vekâlet
iptal edilemez" yazılmış olması etkili değildir ve bununla azil hakkı
ortadan kalkmaz.
Soru 718: Avukatlık için kanunî ruhsatı olmayan bir kişiyi mahkemede
hukukî veya cezaî bir dosyayı takip etmesi için vekil tutmak caiz midir?
Avukatlık ruhsatına sahip olan kişilerin vekâlet ücreti almaları için özel
kural ve şartları haiz olmaları dikkate alınırsa, acaba avukatlık belgesi
olmayan kişiler, mahkemelerde müvekkillerinin davalarını takip etmeleri
karşılığında ücret almaya hak kazanırlar mı?
Cevap: Vekâlet ve niyabet kabul eden
işlerde vekillik yapmanın özü itibariyle şer'an bir sakıncası yoktur.
Mahkemelerde dava takibi de bu tür işlerden olup ücret tayini tarafların
muvafakatine bağlıdır. Fakat resmî dairelere ve adlî mahkemelere müracaat etmeyi
gerektiren hukukî veya cezaî dosyaları takip etmek, kanunî açıdan resmî vekâlet
ruhsatını gerektirirse, bu ruhsata sahip ol-mayan birisinin vekil olması ve
böyle birini vekil etmek caiz değildir. Her halükârda, resmî ruhsatı olmayan
bir kimse başka birinin isteği üzerine onun ücret almayı gerektiren bir işini
yaparsa, müvekkil ona işinin emsalinin ücretini ödemelidir.
Soru 719: Bir vekilin bir konu veya bir davayı takip ederken veya bir işi
yaparken vakit ve çaba harcamasına, yolculuk masrafları ödemesine rağmen
teşebbüsleri bazen müvekkilin lehine sonuçlanmamaktadır. Bu ko-nuyla ilgili
olarak müvekkilin ödeme yapmasının ve ve-kilin onu vekâlet ücreti olarak
almasının hükmü nedir?
Cevap: Vekâletin sıhhati ve yaptığı iş
karşılığında vekilin kararlaştırılan ücrete veya işinin emsalinin ücretine hak
kazanması, müvekkilin beklediği ve umduğu
sonuca varılmasına bağlı değildir. Ancak vekâlet sözleşmesinde başta
başka türlü anlaşmış olmaları müstesna.
Soru 720: Adliyelerde yaygın olan yöntem, vekâlet sınırlarını
belirlemektir. Örneğin, "Şu adreste bulunan falan evin satımına vekil
kılınmıştır." diye yazılır ve başka hususlar da böylece belirlenir. Fakat
bazı el yazma vekâletlerde, "Falan adam vekâlet işleriyle ilgili bütün
işleri takip etmeye yetkilidir." tabiri geçmektedir. Bu nedenle bazı
işlerin vekâlet işleri alanına girip girmediği konusunda veya vekâletin bazı
tasarrufları kapsamına alıp almadığı konusunda vekille müvekkil arasında
anlaşmazlık çıkar. Bu konuda sorum şudur: Acaba vekâlet konusu ile ilgili
olarak vekilin yapacağı iş ve girişimler tayin edilmediği takdirde vekâlet
konusuyla ilgili her türlü tasarrufta bulunması caiz midir?
Cevap: Vekilin, vekil edildiği işlerde
vekâlet akdinin -söz veya durumdan anlaşılan karineler yardımıyla- sarih veya
zahirî olarak kapsadığı şeylerle yetinmesi gerekir. Elbette bu karine bazen bir
şeye vekil olmanın diğer bazı şeyleri gerektirmesine dair yaygın âdet de
olabilir. Özetle vekâlet birkaç biçimde olabilir: a) Vekâlet, iş ve taalluk
ettiği şey açısından özeldir. b) Her iki açıdan geneldir. c) Sadece birisi
açısından geneldir. d) İş ve tasarruf
açısından mutlaktır. "Sen evim konusunda ve-kilsin." demesi
gibi. e) Taalluk ettiği şey açısından mutlaktır.
"Sen mülkümün satışında vekilsin." demesi gibi. f) Her iki açıdan mutlaktır.
"Sen malımla ilgili tasarruflarda vekilsin." demesi gibi. Bu
durumlardan her birinde vekil sözleşmesinin kapsamına giren özel, genel veya
mutlak tasarruflarla yetinmeli ve bu sınırı aşmamalıdır.
Soru 721: Bir kimse sahip olduğu bir arsasını ve bazı binalarını satıp
parasıyla küçük oğluna bir daire satın alması ve evi onun adına geçirmesi için
karısına vekâlet verir. Fakat karısı bu vekâleti kötüye kullanarak daireyi
kendi adına geçirir; acaba karısının yaptığı bu iş şer'an sahih midir? Daire,
müvekkilin malının satımından elde edilen parayla satın alındığına göre, acaba
bu adamın ölümünden sonra daire onun sadece küçük oğluna mı, yoksa bütün
mirasçılarına mı aittir?
Cevap: Kocasının vekili olarak arsayı ve
bazı binaları satması sahih ve geçerlidir. Fakat daireyi sırf kendi adına
geçirmesi şer'an bir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla eğer vekâlete uygun olarak müvekkilinin hayatında, mü-vekkilinin
parasıyla daireyi onun küçük oğlu için satın almışsa, bu muamele sahih ve
geçerlidir ve daire sadece küçük oğluna aittir. Ancak, daireyi müvekkilinin
hayatında kendisi için veya müvekkilinin ölümünden sonra onun küçük oğlu için
satın alırsa, bu satın alma fuzulî olup sıhhati izne bağlıdır; eğer mirasçılar
izin verirlerse, her birinin mirastan payı oranınca muamele onlara ait olur.
Soru 722: Bir kimse bazı kişiler tarafından oruç ve namaz kaza etmesi için
birilerini ücretle tutması için vekil olarak atanır, yani kazaları yerine
getirecek kişilere vermesi için sahiplerinden bir miktar para alır. Fakat o,
emanete hıyanet eder ve bu iş için kimseyi ücretle tutmaz. Pişman olarak
bu sorumluluktan kurtulmak isteyen bu şahsın, şimdi bu amelleri yerine
getirmesi için bazılarını ücretle tutması mı, yoksa bugünkü değerleriyle bu
amellerin ücretini mal sahiplerine geri vermesi mi gerekiyor; yoksa sadece
aldığı malları mı ödemekle yükümlüdür? Namaz ve orucu kaza etmeyi ücretli
olarak vekilin kendisi üstlenirse ve de ameli yerine getirmeden ölürse hüküm
nedir?
Cevap: Birilerini ücretle tutmak için vekil
olan bu şahıs eğer namaz ve oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmadan
vekâlet süresi biterse, bu durumda sadece bu iş için aldığı malı tazmin etmekle
yükümlüdür. Aksi durumda (vekâlet süresi bitmemişse), aldığı parayla namaz ve
oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmak veya vekâleti feshedip malı
sahibine teslim etmek arasında muhayyerdir. Paranın değerinin farkı konusunda
birbirleriyle ihtiyat gereği sulh etmeleri daha uygundur. Fakat namaz ve orucu
kaza etmesi için ücretle tutulan kişi eğer ameli kendisi şahsen yerine getirmekle
yükümlüyse, bu durumda onun ölümüyle ücretlilik sözleşmesi fesholur ve almış
olduğu para bıraktığı mallardan ödenmelidir; aksi durumda (eğer ameli şahsen
yerine getirmesi için ücretle tutulmamışsa), o amelin yerine getirilmesi konusunda sorumludur. Bu durumda eğer
mirası varsa, mirasçılarına ameli yerine getirmesi için onun mirasından birini
ücretle tutmaları farzdır ve eğer mirası yoksa, bu konuda mirasçılarına bir
sorumluluk düşmez.
Soru 723: Bazı şirketlerin, mahkemelerde dosya ve davaları takip etmeleri
için tuttukları avukatları vardır. Bu avukatların, şirketin hiçbir haklılık
temeli olmayan bir davası konusunda şirketi savunmaları caiz midir? Eğer avukat
batıl bildiği bir davada şirketi savunursa ve hatta mahkeme davalının (karşı
tarafın) çıkarına hüküm verirse, acaba yine avukatın üzerine bu savunmadan
dolayı bir sorumluluk gelir mi? Ve acaba avukatın kendisine göre batıl
olan bir şeyi savunması karşısında aldığı ücret haram mıdır?
Cevap: Batılı savunmak ve onun hak olduğunu
ispatlamaya çalışmak caiz değildir ve mahkeme tarafından davalının lehine hüküm
verilmiş olması, işin haram oluşunu değiştirmez. Batıl ve haram bir savunma
karşılığında alınan ücret de haram kazançtır.
Soru 724: Bir kimse birine vekil olur ve işe başlamadan önce ücretini almayı
şart koşar. Bu durumda vekil eğer hiçbir işlem yapmazsa, aldığı ücret şer'an
helâl olur mu?
Cevap: Vekâlet sözleşmesi tamamlandıktan
sonra vekil vekâlet için belirlenen ücrete sahip olur; dolayısıyla vekil
edildiği işi yerine getirmeden önce de vekâlet ücretini isteyebilir. Fakat
vakti bitinceye kadar veya vekâlet süresi sona erinceye kadar vekil edildiği
işi yerine getirmezse, vekâlet fesholur; bu durumda aldığı ücreti müvekkiline
iade etmesi şarttır.
HAVALE[33]
Soru 725: Bir arsayı belli bir meblağa satın alan kimse, satın aldığı
arsanın değeri miktarınca üçüncü bir kişiden alacaklıdır. Dolayısıyla arsanın
parasını, kendisine borçlu olan kişiden alması için satıcıyı ona havale eder.
Fakat müşteriye borçlu olan ve kendisine havale edilen üçüncü kişi, müşterinin
haberi olmaksızın satıcıya arsanın parasını ödeyerek onu kendisi için satın
alır. Şimdi bu durumda satıcının parasının üçüncü kişiye havale edilmesine razı
olduğu birinci satış mı sahihtir, yoksa ikinci satış mı ?
Cevap: İkinci satış fuzulîdir ve sıhhati
birinci müşterinin iznine bağlıdır; ancak ikinci satış birinci satışın meşru
şekilde feshedilmesinden sonra yapılırsa sahih olur.
Soru 726: Bir hayır ve yardım komitesi tarafından, sadaka ve hediyeleri
toplayarak müstahak olan fakirlere ulaştırmak için evlere, yollara, şehir ve
köylerdeki umu-mî yerlere sandıklar yerleştirilmiştir. Acaba yardım fonunun,
kendi çalışanlarına aylık maaş ve primlere ilâveten bu sandıklarda toplanan
paranın belli bir yüzdesini ödül olarak vermesi caiz midir? Ve acaba bu
mallardan bir bölümünü fonda çalışmayan, ama bu paraların toplanmasına yardım
eden kişilere vermek caiz midir?
Cevap: Mezkur yardım fonunda çalışanlara
aylıklarına ilâveten, sadaka sandıklarındaki malların bir bölümünü ödül olarak
vermek sakıncalıdır; hatta mal sahiplerinin buna razı oldukları kesin olarak
bilinmezse, bu iş caiz olmaz. Ancak sadakaları toplayıp müstahaklara ulaştırmak
için yardım fonuna yardım edenlere işlerinin emsalinin ücreti olarak bir miktar
para vermenin sakıncası yoktur; özellikle görünüşte mal sahiplerinin buna razı
oldukları anlaşılırsa.
Soru 727: Kapı kapı dolaşan veya caddelerde oturan dilencilere sadaka
vermek caiz midir; yoksa yetimlere, miskinlere vermek veya sadaka sandıklarına
atarak yardım fonunun yetkisine bırakmak daha mı iyidir?
Cevap: Müstehap sadakaları, iffetli ve
dindar fakire vermek daha iyi olmasına rağmen insan istediği herkese verebilir.
Nitekim sadaka sandıklarına atmakla da olsa yardım komitesinin yetkisine vermenin de sakıncası yok-tur. Fakat
farz sadakaları şahsen veya bir vekil aracılığıyla müstahak fakire vermek
gerekir. Yardım fonu sorumlularının onları toplayarak müstahak fakirlere
verecekleri bilinirse, sadaka sandıklarına atmanın sakıncası yoktur.
728: Başkalarına el açan, dilenmekle geçinen ve İslâm toplumunun görünümünü
çirkinleştiren dilencilere karşı yükümlülüğümüz nedir? Devlet bu dilencileri
umumî yerlerden toplamasına rağmen yine de onlara yardım etmemiz caiz midir?
Cevap: Sadakaları, iffetli ve dindar
fakirlere ulaştır-maya çalışın.
Soru 729: Ben cami müstahdemiyim. Ramazan ayında caminin işi çok
olduğundan bazı hayırsever kişiler yardım olarak bana bir miktar para
vermekteler; acaba bu paraları almam caiz midir?
Cevap: İyiliksever kişilerin size
verdikleri şeyler, onlar tarafından size yapılan bir ihsandır; dolayısıyla
onları almak sizin için helâldir; bunları onlardan kabul etmenin sakıncası yoktur.
Soru 730: Bir fabrika bütün araç-gereçleri, ham maddeleri ve bazı
kişilerce fabrikaya emanet bırakılan eşya-lar ile birlikte yanmıştır. Acaba bu
eşyaların tazmin et-me sorumluluğu fabrika sahibine mi, yoksa orayı
işle-ten, idare eden kişiye mi aittir?
Cevap: Eğer yangını belli bir kişi
çıkarmamışsa ve fabrikada emanet bırakılan eşyaları korumada kusur da
edilmemişse, bu durumda hiç kimse eşyaları tazmin etmekle yükümlü değildir.
Soru 731: Bir kimse, öldükten sonra büyük oğluna vermesi için
vasiyetnamesini birinin yanına emanet bırakır. Ancak ölümünden sonra bu kişi
vasiyetnameyi o-nun büyük oğluna vermekten kaçınır; acaba bu emanete hıyanet
sayılır mı?
Cevap: Emaneti emanet bırakanın belirttiği
kişiye teslim etmekten kaçınmak, bir çeşit hıyanet sayılır.
Soru 732: Askerlik hizmeti döneminde, şahsen kullanmak için ordudan teslim
aldığım bazı malzemeleri askerlik görevim bittikten sonra geri vermedim; şimdi
bu konuda ne yapmam gerekir? Acaba bu eşyaların değeri miktarınca parayı merkez
bankasının umumî haznesine iade etmem yeterli midir?
Cevap: Ordudan almış olduğunuz eşyaları
ariyet (ödünç) olarak aldıysanız ve hâlâ onlar olduğu gibi yanınızda mevcutsa,
onların aynını hizmet birliğinize iade etmeniz gerekir. Eğer iade etmeyi
geciktirme sebebiyle de olsa onları korumada kusur etmenizden dolayı zayi
olmuşsa, onların emsalini veya kıymetini orduya iade etmeniz gerekir. Ancak bu
eşyalar size emanet olarak verilmemişse, onlarla ilgili olarak herhangi bir
sorumluluğunuz yoktur.
Soru 733: Başka bir şehre götürmesi için emin bir kişiye verilen bir
miktar para yolda çalınır; acaba bu kişi bu parayı tazmin etmekle yükümlü
müdür?
Cevap: Emin kimsenin, o parayı korumada
ifrat veya tefrit (kusur) ettiği ispatlanmadığı taktirde tazmin et-mesi
gerekmez.
Soru 734: Caminin tamir ve onarımında harcamak ve demir vs. gibi caminin
yapımında gerekli olan malzemeleri satın almak için cami derneğinin, yapılan
bağışlardan bana vermiş olduğu bir miktar para yolda diğer şahsî eşyalarımla
birlikte kayboldu; bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Eğer emaneti korumada ifrat veya
tefrit etmediyseniz, zararı tazmin etmekle yükümlü değilsiniz.
Soru 735: Bazı şehitler miraslarının üçte birinin İslâm cephelerinin
desteklenmesi için harcanmasını vasiyet etmişlerdir; şimdi (savaş bittiği için)
vasiyetin öngördüğü şart ortadan kalktığı dikkate alındığında bu gibi
vasiyetlerin hükmü nedir ?
Cevap: Vasiyeti yerine getirmeye imkân
bulunmadığı durumda vasiyet edilen mal, mirasçılarının mirası olur. Fakat onu
mirasçıların izniyle hayır işlerde harcamak ihtiyata daha uygundur.
Soru 736: Kardeşim malının üçte birini belli bir şehirdeki savaş
muhacirlerine verilmesini vasiyet etmiştir; fakat şimdi bu şehirde hiçbir savaş
muhaciri kalmamıştır; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Vasiyet eden kişinin onu bu şehirde
bilfiil bulunan savaş muhacirlerine (göçmenlerine) tahsis ettiği bilinirse,
artık savaş göçmeni bulunmadığı için vasiyet ettiği mal mirasçılarına kalır.
Aksi durumda vasiyet edilen mal şimdi kendi şehirlerine veya başka bir yere
göçmüş olsalar bile eskiden o şehirde bulunan savaş muhacirlerine verilmelidir.
Soru 737: Bir kimsenin ölümünden sonra malının yarısının kendisine yas
meclisleri düzenlemede harcanmasını vasiyet etmesi caiz midir, yoksa İslâm dini
bu konuda belli bir sınır belirlediği için bu miktarı belirlemesi caiz
değildir?
Cevap: Malının kendi yas meclislerinde
harcanmasını vasiyet etmesinin sakıncası yoktur ve bunun şer'an belli bir
sınırı da yoktur; fakat ölen kişinin vasiyeti mirasının tamamının sadece üçte
birinde geçerlidir; üçte birden fazlasında ise mirasçıların iznine bağlıdır.
Soru 738: Vasiyet etmek farz mıdır ? Yani insan vasiyet etmezse günah
işlemiş olur mu?
Cevap: Eğer yanında başkalarının vedia ve
emanetleri bulunuyorsa veya üzerinde kul hakkı veya Allah hakkı varsa ve
hayattayken onları yerine getirme imkânı bulamamışsa, bu durumda bunlar
hakkında vasiyet etmesi farzdır, aksi durumda vasiyet farz değildir.
Soru 739: Bir kimse mallarının üçte birinden az bir kısmını karısına
vasiyet eder ve büyük oğlunu kendisine vasi kılar; fakat diğer mirasçılar bu
vasiyete itiraz ederlerse, bu durumda vasinin yükümlülüğü nedir?
Cevap: Vasiyet edilen mal mirasın üçte biri
kadar veya bundan daha azsa, mirasçıların itiraz etmeleri yersizdir ve hatta
vasiyete uygun davranmaları farzdır.
Soru 740: Mirasçılar kesin olarak vasiyeti inkâr ederlerse hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetin varlığını iddia eden
kişinin onu şer'î bir yolla ispatlaması gerekir. Eğer şer'î bir yolla
ispatlanırsa, mirasın üçte biri kadar veya daha az olduğu durumda vasiyete
uygun hareket etmek farzdır; bu durumda mirasçıların inkâr ve itirazlarının
hiçbir etkisi yoktur.
Soru 741: Bir kimse, aralarında erkek çocuklarından biri de bulunan birkaç
güvenilir kişinin huzurunda üzerindeki humus, zekât ve kefaret gibi şer'î
hakların ve oruç, namaz ve hac gibi bedenî farizaların eda edilmesi yönünde
harcanması için emlâkinden bazılarının mirastan istisna tutulmasını vasiyet
eder; fakat bazı mirasçıları bunu kabul etmeyerek mirasın tümünün mirasçılar
arasında bölüştürülmesini isterler; bu durumda hüküm nedir?
Cevap: Vasiyet şer'î delillerle veya
mirasçıların ikrarıyla ispatlandıktan sonra, vasiyet edilen mal mirasın üçte
birinden fazla olmadığı takdirde mirasçılar onun bölüştürülmesini isteyemezler.
Onların, meyyitin vasiyetine uyarak mirasını vasiyet ettiği malî haklarda ve
bedenî farzlarda harcamaları farzdır; hatta şer'î delillerle veya mirasçıların
ikrarıyla meyyitin halktan bazılarına borcu olduğu veya Allah Tealâ'ya humus,
zekât ve kefaretler gibi malî borçları yahut hac gibi malî ve bedenî borcu
olduğu ispatlanırsa, ölen kişi vasiyet etmese bile onun bütün borçlarını
mirasından çıkarmaları farzdır ve ancak bundan sonra geri kalan mal varlığı
mirasçılar arasında bölüştürülür.
Soru 742: Bir miktar ziraî arazisi olan bir kişi onun caminin tamirinde harcanmasını vasiyet etmiş,
fakat mi-rasçıları onu satmışlar; acaba bu durumda meyyitin vasiyeti
geçerli midir? Ve acaba mirasçıların mezkur mülkü satmaya hakları var mıdır?
Cevap: Eğer vasiyette arazinin satılarak caminin
ta-mirinde kullanılması istenmişse ve onun değeri de kişinin mirasının üçte
birinden fazla olmazsa, vasiyet geçerlidir
ve yerin satılmasının sakıncası yoktur. Ancak vasi-yet eden kişinin
maksadı, arazinin gelirlerinin caminin tamirinde harcanması ise, bu durumda
mirasçıların onu satmaya hakları yoktur.
Soru 743: Bir kimse
arsalarından birinin kendisi için namaz kılınması, oruç tutulması ve hayır
işlerde harcanması gibi alanlarda kullanılmasını vasiyet etmişse, bu arsayı
satmak caiz midir, yoksa bu arsa vakıf mı sayılır?
Cevap: Karine ve belirtilerden arsanın
gelirinin ken-disi için harcanması amacıyla aynen kalmasını istediği
anlaşılmıyorsa ve sadece arsanın kendisi için harcanmasını vasiyet etmişse, bu
durumda bu vasiyet vakıf hükmünde değildir. Dolayısıyla eğer arsa mirasın üçte
birinden fazla değilse parasını onun lehine harcamak için arsayı satmanın
sakıncası yoktur.
Soru 744: Kişinin ölümünden sonra kendi hayrına harcanması için mal
varlığının üçte biri kadar bir miktarı ayırarak başka birinin yanında emanet
bırakması caiz midir?
Cevap: Öldüğü zaman ayırdığı malın iki katı
kadar miktarı mirasçılara kalması şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 745: Bir kimse babasına, zimmetinde olan birkaç ay oruç ve namazın
kazasını ücret karşılığında birine eda ettirmesini vasiyet etmiştir. Bu kişi
şimdi kayıptır. Bu durumda babasının onun namaz ve oruçlarını ücretle birine
kaza ettirmesi farz mıdır?
Cevap: Şer'î delillerle veya vasinin
bilgisiyle vasiyet eden kişinin öldüğü ispatlanmadıkça, onun namaz ve
oruçlarını kaza etmesi için, birini ücretle tutmak sahih değildir.
Soru 746: Babam arsasının üçte birini cami yapılması için vasiyet
etmiştir. Bu arsanın yakınında iki caminin bulunduğu ve mahallenin okul
yapımına acil ihtiyacı olduğu dikkate alındığında, acaba cami yerine orada okul
yapmamız caiz midir?
Cevap: Cami yerine okul yaparak vasiyeti
değiştirmek caiz değildir; fakat ölen kişinin maksadı, bizzat o arsanın
üzerinde cami inşa edilmesi değilse, bu durumda onu satarak parasını cami
ihtiyacı olan başka bir yerde cami yapımı için kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 747: Bir kimsenin, ölümünden sonra cesedinin eğitim ve öğretim
amacıyla kadavra olarak kullanılması için tıp fakültesi öğrencilerinin
yetkisine bırakılmasını vasiyet etmesi caiz midir? Yoksa bu iş Müslüman ölünün
cesedinin müsle[34] edilmesine
neden olduğu için haram mıdır?
Cevap: Müsle ve
benzeri işlerin haram olduğunu vur-gulayan delillerin, başka konularla ilgili
olduğu ve mey-yitin cesedinin cerrahisindeki önemli maslahatın bulunduğunu
içeren sorudaki konuyu kapsamadığı sanılmaktadır. Bu gibi meselelerde, kesin bir ilke
olarak dikkate alın-ması gereken Müslüman meyyitin cesedine saygı gösteril-mesi
şartıyla görünüşte otopsi yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 748: Öldükten sonra cesedinin bazı organlarının bir hastaneye veya
başka bir şahsa verilmesini vasiyet eden kimsenin böyle bir vasiyeti sahih
midir ve uygulanması farz mıdır?
Cevap: Cesetten ayrılması o kişiye
saygısızlık sayılmayacak organlar hususunda böyle bir vasiyetin sahih ve
geçerli olması uzak bir ihtimal değildir; böyle bir durumda vasiyeti
uygulamanın sakıncası yoktur.
Soru 749: Vasiyet eden kişi henüz hayattayken mirasçıları onun mirasının
üçte birinden fazlasına vasiyet etmesine izin verdiklerinde acaba bu, vasiyetin
geçerliliği için yeterli midir? Eğer yeterliyse acaba vasiyet eden kişinin
ölümünden sonra mirasçıların bundan vazgeçmeleri caiz midir?
Cevap: Mirasın üçte birinden fazlasında
vasiyetin sahih ve geçerli olması için vasiyet eden kişi hayattayken
mirasçıların izin vermeleri yeterlidir ve vasiyet eden kişinin ölümünden sonra
mirasçılar bundan vazgeçemezler; eğer vazgeçerlerse etkisi yoktur.
Soru 750: Hiçbir mirası olmayan veya mirası sadece bir ev ve o evdeki
eşyalar olan ve bunlar da satıldığında küçük çocukları sıkıntıya düşecek olan
aziz şehitlerden biri, zimmetindeki oruç ve namazların kaza edilmesini vasiyet
etmiştir; bu vasiyet konusunda mirasçıların üzerine düşen nedir?
Cevap: Eğer o aziz şehidin mirası yoksa, bu
durumda vasiyetin yerine getirilmesi farz değildir; fakat büyük oğluna bulûğ
çağına erdikten sonra babasının kazaya kalan oruç ve namazlarını kaza etmesi
farzdır. Ancak geriye mal bırakmışsa, onun üçte birini şehidin vasiyetinde
harcamak farzdır. Sırf mirasçıların ihtiyaç duymaları ve küçük olmaları,
vasiyeti ihmal ve terk etmek için şer'î bir mazeret değildir.
Soru 751: Mal konusunda yapılan vasiyetin sıhhat ve geçerliliğinde,
vasiyet anında lehine vasiyet edilen kişinin varlığı şart mıdır?
Cevap: Birine bir malı
temlik etmekle ilgili vasiyetin sıhhatinde, vasiyet anında annesinin rahminde
bebek ve hatta henüz ruhun üflenmediği cenin bile olsa vasiyet edilen kişinin
varlığı şarttır; fakat vasiyet edilen kimse annesinin rahmindeyse canlı olarak
dünyaya gelmesi şarttır.
Soru 752: Vasiyet eden kişi yazılı vasiyetinde, vasiyetini yerine
getirmesi için vasi atamasına ilâveten başka birini de denetleyici olarak tayin
etmiştir. Fakat denetleyicinin yetkilerine değinmemiştir; yani vasinin vasiyete
aykırı hareket etmemesi amacıyla sadece onun işlerinden haberdar olması için
bir gözetici olsun diye mi, yoksa denetleyiciyi vasiyet edenin işlerinde görüş
yürütmesi için mi tayin ettiğini açıklamamıştır; bu durumda bu denetleyicinin
yetkileri nelerdir?
Cevap: Vasiyet mutlak
olduğu durumda vasinin, ken-di işlerinde denetleyiciye danışması farz değildir; ancak ona danışması
müstehap ihtiyata daha uygundur. Böyle bir durumda denetleyici, vasinin
işlerinden haberdar ol-mak için sadece onu gözetmelidir.
Soru 753: Bir kişi büyük oğlunu vasi ve beni de ona denetleyici tayin
ettikten sonra vefat etti. Ardından mey-yitin vasisi olan oğlu da bir süre
sonra öldü ve hâlihazırda ben onun vasiyetini uygulamak konusunda tek sorumluyum.
Fakat şimdi, sahip olduğum özel durumdan dolayı vasiyet edilen şeyleri yerine
getirmekte zorlanıyorum; acaba bu durumda mirasın üçte birinden elde edilen
geliri hayır işlerde ve bakıma muhtaç olan yoksullara harcaması için sağlık
kurumuna vererek vasiyet konusunu değiştirebilir miyim?
Cevap: Denetleyici, vasinin ölümünden sonra
bile meyyitin vasiyetlerini uygulamada müstakil olarak hareket edemez; ancak
meyyit, vasinin ölümünden sonra onu vasi kılmışsa başka. Dolayısıyla eğer
meyyit vasinin ölümünden sonra onu vasi tayin etmemişse, meyyitin vasisinin
yerine başka birini tayin etmesi için şer'î hâkime müracaat etmelidir.
Kısacası, meyyitin vasiyetinin sınırını aşmak ve onu değiştirmek caiz değildir.
Soru 754: Bir kimse malının bir bölümünün Necef-i Eşref şehrinde Kur'ân
tilâveti için harcanmasını vasiyet eder veya bir malını bu iş için vakfederse,
vasi veya vakıf sorumlusunun Kur'ân okuması için ücretli tutulması
amacıyla malı oraya göndermesi mümkün olmazsa, bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Eğer Necef-i Eşref'te Kur'ân
okunması için hatta gelecekte parayı oraya gönderme imkânı varsa, vasiyete
uyulması farzdır.
Soru 755: Annem ölmeden önce, altın takısının perşembe akşamları hayır
işlerde harcanmasını bana vasiyet etti ve ben de şimdiye kadar öyle yaptım.
Fakat şim-di büyük ihtimalle, sakinleri Müslüman olmayan yabancı bir ülkeye
gideceğim; bu durumda ne yapmam gerekir?
Cevap: Annenizin, Müslüman ve gayrimüslim
bütün insanlara harcanmasını kastettiği anlaşılmadığı takdirde Müslümanlara
harcanması için İslâm beldesinde emin bir kişinin yanında bırakmakla da olsa, o
malı sadece Müslümanların hayır işlerinde harcamak gerekir.
Soru 756: Bir kimse arsalarından bir bölümünün satılarak parasının
[Ehlibeyt'in] matem merasimlerinde ve hayır işlerde harcanmasını vasiyet eder;
fakat bu arsa mirasçılardan başkasına satılırsa ileride onları sıkıntıya
düşürecektir. Çünkü bu arsayla diğer arsaları birbirinden ayırmak
birçok sorunlara yol açmaktadır. Bu durumda mirasçıların, vasi ve
denetleyicinin denetiminde her yıl vasiyet konusunda harcanması için belli bir
meblağ vermek suretiyle bu arsayı taksitle kendilerine almaları caiz midir?
Cevap: Mirasçıların bu arsayı kendilerine
satın almalarının bir sakıncası yoktur. Fakat arsayı taksitle ken-dilerine
satın almak isterler ve vasiyet eden kişinin, arsanın nakit olarak satılıp
parasının birinci yılda vasiyet konusunda harcanmasını istediği kesin olarak
bilinmez-se, vasi ve denetleyicinin uygun görmesi ve taksitlerin vasiyetin
ihmal edilmemesi ve uygulanmasına engel ol-maması şartıyla arsanın adilane bir
fiyatla taksitle mirasçılara satılmasının bir sakıncası yoktur.
Soru 757: Bir kimse ölümle sonuçlanan hastalığı sırasında, iki kişiye vasi
ve vasinin naibi unvanıyla vasiyet eder. Daha sonra görüşünü değiştirerek
vasiyeti iptal edip bunu vasiye ve vasinin naibine bildirir. Sonra başka bir
vasiyetname yazarak orada hazır olmayan akrabalarından birini vasi tayin eder;
acaba bu durumda vazgeçilip değiştirilen birinci vasiyet hâlâ geçerli midir?
Eğer ikinci vasiyet sahih ve orada bulunmayan kişi vasi ise, vasilikten alınan
birinci vasi ve naibi, vasiyet eden kişinin geçersiz kıldığı vasiyete dayanarak
vasiyeti uygulamaya kalkışırlarsa,
onların yaptıkları tasarruflar hak-sız tasarruflar olup, meyyitin
malından harcadıkları şeyleri ikinci vasiye iade etmeleri farz mıdır?
Cevap: Bu kimse
hayattayken birinci vasiyetten vaz-geçip birinci vasiyi azletmişse, azledilen vasi azledildiğini bildiği hâlde
bu vasiyeti yerine getiremez. Bu durumda vasiyet eden kişinin mallarında
yaptığı tasarruflar fuzulî olup sıhhati vasinin iznine bağlıdır. Eğer vasi izin
vermezse, azledilen vasi harcanan malları karşılamakla yükümlüdür.
Soru 758: Bir kimse emlâkinden birinin çocuklarından birine verilmesini
vasiyet eder; ama iki yıl geçtikten sonra vasiyetini tamamen değiştirir; acaba
bu adamın önceki vasiyetten vazgeçip başka bir vasiyet yapması şer'an sahih
midir? Bu adam hastalanır, bakım ve hizmete ihtiyaç duyarsa, acaba onun bakımı
ve ona hizmet etmek sadece vasi olarak belirttiği büyük oğluna mı farzdır, yoksa
bundan bütün çocukları eşit olarak mı sorumludur?
Cevap: Vasiyet eden kişi hayattayken aklî
dengesi yerinde olduğu sürece vasiyetini değiştirmesinin şer'an sakıncası
yoktur; şer'an muteber ve sahih olan vasiyet de son vasiyettir. Hastanın
bakımına gelince, eğer malından kendisine bir hasta bakıcısı istihdam edecek
güçte değilse, onun bakımı sadece vasinin değil, bakmaya gücü yeten bütün
çocuklarının eşit görevidir.
Soru 759: Bir baba mallarının üçte birinin kendisi için harcanmasını
vasiyet ederek beni de kendisine vasi tayin etti. Miras bölüştürüldükten sonra
üçte biri ayrıldı. Acaba o kişinin vasiyetlerini yerine getirmek için malının
üçte birinden bir bölümünü satabilir miyim?
Cevap: Eğer mallarının üçte birinin
vasiyetlerinde harcanmasını vasiyet etmişse, mirastan ayırdıktan sonra satıp vasiyetnamede kaydedilen yerlerde harcamanın
sa-kıncası yoktur. Fakat mirasının üçte birinin gelirinin vasiyet ettiği
yerlerde harcanmasını vasiyet etmişse, vasiyet edilen konularda harcamak için
bile olsa mallarının üçte birini satmak caiz değildir.
Soru 760: Bir kimse kendisi için bir vasi ve bir de denetleyici tayin
eder, fakat bunların vazife ve yetkilerini belirtmez ve mallarının üçte birine
ve kullanılacağı yerlere de değinmezse, bu durumda vasinin sorumluluğu nedir?
Acaba vasinin, vasiyet eden kişinin mirasından üçte birini ayırıp hayır işlerde
harcaması caiz midir? Aynı şekilde acaba sırf vasiyet ve vasi tayin etmek,
vasiyet edenin kendi malının üçte birine hak kazanması için yeterli midir ve
böylece vasinin onun geriye bıraktığı mal varlığından üçte birini çıkararak
onun için harcaması gerektiği söylenebilir mi?
Cevap: Karine ve
şahitlerden veya o bölgenin kendine has örfünden vasiyet eden kişinin
vasiyetten ve vasi tayin etmekten maksadının ne olduğu anlaşılırsa, bu durumda
vasinin, vasiyet eden kişinin maksadını ve vasiyetini teşhis etmek için bu
yolla anlaşılan şeye uy-ması farzdır; aksi durumda müphem olması ve taalluk
ettiği şeyin kaydedilmemesinden dolayı vasiyet batıl ve boştur.
Soru 761: Bir kimse şöyle vasiyet etmiştir: "Dikili olan ve dikili
olmayan kumaşların hepsi ve ötekiler eşime aittir." Acaba
"ötekiler"den maksat bütün taşınır malları mıdır, yoksa maksat sadece
kumaş ve elbiseden daha az olan ayakkabı gibi şeyler midir?
Cevap: Vasiyet belgesindeki "ötekiler"
kelimesinden maksadın ne olduğu bilinmedikçe ve vasiyet belgesi dışında da vasiyet eden kişinin bu kelimeden
maksadının ne olduğu anlaşılmadıkça, vasiyetnamenin bu cümlesi müphem ve
anlaşılmaz olduğu için uygulanamaz. Soruda değinilen ihtimallerin birine
uyarlanması ise, mirasçıların rıza ve muvafakatine bağlıdır.
Soru 762: Bir kadın, mirasının üçte biriyle kendisi için sekiz yıl kaza
namazı kılınmasını ve geri kalanının ise redd-i mezalim (yapmış olduğu
haksızlıkların bedeli), humus ve hayır işlerde kullanılmasını vasiyet etmiştir.
Bu vasiyetin kutsal savunma (savaş) dönemine rastladığını ve cephelere yardım
etmenin daha zarurî olduğu ve vasinin, onun bir tek kaza namazının bile
olmadığını kesin olarak bilmesine rağmen onun için ücretle iki yıl kaza namazı
kıldırdığı ve malının vasiyet ettiği üçte birinden bir miktarını cepheye
bağışlayıp, geri kalanı ise redd-i mezalim için harcadığı dikkate alınırsa,
acaba bundan dolayı vasinin bir sorumluluğu var mıdır?
Cevap: Meyyitin vasiyet ettiği şekilde vasiyete
uymak farzdır ve bazı konularda olsa bile vasinin vasiyeti ihmal etmesi caiz
değildir. Dolayısıyla vasi malın bir bölümünü bile vasiyetin konusu dışında
harcarsa, kendi malından meyyit adına tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 763: Bir kimse, ölümünden sonra vasiyetnamesinde yazdıklarına uygun
hareket etmeleri için iki kişiyi vasi tayin eder ve vasiyetnamenin üçüncü
maddesinde bütün menkul, gayrimenkul, nakit para ve halktan alacakları dahil
geriye bıraktığı bütün mal varlığının bir araya toplanmasını, borçları
ödendikten sonra bıraktığı malın tümünden üçte birinin çıkarılarak
vasiyetnamedeki 4, 5 ve 6. maddelere göre harcanmasını ve on yedi yıl sonra
üçte birden fazla kalanının mirasçılarından fakir olanlara harcanmasını
belirtir. Ancak vasiler, vasiyet eden kişinin ölümünden bu sürenin bitimine
kadar üçte biri ayırma işlemini
tamamlayamamışlardır; vasiyet mad-delerini uygulamaya da imkânları
yoktur. Bu durumda mirasçılar da belirtilen süre bittikten sonra vasiyetin
batıl olduğunu ve vasilerin vasiyet eden kişinin mallarına karışamayacaklarını
iddia etmekteler; bu konuda hüküm nedir? Vasilerin sorumlulukları nedir?
Cevap: Vasiyet ve
vasinin vasiliği, vasiyetin uygulanmasının gecikmesiyle batıl olmaz; süresi
uzasa bile vasilerin vasiyeti yerine getirmeleri farzdır. Eğer vasilerin
vasilikleri geçen belli bir zamanla sınırlı değilse, mirasçılar vasiyetin
uygulanmasında onlara engel olamazlar.
Soru 764: Meyyitin bıraktığı malın, mirasçıları arasında bölüştürülüp her
birinin adına tapu ve mülkiyet belgesi
çıkarıldıktan altı yıl sonra mirasçılardan biri, mey-yitin hayattayken,
sözlü olarak kendisine evin bir bölümünün oğullarından birine verilmesini
vasiyet ettiğini iddia eder ve bazı kadınlar da buna tanıklık ederler, acaba bu
kadar zamandan sonra onun bu iddiası kabul edilir mi?
Cevap: Mirasın bölüştürülmesi konusunda
zaman aşımı ve kanunî işlemlerin tamamlanması, şer'î bir delille ispatlanan
vasiyetin kabul edilmesine engel teşkil etmez. Dolayısıyla eğer vasiyet
iddiasında bulunan kişinin davası şer'î bir yolla ispatlanırsa, herkesin ona
uyması farzdır; aksi durumda, onun vasiyet konusundaki iddiasını ikrar eden
herkesin o vasiyetin içeriğine bağlı olması ve mirastan payına düşen miktarda
ona uygun davranması gerekir.
Soru 765: Birisi iki kişiye arazilerinden bir parçasını satıp parasıyla
kendisine niyabeten hacca gitmeleri için vasiyet eder; onlardan birini
kendisine vasi ve diğerini de vasiye denetleyici tayin eder. Daha sonra üçüncü
bir kişi çıkarak vasi ve denetleyiciden izin almadan meyyite niyabeten hac yaptığını
iddia eder. Şimdi vasi de ölmüştür ve sadece denetleyici yaşıyor; acaba bu
durumda denetleyicinin arsanın parasıyla meyyite niyabeten ikinci kez hac
farizasını yerine getirmesi farz mıdır? Yoksa satılan arazinin parasını ücret
olarak meyyite niyabeten hac yaptığını iddia eden kişiye mi vermelidir? Yoksa
bu konuda herhangi bir sorumluluğu yok mudur?
Cevap: Eğer meyyitin üzerine hac farz
olmuşsa ve vasiyetinde naibin kendisi adına hac yapmasıyla bunun üzerinden
düşmesini istemişse, bu durumda üçüncü kişinin meyyite niyabeten yapmış olduğu
hac yeterlidir; fakat naip (üçüncü kişi) bunun için hiç kimseden ücret
isteyemez; aksi durumda (eğer üçüncü kişi ona niyabe-ten hac yapmamışsa)
denetleyici ve vasi meyyitin arazisinin parasından onun için hac yaparak vasiyeti
yerine getirmelidirler ve eğer vasi vasiyeti yerine getirmeden ölmüşse, bu
durumda vasiyetin yerine getirilmesi için denetleyicinin şer'î hâkime müracaat
etmesi farzdır.
Soru 766: Mirasçılar,
meyyitin namaz ve oruçlarının kazasının yaptırılması amacıyla belli bir meblağ
vermesi için vasiyi [kendi belirledikleri miktarı vermeye] zorlayabilirler mi?
Bu konuda vasinin yapması gereken nedir?
Cevap: Meyyitin vasiyetlerini yerine
getirmek vasinin sorumluluklarındandır; dolayısıyla meyyitin vasiyetlerini uygun
gördüğü şekilde yerine getirmesi gerekir ve mirasçıların buna müdahale etmeye
hakkı yoktur.
Soru 767: Vasiyet sahibi bir petrol deposunun bombalandığı sırada şehit
düşünce yanında bulunan vasiyetname de yanmış veya kaybolmuştur ve kimse
içeriğini bilmemektedir. Vasi ise sadece kendisinin mi yoksa başka birinin de
vasi olup olmadığını bilmiyor; bu durumda yapması gereken nedir?
Cevap: Vasiyetin varlığı ispatlandıktan
sonra vasi kendisinin azledildiğini kesin olarak bilmediği takdirde vasiyetin
değiştirildiğini kesin olarak bilmediği konularda vasiyeti yerine getirmesi
gerekir.
Soru 768: Vasiyet edenin, mirasçılarından başkasını kendisine vasi seçmesi
caiz midir ve acaba birinin buna itiraz etme hakkı var mıdır?
Cevap: Vasiyet edenin, uygun gördüğü
kişiler arasından birini vasi seçmesi ve tayin etmesi kendi görüşüne bağlıdır
ve mirasçılarından olmayan birisini kendine vasi tayin etmesinin bir sakıncası
yoktur; mirasçıları da buna itiraz edemezler.
Soru 769: Meyyitin mirasçılarından bazılarının diğer mirasçılara
danışmadan veya vasinin muvafakatini almadan meyyitin malından meyyit lehine
ziyafet olarak infak etmeleri caiz midir?
Cevap: Eğer bununla vasiyeti yerine
getirmek isti-yorlarsa, bu, meyyitin vasisinin görevidir ve mirasçılar vasinin
muvafakati olmadan kendi başlarına bunu yapamazlar. Ancak meyyitin bıraktığı
malın, mirasçıların payına düşen bölümünden infak etmek isterlerse, bu da diğer
mirasçıların iznine bağlıdır; eğer onlar bu işe razı olmazlarsa bu iş, diğer
mirasçıların paylarıyla ilgili bölümde gasp hükmündedir.
Soru 770: Bir kimse vasiyetnamesinde "birinci, ikinci ve üçüncü
vasi" diye niteleyerek üç kişinin adını vasileri olarak kaydetmiştir. Bu
durumda acaba bu üç kişi birlikte mi onun vasisidirler, yoksa sadece birinci
kişi mi onun vasisidir?
Cevap: Bu konu, vasiyet eden kişinin niyet
ve görüşüne bağlıdır. Eğer karine ve belirtilerden bu üçünün birlikte mi, yoksa
sırayla mı (birincisi olmadığı takdirde ikincisinin ve yine ikincisi olmadığı
takdirde üçüncüsünün) vasi oldukları anlaşılmazsa, bu durumda vasiyeti yerine
getirmede birlikte hareket etme üzerine anlaşmaları gerekir.
Soru 771: Vasiyet eden eğer üç kişiyi birlikte kendine vasi tayin eder,
ancak bunlar vasiyeti yerine getirme yönteminde anlaşamazlarsa, aralarındaki
ihtilâf nasıl giderilmelidir?
Cevap: Birden fazla vasi olduğu durumlarda,
vasiyeti yerine getirmenin niteliği konusunda ihtilâfa düşerlerse, şer'î hâkime
müracaat etmeleri gerekir.
Soru 772: Babamın büyük oğlu olmam itibariyle babamın kazaya kalan namaz
ve oruçlarını kaza etmenin bana farz olduğu dikkate alındığında, babamın kazaya
kalan namaz ve oruçları birkaç yıl olmasına rağmen, kendisi için sadece bir
yıllık namaz ve orucun kaza edilmesini vasiyet etmiştir; bu konuda benim
yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Meyyit, kaza edilmesini vasiyet
ettiği namaz ve oruçların ücretinin, bıraktığı malın üçte birinden ödenmesini
vasiyet etmişse, bu durumda onu bıraktığı malın üçte birinden alarak namaz ve
oruçlarını ücret karşılığı başkasına kaza yaptırabilirsiniz. Üzerindeki namaz
ve oruçlar vasiyet ettiği miktardan fazla olduğu takdirde ise, kendi malınızdan
ücret karşılığı birine yaptırmakla da olsa onların kazasını yerine getirmek
size farzdır.
Soru 773: Bir kimse büyük oğluna belli bir arazisini satarak parasıyla
kendisine niyabeten hac yapmasını va-siyet etmiş ve büyük oğlu da bunu kabul
etmiştir. Fakat Hac ve Ziyaret Kurumu'ndan vaktinde hac ziyareti ruhsatı
alamadığından, son zamanlarda hac masraflarının yükselmesinden ve arazinin
parasının yeterli olmadığından dolayı şahsen vasiyeti yerine getirmesi mümkün
olmuyor. Bu nedenle babasına niyabeten hac yapması için birini naip tutmak
zorunda kalmıştır. Fakat arazinin parası hac niyabeti ücretine de
yetmemektedir. Acaba bu durumda diğer mirasçılara, babanın vasiyetini yerine
getirmek için onunla yardımlaşmaları farz mıdır, yoksa babasına niyabeten hac
yapmakla yükümlü olan büyük oğlun mu vazifesidir?
Cevap: Sorudaki durumda diğer mirasçılara,
hac masraflarını ödemek farz değildir. Fakat vasiyet eden kişinin üzerine hac
farz olmuşsa ve kendisine niyabeten hac yapılması için belirttiği arazi de
mikattan yapılsa bile niyabeten hac masrafları için yeterli değilse, bu durumda
mikattan yapılan hac masraflarını meyyitin bırakmış olduğu asıl maldan
tamamlamak farzdır.
Soru 774: Eğer meyyitin belli bir miktarda şer'î hakları (humus, zekât
vb.) ödediğine dair bir makbuz mevcut olursa veya birkaç kişi onun şer'î
hakları verdiğine tanıklık ederlerse, bu durumda mirasçıların, meyyitin
bıraktığı mallardan şer'î hakları ödemeleri farz mıdır?
Cevap: Meyyitin üzerindeki şer'î haklardan
(humus, zekât vs.) bir meblağı verdiğine dair bir makbuzun mevcut olması veya
şahitlerin tanıklık etmesi, onun üzerinden bu borçların kalktığına ve yine
mallarına şer'î hakların taalluk etmediğine dair şer'î bir delil teşkil et-mez.
Dolayısıyla eğer hayattayken veya vasiyetnamesinde şer'î haklar olarak bir
miktar borcu olduğunu veya bıraktığı mallarda şer'î haklar bulunduğunu itiraf
ederse veya mirasçıların kendileri buna kesin kanaat getirirlerse, bu durumda
meyyitin ikrar ettiği veya mirasçıların kesin kanaat getirdiği şeyi onun
bıraktığı asıl maldan vermeleri farzdır; aksi durumda (ikrar ve yakin yoksa) bu
konuda onlara hiçbir şey farz değildir.
Soru 775: Bir kimse mallarının üçte birinin kendisi için harcanmasını
vasiyet etmiş ve vasiyetnamesinin haşiyesinde bahçedeki evinin, mal varlığının
üçte birinde yaptığı vasiyetin masraflarını karşılamak için ayrılmasını
kaydetmiştir. Vasisinden de, kendi ölümünden yirmi sene sonra onu satarak
parasını kendisi için harcamasını istemiştir. Bu durumda acaba üçte biri,
meyyitin eviyle diğer mallarından ibaret olan bütün mal varlığından mı
hesaplamak gerekir; yani eğer ev mirasın üçte birinden az olursa, meyyitin
diğer mallarından hesaplanmalıdır; yoksa üçte bir sadece ev olup vasi
mirasçılara ait diğer mallardan bir şey alamaz mı?
Cevap: Bu kimse vasiyetle ve
vasiyetnamesinin haşiyesinde yazdığı ile kendisi için üçte bir olarak sadece
evi belirtmek istemişse ve bıraktığı mallardan borçları ödendikten sonra ev,
mallarının tamamının üçte birinden fazla olmazsa, bu durumda meyyite ait olan
üçte bir sadece bu evdir. Yine eğer mal varlığının üçte birini kendisi için
vasiyet ettikten sonra, evin bıraktığı malın üçte birinde yaptığı vasiyetinin
masrafları için harcanmasını belirtmek
istemişse ve mirastan borçları ödendikten sonra, ev bıraktığı malın tamamının
üçte biri kadar olursa, durum aynıdır; aksi durumda bıraktığı malın üçte biri
olacak kadar diğer mallardan eve eklemek gerekir.
Soru 776: Mirasın bölüşülmesinden yirmi yıl ve meyyitin kızının kendi payına
düşeni satmasından dört yıl sonra anne kocasının bütün mallarının kendisine ait
olduğunu gösteren bir vasiyetnamenin mevcut olduğunu ortaya koyar ve kocasının
ölümünden beri bu vasiyetnamenin kendi yanında bulunduğunu, fakat bunu hiç
kimseye söylemediğini itiraf eder. Acaba bu durumda mirasın bölüştürülmesi ve meyyitin kızının
mirastan ken-di payına düşeni satmasının batıl olduğuna hükmedilir mi? Eğer batıl olduğuna hükmedilirse, acaba kızla
annesi arasındaki ihtilâftan dolayı üçüncü kişinin kızdan satın aldığı mülkün
tapu senedini iptal etmek sahih midir?
Cevap: Bu vasiyetin sahih olması ve muteber
bir delille ispatlanması durumunda anne, kocasının ölümünden mirasın bölüşülmesine kadar vasiyetten
haberdar ol-masına ve kıza payı verildiğinde ve kızın da payını
sattığında vasiyet belgesi onun yanında bulunmasına rağmen vasiyet konusunda
sessiz kalmış ve kıza payının verilmesine ve kızın o zaman payını satmasına
itiraz et-memişse, -vasiyeti ilân etmede herhangi bir mahzurun olmadığı farz
edildiği takdirde- bütün bunlar annenin, kızın mirastan aldığı ve sattığı şeye
razı olduğunu gösterir; dolayısıyla bundan sonra kıza verilen şeyi kızdan veya
müşteriden isteyemez ve kızın yaptığı satışın sıhhatine ve malın müşteriye ait
olduğuna hükmedilir.
Soru 777: Bir şehit, babasına hitaben vasiyetnamesinde, kendisine ait olan
evini satmaksızın borçlarını ö-demesi mümkün olmazsa evini satarak borçlarını
ödemesini vasiyet eder. Yine ondan bir meblağın hayır işlerde harcanmasını,
arsasının parasının dayısına verilmesini, annesini de hacca göndermesini ve
kendisi tarafından birkaç yıl oruç ve namaz kaza edilmesini vasiyet eder. Daha
sonra kardeşi onun eşiyle evlenir, o evin bir kısmını şehit eşinin satın
aldığını bilerek onun evine yerleşir ve evin tamir ve onarımı için bir miktar
para öder ve yine şehidin oğlundan bir Cumhuriyet altını alarak evin tamirinde
harcar. Bu durumda şehit kardeşinin, şehidin evinde ve şehit oğlunun mallarında
tasarrufta bulunmasının hükmü nedir? Şehit çocuğunu büyüttüğü ve nafakasını
üstlendiği göz önünde bulundurulursa, onun şehit çocuğuna ihtisas edilen aylık
maaştan yararlanmasının hükmü nedir?
Cevap: Bu aziz şehidin mallarının tümü
hesaplanıp malî borçları ödendikten sonra geri kalan malının üçte birini namaz
ve orucunu kaza etmek, annesine hac ziyareti masrafını vermek gibi
vasiyetlerini yerine getirmede harcamak farzdır. Daha sonra mirasının üçte
ikisi ve üçte birinden arta kalanı şehidin mirasçıları olan babası, annesi,
oğlu ve karısı arasında Kitap ve Sünnet'e uygun olarak bölüştürülür. Evde ve
şehide ait olan eşyalarda yapılan bütün tasarruflar, mirasçıların ve küçük
çocuğunun şer'î velisinin izniyle yapılmalıdır ve şehit kardeşi, şehidin küçük
çocuğunun şer'î velisinin izni olmaksızın yaptığı ev onarımı masraflarını küçük
çocuğun malından alamaz. Aynı şekilde küçük çocuğun altınını ve aylık
maaşlarını şer'î velilerinin izni olmaksızın evin onarımında, kendi geçimi için
ve hatta küçük çocuğun nafakasında harcayamaz; aksi takdirde o malları
karşılamakla yükümlü olur ve onları çocuğa iade etmesi gerekir. Nitekim evin
satın alımı da mirasçıların ve şehidin küçük çocuğunun şer'î velisinin izniyle
olmalıdır.
Soru 778: Bir kimse vasiyetinde, tüm mal varlığının üç hektar meyve
bahçesinden ibaret olduğunu ve ölümünden sonra iki hektarını evlâtlarından bir
grubuna ve bir hektarının ise vasiyet ettiği yerlerde kendisi için harcanmasına
dair karşılıklı sulh edildiğini kaydeder. Fakat bu adam öldükten sonra bahçenin
tamamının yüz ölçümünün iki hektardan daha az olduğu ortaya çıkar. Buna göre:
1) Acaba onun vasiyet belgesinde kaydettikleri, belirttiği şekilde malları
konusunda sulh mu sayılır, yoksa vefatından sonra malları hakkında vasiyet mi
sayılır? 2) Bahçenin yüz ölçümünün iki hektardan az olduğu anlaşıldıktan sonra,
acaba onun tamamı evlâtlarının olup kendisine ayırdığı bir hektarın mevzuu
kalkar mı, yoksa başka bir şekilde mi davranılması gerekir?
Cevap: Sulh eden kişi
hayattayken, lehine sulh yapılan kişinin onu kabul etmesiyle sulhun şer'an
sahih bir şekilde gerçekleştiği kesin olarak anlaşılmadıkça, onun kaydettiklerinin vasiyet olduğuna
hükmedilir. Do-layısıyla meyve bahçesi
hakkındaki vasiyeti evlâtları ve kendisi için bıraktığı malın üçte biri
oranında geçerlidir; üçte birden fazlasında ise, mirasçıların iznine bağlıdır;
eğer izin vermezlerse, üçte birden fazlası onların mirası olur.
Soru 779: Bir kimse ölümünden sonra, kızlarının her birine mirastan
paylarına düşen mal yerine belli bir miktar nakit para vermesi kaydıyla bütün
mallarını oğlunun adına geçirir. Ancak babası öldüğü sırada kızlardan biri hazır
olmadığı için o zaman hakkını alamaz ve bir süre sonra şehre döndüğünde erkek
kardeşinden hakkını talep eder. Fakat kardeşi o zaman ona bir şey vermez; ama
aradan birkaç yıl geçtikten ve vasiyet edilen paranın alım gücü oldukça
düştükten sonra şimdi mezkur meblağı ona verebileceğini bildirir; fakat kız
kardeşi mezkur meblağın o zamanki alım gücünü talep eder, kardeşi ise talep
edilen parayı ödemeyerek onu faiz istemekle suçlar; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Mirasın erkek çocuğa teslim edilişi ve
kızlara belli bir meblağın ödenmesi doğrultusunda yapılan vasiyet şer'an sahih
bir şekilde gerçekleşmişse, bu durumda kızlardan her biri sadece vasiyet edilen
meblağa hak kazanır; fakat vasiyet edilen meblağın ödendiği sıradaki satın alım
gücü babalarının öldüğü zamana oranla düşmüşse, ihtiyat gereği fark miktarında
tarafların sulh etmesi (uzlaşması) gerekir ve bu da faiz hükmünde değildir.
Soru 780: Annemle babam hayattayken, çocuklarının hepsinin huzurunda bir
tarlayı, ölümlerinden sonra ken-dilerinin kefen, defin, namaz ve oruç gibi
masraflarında harcamam için miraslarının üçte biri olarak ayırarak ailenin tek
oğlu olan bana vasiyet ettiler. Ebeveynimin ölümünden sonra nakit paraları
olmadığı için mezkur masrafların tümünü kendi malımdan karşıladım; acaba şimdi
yaptığım bütün bu masrafları bıraktıkları malın mezkur üçte birinden alabilir
miyim?
Cevap: Eğer meyyite harcadığınız miktarı,
vasiyet adına ve mirasın üçte birinden almak kastıyla ödemişseniz, onları
meyyitin mallarının üçte birinden almanız caizdir; aksi durumda caiz değildir.
Soru 781: Bir kimse, ölümünden sonra evlenmediği takdirde içinde oturduğu
evin üçte birinin karısına verilmesini vasiyet eder. Ölümünden sonra karısının
id-deti bittikten sonra evlenmediği ve gelecekte de evleneceğine dair hiçbir belirti
olmadığı dikkate alındığında, bu adamın vasiyetini uygulama konusunda vasinin
ve diğer mirasçıların yükümlülüğü nedir?
Cevap: Şimdilik vasiyet edilen mülkü adamın
dul karısına vermeleri farzdır, fakat evin verilişi onun evlenmemesi koşuluna
bağlıdır; dolayısıyla eğer daha sonra evlenirse, bu durumda mirasçılar feshetme
ve mülkü geri alma hakkına sahiptirler.
Soru 782: Babamın babasından miras olarak aldığı, amcamız ve ninemizle
ortak olduğumuz ve onların da dedemizden miras aldıkları malı bölüştürmek
istediğimizde, onlar dedemizin, ninemize ve amcamıza bıraktığı maldan
alacakları paya ilâveten her birine belli bir meblağ nakit paranın verilmesini
de vasiyet ettiğine dair otuz yıl önceki vasiyeti gösterdiler; fakat amcam ve
ninem bu meblağı şimdiki değerine dönüştürerek vasiyet edilen miktarın kaç
misli fazlasını ortak maldan kendilerine ayırdılar; acaba onların bu işi şer'an
caiz midir?
Cevap: İhtiyat gereği malın satın alım
gücünün farkıyla ilgili olarak aranızda uzlaşmalısınız ve eğer bu ko-nuda bir
kanun varsa, ona uyulmalıdır.
Soru 783: Aziz şehitlerden biri, kendi evi için satın almış olduğu bir
halıyı İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbelâ'-daki türbesine hediye edilmesini vasiyet
etmiştir. Şimdi bu vasiyeti yerine getirme imkânına sahip oluncaya kadar halıyı
evde saklarsak, zayi olmasından endişeleniyoruz; acaba bu durumda bir zarar
gelmemesi için onu mahallenin camisinde veya hüseyniyesinde kullanmamız caiz
midir?
Cevap: Vasiyeti yerine getirme imkânı
buluncaya kadar halıyı muhafaza edebilmek, onu geçici olarak ca-mide veya
hüseyniyede kullanmaya bağlıysa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 784: Bir kimse bazı emlâkinin gelirlerinden bir miktarının cami,
hüseyniye, dinî merasimler ve hayır işlere harcanmasını vasiyet etmiştir; fakat
mezkur mülk ve onun diğer emlâki gasp edilmiştir ve onları gasp eden kişinin
elinden geri alabilmek için bir miktar para harcamaya gerek vardır; acaba bu
masrafı vasiyet edilen mallardan almak caiz midir? Ve acaba sırf mülkü gasp
edilmiş olmaktan kurtarma imkânına sahip olmak, vasiyetin sıhhati için yeterli
midir?
Cevap: Emlâki gaspeden
kişinin elinden kurtarmak için yapılan masraf miktarında vasiyet edilen malın
gelirlerinden almanın sakıncası yoktur. Mülk konusundaki vasiyetin sıhhatinde,
para harcamakla da olsa, ga-sıbın elinden kurtarmaya çalışmaya müteakip vasiyet
konusunda harcanabilme kabiliyetine sahip olması yeterlidir.
Soru 785: Birisi bütün menkul ve gayrimenkul mallarını oğluna vasiyet
ederek altı kızını mirastan mahrum etmiştir, acaba bu vasiyet geçerli midir?
Eğer geçerli değilse, bu mallar altı kızla, bir oğul arasında nasıl
bölüştürülmelidir?
Cevap: Böyle bir vasiyetin genel olarak bir
sakıncası yoktur; fakat bu vasiyet sadece bıraktığı malın tümünün üçte birinde
geçerlidir ve üçte birinden fazlasında ise, mirasçıların hepsinin iznine
bağlıdır. Dolayısıyla eğer kızlar izin vermezlerse, her biri bırakılan malın
üçte ikisinden kendi payına düşeni miras olarak alır. Buna göre babanın mirası
yirmi dörde bölünür. Oğul bundan vasiyet edilen malın üçte biri olarak 8/24 ve
geriye kalan üçte ikiden de payına düşen 4/24'ü alır. Kızların her birinin payı
ise, 2/24 olur. Başka bir tabirle: Mirasın tümünün yarısı oğlun olur, diğer
yarısı ise altı kız arasında bölüştürülür.
Soru 786: Bir kimse, küçük çocuğu adına bir arsa satın alır ve
"Satıcı falan kişi ve alıcı filan oğlum" şeklinde, gayri resmî ve âdî
bir belge düzenler. Çocuk bulûğ çağına erişince bu arsayı başka birine satar.
Fakat babanın mirasçıları o arsanın kendilerine babalarından miras kaldığını
iddia ederek arsaya el koyarlar. Oysa söz konusu âdî belgede babanın ismi
yoktur (babalarına ait olduğu kaydedilmemiştir); acaba bu durumda mirasçıların
ikinci müşteriye engel olma hakları var mıdır?
Cevap: Sözleşmede sırf müşteri olarak küçük
oğlun isminin kaydedilmiş olması, onun malikliğinin ölçüsü olamaz. Dolayısıyla
eğer babanın kendi parasıyla satın aldığı arsayı oğluna hibe ettiği veya onunla
sulh ettiği ispatlanırsa, arsa onun olur. Bu durumda eğer çocuk bulûğ çağına
eriştikten sonra arsayı şer'an sahih bir şekilde başka bir müşteriye satarsa,
hiç kimsenin ona engel olmaya ve arsayı onun elinden çıkarmaya hakkı yoktur.
Soru 787: Birkaç el değiştiren bir arsayı satın alarak üzerinde bir ev
yaptım. Şimdi ise biri bu arsanın kendi mülkü ve İslâm inkılâbından önce resmî
tapuyla kendi adına kaydedilmiş olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle de benimle
birlikte bazı komşular aleyhine dava açmış bulunuyor. Bu iddia göz önünde
bulundurulduğunda, acaba bu arsada yapılan tasarruflar gasp sayılır mı?
Cevap: Arsayı elinde bulunduran önceki kişiden
satın almanın zahirde şer'an sıhhatine hükmedilir; bu durumda arsa müşteriye
aittir. Daha önce bu arsanın sahibi olduğunu iddia eden kişi, şer'î mülkiyetini
mahkemede ispatlamadıkça, arsayı şimdi elinde bulunduran ve tasarruf eden
kişiye engel olma hakkı yoktur.
Soru 788: Âdî bir belgede babanın adına kaydedilmiş olan bir arsanın
tapusu bir süre sonra onun küçük oğlu adına çıkarılmıştır. Ancak bu arsa hâlâ
babanın tasarrufundadır. Şimdi bulûğ çağına eren çocuk, tapusu kendi adına olan
arsanın kendisine ait olduğunu iddia ediyor; fakat babası gayrimenkulu kendi
malıyla kendisi için satın aldığını ve sadece daha az vergi ödemek için gayrimenkulu onun adına geçirdiğini ileri sürüyor; bu
durumda eğer oğlu babasının rızası olmadan bu gayrimenkulu alarak onda tasarruf
ederse, gasp etmiş sayılır mı?
Cevap: Eğer babası onu kendi malıyla satın
almışsa ve oğlu bulûğ çağına erinceye kadar da gayrimenkulda kendisi tasarruf
ediyormuşsa, bu durumda oğlu babasının bu yeri kendisine hibe ettiğini ve onun
mülkiyetine geçirdiğini ispatlamadıkça, sırf tapunun kendi adına olduğuna
dayanarak arsanın mülkiyetinde, tasarrufunda ve kontrol altında tutulmasında
babasına engel olamaz.
Soru 789: Bir kimse elli yıl önce bir arazi satın almış ve bu arazinin
sınırı olarak tapuda yüksek bir dağın adının kaydedilmiş olmasına dayanarak
satılan yerle o dağın arasında kalan umumî araziden milyonlarca metre kare
yerin ve bölgede yapılan onlarca eski evin mülkiyetinin kendisine ait olduğunu
ileri sürmektedir. Yine bu arazi ve evlerin gasp edilmiş olduğu iddiasıyla
burada kılınan namazların batıl olduğunu söylemektedir. Oysa bu adamın daha
önce bu arazide ve oradaki eskiden beri oturulan evlerde hiçbir şekilde
tasarrufu yoktu ve ortada arazinin durumunu yüzlerce seneden beri belirtecek
bir delil de yoktur; anlatılanlar dikkate alındığında meselenin hükmü nedir?
Cevap: Satılan araziyle sınır olarak adı
geçen dağ arasında yer alan bu arazi, daha önce belli bir kişinin mülkü olmayan
bayır araziden ise veya daha önce başkalarının elinde olup onlar tarafından
tasarruf ediliyorken şimdi tasarruf eden kişilere intikal etmişse, bu arazinin
yetkisi elinde olup oranın maliki şeklinde tasarrufta bulunan herkesin elinde
her ne kadar arazi veya ev varsa -mülkiyet iddiasında bulunan kişinin davası
yetkili yargı mercii yanında şer'î bir yolla ispatlanıncaya kadar- şer'an
oranın maliki sayılır ve orada yaptığı tasarruflar mubah ve helâldir.
Soru 790: Hâkimin zapt edilmesine hükmettiği arsanın üzerinde önceki
sahibinin rızasını almadan cami inşa etmek caiz midir? Yine bu gibi camilerde
namaz kıl-mak ve diğer dinî programları yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer arsa şer'î hâkimin hükmüyle
veya İslâm devletinde geçerli olan kanuna istinaden önceki sahibinden alınmışsa
veya iddia eden kişinin geçmişteki şer'î mülkiyeti ispatlanmamışsa, orada
yapılan tasarruflar, mülkiyet iddiasında bulunan kişinin veya önceki sahibinin
iznine bağlı değildir; dolayısıyla orada cami inşa etmek, namaz kılmak ve diğer
dinî programlar yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 791: Birisi, nesilden nesle mirasçıların elinde bulunan bir araziyi
gasp edip kendi mülkiyetine geçirir. İslâm inkılâbının zafere ulaşması ve şer'î
devlet kurulmasından sonra bu araziyi gasp eden kişiden geri almaya teşebbüs
edilir. Acaba bu durumda bu arazinin mülkiyeti şer'an bu mirasçılara mı aittir,
yoksa bu araziyi devletten satın alma hususunda onların sadece önceliği mi
vardır?
Cevap: Sırf daha önce miras yoluyla
tasarrufta bulunmak, o araziye malik olmada ve onu satın almada öncelik hakkı
doğurmaz. Ancak aksi ispatlanmadıkça, geçmişteki bu durum mülkiyet için şer'î
bir emaredir. Dolayısıyla eğer gayrimenkulun mirasçıların malı olmadığı veya
başkasının mülkü olduğu ispatlanırsa, mirasçılar onu veya karşılığını
isteyemezler; aksi durumda zilyed olma (malı elinde bulundurma) kuralı
gereğince gayrimenkulun kendisini veya karşılığını isteyebilirler.
KISITLILIK[35] VE BALİĞ OLMA ALÂMETLERİ
Soru 792: Bir kızı ve bir de velâyetinde bulûğ çağına ermiş sefih bir oğlu
olan bir babanın ölümünden sonra kız kardeşinin, sefih kardeşine velâyeten onun
mallarında tasarruf etmesi caiz midir?
Cevap: Kız ve erkek kardeşin, sefih olan
erkek kardeş üzerinde velâyeti yoktur; eğer babasının babası yok-sa ve babası
da ona veli olması için hiç kimseyi vasiyet etmemişse, bu durumda onun velisi
şer'î hâkimdir.
Soru 793: Kızların ve erkeklerin bulûğ yaşı konusunda ölçü şemsî yılı (365
günlük yıl) mıdır, yoksa kamerî yılı (355 günlük yıl) mıdır?
Cevap: Ölçü kamerî yıldır.
Soru 794: Çocuğun bulûğ çağına erip ermediğini anlayabilmek için kamerî
yılına göre doğum tarihinin yıl, ay ve günü nasıl teşhis edilebilir?
Cevap: Doğum tarihi şemsî yıla göre
biliniyorsa, kamerî yılıyla şemsî yılı arasındaki fark hesaplanarak çıkarılır.
Soru 795: On beş yaşına ulaşmadan önce ihtilâm olan erkek çocuğun bulûğa
erdiğine hükmedilebilir mi?
Cevap: İhtilâm olmasıyla bulûğa erdiğine
hükmedilir. Çünkü ihtilâm olmak şer'an bulûğ belirtilerinden biridir.
Soru 796: Diğer iki bulûğ belirtisinin teklif yaşından daha önce ortaya
çıktığına dair yüzde on ihtimal verilirse, hüküm nedir?
Cevap: Sırf iki bulûğ belirtisinin daha
önce ortaya çıkması ihtimaliyle insanın bulûğa erdiğine hükmedil-mez.
Soru 797: Cinsel ilişki bulûğ belirtilerinden sayılıp şer'î tekliflerin
farz olmasına sebep olur mu? Ve eğer insan bunun hükmünü bilmez ve birkaç yıl
sonra öğrenirse, acaba ona cenabet guslü farz olur mu? Ve acaba gusletmeden
yerine getirdiği taharetin şart olduğu namaz ve oruç gibi ameller batıl olup
onların kaza edilmesi farz mıdır?
Cevap: Meni çıkmaksızın gerçekleşen cinsel
ilişki, bulûğ belirtilerinden değildir, ancak bu amel cenabete sebep olur ve
bulûğ çağına erdikten sonra ondan dolayı gusül etmek farzdır. Bulûğ
belirtilerinden birini görmeyen kimsenin şer'an baliğ olduğuna hükmedilmez ve
böyle birisi şer'î hükümlerle mükellef olmaz. Dolayısıyla küçük yaşında cinsel
ilişki sebebiyle cünüp olan bir kişi baliğ olduktan sonra cenabet guslü
almaksızın namaz kılar ve oruç tutarsa, namazlarını iade etmesi gerekir; ancak
cenabetli olduğunu bilmediğinden böyle yap-mışsa oruçlarını iade etmesi
gerekmez.
Soru 798: Kız ve erkek öğrencilerden bazıları doğum tarihlerine göre bulûğ
çağına ermiş olup zekâlarında gözlenen geri kalmışlık ve zaaf nedeniyle zekâ ve
akıllarını denemek için onların üzerinde tıbbî araştırmalar yapıldıktan sonra
aklî açıdan bazılarının bir ve bazılarının ise birkaç yıl geri kaldıkları
kurumumuz tarafından tespit edilmiştir. Fakat bunlardan bazıları toplumsal ve
dinî konuları idrak edebilecek bir seviyede oldukları için deli sayılamaz;
acaba bu kurumun teşhisi, doktorların teşhisi gibi bu öğrenciler için delil ve
ölçü sayılır mı?
Cevap: İnsanın şer'î tekliflerle yükümlü
olmasının ölçüsü, şer'an bulûğ çağına ermesi ve örfe göre akıllı sayılmasıdır;
bu konuda idrak ve zekâ seviyesinin itibar ve etkisi yoktur.
Soru 799: Bazı hükümlerde mümeyyiz çocuk hakkında "iyiyle kötüyü
ayırt edebilen çocuk" tabiri kullanılmıştır; iyi ve kötüden maksat nedir?
Bir de iyiyle kötüyü ayırt edebilmenin yaşı kaçtır?
Cevap: İyi ve kötüden maksat, örfen iyi
veya kötü sayılan şeylerdir; ancak bu konuda çocuğun yaşadığı hayat şartları,
yöresel gelenek ve görenekler de dikkate alınmalıdır. İyiyle kötüyü ayırt etme
yaşına gelince; bu, kişilerin kabiliyet, idrak ve zekâ seviyesine göre değişir.
Soru 800: Kız çocuklarının dokuz yaşını tamamlamadan önce hayız
özellikleri taşıyan kan görmeleri onların bulûğ çağına erdiğini gösterir mi?
Cevap: Bu, kızın bulûğ çağına erdiğini
gösteren şer'î bir belirti değildir ve bu kan hayız özellikleri taşısa bile
hayız hükmünde değildir.
Soru 801: Herhangi bir nedenle yargı yetkilileri tarafından kendi malları
üzerinde tasarruftan men edilen bir kimse ölmeden önce mallarından bir
miktarını hizmetlerine karşılık teşekkür etmek amacıyla kardeşinin oğluna verir
ve kardeşinin oğlu da bu malları amcasının ölümünden sonra onun cenaze
masrafları ve özel birtakım ihtiyaçlarında harcarsa, acaba bu durumda yargı
makamının, onun kardeşinin oğlundan harcadığı meblağı istemesi caiz midir?
Cevap: Eğer kardeşinin oğluna vermiş olduğu
mallar hacr (elinden alınan mallar) kapsamındaki şeylerdense veya başkasının
malı ise, şer'an onları kardeşinin oğluna vermeye hakkı yoktur ve kardeşinin
oğlu da onlarda tasarruf edemez, yargı makamı bu malları talep edebilir; aksi
durumda (mallar hacr kapsamında değilse ve başkasının malı da değilse) kimsenin
bu malları verilen kişiden geri almaya hakkı yoktur.
Soru 802: Altın ve gümüş dışındaki şeylerle mudare-be yapmak caiz midir?
Cevap: Günümüzde tedavülde olan kâğıt
paralarla mudarebe yapmanın sakıncası yoktur; fakat eşya ile mudarebe yapmak
sahih değildir.
Soru 803: Üretim, hizmet, dağıtım ve ticaret alanlarında mudarebe akdinden
yararlanmak sahih midir? Ve acaba günümüzde ticarî alanlar dışında mudarebe adı
altında yaygın olarak yapılan akitler şer'an sahih midir?
Cevap: Mudarebe akdi, sermayenin sadece
alım satım yoluyla ticaret yapmakta kullanılmasıyla ilgili olup, sermayenin
üretim, dağıtım, hizmet vb. alanlarda muda-rebe adına kullanılması sahih
değildir. Ancak bu gibi faaliyetleri cüâle (mükâfat vaat etmek), sulh gibi
diğer şer'î akitlerin biriyle yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 804: Arkadaşlarımdan birinden, bir süre sonra fazlasıyla geri ödemek
koşuluyla mudarebe adı altında bir miktar para aldım. Bu paranın bir bölümünü,
paraya ihtiyacı olan başka bir arkadaşıma verdim ve o da para sahibine
ödeyeceğim kârın üçte birini üstlendi; acaba bu iş sahih midir?
Cevap: Bir süre sonra aynı parayı
fazlasıyla birlikte geri ödemek şartıyla bir kimseden para almak, mudare-be
akdinin kapsamına girmez; bu iş haram olan faizli borçtur. Mudarebe olarak
alınan para da borç değildir ve çalıştıranın mülküne geçmez; tersine sahibinin
mülkiyetinde kalır, çalıştıran kişi ise sadece anlaşmalarına göre kârda ortak
olmak kaydıyla parayla ticaret yapabilir. Parayı çalıştırmak için alan kişi,
sahibinin izni olmaksızın onun bir bölümünü borç olarak veya mudare-be
unvanıyla başkasına veremez.
Soru 805: Her ay yaklaşık yüzde dört veya beş kâr almak şartıyla mudarebe
adı altında borç veren kişilerden, mudarebe adı altında para almanın hükmü
nedir?
Cevap: Bu şekilde borç
almak hiçbir şekilde muda-rebe değildir; bu iş haram olan faizli borç almadır
ve formalite icabı sözleşmenin isminin değiştirilmesiyle faiz helâl olmaz.
Ancak bununla birlikte borç almanın kendisi sahihtir ve borç alan kişi borç
aldığı malın maliki olur.
Soru 806: Bir kimse, her ay kâr olarak kendisine belli bir miktar para
ödemesi ve zararını da kendisi karşılaması şartıyla başka birisine ticaret
yapması için bir miktar para verirse; acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: İki kişi aralarında sermaye koyanın
malı üzerinde şer'an sahih olan bir şekilde mudarebe anlaşması yapar ve parayı
çalıştıran kişinin sermaye sahibine, hissesine düşen kârdan alelhesap olarak
her ay bir miktar para vermesi ve zarar ettiği takdirde çalıştıran kişinin
zararı karşılaması şartını koşarlarsa, bu muamelenin sakıncası yoktur; aksi
durumda bu muamelenin şer'î bir geçerliliği yoktur.
Soru 807: Birine, elde edilen kârı aramızda eşit olarak bölüştürmek
şartıyla birkaç tane nakliye aracını ithal edip satması için bir miktar para verdim.
Bir süre sonra bana bir miktar para vererek, "Bu, kârdan senin hissene
düşendir." dedi; acaba benim bu parayı almam caiz midir?
Cevap: Eğer sermayeyi mudarebe sözleşmesi
çerçevesinde ona vermişseniz, o da o sermaye ile nakliye araçları satın alıp sattıktan
sonra kârdan sizin payınıza düşeni vermişse, bu para size helâldir.
Soru 808: Bir kimse, ticaret yapması için başka bir kişiye bir miktar para
verir ve ileride hesaplaşmak üzere her ay kendisinden alelhesap bir miktar para
alır ve yıl sonunda kâr ve zararı hesaplarlar; eğer para sahibiyle bu adam
kendi rızalarıyla kâr ve zararı birbirlerine bağışlarlarsa, acaba onların bu
ameli sahih midir?
Cevap: Eğer parayı mudarebe olarak sahih
bir şekilde çalıştırana vermişse, para sahibinin parayı çalıştıran kişiden her
ay paranın kârından alelhesap bir miktar almasının ve yıl sonunda her birinin
ötekinden hak ettiği şey üzerinde sulh etmesinin (uzlaşmasının) sakıncası
yoktur. Fakat sermaye sahibi parayı borç olarak verir ve borçlunun her ay
kendisine kâr olarak bir miktar para vermesini şart koşar da daha sonra yıl
sonunda her birinin diğerinden hak ettiği şey üzerinde sulh ederlerse, bu iş
haram olan faizli borçtur. Bu durumda her ne kadar borcun kendisi sahihse de
akit zımnında ileri sürülen şart batıldır ve sırf kâr ve zararı birbirlerine
bağışlamaya razı olmalarıyla bu iş helâl olmaz. Dolayısıyla, borç veren zarar
konusunda sorumluluğu olmadığı gibi, kârdan da bir şey alamaz.
Soru 809: Bir kimse, kârın üçte ikisinin kendisine, üçte birinin ise para
sahibine ait olması şartıyla birisinden mudarebe olarak bir miktar para alır,
ama bu parayla satın aldığı malı kendi şehrine gönderirken mal yolda çalınır;
bu durumda zararı kimin ödemesi gerekiyor?
Cevap: Sermayenin veya ticaret malının
tamamının veya bir bölümünün telef olmasına, parayı çalıştıran kişinin veya
başkasının ifrat veya tefriti (ihmali) neden olmamışsa, zarar para sahibine
aittir ve kârla telâfi edilir; ancak (anlaşma metninde) parayı çalıştıran
kişinin para sahibinin zararını karşılamasının şart koşulması durumu müstesna.
Soru 810: Faiz
nitelendirilmeyecek şekilde, kârını ken-di rızalarıyla aralarında bölüşmek
şartıyla ticaret yapmak ve kazanç sağlamak için birinden mal almak veya birine
mal vermek caiz midir?
Cevap: Eğer ticaret amacıyla alınan veya verilen
mal borç çerçevesinde alınıp verilmişse, bu malın kârının hepsi borçluya
aittir; nitekim zarar ve ziyanı da ona aittir. Mal sahibi ise borçludan sadece
o malın bedelini isteyebilir ve borçludan kâr olarak bir şey istemesi caiz
değildir. Ama mudarebe olarak alınıp, mudarebe hükümlerinin geçerli olması için
şer'an mudarebenin sahih olması için gerekli şartları gözetilerek aralarında
sahih bir şekilde mudarebe akdinin gerçekleşmiş olması gerekir. Mudarebenin
sahih olma şartlarından birisi de taraflardan her birinin payına düşen kâr
miktarının yüzdelik olarak tayin edilmesidir; aksi durumda malın ve ticaret
kârının hepsi mal sahibinindir; onu çalıştıran kişi ise sadece işinin emsalinin
ücretini alabilir.
Soru 811: Bankalar yaptıkları muamelelerde zararı hiçbir şekilde kabul
etmedikleri için banka muameleleri gerçekten mudarebe sayılmayacağından, acaba
para sahiplerinin bankaya yatırdıkları paralarının kârı olarak her ay bankadan
aldıkları miktar helâl sayılır mı?
Cevap: Bankanın zararı üstlenmeyi kabul etmemesi,
mudarebenin batıl olmasını gerektirmez ve bu iş muda-rebe akdinin formalite
icabı yapılmış bir muamele olduğunu göstermez; çünkü şer'an para sahibi veya
vekilinin (burada banka), mudarebe akdinde parayı çalıştıran kişiye, zarar ve
ziyanı üstlenmesini şart koşmasının sakıncası yoktur. Dolayısıyla, formalite
gereği yapıldığı ve herhangi bir nedenle batıl olduğu anlaşılmadıkça, para
sahipleri tarafından vekil olan bankanın yaptığı işlemin mudarebe olduğunu
iddia etmesi durumunda onun sahih olduğuna hükmedilir; bankanın kâr olarak para
sahiplerine verdiği paralar da onlara helâldir.
Soru 812: Alış verişte kullanması için bir kuyumcuya belli bir miktar para
verdim. Kuyumcu genelde zarar görmeyip devamlı kâr ettiği için acaba ondan kâr
olarak her ay belli bir meblağ istemem caiz midir? Eğer bu iş sakıncalıysa,
onun yerine kuyumcudan bir miktar mücevher almam caiz olur mu? Ve acaba bu
meblağı aramızda aracı olan başka birinin eliyle bana verirse, sakınca
giderilir mi? Yine bu paranın karşılığında hediye olarak bana bir meblağ
verirse, sakıncası var mıdır?
Cevap: Mudarebede sermaye sahibi ve onu
çalıştıran kişiden her birinin kâr hissesinin üçte bir, dörtte bir ve yarı gibi
kesirlerin biriyle belirtilmesi şarttır. Dolayısıyla mudarebe sözleşmesinde,
para sahibi için sermayenin kârı olarak aylık belli bir meblağ tayin edilirse,
mudarebe sahih değildir. Bu konuda belirtilen aylık kârın nakit para veya eşya
ve mücevher olması arasında ve yine para sahibinin o kârı şahsen kendisinin
almasıyla başka birisinin vasıtasıyla alması arasında ve yine o kârı payına
düşen kâr olarak veya parasıyla ticaret etmesi karşılığında parasını çalıştıran
kişiden hediye olarak alması arasında hiçbir fark yoktur. Ancak, kâr edildiği
belli olduktan sonra mudarebe sözleşmesinin süresi sona erdiğinde hesaplaşmak
üzere sermaye sahibinin kârdan her ay alelhesap belli bir meblağ almayı şart
koşmasının sakıncası yoktur.
Soru 813: Bir kimsenin elde edilen kârı, paraları oranında para sahipleri
ile kendi arasında bölüşmek şartıyla ticaret yapmak için birkaç kişiden
mudarebe sözleşmesi çerçevesinde para almasının hükmü nedir?
Cevap: Ticaret yapmak için paraları
birbirine karıştırmayı sahiplerinin izniyle yaparlarsa bunun sakıncası yoktur.
Soru 814: Akd-ı lâzımda (uyulması gerekli bir akitte), parayı
çalıştıran kişinin, her ay para sahibinin kârdan hissesine düşen para
karşılığında ona belli bir meblağ ödemesi ve fazlalık ve noksanlık konusunda
sulh etmelerinin şart koşulması sahih midir? Ayrı bir ifadeyle, acaba akd-ı
lâzımda mudarebe hükümlerine ters düşen bir şartın koşulması sahih midir?
Cevap: Kâr ortaya çıktıktan sonra, para
sahibinin yüzdelik olarak belirlenen kâr payı ile, aylık olarak ken-dine
ödenecek meblağ arasında sulh etmesi şart koşulmuşsa, bunun sakıncası yoktur;
fakat para sahibinin kâr hissesinin, kendisine aylık olarak ödenecek meblağ
olarak belirlenmesi şart koşulmuşsa, bu mudarebeye ters düştüğü için batıldır.
Soru 815: Bir tüccar, yapacağı ticaretin kârından belli bir yüzdeliği
sermaye sahibine vermek üzere mudarebe olarak bir miktar para alır ve ticaret
yapmak için kendi sermayesine karıştırır. İşin başında bu paranın getireceği
aylık kârı teşhis etmenin zor olduğunu ikisi de bildikleri için sulh etmeye
karar verirler; acaba bu durumda mudarebe akdi şer'an sahih midir?
Cevap: Mudarebenin sıhhati için öteki
şartlara uyulmuşsa, para sahibinin aylık kâr oranını teşhis etmesinin imkânsız
oluşu, mudarebe akdinin sıhhatine halel getirmez. Dolayısıyla mudarebe
sözleşmesini şer'î şartlarına uygun olarak yaptıktan sonra kâr tahakkuk ettiğinde
para sahibinin hissesine düşen kârı belli bir miktar paraya sulh etmesi
konusunda anlaşmalarının sakıncası yoktur.
Soru 816: Bir kimse, üçüncü bir kişinin kefil olması şartıyla mudarebe
olarak birine bir miktar para verir ve parayı çalıştıran adam parayla birlikte
kaçarsa, para sahibi mudarebe parasını almak için kefile müracaat edebilir mi?
Cevap: Anlatıldığı şekilde mudarebeye
yatırılan sermayeye kefil olmayı şart koşmanın sakıncası yoktur. Dolayısıyla
eğer parayı çalıştıran kişi mudarebe sermayesi olarak aldığı parayla birlikte
kaçarsa ya da ifrat veya tefritle onu zayi ederse, para sahibi parasının
karşılığını almak için kefile müracaat edebilir.
Soru 817: Mudarebe olarak parayı çalıştıran kişi, ticaret yapmak için
birkaç kişiden aldığı sermayenin tümünden veya belli bir kişinin sermayesinden
bir miktarını sahibinden izin almaksızın başka birine borç verirse, bu durumda
mudarebe için kendisine verilen paralara karşı yed-i damân[37] (kaybı
karşılamakla yükümlü) sayılır mı?
Cevap: Sahibinden izin almadan mudarebe
parasını birisine borç vermesiyle, o para hususunda onun yed-i emaneti[38] yed-i
damâna dönüşür ve onu tazmin etmesi gerekir; diğer paralar konusunda ifrat ve
tefrit etmemişse, onlara göre güvenilir olarak kalır.
Soru 818: Bankalar kredi verirken, kredi alan kişiye borcuna ilâveten
fazla bir para vermesini şart koşarlarsa, mükellefin bu krediyi almak için
şer'î hâkimden veya onun vekilinden izin alması gerekir mi? Ve acaba zaruret ve
ihtiyaç yokken bu krediyi almak caiz midir?
Cevap: Devlet bankasından olsa bile kredi
almak için şer'î hâkimin izni şart değildir; faizli olsa bile vaz'î hüküm[39] açısından
kredi almak sahihtir; fakat faizli olursa, ister Müslümandan olsun, ister
gayrimüslimden, ister Müslüman devletten olsun, ister gayrimüslim devletten
olsun, teklifî hüküm açısından haramdır [bu muamele sonucu kişi aldığı borca
sahip olmasına rağmen haram işlemiş olur]; ancak haram işlemeyi caiz kılacak
kadar ona ihtiyaç duyması durumu müstesna. Haram kredi almak, şer'î hâkimin
izniyle helâl olmaz; hatta bu konuda onun iznine başvurmanın anlamı da yoktur.
Ancak bu fazlalığı kendisinden alacaklarını bilse bile, fazlalığı vermeyi
kastetmeyerek haramdan kurtulabilir. Faizli olmadığı takdirde kredi almanın
caiz olması, zaruret ve ihtiyaç durumuna has değildir.
Soru 819: İslâm Cumhuriyeti'nde, Mesken Bankası ev satın almaları veya ev
yaptırmaları ya da evlerini onarmaları için halka kredi vermekte ve ev satın
aldıktan veya ev yaptırdıktan ya da evlerini onardıktan sonra verdiği krediyi
taksitle geri almaktadır. Fakat bankanın taksit olarak geri aldığı meblağın
toplamı, verdiği kredi miktarından fazladır; acaba alınan bu fazla paranın
şer'î bir yanı var mıdır?
Cevap: Mesken bankasının ev satın almak
veya ev yaptırmak için verdiği paralar borç olarak verilmemektedir; bu paralar
ortaklık,[40] cüâle
veya kira gibi şer'an sahih olan akitlerden birine uygun olarak verilmektedir.
Dolayısıyla bu akitlerin şer'î şartları gözetildiği takdirde sahih olmamaları
için bir sebep yoktur.
Soru 820: Ülkemizdeki bankalar halkın mevduatlarına %3'ten %20'ye kadar
kâr vermektedir. Acaba bu fazlalığın faiz olmaktan çıkması için enflasyon
oranını göz önünde bulundurarak, bu fazlalığı, paranın geri alındığı gün ile, bankaya
yatırıldığı gün arasındaki alım gücünün azalması farkı olarak hesaplamak sahih
midir?
Cevap: Eğer bankanın verdiği bu kâr ve
fazlalık, şer'an sahih olan akitlerden biriyle bankanın mevduat sahibine
vekâleten çalıştırarak elde ettiği kârdan olursa, faiz değildir ve şer'î bir
muamelenin kârı olduğu için onu almanın sakıncası yoktur.
Soru 821: Geçimini sağlamak için başka bir iş bulamadığı için faiz sistemi
üzere kurulu bankada çalışmak zorunda kalan bir kişinin bu bankalarda
çalışmasının hükmü nedir?
Cevap: Eğer bankadaki iş faizli
muamelelerle ilgi-liyse ve o kimsenin herhangi bir şekilde faizli muamelelerin
gerçekleşmesinde rolü varsa, orada çalışması caiz değildir ve sırf geçimini
sağlamak için helâl olan başka bir iş bulamaması, onun haram bir işle iştigal
etmesine cevaz sayılmaz.
Soru 822: Mesken
Bankası, parasını aylık taksitlerle ödememiz üzere bize bir ev satın aldı,
acaba bu muamele şer'an sahih midir ve biz bu evin sahibi olabilir miyiz?
Cevap: Eğer banka evi kendisi için satın
aldıktan sonra taksitle size satmışsa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 823: Bankaların ortaklık veya başka bir muamele akdiyle bina inşası
için verdiği ve daha sonra %5'le %8 arasında değişen bir fazlalıkla geri aldığı
kredilerin ve bu fazlalıkların hükmü nedir?
Cevap: Bankadan ortaklık veya şer'an sahih
olan diğer muamelelerin biriyle para almak, borç vermek veya borç almak
değildir ve bankanın bu gibi şer'î muamelelerden elde ettiği kârlar faiz
sayılmaz. Dolayısıyla, ev satın almak veya ev yaptırmak ve yine o evi kullanmak
için bankadan bu sözleşmelerin biri çerçevesinde para almanın sakıncası yoktur.
Bu paranın fazlalık şartıyla borç olarak alınmış olduğu farz edilse bile,
faizli borç olduğu için teklifî hüküm açısından haramdır; ancak vaz'î hüküm
açısından borcun kendisi borç alan kişiye sahihtir; dolayısıyla onun üzerinde
tasarruf etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 824: Müslüman olmayan devletlerin bankalarına yatırılan paraların
kârını almak ve alındığı takdirde onun üzerinde tasarruf etmek caiz midir? Ve
acaba banka sahibinin kitap ehli veya müşrik olması ve yine parayı yatırırken
kâr almayı şart koşmakla koşmamak arasında bir fark var mıdır?
Cevap: Kâr payı almak şart koşulsa bile
Müslüman-ın gayrimüslimden kâr alması caizdir.
Soru 825: Banka sermayesinin sahiplerinden bazıları Müslüman olursa, bu
bankadan kâr payı (faiz) almak caiz midir?
Cevap: Gayrimüslimlerin hisselerinden kâr
payı (faiz) almanın sakıncası yoktur; fakat kâr payı ve faiz almak şartıyla
veya buna ulaşmak amacıyla bankaya para yatırılmışsa, bu durumda Müslümanın
hissesinden kâr payı almak caiz değildir.
Soru 826: Müslüman ülkelerin bankalarına yatırılan paralar karşılığında
kâr payı almanın hükmü nedir?
Cevap: Mevduat eğer kâr almak niyetiyle
borç olarak yatırılmışsa veya kâr almak sistemi üzerine ya da fazlalığa ulaşmak
amacıyla olursa, fazlalığı almak caiz değildir.
Soru 827: Verdiği krediden faiz alan bir bankadan borç para almak isteyen
bir kimse, faizden kurtulmak için bankaya, her ay yüz lirasını ödemek şartıyla,
her birinin değeri yüz lira olan on iki bono senedi vererek peşin bin lirayı
veresiye olarak bin iki yüz liraya satın alabilir mi veya tamamının değeri bin
iki yüz lira olan vadeli on iki bono senedini, on iki ayda ödemek üzere peşin
bin liraya satın alabilir mi?
Cevap: Faizli borçtan kaçmak için yapılan
böyle biçimsel ve formalite gereği muameleler şer'an haram ve batıldır.
Soru 828: İran İslâm Cumhuriyeti bankalarındaki muamelelerin sahih
olduğuna hükmedilebilir mi? Bu bankalardan alınan paralarla satın alınan ev ve
diğer şeylerin hükmü nedir? Bu paralarla satın alınan evde alınan gusül abdesti
ve kılınan namazın hükmü nedir? Ve acaba halkın bankalardaki mevduatlarına
karşılık kâr almak caiz midir?
Cevap: Genel olarak bankaların, İslâmî Şura
Meclisi tarafından çıkarılan ve Anayasayı Koruma Konseyi tarafından onaylanan
kanunlara uygun olarak gerçekleştirdikleri muamelelerinin sakıncası yoktur ve
bunların sahih olduğuna hükmedilir; sermayeyi sahih İslâmî akitlerin birine
uygun olarak çalıştırmakla elde ettikleri kâr da şer'an helâldir. Ev ve diğer
şeyler satın almak için bankalardan alınan krediler de bu akitlerden biri
çerçevesinde gerçekleşirse, sakıncası yoktur; fakat faizli borç şeklinde
olursa, her ne kadar bu borcu almak teklifi hüküm açısından haramsa da, borç
akdinin kendisi vaz'i hüküm açısından sahihtir ve borç alınan para borçlunun
malı olur; dolayısıyla onu ve onunla satın alınan şeyleri kullanması caizdir.
Soru 829: İran İslâm Cumhuriyeti bankalarının ev satın almak, hayvan
beslemek veya ziraat yapmak gibi şeyler için halka verdiği krediler
karşılığında aldığı kâr payı helâl midir?
Cevap: Bankaların ev inşa etmek, ev satın
almak veya başka işler için halka verdiği kredileri borç olarak verdiği
doğruysa, şüphesiz bunun karşılığında bir fazlalık veya kâr payı istemesi
şer'an haramdır, bankaların bu fazlalığı isteme hakları yoktur. Ancak bilindiği
kadarıyla gerçekte bankalar bu işlemleri borç olarak değil, mudarebe, ortaklık,
cüâle ve kiralama gibi helâl olan sözleşmeler çerçevesinde yapmaktadır. Örneğin
banka evin yapım masrafının bir bölümünü
ödeyerek evin mül-kiyetine ortak oluyor, daha sonra kendi hissesini,
örneğin yirmi aylık taksitle ortağına satıyor veya belli bir zamana kadar belli
bir ücretle ortağına kiraya veriyor. Dolayısıyla bu işlemin ve bankanın böyle
bir muamelede elde ettiği kârın sakıncası yoktur ve böyle bir muamelenin borç
ve faizle hiçbir ilişkisi yoktur.
Soru 830: Banka belli bir projeye ortak olmam için bana bir miktar kredi
verdi. Ben bu kredinin yarısını, bankanın istediği kâr payının hepsini ödemesi
şartıyla arkadaşıma verdim; acaba bu konuda benim bir yükümlülüğüm var mıdır?
Cevap: Eğer banka bu parayı belli bir
projeye katılmak ve krediyi alan kimseyle ortak olmak için vermişse, o adam,
onu, başka bir projede bile kullanma hakkına sahip olmadığı gibi onu borç
olarak başka birine de veremez. Bu para onun elinde emanettir ve onu ya
belirlenmiş konuda belirtilen yerde harcaması veya aynen bankaya iade etmesi
gerekir.
Soru 831: Birisi sahte senetlerle, bir süre sonra kârıyla birlikte geri
ödemek üzere bankadan mudarebe sözleşmesiyle bir miktar para alıyor. Eğer banka
senetlerin sahte olduğunu bilmezse, alınan bu para borç mu sayılır ve kredi
alan kişinin bankaya verdiği kâr payı faiz hükmüne mi girer? Yine eğer banka
senetlerin sahte olduğunu bildiği hâlde bu parayı ona verirse, hüküm nedir?
Cevap: Bankayla
mudarebe akdi yapmak akdin yapıldığı senetlerin sahih olmasına bağlıysa,
senetlerin sahte olması durumunda akit batıl olur. Dolayısıyla bankadan alınan
para borç kapsamına girmez ve muda-rebe de değildir; bu durumda parayı tazmin
yükümlülüğü açısından batıl akitle alınan para hükmündedir ve onunla yapılan
ticaretin kârının tamamı bankaya aittir. Bu hüküm, bankanın senetlerin sahte
olduğunu bilmediği takdirde geçerlidir. Fakat banka senetlerin sahte olduğunu
bilirse, bu durumda alınan para gasp hükmündedir.
Soru 832: Mudinin (mevduat sahibi), hissesine düşen kârı dakik bir şekilde
belirtmeden, helâl muamelelerin birinde çalıştırılması ve hissesine düşen kârın
altı ayda bir kendisine ödenmesi kaydıyla bankaya para yatırması caiz midir?
Cevap: Mudi parayı bankaya yatırmakla bütün
yetkileri, hatta çalıştırma çeşidini seçmeyi ve kendi kâr payını belirtmeyi
vekâleten bankaya bırakmışsa, bu şekilde para yatırmanın ve şer'an helâl olan
bir muamelede çalıştırmakla elde edilen kâr payını almanın sakıncası yoktur; bu
durumda para sahibinin, para yatırırken kârdan hissesine düşeni bilmemesi
sözleşmenin sıhhatine halel getirmez.
Soru 833: Müslümanlara düşman olan veya Müslümanların düşmanlarıyla
ittifak hâlinde olan gayri İslâmî devletlerin bankalarına uzun vadeli para
yatırmak caiz midir?
Cevap: İslâm ve Müslümanlara karşı
kullanmak istedikleri iktisadî ve siyasî güçlerinin artmasına neden olmadığı
takdirde, Müslüman olmayan devletlerin bankalarına para yatırmak özü itibariyle
caizdir; aksi durumda caiz değildir.
Soru 834: Müslüman ülkelerdeki bazı bankaların zalim rejimlere ve
bazılarının da kâfir devletlere veya Müslümanların ya da gayrimüslimlerin özel
kurumlarına ait oldukları dikkate alındığında, bu bankalarla muamele yapmanın
hükmü nedir?
Cevap: Bu bankalarla şer'an helâl olan
muameleleri yapmanın sakıncası yoktur; ancak İslâmi kurumlar ve bankalarla
faizli muameleler yapmak ve borca karşı kâr almak caiz değildir; fakat bankanın
sermayesi gayrimüslimlere ait olursa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 835: İslâmî bankaların, yatırılan sermayeleri, şer'an helâl gelirli
olan çeşitli iktisadî alanlarda çalıştırarak mevduat sahiplerine kâr payı
verdiği dikkate alındığında, acaba bankalar gibi çeşitli iktisadî alanlarda
çalıştırmaları için pazardaki bazı güvenilir tüccarlara da para verip kâr
almamız caiz midir?
Cevap: Eğer para karşı tarafa aylık veya
yıllık yüzdelik bir kâr almak şartıyla borç olarak verilirse, borç sözleşmesi
vaz'î hüküm açısından sahih olsa da, böyle bir muamele teklifî hüküm açısından
haramdır ve borç karşılığında alınan kâr payı da şer'an haram olan faizdir.
Fakat parayı şer'î muamelelerden biri çerçevesinde çalıştırması ve elde ettiği
kârın belli bir yüzdesini para sahibine vermesi şartıyla, şer'an helâl olan bir
işte çalıştırması için karşı tarafa verirse, böyle bir muamele sahihtir ve
ondan elde edilen kâr da helâldir; bu konuda banka ile özel veya tüzel kişiler
arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 836: Faize dayalı bankacılık sisteminde bankaya yatırım amacıyla borç
vermenin veya ondan borç almanın hükmü nedir?
Cevap: Bankaya karz-ı hasen (faizsiz borç)
olarak para yatırmanın ve bankadan bu şekilde borç para almanın sakıncası
yoktur; faizli borca gelince, vaz'î hüküm gereğince her ne kadar borcun kendisi
sahihse de, teklifî hüküm uyarınca faizli borç almak ve vermek mutlak surette
haramdır.
Soru 837: Mudarebe sözleşmesi çerçevesinde bankadan bir miktar para aldım;
acaba mudarebe parasını ev alımında kullanmam caiz midir?
Cevap: Mudarebe sermayesi, sahibi
tarafından onu çalıştıran kişinin elinde emanettir ve onu üzerinde anlaştıkları
ticaretten başka bir şeyde kullanamaz; dolayısıyla eğer o sermayeyi tek taraflı
olarak başka bir şeyde kullanırsa, gasp sayılır.
Soru 838: Elde ettiği kâra bankanın ortak olması şartıyla bankadan ticarette
kullanmak için sermaye alan bir kimse bu ticarette zarar edecek olursa, acaba
banka onun zararına da ortak mıdır?
Cevap: Mudarebede zarar mala ve mal
sahibine aittir ve kârla telâfi edilir; fakat zararın tamamının veya bir
bölümünün parayı çalıştıran kişiye ait olmasının şart koşulmasının da sakıncası
yoktur.
Soru 839: Bankaların birinde hesap açtırıp para yatıran kimsenin bu
parasına bir süre sonra kâr verilirse, bankanın verdiği bu kârı almanın hükmü
nedir?
Cevap: Eğer parayı hesaba kâr şartıyla veya
kâr almak sistemi üzerine veya kâra ulaşmak maksadıyla borç olarak yatırmışsa,
bu durumda bu kârı alması caiz değildir; çünkü bu kâr şer'an haram olan
faizdir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 840: Bankaların birinde şöyle bir hesap var: Eğer bir kimse bankaya
beş yıl boyunca her ay belli bir miktar para yatırır ve bu müddet içerisinde bu
paradan hiç çekmezse, bu süre bitince bu sefer banka her ay o hesaba belli bir
miktar para yatırır ve hesap sahibi hayatta olduğu sürece ona bu parayı öder;
acaba bu muamelenin hükmü nedir?
Cevap: Bu muamelenin şer'î bir yanı yoktur;
bu muamele faizli muameledir.
Soru 841: Yüzdelik bir miktar kâr payı sağlayan uzun vadeli mevduatların
hükmü nedir?
Cevap: Helâl muamelelerin birinde
çalıştırılması için bankalara para yatırmanın ve bu yolla sağlanan kâr payını
almanın sakıncası yoktur.
Soru 842: Bankadan formalite icabı belli bir işte harcamak için kredi
alınır, fakat gerçekte para elde ederek onu başka bir hayatî işte kullanmak
amaçlanır veya parayı aldıktan sonra onu daha önemli başka bir işte kullanmaya
karar verilirse, bu işin hükmü nedir?
Cevap: Eğer para borç olarak verilmiş ve
alınmışsa, her durumda [vaz'î hüküm açısından] sahihtir ve o para borçlunun
mülkü olur; onu belli bir yerde harcaması şart koşulmuş olsa da borçlu onu
istediği yerde harcayabilir. Ancak teklifî hüküm açısından bu şarta uyması
gerekir. Fakat para bankadan mudarebe olarak veya ortaklık için alnınmış ve
verilmişse, eğer sözleşme formalite gereği yapılırsa, bu akit sahih değildir;
bu durumda mal bankanın mülkiyetinde kalmaya devam eder ve bankadan alan
kimsenin onu kullanma hakkı yoktur. Aynı şekilde eğer parayı almak için yaptığı
akitte ciddî olursa, para elinde emanet olur ve parayı aldığı amaç dışında
harcaması caiz değildir.
Soru 843: Birisi bankadan mudarebe için bir miktar para alır ve bir süre
sonra ana parayı bankanın hissesine düşen kâr payıyla birlikte taksitle bankaya
geri öder. Fakat taksitleri almakla görevli olan banka memuru senetleri
görünürde iptal ederek o paraları kendi üzerine geçirir ve daha sonra mahkemede
de bunu itiraf eder; acaba bu durumda parayı çalıştıran kişi hâlâ bankanın
verdiği mudarebe sermayesinden sorumlu mudur?
Cevap: Eğer taksitler bankaya ödenirken
ödeme kural ve şartlarına uyulmuşsa ve memurun bankanın mallarını zimmetine
geçirmesinde borçlunun borcu ödemede kanunî kurallara uymazlık gibi kusuru
yoksa, bu durumda borçlu maddî kayıpları tazmin etmekle yükümlü değildir; zâmin
paraları zimmetine geçiren banka memurudur.
Soru 844: Bankaların, mevduat sahiplerine kur'a çekimiyle kazandıkları
ödüllerle ilgili bildirimde bulunmaları farz mıdır?
Cevap: Bu konu bankanın kurallarına
bağlıdır; eğer ödülleri sahiplerine teslim etmek, ödülleri almak için bankaya
müracaat etmelerini onlara bildirmeye bağlıy-sa, bildirmek farzdır.
Soru 845: Banka yetkililerinin, banka mevduatlarından elde edilen kârın
bir kısmını özel veya tüzel kişilere hediye etmeleri şer'an caiz midir?
Cevap: Eğer o kâr bankanın malıysa, onun
hediye edilip edilemeyeceği bankanın kurallarına bağlıdır; fakat kâr mevduat
sahiplerine aitse, onu kullanma hakkı da onlara aittir.
Soru 846: Bankalar, vadeli mevduat sahiplerine yatırdıkları para
karşılığında her ay bir miktar kâr payı ödemektedir. Bankaya yatırılan
sermayeye verilecek olan kârın daha bu sermaye iktisadî faaliyetlerde
çalıştırılmadan önce belirlenmiş olması ve mevduat sahiplerinin paranın
çalıştırılmasından doğabilecek zarara ortak ol-madıkları göz önünde
bulundurulduğunda, acaba bu kâra ulaşmak amacıyla bankaya para yatırmak caiz
midir? Yoksa faizli olduğu için bu amaçla bankaya para yatırmak haram mıdır?
Cevap: Eğer para kâra
ulaşmak için borç olarak bankaya yatırılmış ise, bunun haram olan faizli borç
olduğu ve bu yolla elde edilmek istenen kârın şer'an haram olan faiz olduğu
açıktır. Fakat borç olarak değil de, banka aracılığıyla parayı şer'an helâl
olan muamelelerde çalıştırarak kâr elde etmek amacıyla yatırılmışsa, bunun
sakıncası yoktur; para çalıştırılmadan önce kâr miktarının belirlenmiş olması
ve para sahiplerinin muhtemel zarara ortak olmamaları, anlaşmanın sıhhatine
halel getirmez.
Soru 847: Bir kimse, mudarebe ve taksitle satış gibi bazı sözleşmelerde
banka kanunlarının bazı memurlarca doğru bir şekilde uygulanmadığını bilirse,
kâr elde etmek için bankaya para yatırması caiz midir?
Cevap: Farz edelim ki bir kimse, banka
memurlarının kendi parasını batıl muamelelerde kullandıklarına kanaat
getirirse, bu durumda elde edilen kârı alması ve kullanması caiz değildir;
fakat sermaye sahipleri tarafından bankaya büyük hacimlerde paralar
yatırıldığı, bankanın türlü türlü muameleler yaptığı ve bu muamelelerin çoğunun
şer'î açıdan sahih olduğunu bildiğimiz dikkate alındığında o kimse için böyle
bir kanaatin doğ-ması oldukça uzak bir ihtimaldir.
Soru 848: Herhangi bir şirket veya devlet dairesi, memurlarıyla vardığı
anlaşma uyarınca her ay memurların maaşından belli bir miktarını keserek
çalıştırmak için bankalardan birine yatırıyor ve bundan elde edilen kârı
yatırımı oranına göre memurlar arasında bölüştürüyor; acaba bu muamele sahih ve
caiz midir ve bu kârın hükmü nedir?
Cevap: Eğer paralar bankaya borç olarak ama
kâr şartıyla veya kâr vermek sistemi üzerine ya da kâra ulaşmak amacıyla
yatırılırsa, parayı bu şekilde bankaya yatırmak haramdır ve bu yolla elde
edilen kâr şer'an haram olan faizdir; dolayısıyla bu kârı almak ve kullanmak
caiz değildir. Fakat kâr şartı koşmaksızın ve kâra ulaşmayı beklemeden sadece
tasarruf korunması kastıyla veya helâl olan başka bir amaçla yatırılırsa, banka
da kendiliğinden mevduat sahibine bir şey verirse veya fazlalık, para helâl
muamelelerin birinde çalıştırıldığı için verilirse, bankaya bu şekilde para
yatırmanın ve fazla bir meblağ almanın sakıncası yoktur ve bu fazlalık onun
malı sayılır.
Soru 849: Bankanın, halkı bankada yatırım yapmaya teşvik etmek amacıyla
mevduat sahiplerine, paralarını altı ay boyunca bankada tutmaları karşılığında
onlara bazı kolaylıklar, krediler tanıyacağı şeklinde bir vaatte bulunması
sahih midir?
Cevap: Bu vaadin ve mevduat sahiplerine
teşvik a-macıyla kolaylıklar sağlamanın sakıncası yoktur.
Soru 850: Bankalarda bazen elektrik, su vb. faturalarının parasını alan
vezne memurunun yanında ödenmesi gerekenden fazla para birikiyor; örneğin
seksen lira vermesi gereken bir kişi yüz lira veriyor ve paranın üstünü
almıyor; acaba banka memurunun bu paranın üstünü kendisine alması caiz midir?
Cevap: Fazla paralar, onları veren
sahiplerine aittir; dolayısıyla onları alan kişi sahiplerini tanıyorsa, onlara
geri vermesi gerekir; aksi durumda bu paralar meçhul'ül malik (sahibi
bilinmeyen mal) hükmündedir ve banka memurunun bu paraları kendisine alması
caiz değildir. Fakat sahiplerinin, bu paraları kendisine bağışladığına veya
ondan vazgeçtiklerine kesin kanaat getirirse, bunları alması caizdir.
Soru 851: Bankadaki
hesabıma bir miktar para yatırdım ve bir müddet sonra banka ödül olarak bana
bir miktar para verdi; bu parayı almanın hükmü nedir?
Cevap: Ödülü almanın ve
kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 852: Karz-ı hasen (faizsiz borç) olarak yatırılan mevduatlara ödül
verilmektedir; bu ödülleri almanın hükmü nedir? Eğer bu ödülleri almak caiz
ise, acaba bunlara humus lâzım gelir mi?
Cevap: Karz-ı hasen olarak tasarruf hesabı
açmak ve ona verilen ödülleri almak mubahtır ve ödüle humus lâzım gelmez.
Soru 853: Eğer hesap sahipleri, haberleri olmadığı için veya başka bir
nedenle ödüllerini almak için bankaya müracaat etmezlerse, bankanın bu
ödüllerde tasarruf etmesi veya onları banka memurları arasında bölüştürmesi
caiz midir?
Cevap: Banka ve banka memurları hesap
sahiplerinin kazandıkları ödülleri onların izni olmaksızın sahiplenemezler.
Soru 854: Ben banka memuruyum ve bankanın yurtdışındaki şubelerinin
birinde çalışmaktayım. Bu ülkenin hükümeti bizi faizli ve faizsiz muameleleri
kapsamına alan banka sistemi kurallarına uymaya zorluyor; acaba bu görevi kabul
etmek ve bu banka sisteminde çalışmak caiz midir? Yine bankanın buradaki
şubesinin elde ettiği gelirden aldığım maaşın hükmü nedir?
Cevap: Bu görevi yerine getirmenin özü
itibariyle sakıncası yoktur; fakat faizli muameleleri gerçekleştirmekle iştigal
etmek caiz değildir; bu iş karşısında ücret ve maaşa da hak kazanılmaz.
Bankanın bu şubesinin gelirinden maaş almaya gelince, alınan parada haram
paranın olduğu kesin olarak bilinmezse, sakıncası yoktur.
Soru 855: Bankanın kredi, denetleme ve müdürlük bölümünde çalışarak maaş
almak caiz midir?
Cevap: Bankanın bu bölümlerinde çalışmak ve
bunun karşısında maaş almak, herhangi bir şekilde şer'an haram olan
muamelelerle ilişkisi olmazsa, mubahtır.
Soru 856: Günümüzde yaygın olduğu üzere vadeli çek ve senedi peşin olarak
meblağından daha az bir bedele satmanın (kırdırmanın) hükmü nedir?
Cevap: Alacaklı, vadeli çek veya senedi
meblağını peşin almak üzere daha az bir meblağ karşılığında borçluya satabilir;
bunun sakıncası yoktur; ancak çek ve senetleri daha az bir meblağ karşılığında
üçüncü bir kişiye satmak sahih değildir.
Soru 857: Çek nakit para hükmünde midir? Dolayısıyla borçlu adam
alacaklıya para yerine çek verirse yükümlülükten kurtulur mu?
Cevap: Çek, nakit para hükmünde değildir.
Dolayısıyla alacaklıya ya da satıcıya verilmesiyle borç veya mal değerinin
tahsil edilmesi, örfen çek kabul etmenin çekin meblağının tahsil edilmesi
sayılmasına bağlıdır; bu da konulara ve kişilere göre değişir.
Soru 858: Hayat sigortasının hükmü nedir?
Cevap: Bunun şer'an sakıncası yoktur.
Soru 859: Sigorta kurumu tarafından verilen sağlık karnesinden, sahibinin
aile efradından olmayan birinin karneden yararlanması caiz midir? Ve acaba
sağlık karnesi sahibinin, onu kullanması için başkasına vermesi caiz midir?
Cevap: Sağlık karnesinden ancak sigorta
şirketinin hizmet sunmayı taahhüt ettiği kişiler yararlanabilirler;
başkalarının bu karttan yararlanması zâmin olmalarını (verdikleri zararı
ödemelerini) gerektirir.
Soru 860: Sigorta şirketi, hayat sigortası yaptıran kişiyle yaptığı
sözleşmede, sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişilere bir miktar
para vermeyi taahhüt ediyor. Bu durumda eğer sigortalının borcu olduğu ortaya
çıkar ve mal varlığı onu ödemeye yetmezse, acaba alacaklılar alacaklarını
sigorta şirketinin ödediği paradan alabilirler mi?
Cevap: Bu iş, tarafların sigorta
sözleşmesindeki anlaşma biçimine bağlıdır; dolayısıyla eğer sigorta
sözleşmesinde, belirlenen meblağın sigortalının ölümünden sonra onun
belirlediği kişi veya kişilere verilmesi kararlaştırılmışsa, bu durumda
sigortanın ödediği bu meblağ onun bıraktığı miras hükmünde değildir; bu para
sigortadan yararlanma hakkına sahip olanlara aittir.
Soru 861: Birkaç yıldır yanımda beytülmale ait bir miktar mal
bulunmaktadır; şimdi bu malların sorumluluğundan kurtulmak istiyorum;
bunun için ne yapmam gerekir?
Cevap: Eğer
yanınızdaki beytülmale ait olan mallar, belli bir devlet dairesine ait olan
devlet mallarından ise, mümkünse onları bizzat o daireye iade etmeniz gerekir;
aksi durumda devletin genel hazinesine teslim etmelisiniz.
Soru 862: Beytülmalden kişisel olarak yararlandım; şimdi bu borçtan
temizlenmek için ne yapmam gerekir? Ayrıca devlet memurları beytülmal
imkânlarından kişisel olarak ne kadar yararlanabilirler? Eğer bu yararlanma,
ilgili sorumluların izniyle olursa, hüküm nedir?
Cevap: Devlet memurlarının mesai saati
zarfında ihtiyaç ve zaruret miktarınca, iş durumunun müsaade ettiği normal
ölçüde ve yine kanunen ve şer'an o konuda izin verme yetkisi olan kişinin
izniyle beytülmal imkânlarından yararlanmalarının sakıncası yoktur. Dolayısıyla
eğer beytülmaldeki şahsî yararlanmalarınız bu ikisinden biri çerçevesinde
olmuşsa, bu konuda sizin üzerinize bir borç ve yükümlülük yoktur; fakat
normalin üstünde yararlanmışsanız ve bu yararlanma izin verme yetkisi olan
kimsenin izniyle olmamışsa, bu durumda istifade ettiğiniz maldan sorumlusunuz;
dolayısıyla eğer o malın ken-disi mevcutsa aynısını, mevcut değilse değerini
beytülmale iade etmelisiniz. Ayrıca ondan yararlanmanın ücreti varsa, böyle bir
yararlanmanın emsalinin ücretini de beytülmale ödemeniz gerekir.
Soru 863: Tıp komisyonu sakatlık derecemi tespit ettikten sonra devletten
yardım olarak bir miktar para aldım; fakat ben doktorlarla aramızdaki tanışıklık
ve ilişkiden dolayı doktorların beni kollamış olabileceklerini düşünerek bu
kadar yardımı hak etmediğime ihtimal veriyorum; yaralarımın gerçekten çok
olduğunu ve belki bundan fazlasını da hak etmiş olabileceğimi göz önünde
bulundurarak nasıl davranmam gerektiğini açıklar mısınız?
Cevap: Tıp komisyonunun sizin için
belirlediği sakatlanma oranına göre size verilen meblağı almaya kanunen hak
etmediğinize kesin olarak inanmadıkça onu almanızın sakıncası yoktur.
Soru 864: Muhasebecinin hatası yüzünden aylık maaşım dışında iki aylık
maaşım kadar fazla para aldım. Bunu kuruluşun sorumlusuna bildirmeme
rağmen aldığım fazla parayı iade etmedim. Bunun üzerinden tam dört yıl geçti;
bu meblağın devlet kuruluşlarının yıllık bütçesinden olduğu göz önünde bulundurulursa,
bunu o kuruluşun hesabına nasıl iade edebilirim?
Cevap: Muhasebecinin yanlışlık yapması,
şer'an hak etmediğiniz fazla parayı almayı caiz kılmaz; dolayısıyla aldığınız
fazla parayı önceki yılların bütçesinden olsa bile mezkur kuruluşa iade etmeniz
gerekir.
Soru 865: Kanunlar, sakatlık oranı %25'in üzerinde olan savaş malûllerine
ilgili kuruluştan kredi alabilmeleri için imkânlar sağlamıştır; bu durumda
acaba malûliyet oranı bundan az olan kişilerin bu imkânlardan yararlanmaları
caiz midir? Eğer biri, bu imkânlardan yararlanarak kuruluştan bir miktar borç
alırsa, onu kullanması caiz midir?
Cevap: Beytülmalden kredi alma şartlarına
sahip ol-mayan bir kişi, bu şartlar ve tanınan avantajlar adı altında
beytülmalden kredi alma hakkına sahip değildir ve eğer bu adla kredi alırsa onu
kullanamaz.
Soru 866: Devlet mallarının devlet bütçesi olan parayla satın alındığı
dikkate alındığında, acaba devletten bütçe alan şirketin, fabrika veya dairenin
ihtiyaç duyduğu malları, araç ve gereçleri, ham maddeleri ve sair şeyleri,
bütçesi yine devlet mallarından olan başka bir şirket, fabrika veya daireden
satın alması caiz midir?
Cevap: Muamele şer'î ölçüler ve kanunî
kurallara uygun olarak yapılırsa, bunun bir sakıncası yoktur.
Soru 867: Devlet ve hükümetin veya devlete bağlı kuruluşların, şirketlerin
ve fabrikaların elinde olan İslâmî veya gayri İslâmî devletin mallarının hükmü
nedir? Acaba bu mallar meçhul'ül-malik (sahibi bilinmeyen mallar) hükmünde
midir, yoksa devletin malı mı sayılır?
Cevap: Devlet gayri İslâmî olsa bile,
devlet malları şer'an devletin mülkü sayılır ve onlara karşı sahibi belli olan
mal muamelesi yapılır; onları kullanmanın caiz olması, o mallarda tasarruf
yetkisi olan görevlinin iznine bağlıdır.
Soru 868: Küfür beldelerinde kamu mallarında devlet haklarını, özel
mallarda ise sahiplerinin haklarını gözet-mek farz mıdır? Ve acaba
eğitim-öğretim merkezlerinin imkânlarından kanunî kurallarının izin vermediği
alanlarda yararlanmak caiz midir?
Cevap: Başkalarının mallarının saygınlığını
gözetmenin farz olduğu ve izinleri olmaksızın onları kullanmanın haram olduğu
konusunda, kişilerin mallarıyla devlet malları arasında, devletin Müslüman veya
gayrimüslim olması arasında, bunun küfür beldesinde veya İslâm beldesinde olması arasında ve yine sahibinin
Müs-lüman veya gayrimüslim olması arasında hiçbir fark yoktur ve genel
olarak başkasının mal ve mülkünde şer-'an caiz olmayan bir tasarrufta bulunmak,
gasp ve haramdır ve kişinin zarardan sorumlu olmasına yol açar.
Soru 869: Üniversite
öğrencilerine verilen yemek fişleriyle belirlenmiş günde yemek alınmazsa,
fişlerin parası iade edilmeden geçersiz oluyor; bu durumda acaba yemek almak
için geçerli fişler yerine iptal olmuş fişleri vermek caiz midir? Bu yolla
alınan yemeğin hükmü nedir?
Cevap: Yemek almak için geçersiz fişleri
kullanmak caiz değildir; geçersiz fişlerle alınan yemek gaspedilmiş maldır; onu
kullanmak haramdır ve fiyatı miktarınca borcu tazmin etmek gerekir.
Soru 870: Ticaret Bakanlığı ve diğer kuruluşlar tarafından üniversite ve
yüksek öğretim kurumlarında öğrencilere tahsis edilen gıda maddeleri ve
üniversitede ihtiyaç duyulan malzemeleri, üniversitede çalışan memurlara da
dağıtmak caiz midir?
Cevap: Üniversitede fiilen ders okuyan
öğrencilere tahsis edilen tüketim malzemelerini orada çalışan diğer kişilere dağıtmak
caiz değildir.
Soru 871: İdarî işlerde kullanmaları için devlet kuruluşları müdürlerinin
ve askerî yetkililerin hizmetine verilen araçları, idarî işler dışında şahsî
işlerde de kullanmaları caiz midir?
Cevap: Müdürlerin,
sorumluların ve diğer görevlilerin ilgili kurumların kanunî izni olmaksızın
devlet mallarının hiçbirini şahsî işlerinde kullanmaları caiz değildir.
Soru 872: Sorumluların, devlet dairesinin resmî misafirlerine yemek ve
meyve temin etmek için tahsis edilen bütçeyi kötüye kullanarak başka yerlere
harcamalarının hükmü nedir?
Cevap: Devlet mallarını izin verilen yerler
dışında harcamak gasp hükmündedir ve zararı telâfi etmeyi gerektirir; ancak üst
makamın kanunî izniyle olması müstesna.
Soru 873: Devletin kanunen kendisine verdiği bazı hak veya primlerden
dolayı devletten alacağı olan bir kimse eğer hakkını ispatlamak için elinde
kanunî delilleri yoksa veya hakkını talep etmekten âcizse, acaba yetkisinde
bulunan devlet mallarından alacaklı olduğu kadar takas olarak alabilir mi?
Cevap: Eli altında emanet olarak bulunan
devlet mallarından kendisi için takas niyetiyle alması caiz değildir;
dolayısıyla eğer devletten alacağı olan bir mal veya hakkı varsa ve onu almak
isterse, bunu ispatlamak ve almak için kanunî yollara baş vurmak zorundadır.
Soru 874: Devlet Su İşleri, içinde balık bulunan nehirlerin sularının
döküldüğü bir baraja balık üretmek için bir miktar balık salıvermiş ve bu
balıkları kendi memurları arasında bölüştürüyor ve halkın oradan balık
avlanmasına engel oluyor; acaba başka kimselerin de kendileri için bu balıkları
avlamaları caiz midir?
Cevap: Barajın arkasında biriken sudaki
balıklar, baraja dökülen suların balıkları olsa bile, işletmesi Devlet Su
İşlerinin elinde olan suya tâbidir; dolayısıyla onları avlamak ve onlardan
yararlanmak Devlet Su İşleri'nin iznine bağlıdır.
Soru 875: Memurların mesai saatinde cemaat namazı kılmaları caiz midir?
Eğer caiz değilse, bu durumda namaz kılmak için geçirdikleri ve çalışmadıkları
süreyi mesai saatinden sonra çalışarak telâfi ederlerse, bu durumda mesai
saatinde cemaat namazı kılmaları caiz olur mu?
Cevap: Günlük namazların önemi, yine namazı
ilk vaktinde kılma hususunda
masumlardan ulaşan tavsiye ve vurgulamalar dikkate alındığında ve
cemaat namazının fazileti göz önünde bulundurulduğunda, farz namazlarını ilk
vaktinde ve cemaatle en kısa zamanda kılabilmeleri
için memurlara uygun bir ortam hazırlanmalıdır. Fakat öyle bir yöntem
izlenmelidir ki, cemaat namazını ilk vaktinde kılmak, devlet dairesine müracaat
eden halkın işlerini geciktirmeye sebep ve bahane oluşturmamalıdır.
Soru 876: Bazı eğitim ve öğretim kurumlarında, idarî bölümlerden birinde
görevli olan bir öğretmenin veya müdürün, mesai saatinde çalıştığı
dairenin sorumlusunun muvafakatiyle başka okullarda ders verdiği ve bunun
karşılığında aylık maaşına ilâveten ücret aldığı gözlenmektedir; acaba bu iş ve
bunun karşılığında ücret alınması caiz midir?
Cevap: Bir memurun doğrudan bağlı olduğu
sorumlu müdürün izniyle mesai saatinde okullarda ders vermesi, sorumlu kişinin
kanunî yetkilerinin sınırlarına bağlıdır. Fakat devlet memurunun mesai saati
içinde çalışması karşılığında maaş alması durumunda, aynı mesai saatinde
herhangi bir okulda ders vermesi karşılığında ayrı bir maaş alma hakkı yoktur.
Soru 877: Devlet dairelerinin resmî çalışma saatinin bazen yarım saatlik
bir süre kadar uzadığı dikkate alındığında, acaba bu süre içinde dairede bir
öğün yemek yemenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer fazla vakit almaz ve idarî
işlerin tatil olmasına sebep olmazsa, sakıncası yoktur.
Soru 878: Eğer bir memurun çalıştığı dairede bolca boş vakti olur ve boş
vaktinde başka bölümlerde çalışmasına izin verilmezse, acaba bu boş
vakitlerinde özel işleriyle uğraşabilir mi?
Cevap: Bir memurun, dairenin çalıştığı
bölümünde mesai saatinde özel işleriyle uğraşabilmesi, kurallara ve ilgili
sorumlunun kanunî iznine bağlıdır.
Soru 879: Memurların devlet daireleri ve kurumlarında mesai saatinde
cemaat namazı kılmaları veya [Ehlibeyt için] matem merasimi tertiplemeleri caiz
midir?
Cevap: Dairede işleri olanların haklarını
zayi etmemek şartıyla namaz için cemaat oluşturmak, özellikle mübarek ramazan
ayında ve diğer ilâhî günlerde namaz için toplanıldığında, İslâmî hüküm ve
öğretileri öğretmenin sakıncası yoktur.
Soru 880: Biz askerî bir kuruluşa bağlı iki ayrı iş yerinde çalışıyoruz.
Bu iş yerlerinden birinden ötekine giderken bazı kardeşlerimiz yol boyunca çok
vakit alan şahsî işleriyle uğraşıyorlar; acaba onların bu işleri için izin
almaları gerekiyor mu?
Cevap: Kararlaştırılmış mesai saatinde
şahsî işler yapmak için, buna izin verme yetkisi olan üst sorumludan izin almak
gerekir.
Soru 881: Dairemizin yakınında bir cami var; mesai saatinde cemaat
namazına katılmak için oraya gitmemiz caiz midir?
Cevap: Dairenin kendisinde cemaat namazı
kılınmı-yorsa, namazı ilk vaktinde camide cemaatle kılmak için daireden
çıkmanın sakıncası yoktur; fakat namazı cema-atle kılmak için mesai saatinde
daireden mümkün olduğu kadar az bir zaman için ayrı kalacak şekilde namazın ön
hazırlıklarını yapmak gerekir.
Soru 882: Eğer bir memur her ay 30 veya 40 saat kadar fazla mesai yaparsa,
çalıştığı daire müdürünün, me-murları teşvik için onların iş saati dışında
yaptıkları mesaiyi iki kat fazla göstermesi, örneğin 40 saati 120 saat olarak
göstermesi caiz midir? Eğer caiz değilse, daha önce bu şekilde fazla mesai için
alınan ücretin hükmü nedir?
Cevap: Gerçeği olmayan raporlar vermek ve
mesai yapılmayan fazla saatler karşılığında ücret almak caiz değildir;
dolayısıyla memurun hak etmediği hâlde aldığı fazla paraları iade etmesi farzdır.
Fakat daire müdürünün, memurların fazla mesai saatlerini iki kat fazla yaz-masına müsaade eden bir kanun varsa, daire
müdürünün bunu yapması ve memurların da müdürün vermiş olduğu fazla mesai
raporuna uygun olarak ücret alması caizdir.
Soru 883: Bir işçi, uzman sorumlunun yokluğunda onun işini üstlenir
ve böylece o işte uzmanlaşırsa, acaba bu uzmanlığını ispatlayıp avantajlarından
yararlanmak için üst yetkililere müracaat ederek yazılı bir sertifika alması
caiz midir?
Cevap: İş tecrübesi ve
uzmanlık avantajlarından yararlanmak ve yetkililerden tasdikname almak
suretiyle bunu ispatlamak, konuyla ilgili kanunî kurallara tâbidir; fakat
yetkililerin tasdiknamesi gerçeği yansıt-mazsa veya kanunî kurallara aykırı
olursa, böyle bir tasdikname almaya çalışmak ve ondan yararlanmak doğ-ru değildir.
Soru 884: Ticaret Bakanlığı'na bağlı ticaret odası, devletin belirlediği
fiyattan satılması için mağazalardan birine halı, buzdolabı vs. gibi bir miktar
ev eşyası bırakmıştır. Fakat talep, satışa sunulan eşyalardan çok olduğu için
mağaza sorumlusu bu eşyaları kur'ayla satma kararı alarak kur'a kartları
bastırmış ve elde edilen parayı hayır işlerde harcamak amacıyla kartları belli
bir fiyata satmıştır. Acaba bu eşyaların kur'ayla satışı veya satışa sunulan bu
eşyalar için basılan kur'a kartlarının satışı şer'an sakıncalı mıdır?
Cevap: Mağaza sorumlularının, eşyaları,
onları kendilerine teslim eden ilgili sorumluların koştukları şartlara uygun
olarak satışa sunmaları gerekir; satış şartlarını değiştirmeye ve kendilerinden
başka şartlar koşmaya hakları yoktur. Kartların satışından elde edilen kârları
hayır işlerde harcamayı amaçlamak da eşyaların satımında başka şartlar ileri
sürmeye cevaz oluşturmaz.
Soru 885: Devletin sübvanse ederek fırıncılara verdiği unu satmak caiz
midir?
Cevap: Devlet tarafından un satma ruhsatı
olmayan fırıncının sübvanse edilmiş unu satması ve halkın da on-dan un satın
alması caiz değildir.
Soru 886: Dükkandaki mevcut eşyanın fiyatı doğal olarak veya beklenmedik
bir şekilde artarsa, onu şimdiki fiyatına satmak caiz midir?
Cevap: Devlet tarafından ona belli bir
fiyat konulmamışsa, onu şimdiki adilane fiyatı üzerinden satmanın sakıncası
yoktur.
Soru 887: Sahipleri razı olmadığı hâlde devletin halkın bayındırlaştırdığı
araziyi kamulaştırması örneğinde olduğu gibi, kanununun şeriat hükmüyle
çeliştiği durumlarda satın alma ve sahiplenmenin hükmü nedir?
Cevap: Devlet ve belediyenin umumî projeler
için ihtiyaç duyduğu arazileri satın alma ve kamulaştırmayla ilgili yasaya
istinaden özel kanun ve kurallara uygun olarak başkalarının emlâkini
kamulaştırmanın caiz olması, sahiplerinin mülkiyetlerinin saygınlığıyla veya
şer'î ve kanunî haklarıyla çelişmemektedir.
Soru 888: Birisi, birine işi ve emeği karşılığında bir antika verir ve
onun ölümünden sonra bu antika evlâtlarına miras kalırsa, acaba bu şer'an
onların mülkü sayılır mı? Bu antikanın devletin tasarrufuna bırakılmasının daha
iyi olacağı dikkate alındığında, acaba mirasçılar bu antikayı devlete vermek
karşılığında devletten bir şey isteyebilirler mi?
Cevap: Bir şeyin antika ve tarihî eser
oluşu, birinin özel mülkü olmasıyla çelişmez ve meşru bir yolla elde edilmiş
olduğu takdirde şer'î sahibinin mülkiyetinden çıkmasına neden olmaz; bu mal
onun mülkiyetinde kalır ve ona özel mülk muamelesi yapılır. Ancak sanat
eserlerini ve tarihî eserleri korumak için devletin özel kanunları varsa, bunu
uygulamak için tarihî eserin sahibinin şer'î haklarını gözetmek de farzdır.
Fakat kişi, bu tarihî eseri gayrimeşru bir yolla ve İslâm devletinin uyulması
farz olan kanunlarına aykırı olarak elde etmişse, onu sahiplenemez.
Soru 889: Eğer devlet daireleri İslâm hükümlerine aykırı bazı kurallar
koyarsa, memurların bu kurallara uymaktan kaçınmaları caiz midir?
Cevap: İran İslâm Cumhuriyeti'nde hiç kimse
İslâm hükümlerine aykırı kurallar çıkarma ve emirler verme hakkına sahip
olmadığı gibi, daire başkanının emrine uymak bahanesiyle Allah'ın kesin hükmüne
aykırı davranmak da caiz değildir. Bilindiği kadarıyla devlet dairelerinde
İslâm dinine aykırı bir kanun yoktur. Eğer birisi İslâm sistemine aykırı bir
kanunla karşılaşırsa, ona karşı koymalı ve bu sorunun halledilip İslâm
hükümlerine aykırı olan şeyin ortadan kaldırılması için üst sorumlulara
bildirmelidir.
Soru 890: Üst sorumlunun sakıncasız olduğunu iddia ettiği ve yapılmasını
istediği, fakat memura göre kanuna aykırı olduğu ileri sürülen işleri yapmanın
hükmü nedir?
Cevap: Hiç kimse devlet dairelerine hâkim
olan kanun ve kuralları ihmal edip onlara aykırı davranamaz ve müdür de
memurdan kanuna aykırı bir şeyi yapmasını isteyemez; bu konuda müdürün görüşü
geçerli olmaz.
Soru 891: Devlet dairelerindeki memurların, müracaat edenlerden bazıları
hakkında birinin tavsiyesini kabul etmeleri caiz midir?
Cevap: Memurların kanun ve kurallar
çerçevesinde müracaat edenlerin isteklerine cevap vermeleri ve işlerini
yapmaları farzdır ve memurların kanuna aykırı olan veya diğerlerinin hakkının
zayi olmasına sebep olan bir konuda birilerinin tavsiye ve yönlendirmesini
kabul etmeleri caiz değildir.
Soru 892: Trafik kurallarına ve genel olarak devletin tüm kanunlarına
aykırı davranmanın hükmü nedir? Ve acaba kanunlara aykırı davranma durumları,
marufu e-mir ve münkerden nehiy kapsamına girer mi?
Cevap: Hiç kimsenin, İslâmî Şura Meclisi
tarafından çıkarılan ve Anayasayı Koruma Konseyi tarafından onaylanan veya
ilgili yetkililerin kanunî izinlerine istinaden çıkarılan İslâm devletinin
kanun, kural ve emirlerine aykırı davranması caiz değildir ve biri bunlara
aykırı davranırsa, başkaları bu konuda onları uyarmak, irşat etmek ve münkerden
sakındırmak hakkına sahiptir.
Soru 893: Bazı yabancı ülkelerde, üniversitedeki yabancı öğrenciler
uyruklarını değiştirerek o ülkenin uyruğuna geçmeyi talep edecek olurlarsa,
öğrenci öğrenim süresi boyunca yerli öğrencilere sunulan bütün avantajlardan
yararlanabiliyor; bu devletin kanunlarına göre, kişi istediği zamanda uyruğunu
değiştirerek tekrar eski uyruğuna dönebiliyor; acaba bu işin şer'î bir
sakıncası var mı?
Cevap: Uyulması gerekli olan kanunlara
aykırı olmadığı, herhangi bir fesada sebebiyet vermediği ve İslâm devletine
hakaret ve ihanet edilmediği takdirde, İslâm ülkeleri vatandaşlarının uyruk
değiştirmelerinin sakıncası yoktur.
Soru 894: Yabancı şirketlerde çalışan veya onlarla muamele yapan kişilerin
bu şirketlerin kurallarına aykırı hareket etmeleri -özellikle bu iş İslâm ve
Müslümanlara karşı kötü bir zihniyet oluşmasına sebep olacaksa- caiz midir?
Cevap: Bütün mükelleflere, gayrimüslim
olsalar bile başkalarının haklarını gözetmeleri farzdır.
Soru 895: Bazı kişiler veya özel ya da devlete ait şirket ve kuruluşlar,
vergiler ve devletin alması gereken fonlardan kaçmak için çeşitli yollarla bazı
gerçekleri gizliyorlar; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Hiç kimsenin İslâm Cumhuriyeti'nin
kanunlarına uymaktan ve İslâm devletine vergi, fon ve diğer kanunî hakları
vermekten kaçınması caiz değildir.
Soru 896: Birisi, bankalardan biriyle yapmış olduğu mudarebe akdiyle
ticaret yapıyor ve anlaşmaya göre elde edilen kârın bir bölümünü bankaya
veriyor; acaba vergi dairesinin bu adamdan kendi hissesine düşen gelirin
vergisine ilâveten bankanın hissesine düşen kârın vergisini de vermesine
istemesi caiz midir?
Cevap: Bu mesele kazanç vergisinin kanun ve
kurallarına tâbidir; dolayısıyla eğer vergi vermekle mükellef olan kişi,
kanunen sadece kendi hissesinin vergisini vermeye mecbursa, ortağının hissesine
taalluk eden ver-giyi vermek zorunda değildir.
Soru 897: Birisinden, devletin ev satımından alacağı vergiyi yarı yarıya
ödemek şartıyla bir ev satın aldım. Daha sonra satıcı, daha az vergi vermek için
vergi memuruna, evi satıcıya ödediğim fiyattan daha düşük bir fiyata aldığımı
söylememi istedi. Acaba evin gerçek fiyatıyla vergi memuruna söylediğim fiyat
arasındaki farkın vergisini vermem farz mıdır?
Cevap: Evin gerçek fiyatına taalluk eden
vergiden sizin hissenize düşen geri kalan vergiyi ödemeniz farzdır.
Soru 898: Bölgemizde halk arasında, İslâmî olmayan ve Müslüman grupları
rahatsız eden, özellikle Ehlibeyt (a.s) izleyicileriyle başka halk kesimleri
arasında farklı bir tutum sergileyen devlete su ve elektrik parasını ödemenin
farz olmadığı görüşü yaygındır; acaba bizim böyle bir devlete su ve elektrik
faturalarını ödemekten kaçmamız caiz midir?
Cevap: Bu iş caiz değildir; devletin su ve
elektriğinden yararlanan herkesin, gayri İslâmî olsa bile, devlete su ve
elektrik parasını ödemesi farzdır.
Soru 899: Kocam, banka hesabında bir miktar para bırakarak öldü. Banka,
kocamın öldüğünü öğrenince onun banka hesabını kapattı. Öte yandan belediye,
kocamın iş yerinin inşaat ruhsatı vs. karşılığında vergi ödemesi gerektiğini,
bu vergi ödenmediği takdirde de o mekânları kapatacağını bildirdi. Oysa
çocuklarımız küçük yaştalar ve bu vergiyi ödemeye gücümüz yetmiyor; acaba bu
vergiyi vermemiz farz mıdır?
Cevap: Belediye harçları ve resmî
vergilerin devlet kanunlarına uygun olarak ödenmesi farzdır. Dolayısıyla eğer
bu vergiler ölen kişi adına tahakkuk etmişse, mirasının üçte biri çıkarılmadan
ve mirası mirasçılar arasında bölüştürülmeden önce geriye bıraktığı maldan
öden-melidir ve eğer vergiler mirasçılar adına tahakkuk etmişse, onların
mallarından ödenmelidir.
Soru 900: Acaba vakfın sahih olması için vakıf akdinin okunması şart
mıdır? Eğer şartsa, akdin Arapça olması şart mıdır?
Cevap: Vakfın sözle yapılması şart
değildir; fiilî olarak alıp vermekle de gerçekleşebilir; ayrıca sözle yapılan
vakıfta akdin Arapça olması şart değildir.
Soru 901: Birisi, meyve bahçesini, elli yıla kadar gelirinin kendisine
niyabeten kaza namazı kılması ve kaza orucu tutması için ücretli (naip)
tutulmasına harcanması, elli yıldan sonra da gelirinin Kadir gecelerinde
harcanması için vakfetmiş ve bu vakfı dört oğlunun yönetimine bırakmıştır.
Şimdi bu meyve bahçesi bozulmak üzere olduğu için ondan hiçbir şekilde
yararlanmak mümkün değildir; fakat satılırsa, parasıyla vakfeden kişiye niyabeten
iki yüz senelik kazâ namazı kılması ve bir o kadar da kazâ orucu tutması için
naip tutulabilir. Şimdi, vakfeden kişinin oğullarının dördünün de buna
muvafakat etmiş olduğu dikkate alınarak acaba bu bahçeyi satıp parasını bu
yönde harcamak caiz midir?
Cevap: Bu biçimdeki vakıfta, eğer vakfeden
kişi meyve bahçesini sırasıyla önce kendisine, daha sonra da başkasına
vakfetmişse, kendisine yaptığı vakıf geçersizdir; başkasına yaptığı vakıf ise,
baş tarafı kesik ve kopuk olduğu için sahih olması sakıncasız değildir. Ama
bununla o meyve bahçesinin elli senelik gelirini kendisi için istisna tutmak
istemişse, bu durumda vakfın sahih olmasının şer'an bir sakıncası yoktur. Bu
vakfın sahih olması durumunda, vakıf ve vasiyeti yerine getirme doğrultusunda
harcamak için gelirinin artması amacıyla, gelirinin bir bölümünü vakfı korumak
ve onu elverişli hale getirmek yönünde harcamayla da olsa bağı korumak mümkün
oldukça veya bina yapılması vs. için kiraya vererek gelirini vakıf ve vasiyet
doğrultusunda kullanmayla da olsa, yerden yararlanmak mümkün olduğu sürece onu
satmak veya değiştirmek caiz değildir; aksi durumda onu satıp parasıyla vakıf
ve vasiyeti yerine getirmek için iyi bir yer almanın sakıncası yoktur.
Soru 902: Allah'ın lütuf ve yardımıyla cami olması niyetiyle köyde bir
bina yaptım. Fakat köyde bir eğitim merkezi olmadığı, diğer taraftan iki camisi
bulunması dolayısıyla köyün şimdilik bu camiye ihtiyacı yoktur. Şimdiye kadar
vakıf akdi okunarak binanın cami olarak vakfedilme işlemi yapılmadığı ve cami
olarak orada iki rekât namaz kılınmadığı da göz önünde bulundurulursa ve şer'î
açıdan bir sakıncası yoksa, niyetimi değiştirerek bu binayı Eğitim
Müdürlüğü'nün yetkisine bırakmak istiyorum; meselenin hükmünü açıklar mısınız?
Cevap: Vakıf akdi okumadan ve namaz kılmaları
için namaz kılanlara teslim etmeden, sırf cami olması niyetiyle bina inşa
etmek, vakfın gerçekleşmesi ve sahih olması için yeterli değildir; dolayısıyla
bu bina hâlâ sahibinin mülkiyetindedir ve sahibi onda istediği gibi tasarruf
edebileceğinden onu Eğitim Müdürlüğü'ne vermesinin sakıncası yoktur.
Soru 903: Hüseyniyeler için gerekli olan eşyaları satın almak amacıyla
yapılan bağışlar vakıf hükmünde midir, yoksa bu bağışlarla satın alınan
eşyalara vakıf akdini okumak mı gerekir?
Cevap: Sırf bağış toplamak vakıf sayılmaz;
fakat onlarla hüseyniyeler[41] için gerekli olan eşyaların satın
alınarak kullanılmak üzere hüseyniyelere yerleştirilmesiyle fiilî vakıf
gerçekleşmiş olur ve vakıf akdini okumaya gerek kalmaz.
Soru 904: Vakfetmeye zorlanan bir kişinin yaptığı vakıf sahih midir?
Cevap: Eğer insan vakfetmeye zorlanırsa,
daha sonra onu geçerli kılacak izni vermediği sürece vakıf sahih olmaz;
sonradan vakfı geçerli kılmasının da vakfın sahih olması için yeterli olup
olmayacağı şüphelidir.
Soru 905: Zerdüştîlerden bir grup bir hastahane yaptırarak onu hayır
yolunda kullanılması için bin yıllığına vakfetmişlerdir. İmamiye fıkhında
vakfın kural ve şartları göz önünde bulundurulduğunda, şimdiki vakıf
yöneticisinin, vakıf belgesinde "Hastahanenin geliri giderinden fazla
olursa, bu fazlalıkla yatak satın alınarak hastahanenin mevcut yatakları artırılmalıdır."
diye kaydedilen şarta aykırı davranması caiz midir?
Cevap: Müslümanların yaptığı vakfın sahih
olduğu yerlerde kitap ehli olsun veya olmasın gayrimüslimlerin yaptığı vakıf da
sahihtir; dolayısıyla hayır yolunda kullanılması için hastaneyi bin yıl vakfetmek,
her ne kadar sonu kesik bir vakıfsa da, şer'an bu vakfın sahih olmasının bir
sakıncası yoktur. Netice itibariyle vakıf yöneticisinin, vakfedenin şartlarına
uyması farzdır ve bu konuda ihmalkârlık yapmaya ve şartların dışına çıkmaya
hakkı yoktur.
Soru 906: Vakfeden kişi veya hâkim tarafından atanan vakıf mütevellisinin
(yöneticisinin), vakıf işlerini yürütmesi karşılığında kendisine ücret alması
veya kendisinin yerine vakıf işlerini yürütmesi için vekil olarak tuttuğu başka
birine ücret vermesi caiz midir?
Cevap: Vakıf mütevellisi (yöneticisi),
ister vakfeden kişi tarafından atanmış olsun, ister hâkim tarafından, vakfeden
kişi, ona vakıf işlerini yürütmesi karşılığında bir ücret belirlememişse,
vakfın gelirinden yaptığı işin emsaline verilen ücreti alabilir.
Soru 907: Özel Hukuk Mahkemesi, vakıf mütevellisinin işlerini denetlemesi
için vakıf yöneticisinin yanına emin bir kişi tayin etmiştir. Vakıf
yöneticisinin kendisinden sonra vakfa yönetici tayin etme hakkı öngörülmüşse,
acaba bu durumda mahkeme tarafından atanan bu kişiye danışıp onayını almadan
yönetici tayin edebilir mi?
Cevap: Eğer vakfın şer'î mütevellisinin
(yöneticisinin) işlerini denetlemesi için mahkeme tarafından verilen emin atama
kararı, yöneticinin vakıf yönetimiyle ilgili bütün işlerini, hatta kendisinden
sonra vakfa yönetici tayin etmesini de kapsıyorsa, bu durumda kendisinden sonraki yöneticiyi tayin etmede denetleyici
emin kişiye danışmadan kendi başına hareket etme hakkı yoktur.
Soru 908: Bir camiye komşu ev ve arsa sahipleri camiyi genişletmek için
mülklerinin bir bölümünü camiye bağışlamışlar. Cuma imamı da âlimlerle istişare
ettikten sonra bu arazinin vakıf olduğuna dair müstakil bir vakfiye
düzenlenmesine karar vermiş, araziyi camiye bağışlayanlar da buna muvafakat
etmişlerdir; fakat camii ilk yaptıran kişi buna razı olmuyor ve vakfın
tamamının yöneticisi olmak için yeni arazinin vakfının da eski vakfın
vakfiyesine kaydedilmesini istiyor; acaba onun böyle bir şeye hakkı var mı ve
isteğini kabul etmek zorunlu mudur?
Cevap: Camiye yeni ilhak edilen araziyi
vakfetmek, ona vakfiye düzenlemek ve özel yönetici tayin etmek, yeni
vakfedenlerin yetkisindedir ve önceki yöneticinin buna engel olmaya hakkı
yoktur.
Soru 909: Hüseyniye vakfı tamamlandıktan sonra yö-neticileri bir iç tüzük
yazar, ancak tüzüğün bazı maddeleri vakfın gerekleriyle çelişirse, şer'an bu
maddelere göre davranmak caiz midir?
Cevap: Vakıf yöneticilerinin, iç tüzükte
vakfın ge-rekleriyle çelişen bir kural koyma hakları yoktur ve şer-'an o kurala
göre amel etmek caiz değildir.
Soru 910: Vakıf için atanan yöneticiler birkaç kişi olursa, yönetim
işlerinde bazılarının diğerlerinin görüşünü almadan tek başına hareket etmesi
şer'an sahih midir? Eğer vakıf işlerini yürütmek konusunda yöneticiler arasında
görüş ayrılığı çıkarsa, her birinin kendi görüşüne göre davranması caiz midir,
yoksa bu konuda hepsinin şer'î hâkime mi müracaat etmesi gerekir?
Cevap: Vakfeden kişi, vakıf yönetimini
mutlak olarak onlara devretmişse ve onların bazılarının ve hatta çoğunluğunun
müstakil olduğunu gösteren bir belirti ve delil de yoksa, bu durumda vakıf
işlerinin tümünün ve hatta bir kısmının idaresinde onlardan hiçbiri ve hatta
çoğunluğu müstakil davranamaz; aksine vakıf işlerinin idaresinde aralarında
istişare ederek ortak bir karara varmalıdırlar. Aralarında ihtilâf çıktığı
takdirde, onları ortak bir görüş etrafında toplaması için şer'î hâkime
mü-racaat etmeleri farzdır.
Soru 911: Vakıf yöneticilerinden bazılarının ötekileri azletmesi şer'an
sahih midir?
Cevap: Bu iş şer'an sahih değildir ve
yönetici olarak atanırken kendisine böyle bir yetki verilmeyen birinin,
yönetimde olan başka birini yönetimden almasıyla o kişi azledilmiş olmaz.
Soru 912: Eğer yöneticilerden bazıları diğer yöneticilerin vakfa ihanet
ettiğini iddia ederek yönetimden alınmalarında ısrar ederlerse, bu konuda
şer'an hüküm nedir?
Cevap: Vakfa ihanetle suçladıkları
kişilerin durumunun açıklığa kavuşması için şer'î hâkime müracaat etmeleri
gerekir.
Soru 913: Eğer bir kimse, bir gayrimenkulü umumun hayrına vakfederek
yönetimini hayatta olduğu müddetçe kendisine, ölümünden sonra da büyük oğluna
bırakır ve vakfın yönetimi konusunda ona özel birtakım yetkiler verirse, bu
durumda Vakıflar ve Hayır İşler Müdürlüğü'nün yöneticinin yetkilerinin tamamını
veya bir kıs-mını ondan almaya hakkı var mıdır?
Cevap: Vakfeden kişi tarafından atanan
yönetici vakfı yönetme yetkilerini aşmadıkça, vakfeden kişinin vakıf akdinde
belirttiği üzere, vakıf işlerinin idare yetkisi ona aittir ve onun vakfeden
kişinin vakıf akdinde belirttiği yetkilerini değiştirmek şer'an sahih değildir.
Soru 914: Bir kimse camiye bir arsa vakfetmiş ve onun yönetimini nesilden
nesle kendi soyundan gelenlere, nesli bittikten sonra da o camide beş vakit
günlük namazları kıldıran imama bırakmıştır. Bu karar üzerine yöneticinin nesli
tükendikten sonra vakıf yönetimini camide bir süredir günlük namazları kıldıran
âlim üstlendi. Fakat şimdi o âlim kalp krizi geçirdiği için orada cemaat namazı
kıldırma gücüne sahip değildir. Bu nedenle şimdi Cemaat İmamları Şurası bu
camide imamlık yapması için başka bir âlim tayin etmiştir. Bu durumda acaba
önceki âlim vakfın yönetiminden alınmış olur mu, yoksa cemaat namazı kıldırması
için bir vekil veya temsilci tayin ederek vakfın yöneticiliğinde kalma hakkı
var mıdır?
Cevap: Eğer o âlim, beş
vakitlik günlük namazlarda o camide cemaat imamı olması vasfıyla vakfın
yönetimine getirilmişse, şimdi hastalanması sebebiyle veya herhangi başka bir
nedenle o camide namaz kıl-dıramıyorsa, vakfın yönetimi kendiliğinden onun
yetkisinden çıkar.
Soru 915: Bir şahıs, geliri Resulullah'ın (s.a.a) soyundan gelen
seyyitlere yardım edilmek ve yas merasimleri düzenlenmesi gibi bazı özel hayır
işlerde harcanmak üzere emlâkini vakfetmiştir. Şimdi vakfın gelirlerinden
sayılan kira fiyatlarının yüksek olmasına rağmen bazı kurumlar veya kişiler,
imkânlarının olmayışı veya başka kültürel, siyasî, içtimaî ve dinî sebeplerle o
vakfedilmiş mülkü çok düşük bir fiyata kiralamak is-tiyorlar. Bu durumda acaba
Vakıf Müdürlüğü'nün vakfı günlük fiyatından düşük bir fiyata kiraya vermesi
caiz midir?
Cevap: Vakfın şer'î yöneticisinin ve vakıf
işlerini yürüten sorumlunun, vakfı kiraya vermede ve kira miktarını belirlemede
vakfın çıkar ve maslahatını gözetmesi farzdır. Dolayısıyla kira miktarının
indirilmesi, kiracının özel durumu veya o mülk üzerinde yapılacak iş önemi
itibariyle vakfın çıkar ve maslahatına uygunsa, bu-nun sakıncası yoktur; aksi
durumda caiz değildir.
Soru 916: Rahmetli İmam Humeyni'nin görüşüne göre, caminin yöneticisi
olmaz. Acaba bu hüküm; vaaz, irşat ve ahkâm tebliği toplantıları düzenlemek
için camiye vakfedilen emlâki da içerir mi? Eğer içerirse, camilerden
birçoğunun vakfedilmiş emlâki ve bu emlâkin sürekli kanunî ve şer'î
yöneticileri bulunduğu ve Vakıflar Müdürlüğü'nün de onlara yönetici vasfıyla
baktığı dikkate alındığında, acaba vakfedilmiş bu emlâkin yöneticilerinin
yönetimi terk etmeleri ve onların idaresi görevini yerine getirmekten
kaçınmaları caiz midir? Oysa İmam Humeyni (r.a) bir soruya verdiği
cevapta, yöneticinin vakıf yönetimini bırakamayacağını, vakfeden kişinin
belirlediği kurallara uygun davranması gerektiğini ve bu konuda müsamaha
etmesinin caiz olmadığını belirtiyor.
Cevap: Caminin yöneticisinin olamayacağı
hükmü, caminin kendisine ait olup camilerin çıkarları için vakfedilen vakıfları
kapsamaz; bu durumda ahkâm tebliği, vaaz, irşat vs. için camiye yapılan
vakıfları kapsamayacağı açıktır. Dolayısıyla ister özel vakıflara, ister genel
vakıflara, hatta caminin eşyaları, ışıklandırılması, suyu ve temizliği gibi
ihtiyaçları gidermek için vakfedilen mülke de yönetici tayin etmenin sakıncası
yoktur ve atanan yönetici bu vakıfların yönetimini bırakamaz, aksine bu iş için
bir kişiyi vekil tutmakla da olsa vakfeden kişinin vakıf akdinde belirlediği
hususlara uygun olarak vakıf işlerini idare etmesi gerekir ve hiç kimsenin ona
vakıf yönetiminde engel olma ve ona baskı yapma hakkı yoktur.
Soru 917: Vakfın şer'î yöneticisinin dışında başka birisinin vakıf
işlerine karışarak vakıf işlerine müdahale etmesi, vakıfta tasarruf etmesi ve
vakıf akdinde belirtilen şartları değiştirerek yöneticiyi güç durumda bırakması
caiz midir? Ve acaba bu şahsın vakfın yöneticisinden, vakfedilen araziyi onun
uygun görmediği birine vermesini istemesi caiz midir?
Cevap: Vakıf işlerini, vakfeden kişinin
vakıf akdinde belirttiği şartlara uygun olarak idare etmek, sadece vakfın özel
şer'î yöneticisine aittir. Vakfın vakfeden kişi tarafından atanan özel bir
yöneticisi olmaması durumunda ise, vakıf işlerinin idaresi Müslümanların
hâkimine aittir ve başkalarının bu işe müdahale etme hakkı yoktur; nitekim
vakfın şer'î yöneticisinin de vakfın yönünü ve vakıf akdinde belirtilen
şartlarını değiştirmeye hakkı yoktur.
Soru 918: Vakfeden kişi vakfı denetlemesi için birini tayin eder ve onu
Müslümanların veliyy-i emri dışında hiç kimsenin bu görevden azledemeyeceğini
şart koşarsa, acaba o kimse kendisini bu işten azledebilir mi?
Cevap: Vakıf denetleyicisinin denetleme
görevini kabul ettikten sonra kendisini bu görevden azletmesi caiz değildir;
nitekim bu iş vakıf yöneticisi için de caiz değildir.
Soru 919: Bir bölümü özel ve diğer bölümü de genel olan bir vakıf var;
vakfeden kişi, bu vakfın yönetimini şöyle belirtmiştir: "Her birinin
ölümünden sonra vakıf işlerini, birinci kuşağın ikinci kuşağa öncelikli olması
kaydıyla, nesilden nesle erkek evlâtların en büyüğü, en liyakatlisi ve en
yetkini üstlenecektir." Bu durumda eğer aynı kuşak içinde bu şartlara
sahip olan erkek evlât, vakfın yönetimini üstlenmekten kaçınarak kendisinden
daha liyakatli ve daha yetkin gördüğü küçük evlâdın yönetimine muvafakat
ederse, acaba küçük olan evlâdın, diğer şartlara da sahipse, bu vakfın
yönetimini üstlenmesi caiz midir?
Cevap: Yönetim şartlarına sahip olan kişi
yönetimi kabul etmeyebilir; fakat kabul
etmişse ihtiyat gereği ken-disini azletmesi caiz değildir; ama, vakıf
işlerinin idaresi için güvenilir ve liyakatli birini vekil etmesinin sakıncası
yoktur. Bunun gibi birinci kuşaktan yönetim şartlarına sahip olan bir kişi
bulunduğu ve vakıf yönetimini kabul ettiği sürece, sonraki kuşaktan birinin
vakıf işlerinin yönetimini üstlenmesi caiz değildir.
Soru 920: Yönetim şartlarına sahip olmaları durumunda yönetimi
üstlenebilecek olan mevkufun aleyhlerden bazıları, şer'î hâkime müracaat ederek
kendilerini yönetime atamasını isterler; fakat yöneticilik şartlarına sahip
olmadıkları için hâkim onların bu isteklerini kabul etmez. Acaba onların, yaş
bakımından kendilerinden küçük olmasından dolayı şartlara sahip olan kişinin
yönetime tayin edilmesine karşı çıkmaları caiz midir?
Cevap: Yöneticilik şartlarına sahip olmayan
birinin yönetime geçme ve şartlara sahip olan kişinin bu göreve tayin
edilmesine karşı çıkma hakkı yoktur.
Soru 921: Vakıf işlerine atanan kişi, herhangi bir sebeple vakfı idare
etmede kusur ve ihmalkârlık gösterirse, onu yönetimden alarak yerine başkasını
tayin etmek caiz midir?
Cevap: Sırf vakıf işlerinin idaresinde
kusur edip ihmalkâr davranmak, yöneticiyi yönetimden alarak yerine başkasını
tayin etmek için şer'î bir ruhsat olamaz; bu durumda onu vakıf işlerini idare
etmeye zorlaması için şer'î hâkime müracaat etmek gerekir. Eğer onu zorlamak
mümkün olmazsa, ondan, vakıf işlerini idare etmesi için liyakatli birini
kendisine vekil seçmesi istenir veya hâkim onun yanına güvenilir bir kişi
verir.
Soru 922: Ehlibeyt İmamlarının (selâm üzerlerine olsun) evlâtlarının
(imamzadelerin) çeşitli köy, kasaba ve şehirlerinde bulunan türbeleri, özel
vakıf olmadıkları gibi, asırlardan beri belli yöneticileri de bulunmamaktadır.
Bu türbelerin korunması, onarımı, tadilatı, halk tarafından yapılan teberru ve
nezirleri toplama gibi işleri üstlenme ve tasarrufta bulunma yetkisi kime
aittir? Ve acaba bir kimse, eskiden beri cenazelerin defnedildiği bir mezarlık
olan imam evlâtlarının türbe ve haremleri arazisinin mülkiyetinin kendisine ait
olduğunu iddia e-debilir mi?
Cevap: Özel bir yöneticisi olmayan mübarek
türbelerin ve genel vakıfların yönetiminden Müslümanların şer'î hâkimi ve emir
sahibi sorumludur ve bu yönetim şimdi veliyy-i fakihin Vakıflar ve Hayır İşler
Kurumu'ndaki temsilcisine verilmiştir. Eskiden beri Müslümanların cenazelerinin
defnedilmesi için kullanılan türbe ve harem avluları arazisi genel vakıf
hükmündedir; ancak hâkim nezdinde şer'î yolla aksinin ispatlanması müstesna.
Soru 923: Vakıftan yararlanan ve tümü Müslüman olan kişilerin, Vakıflar
Müdürlüğü'ne, Müslüman olmayan birini vakıf yöneticisi olarak tayin edilmesi
için tanıtmaları caiz midir?
Cevap: Müslümanlara ait bir vakfın,
Müslüman olmayan kimse tarafından yönetilmesi caiz değildir.
Soru 924: Vakfeden kişi tarafından vakıf yönetimine atanan ve atanmayan
kişiler kimlerdir? Vakfeden kişi vakfın yönetimine belli bir kişiyi tayin eder
ve kendisinden sonraki yöneticinin tayinini de ona bırakırsa, acaba birinci
yöneticinin kendisinden sonra vakıf yöneticisi olarak tayin ettiği kişi de
[vakfeden kişi tarafından] atanmış yönetici sayılır mı?
Cevap: Vakfeden kişi tarafından atanan
yönetici, vakfeden kişinin vakıf akdinde yönetici olarak tayin ettiği kişidir.
Eğer vakfeden kişi vakıf akdinde yönetici tayinini kendisi tarafından atanan
yöneticiye bırakmışsa, bu durumda onun kendisinden sonraki yöneticiyi tayin
etmesinin sakıncası yoktur ve onun vakıf yöneticisi olarak tayin ettiği kişi,
vakfeden kişi tarafından yönetime geçirilen kişi hükmündedir.
Soru 925: Vakıf yöneticisinin, vakıf yönetimini Vakıflar ve Hayır İşler
Müdürlüğü'ne devretmesi caiz midir?
Cevap: Vakıf yöneticisinin bunu yapması
caiz değildir; fakat vakıf işleriyle uğraşmaları için Vakıflar Müdürlüğü'nü
veya başka bir şahsı vakıf işlerinin takibi için vekil tayin etmesinin
sakıncası yoktur.
Soru 926: Mahkeme, vakıf işlerinin idaresinde kusur etmekle suçlanan vakıf
yöneticisinin uygulamalarını gö-zetim ve denetim altında tutması için güvenilir
birini tayin eder ve vakıf yöneticisi kendisine yöneltilen suçlamalardan
aklandıktan sonra da ölür. Acaba bu durumda denetleyici güvenilir kişinin, bu
göreve mahkeme tarafından atanmasından birkaç yıl önce vakfın asıl
yöneticisinin aldığı karar ve uygulamaları onaylayıp geçerli kılmak veya iptal
ve feshetmek suretiyle müdahale etme ve görüş yürütme hakkı var mıdır, yoksa sorumluluk
ve denetim hakkı, sadece denetleyici tayin olduğu andan yöneticinin ölümüne
kadar mıdır? Yöneticinin aklanmasından şimdiye kadar denetleyici kişinin
denetiminden alınmadığı dikkate alındığında, acaba yöneticinin kendisine
yöneltilen suçlamalardan aklanmasıyla denetleyici kişinin sorumluluk ve
yetkisi sona erer mi, yoksa denetleyicinin sorumluluk ve yetkisinin son
bulması için mahkeme tarafından görevinden alınması mı gerekir?
Cevap: Eğer şer'î yöneticinin yanına
güvenilir bir kişinin verilmesi, vakıf işlerinin idaresi konusunda ona
yöneltilen suçlamalardan dolayı ise, bu durumda sadece belirlenen konularla
ilgili olarak gözetim ve denetimde bulunabilir. Suçlanan yöneticinin aklanması
ve ithamlardan kurtulmasıyla denetleyicinin denetim konusundaki yetkisi sona
erer. Ve yine önceki yöneticinin ölümünden sonra vakıf yönetiminin başkasına
geçmesiyle, mezkur güvenilir kişi vakıf işlerine ve vakfın yeni yöneticisinin
uygulamalarına müdahale edemez.
Soru 927: Bir grup insan, bir ev satın alıp hüseyniye-ye çevirmek amacıyla
hayırsever insanlardan yardım toplarsa, acaba onların bu amaçla para
toplamaları, evi hüseyniye olarak vakfetme hakkına sahip olmaları için yeterli
midir, yoksa bu konuda bağış sahiplerinden vekâlet
almaları mı gerekir? Vakıfta, vakfeden kişinin, vak-fettiği şeyin sahibi
veya sahibi hükmünde olması şart olduğundan ve yardım toplayanların ise
topladıkları bağışların sahibi olmadıkları dikkate alınırsa, acaba vakfetme
hakkına sahip olmaları için bağış toplamaları, bağışların sahibi
hükmünde olmaları için yeterli midir?
Cevap: Eğer hayırsever kişiler tarafından
evi satın aldıktan sonra onu hüseyniye olarak vakfetmeye vekil iseler, bu
durumda bağış sahiplerine vekâleten vakıf akdini okumaları sahihtir.
Soru 928: Oluşumlarında insanın rolü bulunmayan ve anayasada belirtildiği
üzere enfalden sayılan tabiî meralar ve ormanlar vakfedilebilirler mi?
Cevap: Vakfın sahih olması için vakfedilen
şeyin vakfeden kişinin şer'an özel mülkü olması şarttır. Dolayısıyla tabiî meralar
ve ormanlar enfal ve umumî mallardan olup hiç kimsenin özel mülkü olmadığından
herhangi bir kimsenin onları vakfetmesi doğru değildir.
Soru 929: Ziraî bir tarlanın müşa (ifraz edilmemiş) hissesini satın alarak
resmen oğlunun adına geçiren bir kimse, oğlu için satın aldığı bu tarlayı
vakfetmesi caiz midir?
Cevap: Mülkün sırf birinin adına
kaydedilmesi, adına geçirilen kişinin şer'î mülkiyetinin ölçüsü değildir;
dolayısıyla eğer babası tarlayı oğlu için satın alıp onun adına kaydettikten
sonra onu oğluna hibe etmişse ve hibe sahih bir şekilde teslim alınmışsa, artık
onun maliki olmadığı için onu vakfedemez. Fakat sadece tapusunu oğlunun adına
geçirmişse ve tarla kendisinin mülkiyetinde kalmışsa, bu durumda tarla şer'an
onun mülkü olduğundan onu vakfedebilir.
Soru 930: Eğer Petrol Şirketi ve Şehir Arsaları Kurumu yetkilileri,
ellerindeki bazı arsaları cami ve dinî ilimler medreseleri inşa edilmesi için
ayırır ve vakıf akdi okunmasından sonra teslim etme ve teslim alma da
tamamlanırsa, acaba bu arsalar vakfedilmiş sayılır mı ve bunlara vakıf hükmü
uygulanır mı?
Cevap: Bu arsalar eğer devletin umumî
mallarından olup belli bir yerde kullanılacakları belirlenmişse cami veya
medrese olarak vakfedilemezler; fakat devletin, Petrol Şirketi'nin ya da Şehir
Arsaları Kurumu'nun yetkisinde bulunan ve hiç kimsenin mülkü olmayan mevat[42] arazilerdense,
bu durumda, ilgili makamların izniyle onları cami veya ilmî medrese vb. yaparak
ihya etmenin sakıncası yoktur.
Soru 931: Belediye bazı emlâkini kamu yararına vakfedebilir mi?
Cevap: Bu konu, belediyenin kanunî
yetkilerine ve o mülkün özelliklerine bağlıdır; dolayısıyla eğer belediyenin sağlık
ocağı, hastane ve cami gibi şehrin kamu yararına hizmetlere ayırması kanunen
caiz olan emlâkten olursa bunun sakıncası yoktur; fakat belediyeye ait işlerde
kullanılması için tahsis edilen emlâkten ise, bunları vakfetmeye hakkı yoktur.
MEVKUFUN ALEYHİN (ADINA VAKIF YAPILANIN) ŞARTLARI
Soru 932: Şehir Arsa Kurumu'ndan aldıkları bir arsa üzerinde cami inşa
eden bir bölgenin halkı, sonra bu camiyi umumî olarak mı yoksa özel olarak mı
vakfetmeleri konusunda görüş ayrılığına düşerler; bazıları onun özel vakıf
olarak kaydedilmesi gerektiğini savunurken, diğer bazıları da yapımında halkın
tümünün iştirak ettiğini göz önünde bulundurarak onun umumî vakıf olması
gerektiğini ileri sürerler; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Cami, umumî vakıflardan olduğu için
belli bir cemaat veya taife adına vakfedilemez; fakat isim konulurken herhangi
bir münasebetle onu bir şahıs veya bir grupla ilişkilendirmenin sakıncası
yoktur. Ancak cami inşasına katkıda bulunan müminlerin bu konuda ihtilâf
etmeleri uygun değildir.
Soru 933: Sapık bir fırkanın reisi, emlâkini bu fırkaya vakfetmiştir.
Vakfın sahih olması için vakıf edilen amacın meşru olması şart olduğundan ve bu
sapık fırkanın hedef, inanç ve amellerinin saptırıcı, bozguncu ve batıl olduğu
dikkate alınırsa, acaba bu vakıf sahih midir ve bu mallardan bu fırkanın
yararına yararlanılması caiz midir?
Cevap: Eğer mülkün vakfedildiği amacın
haram ve günaha teşvik ve yardım örneklerinden olduğu ispatlanırsa, bu durumda
böyle bir vakıf batıldır ve bu mallardan şer'an haram olan yollarda yararlanmak
sahih değildir.
Soru 934: Mahallelilerin kullanması için hüseyniye inşa edilen mahalle
ahalisinin ve yas merasimlerine katılanların, hüseyniyenin vakfiyesinin
maddelerini yorumlamak hususunda müdahale hakları var mıdır?
Cevap: Eğer ortada açık olmayan, özet ve
genel bir anlatım varsa, vakfın kayıt ve şartlarından maksadın ne olduğunu
anlamak için durum ve söylemle ilgili karinelere veya örfe baş vurmak gerekir;
hiç kimse vakfın şartlarını kendi görüşüne göre yorumlayamaz.
Soru 935: Dinî ilimler öğretmek ve öğrenmek için vakfedilen bir yerde
öğretim görmekte olan öğrenciler bulunmasına rağmen oranın öğrencisi olmayan
sıradan insanların ve yolcularla misafirlerin oranın imkânlarından
yararlanmaları caiz midir?
Cevap: Eğer o yer sırf dinî ilimler
öğrencileri için veya sadece orada dinî ilimler dersi vermek ve öğrenmek için
vakfedilmişse, başkalarının oradan yararlanması caiz değildir.
Soru 936: Vakfiyede şöyle bir cümle geçer: "Vakıf akdinde, ahali
arasından bir kurulun Eminler Kurulu (idare organı) olarak seçilmesi şart
koşulmuştur." Acaba bu cümle seçmenleri belirler mi? Ve eğer bu cümle
seçmenleri belirlemiyorsa, bu durumda Eminler Kurulu'nu kimlerin seçmesi
gerekir?
Cevap: Bu cümlenin zahiri, Eminler Kurulu
seçimine ahalinin genelinin katılması gerektiğini gösteriyor.
Soru 937: Eğer mevkufun aleyhler arasında yaşça en büyük olan erkek
çocuğun vakıf yöneticiliği için onların "en liyakatlisi ve en
yetkini" olması da şart koşulmuşsa, acaba kişinin liyakat ve yetkinliğinin
de ispatlanması gerekir mi, yoksa salâhiyet ve yetkinlikte esas, yaşça en büyük
olmak mıdır?
Cevap: Yöneticilik için koşulan bütün
şartları haiz olduğu kesin olarak bilinmelidir.
Soru 938: Bir şahıs emlâkini Muharrem ayı vs.de İmam Hüseyin'e (a.s) yas
merasimi düzenlenmesi için vakfetmiş, onun yönetimini kendisinden sonra
nesilden nesile evlâtlarına ve emlâkin gelirinin üçte birini de yöneticiye
tahsis etmiştir. Eğer bir zaman vakfeden kişinin birinci, ikinci ve üçüncü
tabakadan kız ve erkek çocukları olursa, acaba hepsi vakıf yönetimine ortak
olurlar mı ve böylece yönetici için tahsisi edilen geliri aralarında
bölüşmeleri mi gerekir? Eğer bu geliri aralarında bölüşmeleri gerekiyorsa,
acaba kızlarla erkekler arasında eşit olarak mı bölüşülür, yoksa fark mı
gözetilir?
Cevap: Eğer miras tabakalarına göre sıranın
gözetilmesinin ve önceki neslin sonrakine önceliğinin istendiğine dair hiçbir
karine ve belirti yoksa, bu durumda her zamanda mevcut tabakaların tümü vakfı
ortak ve eşit olarak yönetirler ve yönetici için belirlenen gelir, kızlarla
erkekler arasında fark gözetilmeksizin eşit olarak paylaşılır.
Soru 939: Eğer vakfeden kişi, kendisinden sonra vakfın yönetimini mutlak
olarak âlimlere ve müçtehitlere bırakırsa, acaba bu durumda müçtehit olmayan
bir âlim yönetimi üstlenebilir mi?
Cevap: Vakfeden kişinin âlimlerden
maksadının sadece müçtehitler olduğu ispatlanmadıkça, içtihat derecesine
ulaşmasa da bir din âliminin vakfın yönetimini üstlenmesinin sakıncası yoktur.
Soru 940: Bir grup, vakıf özel yöneticisinden izin almaksızın, merkez
camii medresesiyle camiye bitişik olan hüseyniyenin mutfağı arasındaki
kütüphaneyi yıkıp camiye eklemişlerdir. Acaba onların yaptığı bu iş sahih
midir? Ve acaba orada namaz kılmak caiz midir?
Cevap: Kütüphane yerinin sadece kütüphane
için vakfedildiği ispatlanırsa, bu durumda hiç kimse onu değiştirip camiye
dönüştüremez; orada namaz kılmak da caiz değildir; kütüphaneyi yıkan kimseye
onu eski hâline getirmesi farzdır; fakat özel olarak kütüphane için
vakfedildiği ispatlanmazsa, orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 941: Bir yerin geçici bir süre için, örneğin on yıllığına cami olarak
vakfedilmesi ve bu müddet bittikten sonra tekrar vakfeden kişinin veya onun
mirasçılarının mülkiyetine geçmesi caiz midir?
Cevap: Bu iş geçici vakıf olarak sahih
değildir ve bununla cami olma unvanı da gerçekleşmez; fakat o mekânın belli bir
zamana kadar namaz kılanlar için tahsis edilmesinin sakıncası yoktur.
Soru 942: Bölge halkının cenazelerini defnetmeye yeterli yeri olmayan
mezarlığın yanında vakfedilmiş bir arsa bulunmaktadır. Mezarlık için uygun bir
konumda bulunan bu arsanın mezarlığa dönüştürülmesi caiz midir?
Cevap: Cenazelerin defnedilmesi dışında bir
amaçla vakfedilmiş olan bir yeri bedeli ödenmeksizin mezarlık yapmak caiz
değildir; fakat kazanç sağlamak için vakfedilmişse, bu durumda şer'î
yöneticisi, oraya cenaze defnedilmesini vakfın yararına ve maslahatına uygun
görürse, bu iş için kiraya verebilir.
Soru 943: Bazı vakıf
arsaları yol genişletme, yol açma, umumî parklar ve kamu binaları inşa etme
projeleri içerisinde yer almaları dolayısıyla, bazı resmî kuruluşlarca
vakıfların şer'î yöneticilerinden izin alınmaksızın ve vakfın ücreti ve kirası
ödenmeksizin müsadere edilmiştir. Acaba resmî dairelerin bu teşebbüsü caiz
midir? Yine bu vakıflarda tasarrufta bulunanların onun bedelini veya değerini
ödemeleri gerekir mi? Ve acaba tasarruf edenlerin tasarruf anından itibaren
tasarruflarının emsalinin ücretini mi ödemeleri gerekir? Acaba resmî
kuruluşlarca vakıfların değeri veya karşılığında başka bir şey verilirken şer'î
hâkimden izin almak gerekir mi, yoksa Vakıflar Müdürlüğü'nün veya vakıf
yöneticisinin vakfın bedeli veya değeri konusunda vakfın yarar ve çıkarlarını
gözeterek onlarla anlaşması yeterli midir?
Cevap: Herhangi bir kimsenin, vakıfların
şer'î yöneticisinden izin almadan onda tasarruf etmesi caiz değildir. Bunun
gibi eğer kazanç getirmesi amacıyla yapılan vakıf türünden ise, ancak vakıf
yöneticisinden kiralandıktan sonra onda tasarruf etmek caizdir. Yine
vakfedildiği yönde yararlanılması mümkün olan vakfı satmak veya başka bir şeye
dönüştürmek caiz değildir; bu esnada eğer birisi vakfı zayi ederse, onu
karşılamakla yükümlüdür ve eğer şer'î yöneticisinden kiralamadan vakıfta
tasarruf eder ve ondan yararlanırsa, bu durumda onun emsalinin ücretini
ödemekle yükümlü olur ve vakıf yönünde harcaması için emsalinin ücretini vakfın
şer'î yöneticisine vermesi farzdır. Bu konuda özel kişiler ve kamu kuruluşları
arasında hiçbir fark yoktur. Vakıf yöneticisinin, vakıfların çıkar ve
menfaatini gözeterek hâkime müracaat etmeksizin vakıflarda tasarruf eden veya
onları zayi eden kişilerle ücret veya vakıfların bedeli üzerinde anlaşması
caizdir.
Soru 944: Vakfedilen bir arsanın sadece hayvanların geçmesi için uygun
olan bir yolu vardır. Şimdi etrafında evler yapılması nedeniyle [insanların da
geçmesini sağlayacak şekilde] yolu genişletmek gerekiyor. Acaba bu yolu, yarısı
şahsî emlâkten ve yarısı da vakfedilen yerden olmak üzere eşit bir
şekilde iki taraftan genişletmek caiz midir? Eğer caiz değilse, acaba
yolu genişletmek için vakfın yöneticisinden yerin bu miktarını kiralamak caiz
midir?
Cevap: Gerekli bir zaruret veya vakıftan
yararlanabilmek için vakfın kendisinin yola ihtiyacı olması dışın-da, vakfı
geçit ve yola dönüştürmek caiz değildir; ancak kazanç sağlamaya yönelik vakıf
arsasını vakfın çıkarlarını gözeterek yol genişletmek için kiralamanın
sakıncası yoktur.
Soru 945: Yirmi yıl önce bir arsa, cenazelerini defnetmeleri için bir
bölge ahalisine vakfedilmiştir. Vakfeden kişi, vakfın yöneticiliğini kendisine
ve kendisinden sonra da vakfiyede adını kaydettiği o şehirdeki âlimlerden
birine bırakmış ve bu âlimin ölümünden sonra da yöneticinin nasıl seçileceğini
belirlemiştir. Acaba vakfın şimdiki yöneticisinin, vakfı veya vakfın bazı
şartlarını değiştirmeye ya da ona başka şartlar eklemeye hakkı var mıdır? Eğer
bu değişiklik, örneğin arsanın araba parkına tahsis edilmesi gibi vakfedildiği
amacı değiştirirse, acaba bu durumda vakfın mevzusu hâlâ geçerli sayılır mı?
Cevap: Vakfın teslim alınmasıyla şer'an gerçekleşip
geçerli olmasından sonra vakfeden kişinin veya yöneticisinin vakfı değiştirmesi
ve başka bir şeye dönüştürmesi ve yine vakfın bazı şartlarını değiştirmesi ve
ona yeni şartlar eklemesi caiz değildir; vakfın önceki durumundan
değiştirilmesiyle de o şey vakıf olmaktan çıkmaz.
Soru 946: Bir kimse dükkanını camiye bağlı bir karz-ı hasen[43] fonu
kurulması için vakfetmiştir. Bu adamın ölümünden sonra yıllardan beri kapalı
olan bu dükkan şimdi yıkılmaya yüz tutmuştur; acaba bu dükkandan başka amaçlar
için yararlanmak caiz midir?
Cevap: Eğer karz-ı hasen fonu kurulması
için dükkanın vakfı tamamlanmış ve şimdilik o cami için karz-ı hasan fonu
kurmaya gerek duyulmuyorsa, bu durumda başka camilere ait karz-ı hasen
sandıklarının bu mekândan yararlanmalarının sakıncası yoktur.
Soru 947: Bir kimse bir tarlayı su hissesiyle birlikte belli bir camide
muharrem veya safer aylarının gecelerinin birinde İmam Hüseyin (a.s) ve İmam
Ali'nin (a.s) şehadet gecesinde mersiye okunması (gelirini bu ağıt
merasimlerinde harcamak) için vakfeder. Daha sonra mirasçılarından birine bu
yeri, üzerinde hastane yapılması için Sağlık Bakanlığı'na vermesini vasiyet
eder; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Bir vakfı, menfaat vakfından (kazanç
sağlamak için yapılan vakıf) intifa vakfına (bir işte yararlanmak için yapılan
vakıf) dönüştürmek caiz değildir; fakat vakfın maslahatına uygun olması
şartıyla gelirini vakıf doğrultusunda harcamak gayesiyle o yer üzerinde
hastahane yapılması için kiraya verilmesinin sakıncası yoktur.
Soru 948: Vakfedilen araziler üzerinde musalla[44] veya
hüseyniye inşa edilmesi caiz midir?
Cevap: Vakfedilen araziler, cami veya
hüseyniye vs. olarak yeniden vakfedilemez ve hiç kimsenin bu yerleri musalla
veya halkın ihtiyaç duyduğu umumî bir kurum inşa edilmesi için karşılık
almaksızın bırakması câiz değildir. Fakat bu arazi üzerinde musalla, okul veya
hüseyniye yapılması için şer'î yöneticisi tarafından kiraya verilmesinin
sakıncası yoktur; mezkur arazilerin kira gelirini ise, vakfiyede belirlenmiş amaçlar
için kullanmak gerekir.
Soru 949: Umumî (genel) vakıf ve hususî (özel) vakıf ne anlama gelir?
Bazıları hususî vakfı, vakfeden kişinin maksadının aksine değiştirmenin ve onu
özel mülke dö-nüştürmenin caiz olduğunu ileri sürerler; acaba bu sahih midir?
Cevap: Vakıfta umumîyet (genellik) ve
hususiyet (özellik) mevkufun aleyhlere, yani vakfedilen kimselere göredir.
Dolayısıyla hususî vakıf belli bir kişi veya kişilere yönelik vakıftır; kendi
evlâtlarına veya örneğin, "Ahmet'le soyundan gelenlere…" yapılan
vakıf gibi. Umumî vakıf ise camiler, dinlenme yerleri, medreseler vb. umumî
maslahat ve amaçlara yönelik vakıftır. Üçüncü bir vakıf türü de fakirlere,
yetimlere, hastalara ve yolda kalanlara vb. genel sınıflara yönelik
vakıflardır. Bu üç vakıf türünün vakıf olmaları açısından aralarında fark
yoktur; ama hüküm ve sonuçları bakımından farklıdırlar. Örneğin, umumî maslahat
ve amaçlara yönelik vakıfta ve yine genel sınıflara yönelik vakıfta vakfın bir
kimse tarafından kabul edilmesi ve vakıf akdi okunurken mevkufun aleyhlerden
birisinin varlığı şart değildir; hâlbuki hususî vakıfta bunlar şarttır. Nitekim
camiler, okullar, mezarlıklar ve köprüler gibi umumî amaç ve maslahatlara
yönelik vakıflar intifa (yararlanma) şeklinde yapılan vakıflar olup, hiçbir
durumda ve hatta yıkılıp tahrip olsalar bile satılmaları caiz değildir. Ancak
hususî vakıf ve genel sınıflara yönelik vakıf, menfaat, yani kazanç sağlamak
için yapılan vakıflar olup, bunların bazı istisnaî durumlarda satılması ve
değiştirilmesi caizdir.
Soru 950: Camiye vakfedilmiş 1884 yılına ait el yazması bir Kur'ân nüshası
bakımsızlıktan yıpranıp yok olmak üzeredir; acaba bu kutsal ve değerli eseri
ciltlemek ve korumak için şer'î izne gerek var mıdır?
Cevap: Kur'ân-ı Kerim'i ciltlemek, cilt ve
yapraklarını ıslâh ederek aynı camide saklamak için şer'î hâkimden özel izin
almaya gerek yoktur.
Soru 951: Vakfı gasp etmek ve vakıfta vakıf amacı dışında tasarruf etmek
onun emsalinin ücretini karşılamayı gerektirir mi? Yine vakıf binasının
yıkılması veya vakıf arsasının caddeye dönüştürülmesi gibi vakfı yok etmeye
yönelik davranışlar, onun benzerini veya değerini karşılamayı gerektirir mi?
Cevap: Bir insanın evlâtlarına yaptığı
vakıf gibi hususi vakıfta ve yine kazanç elde etmek için yapılan umumî vakıfta,
vakfı gasp etmek ve onda vakıf amacı dışında tasarruf etmek veya birincisinde
mevkufun aleyhlerin ve ikincisinde ise şer'î yöneticisinin izni olmaksızın gasp
veya tasarruf etmek, vakfedilen şeyin kendisini ve menfaatini karşılama
yükümlülüğünü gerektirir. Dolayısıyla kullanılan
ve kullanılmayan menfaatlerinin kar-şılığını ve yine eğer bizzat kendisi
mevcutsa, vakfedilen şeyin kendisini ve eğer kişinin elinde veya fiiliyle zayi
olmuşsa, vakfedilen şeyin karşılığını vermesi farzdır ve menfaatlerinin
karşılığının vakıf amacında ve vakfedilen şeyin karşılığının ise zayi edilen
vakfın benzerini almada harcanması gerekir. Camiler, okullar, misafirhaneler,
köprüler ve mezarlıklar gibi mevkufun aleyhlerin faydalanması için umumî
amaçlara veya genel sınıflara yönelik yaralanma amaçlı umumî vakıflarda ise,
eğer birisi bunları gasp ederek bunlardan amaçlanan menfaatlerin dışında
yararlanırsa, medrese, misafirhane ve hamam gibi şeylerde tasarruflarının
emsalinin ücretini vermelidir; fakat cami, mezarlık, türbe ve köprü gibi
şeylerde emsalinin ücretini vermesi gerekmez. Eğer bu gibi vakıfların kendisini
yok ederse, onların benzerini veya değerini vermek suretiyle karşılığını
vermesi ve onun da yok edilen vakfın benzerinin temin edilmesinde harcanması
zorunludur.
Soru 952: Bir kimse mülkünü bir köyde İmam Hüseyin'e (a.s) yas merasimleri
düzenlenmesi için vakfetmiştir. Fakat vakıf yöneticisi şimdi vakfiyede
kaydedilen köyde yas merasimi düzenleyebilmek durumda değildir; acaba vakıf
yöneticisinin kendi oturduğu şehirde yas meclisi düzenlemesi caiz midir?
Cevap: Eğer vakıf, sadece o köyde yas
merasimi dü-zenlenmesi için yapılmışsa, bu durumda orada bir kişiyi vekil
tutmakla da olsa o köyde vakfı yerine getirmek mümkün olduğu sürece onu başka
bir yere aktaramaz; aksine o köyde yas merasimleri düzenlemesi için kendi
yerine birini görevlendirmesi farzdır.
Soru 953: Cami komşularının, elektrik parasını fazlasıyla cami
yetkililerine ödemek şartıyla caminin elektriğinden inşa hâlindeki kendilerine
ait bina demirlerini kaynak yapmak için yararlanmaları caiz midir? Aynı şekilde
cami yetkililerinin cami elektriğinden yararlanılmasına izin vermeleri caiz
midir?
Cevap: Cami elektriğinden şahsî işler için
yararlanılması ve cami yetkililerinin de böyle bir izin vermeleri caiz
değildir.
Soru 954: Uzun yıllardan beri halkın genelinin yararlandığı vakfedilmiş su
kaynağından acaba çeşitli yerlere veya özel evlere boru çekmek caiz midir?
Cevap: Bu su kaynağından boru çekilmesi
vakfı değiştirmez veya bu iş vakfın amacını aşmaz ve öteki mevkufun aleyhlerin
o kaynağın suyundan yararlanmalarına engel olmazsa, sakıncası yoktur; aksi
durumda caiz değildir.
Soru 955: Bir tarla dinî ilimler öğrencilerinin yararlanması ve mersiye
merasimi tertiplemek için vakfedilmiştir. Bu tarla köyün ana yolu kenarında yer
almıştır. Şimdi köy halkı bu tarlanın öte yanında oranın bir kısmını içine
alacak başka bir yol daha açmak istiyor; bu yolun açılmasının arsanın değerini
artıracağı farz edilirse, bu iş caiz midir?
Cevap: Vakfedilmiş tarla üzerinde
tasarrufta bulun-mak veya onu yola dönüştürmek için, sırf değerinin art-ması
şer'î bir ruhsat oluşturmaz.
Soru 956: Birisi caminin yakınındaki bir evini caminin cemaat imamının
oturması için vakfetmiştir. Fakat cami imamının ailesinin kalabalık olduğundan,
gelip gidenlerin çokluğundan ve başka sebeplerden dolayı bu ev cami imamının
kalması için uygun değildir. Diğer taraftan cami imamının kendisine ait evinin
tamire ihtiyacı olup yaptırmak için borçlanmıştır. Acaba imamın vakfedilmiş evi
kiraya vererek gelirini oturduğu evin borçlarını ödemek için veya onu tamir
etmek için harcaması caiz midir?
Cevap: Eğer ev, mevkufun aleyhlerin sadece
kendisinden yararlanması (intifa vakfı) şeklinde cami imamının oturması için
vakfedilmişse, bu durumda gelirini oturduğu evin borçlarını ödemek ve onun
tamirinde kullanmak için de olsa şer'an onu kiraya veremez. Vakfedilmiş ev,
küçüklüğünden dolayı eğer ailesinin oturması, misafirlerin ve gelip gidenlerin
ağırlanması için yeterli değilse, günün bazı saatlerinde müracaat edenleri
ağırlamak için orayı kullanılabilir veya oturması için başka bir caminin cemaat
imamına verebilir.
Soru 957: Kafilelerin dinlenmesi amacıyla kiraya verilen bir kervansarayın
binası vakıftır ve kervansarayın karşısındaki caminin imamı da bu vakfın
şimdiki yöneticisidir. Mesele ayrıntılarıyla dakik bir şekilde müçtehitlere
anlatılmadığı için bu bina yıkılarak yerine hüseyniye inşa edilmiştir; acaba bu
yerin geliri, değişiklik öncesindeki gibi devam eder mi?
Cevap: Menfaat vakfı (gelirinden
yararlanılan vakıf) olan kervansarayı intifa' vakfı (kendisinden
yararlanılan vakıf) olan hüseyiniyeye
dönüştürmek caiz değildir. Ker-vansaray binasının kafilelere ve
yolculara kiraya verilerek gelirinin vakfeden kişinin istediği yönde harcanması
için eski hâline dönüştürülmesi farzdır. Fakat vakfın şer'î yöneticisi, vakfın
dinî şiar ve ilkelerin yüceltilmesi doğrultusunda kullanılması amacıyla kiraya
verilmesini ve gelirinin de vakıf yönünde harcanmasını vakfın kısa ve uzun
süreli maslahatı için uygun görürse, onun bu işi yapması caizdir.
Soru 958: Cami avlusu arsası üzerinde inşa edilmiş cami dükkanının hava
parasını satmak caiz midir?
Cevap: Cami avlusu üzerinde inşa edilmiş
dükkan şer'an caiz olan bir şekilde yapılmışsa, bu iş, vakfın şer'î
yöneticisinin vakfın çıkar ve maslahatını gözeterek izin vermesi durumunda
mubahtır. Aksi durumda dükkanın yıkılarak yerini daha önce olduğu gibi cami
avlusuna katmak farzdır.
Soru 959: Bazı kamu
ve özel kuruluşlar, barajlar, elektrik santralleri ve umumî parklar yapmak gibi
teknik işler ve projeler nedeniyle bazen vakfedilmiş arazileri kullanmak
zorunda kalıyorlar; acaba bu projeleri uygulayanın şer'an vakfın ücretini veya
karşılığını vermesi gerekir mi?
Cevap: Özel vakıflarda, vakfı kiralamak
veya satın almak için mevkufun aleyhlere müracaat etmek gerekir. Fakat gelirinin
vakıf yönünde harcanması için umumî sınıflara yönelik menfaat vakıflarında ise,
tasarruf yapmak için onları vakfın şer'î yöneticisinden kiralayıp, va-kıf
yönünde harcaması için kira ücretini yöneticiye öde-mek gerekir. Bu tür
vakıflarda yapılan tasarruflar vakfın aynını yok etmek hükmünde olursa, kaybı
karşılama zorunluluğuna sebep olur ve tasarruf eden kişinin, gelirinin vakıf
yönünde harcanması amacıyla başka bir mülk satın alıp birinci vakfın yerine
vakfetmesi için vakıf bedelini vakfın yöneticisine vermesi bir zorunluluktur.
Soru 960: Bir kimse, birkaç yıl önce inşaat hâlindeki bir dükkanı kiralar
ve o zaman hava parasını ödeyerek sahibinin izniyle dükkanın kendi kira
ücretiyle yapımını tamamlar ve kira süresi içerisinde resmî senetle binanın
yarısını sahibinden satın alır; şimdi ise mezkur binanın vakıf olduğu iddia
ediliyor ve vakıf yöneticisi hava parasının yeniden ödenmesi gerektiğini ileri
sürüyor, bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Eğer bina arsasının vakıf olduğu
ispatlanır veya kiracının kendisi bunu itiraf ederse, bu durumda kiracının
vakfedilmiş binanın arsasıyla ilgili olarak mül-kiyet iddiasında bulunan
kişiden aldığı izin ve hakların hiçbir itibarı yoktur; bu binada
tasarruflarının devam etmesi için vakfın şer'î yöneticisiyle yeni bir sözleşme yapması
gerekir ve kendi parasını malikiyet iddiasında bulunan kişiden geri alabilir.
Soru 961: Bir yerin vakıf olduğu bilinir, fakat hangi amaca yönelik olduğu
bilinmezse, o arazide oturanların ve ziraat yapanların ne yapması gerekiyor?
Cevap: Eğer vakfedilen
yerin özel bir yöneticisi varsa, onda tasarruf edenlerin yöneticiye müracaat
ederek araziyi ondan kiralamaları gerekir. Fakat özel bir yöneticisi yoksa, bu
durumda onun yöneticisi şer'î hâkimdir; dolayısıyla orada tasarruf edenlerin
şer'î hâkime müracaat etmeleri gerekir. Birkaç konuda harcanma ihtimali olan
vakıf gelirinin hangisinde harcama yapılacağına gelince; eğer bu ihtimaller
seyitler, fakirler, ulema ve belli bir şehrin halkı gibi birbirleriyle
çelişmeyen ihtimallerse, bu durumda, gelirleri harcanması gerektiğine kesin
inanılan kişilere harcanmalıdır. Ama ihtimaller birbirleriyle çelişirse, bu
durumda eğer belli şeyler arasında sınırlıysa, harcanması gereken yeri kur'a
çekimiyle belirlemek gerekir ve eğer ihtimal sınırlı olmayan şeyler arasında olursa,
duruma bakılır: Eğer unvan ve kişiler sınırlı olmazlarsa, örneğin herhangi bir
soydan gelenlere vakfedildiği bilinir, fakat onların sınırlı olmayan kişilerden
hangisinin soyu olduğu bilinmezse, böyle bir durumda vakfın gelirleri
meçhul'ul-malik (sahibi bilinmeyen) hükmünde olup onları fakirlere sadaka
vermek gerekir. Ama ihtimaller sınırlı olmayan amaçlara yönelikse, örneğin camiye mi, türbeye mi, köprüye mi, yoksa ziyaretçilere
yardım için mi vakfedildiğinden şüphe edilirse, böyle bir durumda gelirlerin
ihtimallerden dışarı çıkmaması şartıyla hayır işlerde harcanması gerekir.
Soru 962: Uzun zamandan beridir ahali tarafından mezarlık olarak
kullanılan ve içinde bir imamzâdenin de defnedilmiş olduğu bir arazi var. Otuz
yıl önce cenazelerin yıkanması için orada bir yer yapıldı; fakat bu arazinin,
cenazelerin defnedilmesi için mi, yoksa orada defnedilmiş olan imamzâdenin
türbesi için mi vakfedildiği bilinmiyor. Ve yine orada cenaze yıkanması için
yapılan binanın meşru olup olmadığını da bilmiyoruz. Dolayısıyla, ahalinin
cenazelerini bu binada yıkamaları caiz olur mu?
Cevap: Vakıf amacına ters düştüğü
bilinmedikçe, önceden olduğu gibi ahalinin cenazelerini o binada yıkamaları ve
yine türbenin avlusuna ait olan o arazide cenazelerini defnetmeleri caizdir.
Soru 963: Bölgemizde, halkın, ekip biçtiği ve ağaçlandırdığı bazı
arazilerin halk arasında bölgedeki imam-zadelerden birinin türbesine
vakfedildiği ve vakıf yöneticisinin de orada oturan seyitler olduğu yönünde
yaygın bir söylenti var. Fakat bu arazinin vakıf olduğuna dair hiçbir senet
yoktur. Sadece bu arazinin vakıf olduğunu gösteren bir senet olduğu, ancak daha
sonra bir yangında yok olduğu denilmektedir. Hatta önceki yönetim (Şah)
döneminde halkın bu arazinin bölüştürülmesine engel olmak için vakıf olduğuna
tanıklık ettiği bile söylenmektedir. Bazıları da seyitleri seven bölge
valilerinden birinin kendi döneminde arazileri, vergiden muaf tutulmak için
seyyitlere vakfettiğini dile getirmekteler; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Vakfın ispatlanması için yazılı bir
belgenin olması şart değildir. Vakfın ispatlanması için, onu elinde bulundurup
tasarruf edenlerin veya onların ölümünden sonra mirasçılarının onun vakıf
olduğunu itiraf etmeleri veya daha önce o mülke vakıf muamelesi yapıldığının
anlaşılması veya iki adil kişinin onun vakıf olduğuna şahadet etmesi ya da
güven verecek şekilde vakıf oluşunun meşhur
olması yeterlidir. Dolayısıyla bu delillerden biriyle vakıf olduğu
ispatlanırsa, onun vakıf olduğuna hükmedilir; aksi durumda onu elinde
bulundurarak onda tasarruf edenin mülkü olduğuna hükmedilir.
Soru 964: Bir mülkün vakıf olduğuna dair beş yüz sene öncesine ait bir
vakfiye bulundu; şimdi bu mülkün vakıf olduğuna hükmedilebilir mi?
Cevap: Sırf vakıf belgesinin varlığı,
içeriğinin doğruluğu güven vermediği sürece vakıf için şer'î bir delil olamaz;
fakat o mülkün vakıf olduğu ilim veya güvence verecek şekilde halk ve özellikle
yaşlılar arasında yaygın olursa veya onu elinde bulunduran kişi bunu ikrar
ederse veya daha önce ona vakıf muamelesi yapıldığı anlaşılırsa, bu durumda
onun vakıf olduğuna hükmedilir; her hâlükârda zamanın geçmesi vakfedilen mülkün
vakıf olmaktan çıkmasına neden olmaz.
Soru 965: Babamdan bir su kanalının üç hissesini miras aldım ve babamın
satın almış olduğu bu hissenin gerçekte 15 hissesi vakıf olan 100 hisseden üçü
olduğunu yeni öğrendim. Fakat bu üç hissenin vakıftan mı, yoksa satıcının kendi
malından mı olduğu belli değil; bu konuda ne yapmam gerekiyor? Acaba babamın
yaptığı bu muamele batıl mıdır ve ben hâlâ hayatta olan birinci satıcıdan parayı
geri alabilir miyim?
Cevap: Eğer satıcı satış anında ortak sudan
sattığı miktara şer'an malik idiyse ve kendisinin sahip olduğu hisseyi mi,
yoksa vakıfla ortak olduğu malı mı sattığı bilinmezse, bu durumda muamelenin
sıhhatine, müşterinin mala sahip olduğuna ve mirasın mirasçılarına intikalinin
doğruluğuna hükmedilir.
Soru 966: Ulemadan birisi tarla ve bağ gibi mal varlığından bir bölümünü
özel vakıfla vakfetmiş, bu doğrultuda bir belge düzenleyerek vakfın bütün
şartlarını yerine getirdiğini, şer'î vakıf akdini de okuduğunu bildirmiş ve bu
vakfiyeyi ilim ehlinden on kişi de imzalamıştır; acaba elde bulunan bu
vakfiyeyle bu malların vakfedildiğine hükmedilir mi?
Cevap: Onun vakıf akdini okumasıyla
birlikte vakfedilen malı mevkufun aleyhlere veya vakfın şer'î yöneticisine
teslim ettiği ve aktardığı da ispatlanırsa, bu vakfın sıhhat ve gerekliliğine
hükmedilir.
Soru 967: Sağlık Müdürlüğü'ne, üzerinde sağlık ocağı veya hastane
yapılması için bir arsa hediye edilmiştir. Fakat Sağlık Müdürlüğü'ndeki
yetkililer şimdiye kadar orada sağlık ocağı veya hastane yapma teşebbüsünde
bulunmamışlardır; acaba vakfeden kişinin arsayı geri alması caiz midir? Vakfın
gerçekleşmesi için arsayı Sağlık Müdürlüğü yetkililerine teslim etmek yeterli
midir, yoksa orada bina yapmaları da şart mıdır?
Cevap: Arsa sahibi vakıf işlemlerini şer'î
bir şekilde tamamladıktan sonra eğer onu vakfın şer'î yöneticilerine aktarmak
anlamında Sağlık Müdürlüğü yetkililerine teslim etmişse, bu durumda bundan
vazgeçmesi ve geri istemesi caiz değildir. Fakat bunlardan biri
gerçekleşmemişse, bu durumda arsayı onlardan geri alabilir.
Soru 968: Bir kimse cami inşa edilmesi için arsasını bölgenin din âlimi ve
iki adil şahit huzurunda vakfetmiştir. Bir süre sonra bazı kişiler o arsayı ele
geçirerek üzerinde kendilerine ev yapmışlardır. Bu durumda onların ve
yöneticinin yükümlülüğü nedir?
Cevap: Vakıf akdi okunduktan sonra vakfeden
kişinin izniyle arsanın teslim işlemi gerçekleşmişse, orada vakfın bütün
hükümleri uygulanır ve başkalarının o arsa üzerinde kendileri için ev yapmaları
gasp hükmündedir; yapılan binaları yıkmaları, arsayı boşaltmaları ve onu şer'î
yöneticisine teslim etmeleri farzdır; aksi durumda (vakıf işlemi şer'an
gerçekleşmemişse) arsa şer'î sahibinin mülkiyetinde kalır ve başkalarının onda
tasarruf etmesi sahibinin iznine bağlıdır.
Soru 969: Bir kimse seksen sene önce bir arsa satın almış, ölümünden sonra
ise mirasçıları o arsa üzerinde birkaç muamele yapmış ve birinci müşteriden
satın alanlar öldükten sonra bu yer onların mirasçılarına geçmiştir. Son kuşak
da onu kırk yıl önce resmen kendi adlarına geçirmiş ve resmî tapu belgesi
aldıktan sonra arsa üzerinde kendileri için evler yapmışlardır. Şimdi bir kişi
bu arsanın, ilk sahibinin çocuklarına vakfedildiğini ve onların bu arsayı
satmaya hakları olmadığını iddia ediyor; oysa geçen seksen sene boyunca hiç
kimse böyle bir iddiada bulunmamış, bu arsanın vakıf olduğuna dair yazılı bir
belge görülmemiş ve hiç kimse buna tanıklık etmemiştir; bu durumda arsanın
şimdiki sahiplerinin ne yapması gerekir?
Cevap: O arsanın vakıf
olduğu ve satılmasının caiz olmadığı iddiasında bulunan kişi bu iddiasını
muteber bir yolla ispatlamadıkça, bu arsa üzerinde yapılan muamelelerin
sıhhatine ve o arsanın, şimdi elinde bulunduran ve onda tasarruf edenlerin
mülkü olduğuna hükmedilir.
Soru 970: Vakfedilmiş bir arazide üç su kuyusu bulunmaktadır. Birkaç
yıldan beri süren kuraklık nedeniyle belediye vakfın şer'î yöneticisinden bu
çeşmelerden ikisini ahalinin içme suyunu temin etmek için kiralamıştır.
Bölgedeki talebelere ve vakfedenin evlâtlarına vakfedilen üçüncü çeşmenin suyu
ise çekilip kurmuş ve onun suyuyla sulanan araziler kıraça dönüşmüştür. Şim-di
Şehir Arazi Dairesi bu yerlerin kıraç yerler olduğunu iddia ediyor; acaba bu
yerler birkaç yıl ekilmediği için kıraç yerlerden mi sayılır?
Cevap: Vakfedilen arazi birkaç yıl ekilmese
bile, ekilmediği için vakıf olmaktan çıkmaz.
Soru 971: İmam Rıza'nın (a.s) mukaddes türbesine vakfedilen bazı
arazilerin alanı içerisinde mera ve orman da bulunmaktadır. Bazı yetkili
kuruluşlar, mera ve ormanlarla ilgili kanunlara dayanarak bu mera ve ormanlara
enfal hükmünü uygulamışlardır. Acaba vakfedilen emlâkin alanındaki bu mera ve
ormanlara vakıf alanındaki diğer araziler gibi vakıf hükümleri uygulanır mı ve
onlara vakıf muamelesi yapılması farz mıdır?
Cevap: Vakfedilmiş arazinin etrafındaki
orman ve meralar eğer vakıf alanından sayılıyorsa, bu durumda vakıf hükmünde
olup vakfa tâbidirler, onlara enfal ve umumî mallar hükmü uygulanmaz. Vakıf
alanının ve miktarının teşhisinde ise, bölgenin örfüne ve bu konuda uzman
kişilerin görüşüne başvurulması gerekir.
Soru 972: Birkaç arsa kırk yıl önce yetimlerin korunması ve idaresi için
vakfedilmiş ve o zamandan beri aynı amaçla vakıf devam etmiştir; Vakıflar
Müdürlüğü tarafından onaylanmış belli bir yöneticisi de bulunmaktadır. Fakat
son zamanlarda bu arazinin üç yüz seneden beri vakıf olduğunu gösteren ve
orijinal eski belge üzerinden istinsah edildiği iddia edilen âdî bir belge
ortaya çıkmış. Daha eski olduğu iddia edilen vakıf belgesinin orijinalinin
mevcut olmadığı, mevcut âdî nüshanın ise noksan olduğu, onda yöneticinin tayin
edilmediği ve geçmişte oraya vakıf muamelesi yapıldığına dair bir belirti
bulunmadığı ve özellikle de onu elinde bulunduran ve onda tasarruf edenlerin
bunu inkâr ettikleri ve daha önce vakıf olduğunun meşhur olmadığı göz önünde
bulundurulduğunda, acaba böyle bir belge yetimhane yapılması doğrultusundaki
yeni vakfın gereğini yerine getirmeye engel olabilir mi?
Cevap: İster aslı olsun, ister aslından
kopya edilmiş olsun sadece bir vakıf belgesinin varlığı vakıf için şer'î bir
delil oluşturmaz. Dolayısıyla önceki vakıf muteber bir delille ispatlanmadığı
sürece şimdi uygulanmakta olan yeni vakfın sıhhatine, geçerliliğine ve ona
uymanın caizliğine hükmedilir.
Soru 973: Bir kişinin Seyyid'uş-Şüheda (İmam Hüseyin -a.s-) adına
hüseyniye yapılması için vakfettiği kö-yün umumî yola dönüştürülmüş hüseyniye
arsasından şimdi sadece 42 metrekare kalmıştır; bu miktar arsanın
hükmü nedir? Acaba vakfeden kişinin onu tekrar kendi mülküne geçirmesi caiz
midir?
Cevap: Arsanın yola
dönüştürülmesi eğer şer'î bir şekilde vakıf akdinin okunup vakıf yöneticisine
veya vakıf amacına teslim edildikten sonra gerçekleşmişse, vakfedilen yerden
geri kalan bölüm vakıf olarak kalır ve vakfeden kişinin onu geri alması caiz
değildir; aksi durumda o yer vakfeden kişinin mülkiyetinde olup ona aittir.
Soru 974: Mirasta hissesi olan bazı mirasçıların onun tamamını
vakfetmeleri caiz midir? Ve acaba vakıf akdinin sadece onlar adına yapılması
sahih midir?
Cevap: Onların, mirastan sadece kendi
hisselerine düşeni vakfetmeleri sahihtir. Fakat öteki mirasçıların hisseleriyle
ilgili vakıf fuzulî olup sıhhati onların iznine bağlıdır.
Soru 975: Bir kimse, bir arsayı oğullarına vakfetmiş, ama onun ölümünden
sonra Vakıflar Müdürlüğü mezkur yerin vakıf niteliğine dikkat etmeksizin vakfı
onun kızları ve oğulları adına kaydetmiştir; acaba bu kayıt işlemi mezkur
yerden yararlanmada kızlarının oğullarına ortak olmasına sebep oluşturur mu?
Cevap: Vakfedilen yerin sırf Vakıflar
Müdürlüğü'nce kızların adına da kaydedilmesi, kız evlâtların vakıfta erkek
evlâtlarla ortak olmaları için yeterli değildir. Dolayısıyla, eğer yerin sadece
erkek evlâtlara vakfedildiği ispatlanırsa, bu durumda vakıf sadece onlara ait
olur.
Soru 976: Su yolu
üzerindeki bir mülk yüz sene önce umum yararına vakfedilmiş ve mevkuf
arazilerin satışının batıl olduğuna dair kanuna binaen, o mülkün vakıf olduğuna
dair resmî bir senet düzenlenmiştir. Fakat şimdi devlet bu yerden maden taşları
çıkararak yararlanmaktadır; acaba bu yer enfalden mi sayılır, yoksa vakıf
mıdır?
Cevap: Eğer oranın şer'î bir şekilde
vakfedildiği ispatlanırsa, özel veya kamu sektörünün o yeri mülkiyetine
geçirmesi caiz değildir; yer vakıf olarak kalır ve ona vakfın bütün hükümleri
uygulanır.
Soru 977: Bir eğitim merkezi binasında laboratuar odası olarak kullanılan
bir oda var ki, geçmiş senelerde bitişiğindeki mezarlıktan ayrılan bu odanın
arsası mezkur mezarlığa aittir. Bitişikteki arsanın hâlâ mezarlık olarak
kullanıldığı dikkate alındığında, bu laboratuar odasında namaz kılan öğretmen
ve öğrencilerle ilgili hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Laboratuar odasının bulunduğu
arsanın, cenazelerin defnedilmesi için vakfedildiği ispatlanmadıkça, orada
kılınan namaz ve diğer tasarrufların sakıncası yoktur. Fakat muteber bir
delille laboratuar odası yerinin sadece cenazelerin defnedilmesi için
vakfedildiği is-patlanırsa, bu durumda onu eski hâline çevirmek, cenazelerin
defnedilmesi için boşaltmak farzdır; orada sonradan yapılan binaların gasp
olduğuna hükmedilir ve orada namaz kılmak sahih değildir.
Soru 978: Ayrı kişiler tarafından vakfedilmiş ve ayrı kimselerin yararına
sunulmuş, fakat birbirine bitişik iki vakıf dükkan var. Her iki dükkanı da
kiralayan kişi bunların birisinden diğerine veya özel geçidine kapı açabilir mi?
Cevap: Bir vakıftan yararlanmak ve
tasarrufta bulunmak, öteki vakfın yararına da olsa, vakfın şartlarına uygun ve
yöneticisinin izniyle olmalıdır. Birbirine yakın veya bitişik iki vakfın da
kiracısı olan kimse, sırf ötekinin de vakıf olduğu gerekçesiyle vakıfların
birinden diğerine kapı veya yol açarak onun üzerinde tasarruf hakkına sahip
değildir.
Soru 979: Bazı merkez ve evlerdeki sanat eseri, antika kitapların yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya oldukları ve korunmalarının zor olduğu göz önünde
bulundurulduğunda, bu kitapların ilk vakıf hâllerinin korunması şartıyla şehir
merkez kütüphanesine aktarılması ve kütüphanenin bir bölümünün bu merkezlerin
tasarrufuna bırakılması önerilmektedir; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Vakfedilen bu sanat eseri, antika ve
değerli kitaplardan belli bir yerde yararlanılmasının şart koşulduğu
anlaşılırsa, kitapları herhangi bir yolla zayi olmaktan koruyarak bu şarta
uymak mümkün olduğu sürece, onları özel yerlerinden başka bir yere aktarmak
caiz değildir; aksi durumda onları yerlerinden çıkararak korunacaklarına emin
olunan başka bir yere aktarmanın sakıncası yoktur.
Soru 980: Mera ve otlak olmaktan başka bir işe yaramayan bir arazinin
sahibi onu mukaddes mekânlara (türbelere) vakfetmiştir. Vakfın yöneticisi ise
bu yerin bir bölümünü birkaç kişiye kiraya vermiş, kiracılar da bu yerin hayvan
otlatması için uygun olmayan bir bölümünde yavaş yavaş ev yapmış ve ziraat için
uygun olan bölümlerini de tarlaya ve meyve bahçesine dönüştürmüşlerdir. Şimdi:
1) Tabiî meranın, enfal ve umumî mallardan olduğu dikkate alındığında, bu
arazinin vakfı sahih midir ve hâlihazırda ona vakıf hükmü uygulanabilir mi? 2)
Otlakta kiracıların çabalarıyla değişiklikler ve düzeltmeler yapılarak
eskisinden çok daha iyi bir hâle getirildiği dikkate alındığında, onların
vermesi gereken ücretin miktarı ne kadardır? 3) Kiracıların faaliyetleri sonucu
ihya edilen ve meydana getirilen tarla ve bahçelerle birlikte bu arazinin nasıl
kiraya verilmesi gerekir? Acaba kira ücreti olarak otlak ücreti mi, yoksa tarla
ve bahçe ücreti mi ödenmelidir?
Cevap: Vakıf olduğu ispatlandıktan sonra,
otlak arazilerinin vakfedildiği zaman enfalden olduğu ve vakfeden kişinin şer'î
mülkü olmadığı ispatlanmadığı sürece vakfedilmelerinin şer'an sahih olduğuna
hükmedilir ve kiracıların orayı tarlaya, bahçeye ve oturmak için mesken yerine
dönüştürmeleriyle vakıf olmaktan çıkmaz; eğer kiracılar, vakfedilen yeri şer'î
yöneticiden kiraladıktan sonra onda tasarruf yapmışlarsa, yerin kira
sözleşmesinde belirtilen ücretini, vakıf yönünde harcanması için yöneticiye vermeleri farzdır. Fakat şer'î yö-neticisinden
kiralamadan önce yerde tasarruf yapmışlarsa, bu durumda kiracılar tasarruf
ettikleri süre için adilane fiyat üzere emsalinin ücretini vermeleri gerekir.
Ancak bu arazinin vakfedildiği zaman esasen kıraç ve enfal yerleri olduğu ve
vakfeden kişinin şer'î mülkü olmadığı ispatlanırsa, bu durumda onun vakfı
şer'an batıldır ve kiracıların kanun ve kurallara göre orada ihya ettikleri
tarla, bahçe ve mesken yerleri vs. şer'an onlara aittir. Kıraç olarak eski
hâlinde kalan araziler ise, tabiî servetlerden ve enfalden olup kullanımı İslâm
devletinin yetkisindedir.
Soru 981: İfraz edilmemiş bir mülkte sadece altıda bir hissesi olan bir kadın başka çiftçilerle ortak
olmasına rağmen o mülkün tamamını vakfediyor. Vakıflar Müdürlüğü'nün
müdahalesinden dolayı bu iş ahali için -ahalinin evlerine malikiyet senedi
verilmesine engel ol-ması gibi- bir çok sıkıntılar doğurmuştur; acaba bu vakıf,
ifraz edilmemiş ortak mülkün tamamında mı, yoksa sadece bu kadının hissesinde
mi geçerlidir? Ve eğer sadece bu kadının hissesinde geçerliyse, acaba ifraz
edilmemiş ortak yerin bölüştürülmeden (ifrazından) önce vakfedilmesi sahih
midir? Eğer ortak yerin ifrazından önce vakfedilmesi sahihse, bu durumda diğer
ortakların ne yapması gerekiyor?
Cevap: Eğer ifrazdan (taksimden) sonra
ortak hisseden vakıf amacı için yararlanmak mümkünse, onun ifrazdan önce
vakfedilmesinin şer'an sakıncası yoktur. Fakat sahibinin ortak olduğu malın
tamamını vakfetmesi, diğer ortakların hisseleri açısından fuzulî ve batıldır ve
ortaklar mülklerinin vakıftan ayrılması için mülkün ifrazını isteyebilirler.
Soru 982: Vakıf şartlarından vazgeçmek caiz midir? Eğer caiz ise bunun
sınırı nedir? Ve acaba zamanın uzun sürmesi, vakıf şartlarını yerine getirmede
etkili midir?
Cevap: Vakfeden kişinin vakıf akdinde
koştuğu sahih şartları yerine getirmek imkânsız veya çok zor olmazsa, onlara
aykırı hareket etmek caiz değildir ve bu konuda zamanın uzun sürmesinin bir
etkisi yoktur.
Soru 983: Vakfedilen bazı arazilerin içinden, içinde maden taşları bulunan
nehir veya sel kanalları geçiyor; acaba vakfedilen arazilerden geçen bu nehir
ve kanallardaki maden taşları vakfa mı tâbidir?
Cevap: Vakfedilen yerlerin yanından veya
vakfedilen yerlerin içinden geçen büyük umumî nehirler veya sel kanalları
vakfın bir parçası değildir; ancak örfen vakfedilen arazinin alanından
sayılanlara vakıf muamelesi yapılır. Vakfedilen küçük nehirlere gelince,
bunların içindeki maden taşları vs.ye de vakıf muamelesi yapılması gerekir.
Soru 984: Bir dinî medrese, binasının eskimesi ve rutubet almasından dolayı kullanılmaz hâle
gelmiştir. Ban-kaya emanet olarak yatırılan vakıf gelirleriyle bu
medresenin binasını yeniden yapmak istiyoruz. Fakat inşaat ruhsatı alıp bu
parayı medresenin yeniden inşasında kullanabilmemiz için uzun bir zaman
geçecek. Acaba bu süre içerisinde bu parayı bankalardan birine sermaye olarak
yatırıp normal banka muamelelerine göre vakfın yararına kâr almamız caiz midir?
Cevap: Vakfın şer'î yöneticisine vakıf
gelirleriyle ilgili olarak farz olan, bu gelirleri vakfın amaçları yönünde
harcamasıdır. Fakat vakıf gelirlerini ancak belli bir süre sonra vakıf yönünde
harcamak mümkünse ve onu vakıfta harcamak mümkün oluncaya kadar korumak, emanet
olarak bankaya yatırmakla mümkün olur ve kâr hesabına yatırmak, vakfa
harcanmasının gecikmesine sebep olmazsa, bu durumda şer'î sözleşmelerden biri
çerçevesinde onu bankaya yatırıp vakfın yararına kârından yararlanmanın
sakıncası yoktur.
Soru 985: Müslümanın Müslümanlara vakfettiği bir yeri Müslüman olmayan
birisine kiraya vermek caiz midir?
Cevap: Eğer yer kazanç getirmesi için
vakfedilmişse, vakfın çıkarları korunduğu takdirde onu Müslüman olmayan birine
kiraya vermenin sakıncası yoktur.
Soru 986: Ulemadan biri birkaç ay önce vakfedenlerin izniyle vakfedilmiş
arsaya defnedilmiştir. Şimdi bazıları, vakfedilmiş yere defnetmek caiz değildir
diye itiraz etmekteler; bunun hükmü nedir? Ve eğer caiz değilse, o âlimin
defnedildiği vakıf yerinin karşılığı olarak bir meblağ ödendiği takdirde mesele
giderilmiş olur mu?
Cevap: Eğer cenazeyi vakfedilmiş bir arsaya
defnetmek o vakfın amacıyla çelişmezse, bunun sakıncası yoktur; ama cenazenin
defni o vakfın amacıyla çelişirse caiz değildir ve bir cenaze eğer vakfedilmiş
böyle bir yere defnedilirse, bedeni çürümeden önce mezarı açarak onu başka bir
yere gömmek ihtiyata daha uygundur; ancak mezarı açmanın sıkıntılara yol açması
veya mümin birini küçük düşürme ve saygısızlık sayılması durumu müstesna. Her
hâlükârda, vakıf yerinin karşılığı olarak yer veya para vermekle sakınca
giderilmez.
Soru 987: Eğer bir mülk nesilden nesle erkek evlâtlara vakfedilir ve
mevkufun aleyhler herhangi bir sebeple kendi haklarından vazgeçerlerse, acaba
vakıf ortadan kalkar mı? Mevcut ilk kuşak mevkufun aleyhler kendi haklarından
vazgeçtikleri takdirde sonraki kuşakların hakları ve yükümlülükleri nedir? Aynı
şekilde, vakfedil-miş emlâkin şer'î yöneticisinin sonraki kuşakların haklarıyla
ilgili olarak ne yapması gerekiyor?
Cevap: Vakıf, mevkufun aleyhlerin kendi
haklarından vazgeçmesiyle ortadan kalkmaz.
Önceki kuşak mev-kufun aleyhlerin kendi haklarından vazgeçmesi, sonraki
kuşağın hakkı üzerinde etkili olmaz ve vakıf bununla dağılmaz. Aksine sonraki
kuşak, vakıftan yararlanma sırası geldiğinde hakkının tamamını isteyebilir;
hatta önceki neslin zamanında vakfın satılması için şer'î bir ruhsat olursa,
vakıf satıldıktan sonra vakfedilen şeyin yerine sonraki kuşakların ondan
yararlanması için başka bir mülk satın alınması farzdır. Vakıf yöneticisine de,
vakfı bütün tabakalardaki mevkufun aleyhler için idare etmesi ve koruması
farzdır.
Soru 988: Bir soydan gelenlere yapılan vakıfta, vakfın gelirlerinin mevkufun aleyhler arasında nasıl
bölüştürüleceği bilinmezse, acaba böyle durumlarda vakfın gelirleri miras
kanununa göre mi, yoksa eşit olarak mı bölüştürülür?
Cevap: Bir soydan gelenlere yapılan
vakıfta, mevcut bütün mevkufun aleyhlere eşit olarak mı, yoksa miras
kanunundaki gibi kızlarla erkekler arasında fark gözetilerek mi vakfedildiği
bilinmezse, mevcut bütün kişilere eşit olarak vakfedildiği kabul edilir ve
gelirler her tabakadaki bütün kızlar ve erkekler arasında eşit olarak
bölüştürülür.
Soru 989: Belli bir şehrin dinî ilimler medresesine ait olan vakıf
gelirleri oraya gönderme imkânı olmadığından, bu gelirlerin büyük bir bölümü
şimdiye kadar biriktirilmiş bulunuyor. Bu gelirleri acaba başka şehirlerdeki
dinî ilimler medresesine harcamak caiz midir, yoksa onları o şehre göndermek
mümkün oluncaya kadar korumak mı gerekir?
Cevap: Şer'î yöneticinin veya Vakıflar
Müdürlüğü'nün vazifesi, vakıf gelirlerini toplayarak vakfın amacı doğrultusunda
harcamaktır ve eğer harcanması farz olan şehre göndermek geçici olarak mümkün
olmazsa, bu durumda vakfın dağılmasına, kapanmasına sebep olma-ması şartıyla
gelirleri korumak ve harcanması gereken şehre göndermek mümkün oluncaya kadar
beklemek farzdır; yakın gelecekte de olsa, vakıf gelirlerini söz konusu belli
dinî medreseye gönderme imkânından ümit kesilirse,
bu durumda onları başka şehirlerdeki dinî med-reselere harcamanın
sakıncası yoktur.
HABS (ALIKOYMA)[45]
Soru 990: Bir kimse, arsasını, süresi bittikten sonra kendisine dönmesi
ümidiyle belli bir süre vakfedilmesi sahih olan bir şeye özgü kılmak üzere
alıkoyarsa, acaba bu yer alıkonma süresi bittikten sonra ona geri döner mi? Ve
acaba öteki emlâki gibi andan yararlanma hakkına sahip olur mu?
Cevap: Eğer arsa, bir şeye hapsederek
alıkoyan kişinin şer'î mülküyse ve onu şer'î ölçülere göre alıkoymuşsa, bu
durumda alıkoymanın sıhhatine hükmedilir ve şer'î sonuçları arsaya uygulanır.
Alıkoyma süresi bitince, mülk alıkoyan kişiye döner ve öteki malları gibi
menfaatleri ve gelirleri onun olur.
Soru 991: Sahibinin, vakfedilmesi sahih olan bir şeye ebedî olarak özgü
kılmak üzere alıkoyduğu mülkü veya ölen kişinin, gelirlerinin belirlediği yerde
harcanması için ebedî olarak aynen korunmasını vasiyet ettiği mirasının üçte
birini, eğer mirasçılar miras gibi kendi aralarında
bölüşerek resmî belgede kendi adlarına kaydederlerse veya şer'î izinleri
olmaksızın başka birine satarlarsa, acaba buna malların, suların ve vakfedilmiş
arazinin temellükü ve satımının haram olma hükmü uygulanır mı?
Cevap: Ebedî olarak
bir şeye özgü kılınarak alıkon-muş mülk veya mirasın üçte birinin mülk
edinilmesi ve satışının caiz olmayışı, vakıf hükmü gibidir ve miras olarak
mirasçılar arasında bölüşülmesi ve satışı geçersizdir.
VAKFIN SATIMI VE DEĞİŞTİRİLMESİ
Soru 992: Bir şahıs arsalarından birini üzerinde hüseyniye yapılması için
vakfetmiş ve hüseyniyenin yapımı tamamlanmıştır. Fakat ahaliden bazıları
hüseyniye-nin bir bölümünü camiye dönüştürmüş, hüseyniyede cemaat namazı
kılıyorlar; acaba onların hüseyniyeyi camiye dönüştürmeleri caiz midir? Ve
onların camiye dönüştürdükleri yere cami hükümleri uygulanır mı?
Cevap: Hüseyniye olarak vakfedilen binayı,
vakfeden kişi veya başka biri camiye dönüştüremez; orası içinde namaz
kılınmakla cami olmaz, orada cami hükümleri ve sonuçları uygulanmaz; fakat
orada cemaat namazı kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 993: Eğer bir kimse kendisine miras yoluyla ulaşmış bir arsayı birkaç
yıl önce kesin bir şekilde satar, fakat daha sonra arsanın vakıf olduğu
anlaşılırsa, acaba bu satış geçersiz midir? Eğer geçersiz ise, acaba satıcı
arsanın şimdiki değerini mi müşteriye ödemelidir, yoksa satış zamanında
müşteriden aldığı meblağı mı?
Cevap: Satılan arsanın gerçekte vakıf
olduğu ve satıcının onu satma hakkı bulunmadığı anlaşıldıktan sonra satış
geçersizdir ve onu daha önce olduğu gibi vakıf durumuna getirmek farzdır; satıcı da arsa karşılığında müş-teriden
aldığı parayı ona geri vermelidir ve paranın değer kaybetmesi konusunda da farz
ihtiyat gereği sulh etmeleri (anlaşmaları) gerekir.
Soru 994: Bir şahıs yaklaşık yüz sene önce mülkünü erkek evlâtlarına
vakfetmiş ve vakfiyede, erkek evlâdından birinin fakirleşmesi durumunda şer'an
payını diğer mevkufun aleyhlere satabileceğini kaydetmiştir. Birkaç yıl önce oğullarından bazıları kendilerine
vakfedilen mülkten paylarına düşeni sattılar. Fakat son zamanlarda,
"Ortada vakıf tabiri olduğu için vakfeden kişinin zikrettiği şartlar sahih
değildir; dolayısıyla bu alış veriş batıldır." deniliyor. Bu arsanın umumî
vakıf değil de özel vakıf olduğu dikkate alındığında, acaba vakfeden kişinin
vakfiyede belirttiği üzere hisselerin alış verişi caiz midir?
Cevap: Eğer vakfeden kişinin vakıf akdinde,
mevkufun aleyhlerden birinin yoksullaştığında payını mevkufun aleyhlerden başka
birine satabileceğini şart koştuğu ispatlanırsa, bu durumda payını mevkufun
aleyhlerden başka birine satması caizdir. Dolayısıyla mevkufun aleyhlerden
birinin vakıftan kendi payına düşeni fakirlik ve ihtiyacından dolayı satmasının
sakıncası yoktur ve bu durumda onun satışının sıhhatine hükmedilir.
Soru 995: Eğitim Bakanlığı'na, üzerinde bir okul yapılması amacıyla bir
arsa hediye ettim. Fakat istişare sonucu o arsanın parasıyla şehrin başka
mahallelerinde birkaç okul yapılabileceğini öğrendikten sonra Eğitim
Bakanlığı'nın gözetimi altında bu arsayı satmak ve parasının tamamını şehrin
güneyinde veya mahrum bölgelerinde birkaç okulun yapımında harcamak için
bakanlığa müracaat ettim; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Okul yapılması için arsanın, vakıf
akdi okunarak ve bu işin sorumlusu ve yöneticisi unvanıyla Eğitim Bakanlığı'na
teslim edilerek vakfı tamamlanmışsa, bundan sonra vakıftan dönemez, onda
müdahalede bu-lunamaz ve tasarruf edemezsiniz; fakat Arapça dışında bir lisanla
da olsa vakıf akdi okunmamışsa veya vakfı teslim etmek anlamında arsanın Eğitim Bakanlığı'na tes-limi
tamamlanmamışsa, bu durumda arsa hâlâ sizin mül-kiyetinizdedir ve onu
istediğiniz konuda kullanmaya yetkilisiniz.
Soru 996: İmamların (a.s) evlâtlarından (imamzade-lerden) birinin
türbesinin kubbesinde birbirine bitişik üç kubbe şeklinde 3 kg. altın
mevcuttur. Bu altın şimdiye kadar iki defa çalınmış ve bulunarak yerine geri
döndürülmüştür. Bu altının çalınma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu dikkate
alındığında, acaba onu satarak parasını türbenin tamirinde ve türbeyi
genişletmede kullanmak caiz midir?
Cevap: Sırf çalınma tehlikesi
ve zayi olmasından korkulması, onun satılmasını ve değiştirilmesini caiz
kılmaz. Fakat şer'î yöneticisi, karine ve belirtilerden bu altının türbenin
tamiri ve ihtiyaçlarında kullanılması için biriktirildiğine ikna edici bir
ihtimal verir veya türbenin tamire ve onarmaya zarurî bir ihtiyacı varsa ve
bunu başka bir yolla temin etmek de mümkün değilse, bu durumda altını satarak
parasını türbenin zarurî tamirinde kullanmanın sakıncası yoktur ve bu işlemin Vakıflar Müdürlüğü'nün gözetiminde
yapılması da-ha uygundur.
Soru 997: Bir kimse, sularıyla birlikte tarlalarının bir bölümünü
oğullarına vakfetmiştir. Fakat oğullarının sayısının çokluğu, ziraî işlerin
zorluğu ve ürünlerin azlığı dolayısıyla kimse tarlayı ekmeye yanaşmıyor;
dolayısıyla vakıf yakın bir gelecekte harap olmaya başlayacak ve artık oradan
yararlanma imkânı olmayacaktır. Acaba bu nedenle suyuyla birlikte bu tarlayı
satarak parasını hayır işlerde harcamak caiz midir?
Cevap: Vakfı, mevkufun aleyhlerden birine
veya başka bir şahsa kiraya vererek gelirini vakıf amacı doğrultusunda harcamakla veya ondan yararlanma
şeklini değiştirmekle de olsa, yararlanılacak ve vakıf doğrultusunda
kullanılabilecek durumda olduğu sürece satmak ve değiştirmek caiz değildir. Ama
ondan yararlanılması hiçbir şekilde mümkün değilse, onu satmak caiz olur; fakat
bu durumda onun parasıyla başka bir mülk satın alarak menfaatlerini vakıf
doğrultusunda harcamak şarttır.
Soru 998: Camiye bir minber vakfedilmiştir. Fakat çok yüksek olduğu için
ondan yararlanmak mümkün değildir; acaba bu durumda onu uygun başka bir minbere
dönüştürmek caiz midir?
Cevap: Onu şimdiki hâliyle o camide ve
diğer camilerde kullanmak mümkün değilse, şeklini değiştirmenin sakıncası
yoktur.
Soru 999: Vakfeden kişinin, arazi reformu kanunu uygulanırken elde ettiği
ve özel vakıf yaptığı arazileri satmak caiz midir?
Cevap: Vakfeden kişi, vakfettiği zaman
vakfettiği şeye malikse ve vakıf işlemi de şer'an sahih bir şekilde
gerçekleşmişse, bu durumda özel vakıf olsa bile vakfeden kişinin veya başka
birinin vasıtasıyla onun alım satımı ve değiştirilip başka bir şeye
dönüştürülmesi sahih değildir; ancak şer'an satımı ve başka bir şeye
dönüştürülmesi caiz olan özel durumlar müstesna.
Soru 1000: Babam, içinde belli sayıda hurma ağacı bulunan bir araziyi
Aşura günü ve Kadir gecelerinde halka yemek verilmesi için vakfetmiştir. Şimdi
mevcut ağaçların dikilişi üzerinden yaklaşık yüz sene geçmiş ve artık
yararlanılamayacak duruma gelmiş bulunuyorlar. Babamın büyük oğlu, vekili ve
vasisi olmam hasebiyle, acaba bu yeri satarak parasıyla babamın sadaka-i
cariyesi olması için bir medrese ve hüseyniye inşa etmem caiz midir?
Cevap: Eğer arazi de
vakıfsa, sırf ağaçlarının yararlanılmayacak hâle gelmesiyle onu satmak ve başka
bir şeye dönüştürmek caiz değildir; bilâkis mümkün olduğu takdirde,
yararlanılmayacak ağaçların gelirini harcamakla da olsa, bu ağaçların yerine,
gelirlerini vakıf yönünde harcamak için o yere yeni hurma fidanları dikmek
farzdır; aksi durumda ziraat veya ev yapmak için kiraya vermekle de olsa
vakfedilen yerden başka bir şekilde yararlanmak ve elde edilen geliri vakıf
yönünde harcamak gerekir. Genel olarak, vakfedilen yerden herhangi bir şekilde
yararlanmak mümkün olduğu sürece onu satmak, satın almak ve başka bir şeye
dönüştürmek caiz değildir. Ancak meyve vermeyen vakfedilmiş hurma ağacını
satarak parasını mümkün surette yeni ağaçlar dikmek için harcamanın sakıncası
yoktur ve eğer bu da mümkün değilse, parası vakıf amacı yönünde harcanmalıdır.
Soru 1001: Bir kimse, bir yerde cami yapılması için bir miktar demir ve
kaynak malzemeleri bağışlamış ve iş bittikten sonra bunlardan bir miktarı
artmıştır. Caminin diğer masraflarından dolayı borçları olduğu dikkate
alındığında, acaba bu artan malzemeleri satarak parasını caminin borçlarını
ödemek ve diğer ihtiyaçlarını gidermek için harcamak caiz midir?
Cevap: Eğer malzeme ve araç gereçleri
bağışlayan kişi onları cami inşası için vermiş ve bu amaçla onları kendi
mülkiyetinden çıkarmışsa, bu durumda başka camilerde de olsa kullanılabilecek
olanını satmak caiz değildir, bu malzemeler başka camilerin tamirinde
kullanılmalıdır. Fakat onları bağışlayan kişi eğer sadece o caminin yapımında
kullanılmasına izin vermişse, bu durumda malzemenin arta kalanı onundur ve
kullanma yetkisi de ona aittir.
Soru 1002: Bir kimse kütüphanesini erkek çocuklarına vakfetmiştir. Fakat
çocukları ve torunlarından hiçbirisi dinî ilimler tahsil etmeye muvaffak
olamadıkları için bu kütüphaneden yararlanmıyorlar. Şimdi bunların bir bölümünü
güve yemiş ve geri kalan bölümü de yok olmak üzeredir; acaba bu durumda
kitapları satmak caiz midir?
Cevap: Eğer kütüphane evlâtlarının dinî
ilimler tahsil etmeleri ve din âlimleri arasına girmeleri ve bunun
gerçekleşmesi şartına bağlı olarak vakfedilmişse, şartlı vakıf olduğu için
esasen geçersizdir. Eğer onların kütüphaneden yararlanmaları için vakfetmişse
ve şimdilik onların arasında bu kütüphaneden yararlanabilecek kim-se yoksa ve
ileride de yararlanabilmeleri ümit edilmez-se, bu durumda vakıf sahihtir ve bu
kütüphaneyi ondan yararlanabilecek olan kimselere bırakmaları caizdir. Yine
eğer kütüphane ondan yararlanma salâhiyetine sahip kimselerin yararlanmaları
için vakfedilmiş ve yönetimi de çocuklarına bırakılmışsa, kütüphaneden
yararlanmaları için bu kimselere sunmaları farzdır; her hâlükârda çocukları bu
kütüphaneyi satamazlar ve şer'î yöneticinin uygun bir şekilde, vakfın zarar
görmesine ve zayi olmasına engel olması gerekir.
Soru 1003: Seviyesi etrafındaki araziden yüksek olduğu için su
ulaştırılamayan vakfedilmiş bir arazinin, bir süreden beri düzeltilerek
ortasında toplanmış olan fazla toprakları oranın ekilmesine engel
oluşturmaktadır. Acaba bu toprağı satarak parasını yerin yakınındaki
imamzadelerin birinin türbesine harcamak caiz midir?
Cevap: Eğer biriktirilmiş topraklar
vakfedilmiş araziden yararlanmaya engel oluyorsa, bu durumda onları oradan
taşımanın, satmanın ve parasını vakıf amacı yönünde harcamanın sakıncası
yoktur.
Soru 1004: Vakfedilmiş bir arsa üzerine yapılmış olan birkaç ticarethane,
kiracılardan hava parası alınmaksızın kiraya verilmiştir; acaba kiracıların bu
ticarethanelerin hava parasını alarak başkasına devretmeleri caiz midir? Eğer
caiz ise, acaba alınan hava parası kiracıya mı aittir, yoksa vakfın
gelirlerinden sayılarak vakıf amacı yönünde mi harcanması gerekir?
Cevap: Eğer vakıf yöneticisi vakfın
çıkarını gözeterek hava parası hakkının satılmasına izin verirse, bunun
karşılığında alınan mal vakfın gelirlerinden sayıldığı için vakıf amacı yönünde
harcanması farzdır; fakat vakıf yöneticisi muameleye izin vermezse, bu durumda
satış batıldır ve satıcı müşteriden aldığı parayı ona iade etmelidir. Her
halükârda, hava parası hakkı olmayan kiracının onu sonraki kiracıya satarak
aldığı malda herhangi bir hakkı yoktur.
Soru 1005: Müslümanların umumî mezarlığını şahsî mülkiyete geçirerek orada
şahsî binalar yapmanın ve onu kişilerin mülkü olarak adlarına kaydetmenin hükmü
nedir? Acaba Müslümanların umumî mezarlığı vakıf hükmünde midir? Orada yapılan
kişisel tasarruflar gasp mıdır? Acaba orada tasarruf eden kişiler
tasarruflarının emsalinin ücretini ödemeleri gerekir mi? Ve eğer tasarruf
edenler tasarruflarının emsalinin ücretini karşılamakla yükümlü iseler, bu
malları nereye harcamak gerekir ve orada yapılan binaların hükmü nedir?
Cevap: Müslümanların umumî mezarlığının
tapusunu üzerine almak, başlı başına mülkiyet için şer'î bir delil olamayacağı
gibi, oranın gasp edildiği anlamına da gelmez. Nitekim oranın sırf ölüleri
defnetmek için umumî mezarlık olması da, oranın vakfedildiğine şer'î bir delil
değildir. Dolayısıyla mezarlık eğer örfen halkın ölülerini defnetmek amacıyla
kullanılmak vs. için şehrin umuma ait yerlerinden sayılır veya Müslümanların
ölülerini defnetmek için vakfedildiğine dair şer'î bir delil bulunursa, şimdi
orada tasarruf edenlerin kişisel tasarrufları gasp ve haramdır. Dolayısıyla
mezarlık arazisini terk etmeleri, üzerindeki binaları yıkmaları ve orayı eski
hâline dönüştürmeleri gerekir; ama yapılan tasarrufların emsalinin ücretini
karşılamakla yükümlü olmanın gerekliliği kesin değildir.
Soru 1006: Mezarlarının ömrü 35 seneye ulaşan bir mezarlık belediye
tarafından umumî parka çevrilmiş ve önceki rejim döneminde bir bölümü üzerinde
birkaç bina da yapılmıştır; acaba belediye bu arazi üzerinde yeniden ihtiyaç
duyduğu binalar yapabilir mi?
Cevap: Eğer mezarlık arazisi Müslüman
ölülerin defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada bina inşa edilmesi
mezarların açılmasına veya ulemanın, salih ve mümin kişilerin mezarlarına
saygısızlığa sebep olacaksa veya arazi halkın yararlanması için şehrin ihtiyaç
duyduğu umuma ait mekânlardansa, orada tesisler yapmak ve özel tasarruflarda
bulunmak, orayı değiştirmek ve başka bir şeye dönüştürmek caiz değildir; aksi
durumda özü itibariyle bu işin bir sakıncası yoktur; ancak bu husustaki ilgili
kanunlara uyulması gerekir.
Soru 1007: Ölülerin defnedilmesi için vakfedilmiş bir arsanın ortasında,
imamzadelerden birinin türbesi de bulunmaktadır ve son zamanlarda bu mezarlığa
aziz şehitlerden bir grubun cesetleri de defnedilmiştir. Gençler için uygun bir
spor alanı bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, acaba İslâmî adabı
gözeterek mezarlıkta spor yapmaları caiz midir?
Cevap: Mezarlığı spor alanına çevirmek ve
vakfedilen arazide vakıf amacı dışında tasarruf etmek caiz değildir. Yine
Müslümanların ve aziz şehitlerin mezarlarının saygınlığını çiğnemek caiz
değildir.
Soru 1008: İmamzadelerden birinin ziyaretçilerinin, arabalarını, üzerinden
yaklaşık yüz sene geçen eski mezarlığa park etmeleri caiz midir? Oranın daha
önce köy halkının mezarlığı olarak kullanıldığı, ancak hâlihazırda ölülerini
başka bir yerde defnettikleri dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Örfe göre bu iş Müslümanların
mezarlarının saygınlığını çiğnemek sayılmıyor ve o imamzadenin türbesinin
ziyaretçilerine engel çıkarmıyorsa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 1009: Bazı kişiler umumî mezarlıklarda, ölülerin bazı mezarların
yanına defnedilmesini önlemektedirler; acaba ölüleri oraya defnetmeye şer'î bir
engel var mıdır? Ve acaba onların ölüleri oraya defnetmeyi engellemeye hakları
var mıdır?
Cevap: Eğer mezarlık mevkuf veya herkesin
ölülerini oraya defnetmesi mubah addedilmişse, kimsenin umumî mezarlıkta kendi
ölüsünün mezarının etrafında bir sınır belirleyip müminlerin cenazelerinin
orada defnedilmesine engel olmaya hakkı yoktur.
Soru 1010: Alanı dolmuş bir mezarlığın bitişiğinde mahkeme kararıyla
kamulaştırılmış ve başka bir kimseye devredilmiş bir arazi bulunmaktadır. Acaba
arazinin şimdiki sahibinden izin alınarak ölüleri defnetmek için oradan
yararlanmak caiz midir?
Cevap: Eğer arazinin şimdiki sahibinin
şer'an mülk sahibi olduğuna hükmedilirse, onun rızası ve izniyle orada tasarruf
etmenin sakıncası yoktur.
Soru 1011: Bir şahıs bir araziyi ölülerin defnedilmesi için vakfetmiş ve
orayı Müslümanların umumî mezarlığı kılmıştır. Acaba mezarlık yönetim
kurulunun, ölülerini oraya defneden kişilerden mezar parası alması caiz midir?
Cevap: Vakfedilmiş umumî mezarlıkta
ölülerin defnedilmesi karşılığında bir şey talep edilemez. Fakat mezarlığa veya
ölü sahiplerine ölülerini defnetmeleri için başka hizmetler sunuyorlarsa, bunun
karşılığında ücret olarak bir meblağ istemelerinin sakıncası yoktur.
Soru 1012: Köylerden birinde bir telefon santrali kur-mak için köy
halkından bize bir arsa vermelerini istedik. Köyün ortasında bu iş için uygun
bir yer bulunmaması dolayısıyla, acaba santrali, kullanılmayan eski mezarlığın
bir bölümünde inşa etmemiz caiz midir?
Cevap: Müslümanların umumî mezarlığı, eğer
ölülerin defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada telefon santrali yapılması
mezarın açılmasına ya da Müslümanların mezarlarının saygınlığının çiğnenmesine
sebep olacaksa, bu iş caiz değildir; aksi durumda bunun sakıncası yoktur.
Soru 1013: Kasabadaki şehitlikte şehit mezarlarının yanında başka
bölgelerde defnedilmiş bizim kasabalı şehitler adına ileride mezarları olması
amacıyla anıt taşları dikilmesine karar verdik; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Aziz şehitlerimizin adına sembolik
mezarlar yapmanın sakıncası yoktur; fakat o mekân ölüleri defnetmek için
vakfedilmişse, başkalarına ölülerini defnetmelerinde sıkıntı çıkarmak caiz
değildir.
Soru 1014: Mezarlık yanındaki kıraç arazinin bir bölümünde bir sağlık
ocağı kurmaya karar verdik, fakat halktan bazıları o yerin mezarlığın bir
parçası olduğunu ileri sürdüler. Yetkililer de bu yerin mezarlık olup
olmadığını teşhis edemediler. Bölge halkından bazı yaşlılar sağlık ocağı inşa
etmek istediğimiz alanda mezar bulunmadığına tanıklık ederken, diğer bazıları
da orada mezar olduğunu ileri sürdüler; fakat her iki grup da sağlık ocağı
binası yapmak istediğimiz yerin etrafında mezarlar bulunduğunu söylüyorlar; bu
konuda ne yapmamız gerekir?
Cevap: O arazinin, Müslümanların ölülerini
defnetmeleri için vakfedildiği ve halkın çeşitli münasebetlerde yararlandıkları
umuma ait yerlerden olmadığı ispatlanmadığı sürece, orada sağlık ocağı
yapmanın, mezar açmaya ve müminlerin mezarlarının saygınlığının çiğnen-mesine
sebep olmamak şartıyla sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1015: Nasıl vakfedildiği bilinmeyen geniş bir mezarlığın cenaze
defnedilmemiş bölümünde, cami inşa edilmesi ve bölge halkına sağlık ocağı
yapılması gibi umumî hizmetler için kiraya verilerek kira gelirinin mezarlık
yararına harcanması caiz midir? Bu bölgede hizmet merkezleri inşa etmek için
boş bir alanın olmadığı ve bölgenin bu hizmetlere ihtiyacı olduğunu göz önünde
bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Eğer arazi sadece cenazelerin
defnedilmesi şeklinde yararlanılması için vakfedilmişse, bu durumda kiraya
vermek veya orayı cami veya sağlık ocağı gibi mekânlar inşa etmek için
kullanmak caiz değildir. Ama mevcut belirtilerden oranın ölülerin defnedilmesi
için vakfedildiği sonucuna varılmaz, halkın ölülerini defnetmeleri gibi
amaçlara yönelik şehrin umuma ait yerlerinden olmaz, orada mezar da bulunmaz ve
belli bir sahibi de olmazsa, bu durumda o araziden bölge halkının umumî
menfaatleri için yararlanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1016: Enerji Bakanlığı'nın yapmayı tasarladığı, elektrik üretimine
yönelik birkaç barajdan biri Karun Nehri üzerinde yapılması amaçlanan barajdır.
Bu projenin plânlanan tesislerinin ilk aşaması tamamlanmış ve gerekli bütçe de
temin edilmiş bulunuyor. Fakat proje bölgesinin merkezinde, içinde eski
mezarlarla birlikte yeni mezarlar bulunan eski bir mezarlık mevcut olup projeyi
uygulamak için bu mezarların yıkılması gerekmektedir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Cesetleri
toprağa dönüşmüş mezarları yıkmanın sakıncası yoktur; fakat izi belli olan
eskimemiş mezarları açmak ve henüz toprağa karışmayan cesetleri dışarı çıkarmak
caiz değildir. Ancak o elektrik üretimi projesini uygulamak iktisadî ve
toplumsal gereklerdense ve projeyi oradan başka bir yere aktarmak veya yönünü
mezarlık bölgesinden başka tarafa çevirmek çok zor ve meşakkatli ise, bu
durumda barajın orada yapılmasının sakıncası yoktur. Fakat bu durumda mezarın
etrafındaki toprağı açmakla da olsa cesetleri henüz toprağa dönüşmeyen
mezarları açmaktan kaçınarak başka bir yere aktarmak farzdır. Ve eğer çalışma
esnasında ceset dışarı çıkarsa, onu başka bir yere aktararak defnetmek farzdır.
Soru 1017: Mezarlıkların birinin yanında, hiçbir mezar izine
rastlanılmayan, ancak eski bir mezarlık olma ihtimalinden söz edilen bir arazi
yer almaktadır. Acaba bu yer üzerinde tasarruf etmek ve orada toplumsal
etkinlikler için bina yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer oranın, ölülerin defnedilmesi
için vakfedilen umumî mezarlığın bir parçası veya örfen o mezarlığa ait alan
sayıldığı kesinlik kazanırsa, bu durumda orası mezarlık hükmündedir ve orada
tasarruf etmek caiz değildir.
Soru 1018: İnsanın hayattayken kendisine mülk edinmek amacıyla mezar satın
alması caiz midir?
Cevap: Eğer mezar yeri bir başkasının şer'î
mülküy-se, onu satın almanın sakıncası yoktur; fakat müminlerin ölülerinin
defnedilmesi için vakfedilmiş olan yerin bir parçasıysa, bu durumda onu satın
almak ve zaptetmek ister istemez başkalarını, ölülerini oraya defnetme
tasarrufundan alıkoyacağı için sahih değildir.
Soru 1019: Eğer bir caddede yaya kaldırımı yapmak, yaklaşık yirmi yıl önce
caddenin yanındaki mezarlığa defnedilen birkaç müminin mezarını tahrip etmeyi
gerektirirse, acaba böyle bir iş caiz olur mu?
Cevap: Eğer bu mezarlık vakıf değilse ve
Müslümanların mezarlarını açmayı ve onların saygınlığının çiğnenmesini
gerektirmezse, bu mekânın yaya kaldırımına dönüştürülmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1020: Şehir merkezinde, vakfedildiği belli olmayan terkedilmiş bir
mezarlık var; acaba bu mezarlıkta cami yapmak caiz midir?
Cevap: Mezarlığın yeri vakfedilmemişse,
kimsenin özel mülkü değilse, halkın çeşitli münasebetlerle kullanması için
ayrılan umuma ait yerlerden değilse ve orada cami yaptırmak Müslümanların
mezarlarını açmayı ve onlara saygısızlık etmeyi de gerektirmezse, bunun
sakıncası yoktur.
Soru 1021: Yaklaşık yüz seneden beri umumî mezarlık olan bir yerde birkaç
yıl önce yapılan kazıda birkaç mezara rastlandı. Kazı ve toprak alınma
işleminden son-ra mezarlardan bazıları ortaya çıktı ve içinde kemikler göründü;
bu durumda acaba belediyenin bu yeri satması caiz midir?
Cevap: Eğer mezkur mezarlık vakıfsa, onu
satmak ve almak caiz değildir. Aynı şekilde eğer kazı işlemleri mezarların
açılmasına sebep olursa, bu da haramdır.
Soru 1022: Eğitim Bakanlığı, eski bir mezarlığın bir bölümünü ahalinin
müsaadesini almaksızın okul yaptırmak için zaptederek orada öğrencilerin namaz
kıldıkları bir okul inşa etti. Bu işin hükmü nedir?
Cevap: Okul arsasının, ölülerin
defnedilmesi amacıyla vakfedildiğine dair muteber bir delil yoksa ve ölülerin
defnedilmesi vs. için şehrin umumî alanlarından ya da birisinin özel mülkü
değilse, bu durumda ilgili kanunlara uyarak orayı okul olarak kullanmanın ve
orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
[1]- [Şer'î ölçülere riayet edilmeden kesilen veya
kendiliğinden ölen hayvan ya da eti yenilmeyen hayvanın ölüsü.]
[2] - [Ehlibeyt mektebine bağlı, gerekli şartları
taşıyan müçtehit.]
[3]- [Kocasının şer'an belirlenen hakkını yerine
getirmeyen ve kocasına karşı gelen kadın.]
[4]- [İslâm ümmetinin birliğini ortaya koyma amacıyla Hz.
Peygamber'in (s.a.a) kutlu doğumları münasebetiyle rebiyülevvel ayının
12'sinden 17'sine kadar olan süre.]
[5]- [Her bir dinar, bir şer'î mıskaldır. Her bir şer'î
mıskal de 18 nohut yani 3.5154 gr. ağırlığında altındır. Dolayısıyla kırk dinar
yaklaşık 140.616 gr. altına eşittir. Altmış dinar, yaklaşık 210.924 gr. altına
eşittir. Seksen dinar ise, yaklaşık 281.232 gr. altına eşittir.]
[6]- [Erkeklik organının baş kısmı.]
[7]- [Dinî medreselerde yüksek lisansa denk bir tahsil
dönemine denir.]
[8]- [İstihare, insanın şaşırıp ne yapacağını ve nasıl
davranacağını bilmediği durumlarda ehil insanlarla istişarede bulunup bir
sonuca varamadığı takdirde, yüce Allah'a yönelip o hususta Rabb'ul-Âlemin'den
kendisine hayırlı olanı talep etmesi demektir. İstihare çeşitli şekillerde
yapılır. En yaygını Kurân-ı Kerim'le yapılan istiharedir. Bu hususta ayrıntılı
bilgi için dua kitaplarına bakınız.]
[9]- Özellikle İmam Hüseyin'in (a.s) mateminde sabit
yerlerde veya hareket hâlinde Kerbela vakıası ve Ehlibeyt'le ilgili diğer
olayları canlandıran piyes türü.
[10]- İmam Hüseyin (a.s) için düzenlenen matem heyetleri
ve deste gruplarının önünde, insanın omzuna bağlanan, bir simge olarak taşınan,
üzerinde kanat, mücevherler vb. şeylerle süslenmiş eğilme özelliğine sahip
metaller bulunan büyük bir ağaç veya demir parçası. Bu metal simge, Kerbela
vakıasında İmam Hüseyin'in (selâm üzerine olsun) ordusunun sancağını temsil
olarak kullanılır.
[11]- [Şehitler serdarı İmam Hüseyin'in (a.s) matem
merasimlerinde oluşturulan gruplar.]
[12]- [Muatat: Herhangi bir kontrata, sözleşmeye gerek
duyulmadan, bakkaldan yapılan alış verişte olduğu gibi karşılığı verildiğinde
malın teslim edilmesi işlemine denir.]
[13]- [Şer'î bir izin olmaksızın başka biri adına
tasarrufta bulunan kimsenin yaptığı satış akdi.]
[14]- [Para olarak değil, madde olarak verilen mal.]
[15]- [Zâmin: Bir şeyi tazmin eden, zarar ve ziyanı
iradesiyle veya zorunlu olarak üstlenen kimse.]
[16]- [Belli bir malın idaresi için veya kısıtlı kimselerin
işlerini üstlenmesi için tayin edilen kimse.]
[17]- [Kişinin ergenlik çağına ermiş olduktan sonra
malını, işlerini iyi idare edebilme yeteneğine denir.]
[18]- [İnsanlarca maddî değeri olan her nesne; alınıp
satılabilen her türlü ticaret eşyası.]
[19]- [İki tarafın rızasıyla yapılan anlaşmaya veya
uyuşmaya sulh veya musalaha denir.]
[20]- [Cüâle: İnsanın yapılan bir hizmet karşılığında işi
yapan kimseye belli bir ücret ve ödül vermeyi kararlaştırmasına denir.
Birisinin kim kaybettiğim şeyi bulursa, ona şu kadar ödül vereceğim demesi
gibi.]
[21]- [Bir akdi ve sözleşmeyi feshetme yahut uygulama
arasında seçim yapma yetkisi. Kendisinde böyle bir muhayyerlik hakkı bulunan
kimse, yaptığı bir akdi karşı tarafın rızası olmasa da bozabilir, sözleşmeden
cayabilir.]
[22]- [Bayağı akit, fesih sebebi bulunmayan, mutlaka
riayet edilmesi gereken akit.]
[23]- [Selem: Para peşin, mal veresiye. Peşin para veya
bir mal vererek veresiye bir mal satın almaya "selem" veya
"selef" denir.]
[24]- [Selem veya selef, müşterinin malı sonradan teslim
almak üzere malın değerini peşin ödemesine denir.]
[25]- [Cüâle:
İnsanın yapılan bir hizmet karşılığında işi yapan kimseye belli bir ücret ve
ödül vermeyi kararlaştırmasına denir. Birisinin kim kaybettiğim şeyi bulursa,
ona şu kadar ödül vereceğim demesi gibi.]
[26]- [Şufa hakkı, üçüncü kişiye satılan arazi ve ev gibi
gayrimenkul malın o mala ortak olanın öncelikle satın almasına yetki veren
hakka denir.]
[27]- [İmam Hüseyin'e (a.s) ağıt okunan ve diğer hayır
işler için kullanılan ve cami hükmünde olmayan yer.]
[28]- [Enfal; savaşmadan Müslümanların eline geçen ganimetlere,
sahibi olmayan işlenmemiş yer, maden, orman, dağların tepeleri, derelerin içi,
mirasçısı olmayan tereke, emek verilmeden ve zahmet çekilmeden elde edilen mala
denir.]
[29]- [Malın aslını değil, sadece menfaatini belli bir
süre için Allah yolunda kullanılması için vakfetmek.]
[30]- [Muamelede mevcut anlaşmazlığı gidermek veya
gelecekte ortaya çıkacağına ihtimal verilen anlaşmazlığı önlemek için yapılan
bir sözleşmedir.]
[31]- [Caiz sözleşme, taraflardan birinin istediği
zaman bozabileceği sözleşmeye denir. Lâzım sözleşme, mutlaka
uyulması gerekli sözleşmeye denir. Bu sözleşme taraflardan birinin muhayyerlik
hakkı olması durumunda veya her iki tarafın anlaşmasıyla bozulabilir.]
[32]- [Şart-ı netice, belli bir sonucun gerçekleşmesini
bir akitle şart koşmaya denir; örneğin bir muamele esnasında taraflara ait olan
bir malın taraflardan birinin veya üçüncü kişinin mülkiyetine geçmesini şart
etmeleri gibi. Şart-i fiil ise, o sonucu meydana getiren işin yapılmasını şart
koşmaya denir.]
[33]- [Havale, borcun bir zimmetten bir başka zimmete
intikalini sağlayan sözleşmeye denir.]
[34]- [Müsle, tahkir etmek için birinin vücudundan bir
şeyi kesmeye denir.]
[35]- [Bu sözcüğün Arapça karşılığı "hacr
(hacir)"dir. Sözlük anlamı kısıtlama olan hacr, çeşitli haklarını
kullanmaya yetkili olan kişinin ehliyetinin sınırlandırılması, bu haklarını
kullanma bakımından kısıtlanması demektir.]
[36]- [Emekle sermayenin birleştirilmesi suretiyle kurulan
şirket. Emek-sermaye ortaklığı. Burada emek sahibi emeğinin, sermaye sahibi de
sermayesinin karşılığında kârdan pay almaktadır.]
[37]- [Sorumluluk getiren haksız tasarruf türü.]
[38]- [Yed, yani bir malı bulundurma, yed-i emanet ve
yed-i damân olmak üzere ikiye ayrılır. Yed-i emanette, elinde bulunduranın
kusuru olmaksızın o mal zayi ya da kaybolursa, tazmin lâzım gelmez. Ama yed-i
damânda, malı elinde bulunduranın kusuru olmasa da elinde tuttuğu mal zayi
olursa, tazmin etmesi lâzım gelir.]
[39]- [Şer'î hüküm: İnsanların maddî ve manevî hayatını
bir bütün olarak düzenlemek için Allah Tealâ tarafından konulmuş, insanlığın
dünyevî ve uhrevî saadeti için belirlenmiş kanunlara denir. Hüküm, teklifî
hüküm ve vaz'î hüküm olmak üzere ikiye ayrılır:
Teklifî hüküm: İnsanın fiilleriyle doğrudan ilintili şer'i
hükümlere denir. Namazın farz oluşu, şarap içmenin haram oluşu gibi.
Vaz'î hüküm: İnsanın kendisi, davranış ve söylemiyle doğrudan
ilintili olmayan şer'i hükme denir. Ayrı bir tanımla, Allah Teala'nın bir şeyi
başka bir şey için sebep ve şart kılmasına denir. Bu hükümler dolaylı olarak
insanın amel ve davranışlarını etkiler. Nikâh hükümleri buna örnek
gösterilebilir. Nikâh hükümleri sebebiyle erkek ve kadın birbirlerine karşı
birtakım vazifeler üstlenirler, ama bu hükümler onların davranışlarını dolaylı
olarak etkiler.]
[40]- [Faizsiz bankacılık sisteminde banka, bankaya karz-ı
hasen olarak yatırılan mevduatları (cari hesap veya tasarruf hesabı olarak)
mudilerine bazen hediyeler vermek veya bazı öncelikler tanımak karşılığında
müşterilerine belli konularda herhangi bir fazlalık almadan borç olarak verir.
Bankaya kısa veya uzun vadeli olarak yatırılan paralar konusunda ise banka
mudilerin vekili olarak aşağıdaki sözleşmelerden biri çerçevesinde kredi
talebinde bulunan müşterilerine kredi verir: Mudarebe, medenî ortaklık, hukukî
ortaklık, doğrudan yatırım, taksitli satış, temlik şartıyla kiralama, selef
(selem), cüâle (mükâfat vaat etme), borç satın alma, müzaraa (ekim üzerine
anlaşma), müsakat (sulama üzerine anlaşma).
İslâm hukukuna dayalı bu sözleşme türleri
çerçevesinde yapılan muameleler helâl olup, faizsiz bankacılık sisteminde
bankanın mudilerin vekili olarak müşterilerle bu sözleşmeler çerçevesinde
yaptığı muameleleri de helâl sayılmaktadır.]
[41]- [İslâm büyükleri için anma ve matem merasimlerinin,
çeşitli dinî etkinliklerin düzenlendiği mekânlara verilen ad. Tekke olarak da
adlandırılabilecek bu yerlere "Hüseyniye" adının verilmesi, bu
mekânlarda daha çok İmam Hüseyin (a.s) ve Kerbelâ şehitlerine matem merasimleri
düzenlendiği içindir.]
[42]- [Mevat, işlenmemiş veya işlendikten sonra tekrar
harabeye dönüşmüş boş ve sahipsiz arazi demektir.]
[43]- [Karz-ı hasen: Faizsiz olarak verilen borç.]
[44]- [Musalla: Sözcük anlamı namaz kılınan yer olan
musalla, daha çok cuma, bayram ve cenaze namazları kılmaya mahsus açık geniş
yerlere denir.]
[45]- [Habs: Sözcük anlamı tutmak olan habs (hapis), terim
olarak bir şahsı veya malı bir yerde alıkoymak, bir hakkı elde edebilmek için
bir malı elinde tutmak anlamında kullanılır.]
Yorumlar
Yorum Gönder